216- Savaş, hoşunuza gitmediği halde üzerinize yazıldı. Olar ki, hoşunuza gitmeyen bir şey sizin üçün hayırlıdır və olar ki sevdiğiniz şey də sizin üçün şerdir. Allah bilir də siz bilmezsiniz.
217- Sana, haram olan aydan, onda savaşmayı sorarlar. Də ki: ONDA savaşmak büyük bir günahtır. Allah yolundan alıkoymaktır. Halkını oradan çıkarmak Allah katında daha büyük bir günahtır. Fitne katlden beterdir. Ellerinden gelse sizi dininizden geri çevirmek üçün sizinle savaşmayı sürdürürler. Sizden kim dininden geri döner və inkar halinde ölürse, onların dünya və ahirette amelleri boşa gider, onlar atəş ehlidir və onlar orada kalıcılardır.
218- Onlar ki iman edib hicrette bunlundular və Allah yolunda cihad ettiler, işte onlar Allah'ın rahmetini umarlar. Allah bağışlayandır, rahimdir.
Ayələrin AÇIKLAMAsı
216) Savaş, hoşunuza gitmediği halde üzerinize yazıldı.
Bundan önce defalarca vurguladığımız gibi "yazma" fiili, yasama (teşri) nitelikli bir ifade akışı içinde yer/yeyər alıyorsa "fərz kılma" anlamına gelir, varoluş və evrensel yasalar sistemi ilə ilgili bir ifade akışı içinde kullanılmışsa, bu sefer də kesin hüküm anlamını ifade edər. Bu bakımdan, ayəs(n)i kerime, savaşın bütün müminlere fərz kılındığını göstermektedir. Çünkü hitap onlara yöneliktir. Ancak bir başka şəri kanıtın istisna kıldığı kimseler bu genel hükmün dışındadır. Bu ayəs(n)i kerimede olduğu gibi: "Kor olana güçlük yoktur, topal olana güçlük yoktur, hasta olana də güçlük yoktur." (Nur, 61) Bunun dışında bir çox ayə və kanıt örnek gösterilebilir.
"Yazma" fiilinin failinin kim olduğu cümle içinde belirtilmiyor. Çünkü cümlenin sonunda şöyle bir cümlecik yer/yeyər almaktadır: "Savaş hoşunuza gitmediği halde" Bu isə, faili açıklamaya, uygun bir ifade değildir. Onun makamının saygınlığını korumak üçün bu gereklidir. İsminin ağırlığı zedelenmemelidir, möminlərin hoşnutsuzluğunu gerektiren bir hadisə açıkça ona nisbət edilerek, isminin etrafında olumsuz bir hava oluşturmasına icazə verilmemelidir.
"K-r-h" kelimesi "kurh" şeklinde telaffuz edildiği zaman, insanın doğal olarak veya başka bir şekilde kendi içersinde algıladığı meşakkat, sıkıntı anlamını ifade edər. "Kerh" şeklinde telaffuz edildiğinde isə, dışarıdan kendisine yüklenen meşakkat, sıkıntı anlamına gelir. Başka bir insanın, istemediği nefret ettiği bir şeye onu zorlaması gibi. Bu ayetleri buna örnek gösterebiliriz: "Kadınlara zorla mirasçı olmaya kalkışmanız halal değildir." (Fussilet, 11) Savaşın fərz kılınmasının möminlərin hoşuna gitmemesi ya savaşın can kaybına, bedensel zorluklara, maddi zarara, güvenlik, rahat və huzurun ortadan kalkmasına yol açtığı içindir. Çünkü bu cür durumlar, insanın toplumsal hayatı açısından olumsuz və istenmeyen şeylerdir. Möminlərə ağır gelmesi, sıkıntı meydana getirmesi doğaldır. Nitekim yüce Allah, kitabında müminlerden övgüyle söz etmiş, içlerinde inançlarında sadık olan və çabasında başarıya ulaşan kimseler olduğunu hatırlatmış olmakla beraber, bəzən içlerinde bir grubu də azarlamıştır. Bunlar kalplerinde haktan sapma eğilimi bulunan, ayakları kayan kimselerdir. Bedir, Uhud və Hendek Savaşları ilə ilgili olarak enən ayetler incelendiğinde, bu husus açıkça görülecektir. Bu bakımdan, bir konudan hoşnutsuzluk və ağır davranma olgusu, içinde bunu istemeyen və isteyen kimseler bulunan, ancak istemeyeni daha çox olan bir topluluğa nisbət edilebilir. Bu, bir yorumdur.
Ya da, möminlər yeterli güce və donanıma sahip olmadıkları üçün kafirlerle girişilecek bir savaşın İslamın və Müslümanların yararına sonuçlanmayacağını düşünüyorlardı. Yeterli sayı, mal və donanım hazırlanana kadar bu emrin geciktirilmesini daha akıllı olarak görüyorlardı. Bu yüzden savaşa başlamaktan və bu işte acele etmekten hoşlanmıyorlardı. Bunun üzerine yüce Allah, onların bu görüş və değerlendirmelerinin yanlış olduğunu bildirdi. Çünkü yüce Allah'ın bu emirle gerçekleştirmek istediği bir husus vardı və o emrini kesinlikle gerçekleştirecekti. O, meselenin iç yüzünü bilir, onlar isə, sadece xarici yüzünü bilebilirler. Bu da bir başka yorum.
Veya möminlər Quran terbiyesi ilə eğitilmiş kimselerdi, Allah'ın yarattığı varlıklara şefkatle yaklaşma, acıma və merhamet etme içlerinde köklü bir duyguydu. Bu yüzden kafirlerle savaşmaktan hoşlanmıyorlardı. Çünkü, kafirlerle girişilecek bir savaşta, kaçınılmaz olarak can kaybı olacaktı. İşte möminlər bunlara razı değildiler. Onların istediği, kafirleri ikna etmeye çalışmak, onlarla güzelce geçinmek, iç içe yaşamak, belki doğru yola erişirler diye güzel öğütle onları İslama davet edib, iman sancağı altına girmelerini sağlamaktı. Böylece möminlər açısından can kaybı olmayacağı gibi kafirler də ebedi həlaka mahkum olmayacaklardı. Bunun üzerine yüce Allah onların bu değerlendirmelerinin yanlış olduğunu bildirdi. Çünkü, savaş hükmünü yasallaştıran yüce Allah, davetin bu hüsrana uğramış bedbaht gönüller üzerinde etkili olmadığını biliyordu. Onların çoğu dine dönüp dünya və ahiret mutluluğuna erişecek değildi. Onlar insanlık topluluğu içinde, kangren olmuş və yavaş yavaş vücudun başka organlarını də etkilemek üzere olan bir organ gibiydiler. Böyle bir organı kesip atmaktan başka heç bir dərman, heç bir tedavi qar/qazanc etmez. Bu da bir diğer yorum.
Bu yorumların hər biriyle "O hoşunuza gitmediği halde" ifadesi yorumlanabilir. Ancak içlerinde ən/en uygunu, azarlamaya ilişkin ayetleri göz önünde bulundurduğumuzda, ilk yorum və değerlendirmedir. Kaldı ki, "Savaş üzerinize yazıldı." ifadesinin, az önce də değindiğimiz gibi, məchul sıygası ilə cümle içinde yer/yeyər almasının gerekçesine yönelik açıklamamız, söz mövzusu yorum və değerlendirmeyi destekler niteliktedir.
Olar ki, hoşunuza gitmeyen bir şey sizin üçün hayırlıdır.
Daha önce "əsa" və "lealle" gibi kelimelerin Quranı Kerim'de "dilek" anlamında kullanıldığını vurgulamıştık. Dileme niteliğinin bizzat konuşan üçün söz mövzusu olması bir zorunluluk değildir. Bilakis, bu niteliğin muhatap üçün ya da hitap pozisyonu üçün söz mövzusu olması yeterlidir. Çünkü yüce Allah: "Olar ki falan şey sizin üçündür." türünden bir ifade kullanıyor. Bu, ONun söz mövzusu şeyi "temenni" ettiği anlamına gelmez. Yüce Allah, bundan münezzehtir. Aksine, bu cür ifadelerin maksadı, muhatabın ya da dinleyicinin bunu dilemesidir, temenni etmesidir. "Əsa" edatının ayəs(n)i kerimede tekrarlanmasının sebebi, möminlərin savaştan hoşlanmamaları, barışsever olmalarıdır. Böylece yüce Allah, hər iki hususla ilgili yanlışlarını kendilerine gösteriyor. Bunu şöyle açıklayabiliriz:
Əgər: "Olar ki hoşunuza gitmeyen bir şey, sizin üçün hayırlıdır. Və sevdiğiniz şey də sizin üçün şerdir." şeklinde bir ifade kullanılsaydı ("əsa" edatı ikinci cümlenin başında tekrarlanmasaydı) bunun anlamı: Hoşlanmamanızın və sevmenizin bir anlamı yoktur. Bunlar gerçekle bağdaşmayabilir. Bu cür ifadeler, sadece bir hata yapan kimseler üçün kullanılır. Örneğin, sadece, Zeydlə karşılaşmak istemeyen kimse üçün, bu ifadeyi kullanmak yerindedir. Amma iki hata birden yapan, həm birlikte yaşamaktan, topluma karışmaktan hoşlanmayan həm də uzlete çekilmeyi isteyen kimse üçün, kullanılacak bir ifadede, belagat sanatı, hər iki hatasına də işaret edilmesini öngörür. Böyle bir tutumu sergileyen birine şöyle denir: "Hoşlanmamakla isabetli bir tavır sergilemedin. Sevdiğin hususla ilgili olarak də doğruyu bulmadın. Olar ki, hoşlanmadığın bir şey, senin üçün hayırlıdır və olar ki, sevdiğin bir şey də senin üçün bir şerdir. Çünkü, sən cahilsin, kendi başına meselenin içyüzünü kavrayamazsın." Möminlər də, "Yoksa sizden önce gelip geçenlerin halı başınıza gelmeden cennete gireceğinizi mi sandınız?" ayetinde də işaret buyurulduğu gibi, savaştan hoşlanmayan və barışsever kimseler olmakla beraber, yüce Allah "Olar ki hoşunuza gitmeyen... və olar ki sevdiğiniz..." diye başlayan iki bağımsız cümle ilə, işledikleri iki hataya dikkatlerini çekiyor.
Allah bilir də siz bilmezsiniz.
İşledikleri hataya yönelik açıklamayı tamamlayan bir ifadedir bu. Görüldüğü gibi yüce Allah zihinlerini okşamak suretiyle, açıklamayı aşamalı olarak sunuyor. Önce savaştan hoşlanmamaları ilə hataya düşmüş olabilecekleri ihtimalini gündeme getiriyor. "Olar ki, hoşunuza gitmeyen" buyurarak dikkatlerini bu noktaya çeviriyor. Zihinlerinde kuşku belirmesiyle zihinsel bir ılımlılığa ulaştıklarında, katmerli cehaleti terk etmeleriyle ikinci bir açıklamada bulunuyor və buyuruyor ki: Sizin hoşlanmadığınız bu hükmü Allah koymuştur ki, heç bir meselenin və olgunun içyüzü ONun sonsuz bilgisinin kapsamının dışında kalmaz. Siz bu gerçeği kendi nefislerinizde də gözlemleyebilirsiniz ki, yüce Allah'ın öğrettiğinden başka hakkında herhangi bir şey bilmiyorsunuz; gerçek mahiyetini ortaya çıkaracak durumda değilsiniz. Bu halde işi bütünüyle ONA teslim etmeniz gerekir.
Ayəs(n)i kerime, elm niteliğini yüce Allah açısından mutlak olarak kanıtlaması və mutlak bilgiyi ONun dışındakiler üçün nefyetmesi, aynı anlama işaret edən başka ayetlerle də uyuşmaktadır: "Şüphesiz Allah'a hiçbir şey gizli kalmaz." (Al/götürü İmran, 5) "ONun ilminden hiçbir şeyi kavrayıp kuşatmazlar." (Bakara, 255) "Daha önce, "Allah yolunda savaşın." (Bakara, 190) ayetini incelerken savaşla ilgili olarak bazı açıklamalarda bulunmuştuk.
217) Sana, haram olan aydan, onda savaşmayı sorarlar.
Ayəs(n)i kerime, haram ayda savaşmanın yasak olduğunu, bunun son derece kötü bir davranış olduğunu dile getirmektedir. Bunun insanları Allah yolundan alıkoymak anlamına geldiğini, dolayısıyla küfür olduğunu vurgulamaktadır. Bunun yanında, halkını Mescid-i Haram'dan çıkarıp, sürgün etmenin Allah katında daha büyük bir günah olduğunu, fitne çıkarmanın adam öldürmekten daha ağır bir cinayət/günah olduğunu ifade etmektedir. Ayrıca ayəs(n)i kerimeden, soruyu gerektirecek bir olayın meydana geldiğini və adam öldürmenin də yaşandığını anlıyoruz. Bu olayın bir yanlışlık sonucu meydana geldiğini də, ayetlerin grubunun sonundaki bu ifadeden anlıyoruz: "Şüphesiz iman edenler, hicret edenler və Allah yolunda cihad edenler; işte onlar, Allah'ın rahmetini umabilirler. Allah bağışlayandır, esirgeyendir." Bunlar, bir yanlışlık sonucu müminlerle kafirler arasında haram ayda cereyan edən bir çatışmada, bazı adamların öldürüldüğünü, bu yüzden kafirlerin möminləri suçladığını gösteren ipuçlarıdır. Dolayısıyla ayəs(n)i kerime, Abdullah b. Cahş və arkadaşları ilə ilgili olarak nakledilen rivayetleri doğrulamaktadır.
Də ki: ONDA savaşmak büyük bir günahtır. Allah yolunda alıkoymaktır. Onu inkar etmektir və Mescid-i Haram'dan alıkoymaktır.
Ayetin orijinalinde geçen "es-saddu" engellemek, geri çevirmek anlamına gelir. Yine ifade içinde iştirak edən "Allah yolu" deyiminden də maksat ibadet və özellikle hacca özgü ayinlerdir. Görüldüğü qədəriylə, "bihi" zamiri "yol"a dönüktür. Dolayısıyla, değinilen küfür amellerle ilgili olar, inançla değil. "Mescid-i Haram" ifadesi "Allah yolu" ifadesine atfedilmiştir. Dolayısıyla şöyle bir anlam elde etmiş oluruz: Allah yolundan və Mescid-i Haram'dan alıkoymak...
Ayəs(n)i kerime, haram ayda savaşmanın yasak olduğunu göstermektedir. Bir görüşe göre, bu ayəs(n)i kerimenin içerdiği hüküm, "Müşrikleri bulduğunuz yerde öldürün." (Tevbe, 5) ayetinin içerdiği hükmün inmesi ilə birlikte yürürlükten kaldırılmıştır. Amma bu iddia doğru değildir. Konuya ilişkin olarak, savaş ayetlerini tefsir ederken bazı açıklamalarda bulunmuştuk.
Halkını oradan çıkarmak Allah katında daha büyük bir günahtır. Fitne katlden beterdir.
Müşriklerin Mescid-i Haram'ın halkından olan Resulullah'ı vəmiminləri oradan çıkarmaları, savaştan daha ağır bir suçtur. Möminlərə çeşitli baskılar və işkenceler uygulamaları, onları yeniden küfre davet etmeleri şeklinde gerçekleşen fitne, adam öldürmekten beterdir. Daha beter və daha ağırını işledikleri halde müşriklerin kalkıp də möminləri suçlamaya hakları yoktur. Bu cür bir hata işleme durumunda kalan müminlerse, ancak Allah'ın rahmetini ummaktadırlar. Allah bağışlayandır, merhamet edendir.
Sizinle savaşmayı sürdürürler.
İfadenin orijinalinde geçen "hatta" edatı varılacak değerlendirmeyi bir gerekçeye dayandırmak içindir. Yani, "sizi dininizden geri çevirmek" üçün savaşmayı sürdürürler.
Sizden kim dininden geri dönerse...
Bu ifade, mürtetlere yönelik bir tehdit niteliğindedir. Bu durumda amellerin boşa gideceği, üstelik ebediyen ateşte kalacakları hatırlatılmaktadır.
AMELLERİN BOŞA GİTMESİ ÜZERİNE
"Habt" kavramı, amelin boşa gitmesi, etkisinin son bulması demektir. Quranı Kerim'de bu kavram sadece "əməl"ə nisbət edilerek kullanılmıştır: "Əgər şirk koşacak olursan, şüphesiz amellerin boşa çıkacak və elbette sən, hüsrana uğrayanlardan olacaksın." (Zümer, 65) "Şüphesiz inkar edenler, Allah'ın yolundan alıkoyanlar və kendilerine hidayet açıkça belli olduktan sonra elçiye karşı gelenler kesin olarak Allah'a heç bir şeyle zarar veremezler. Allah, onların amellerini boşa çıkaracaktır. Ey iman edenler, Allaha itaat edin/əldə et, Resule itaat edin/əldə et və kendi amellerinizi geçersiz kılmayın." (Muhammed, 32-33) Ayetin sonundaki değerlendirme cümlesi karşılıklı niteliğinde "habt"ın amelin geçersiz kılınması anlamına geldiğini vurgulamaktadır. Nitekim bu ayəs(n)i kerimenin zahirinden də bu anlaşılmaktadır: "Onda bütün işledikleri boşa çıkmıştır və yapmakta oldukları şeyler də geçersiz olmuştur." (Hud, 16) Bu ayete yakın bir ifadesi olan bir başka ayə də şudur: "İşledikleri hər ameli değerlendirdiğimizde onu toz gibi savururuz. (Boşa çıkarırız.)" (Furkan, 23)
Kısacası, "habt" amelin boşa gitmesi, etkisinin yox olması demektir. Bir görüşe göre; bu kelimenin aslı "habat"tır. Və hayvanın çox yiyerek karnının şişmesi və bunun sonucunda də çatlayıp gitmesi, demektir.
Yüce Allah'ın "habt"ın sonucu olarak vurguladığı husus, amellerin həm dünyada həm də ahirette boşa gitmesi, geçersiz olmasıdır. Buna göre "habt"ın amellerin ahiret hayatını ilgilendiren sonuçları ilə də ilişkisi vardır. Çünkü İman dünya hayatını güzelleştirdiği gibi ahiret hayatını də güzelleştirir. Nitekim yüce Allah bir ayəs(n)i kerimede şöyle buyuruyor: "Erkek olsun, kadın olsun, bir mömin olarak kim salih bir amelde bulunursa, heç şüphesiz Biz onu güzel bir hayatla yaşatırız və onların sevap və mükafatını yaptıklarının ən/en güzeliyle Biz muhakkak vereceğiz." (Nəhl, 97) Kafirlerin çabalarının özellikle iman ettikten sonra irtidat edenlerin amellerinin hüsranla yıkımla sonuçlandığı, amellerinin dünyada boşa gittiği apaçık bir gerçektir. Çünkü kafir ya da mürtedin kalbi kalıcı, değişmez bir değere bağlı değildir. Kalıcı və sonsuz güc olarak ulu Allah'la bir bağlantısı yoktur. Nitekim nimet verildiği zaman sevinci sunacağı, musibet zamanında teselli bulacağı, ihtiyacını gidermesi üçün başvuracağı bir dayanaktan yoksundur. Yüce Allah bir ayəs(n)i kerimede şöyle buyurur: "Ölü ikən kendisini dirilttiğimiz və insanlar içinde yürümesi üçün kendisine bir nur verdiğimiz kimse, karanlıklar içində olub ondan heç çıxa bilməyən kimsə gibi olarmı?" (Ən'am, 122) Ayəs(n)i kerime açıq bir ifadeyle, müminin dünya hayatındaki amellerinde bir hayat və nur olduğunu dile getiriyor. Kafir içinse böyle bir hayat və nur söz mövzusu değildir. Bu bakımdan bu ayəs(n)i kerime də buna benzemektedir: "...Kim Benim hidayetime uyarsa artık o şaşırıp sapmaz və mutsuz olmaz; kim də Benim zikrimden yüz/üz çevirirse, artık onun üçün sıkıntılı bir geçim vardır və Biz onu kıyamet günü kor olarak haşredeceğiz." (Taha, 123-124) Burada kafirin dünya hayatının dar, sıkıntılı və yorucu olduğu, buna karşılık müminin hayatının mutlu, ferah və geniş olduğu belirtiliyor.
Bu hususla ilgili ayetlerin ən/en kapsamlısı və mutlulukla mutsuzluğun sebebini açıklamak bakımından ən/en vurgulayıcı bu ayəs(n)i kerimedir: "İşte böyle, çünkü Allah, iman edenlerin velisidir; kafirlerin isə, velisi yoktur." (Muhammed, 11)
Bu karşılaştırmalı açıklamamız sonucu bu husus belirginleşiyor: Amellerden maksat, insanın yaşamsal mutluluğa yönelik olarak sergilediği bütün fiillerdir. Sadece ibadet niteliği taşıyan davranışlar değildir. Mürtet olan bir kimsenin müminken işlediği ibadet amaçlı fiiller, hiçbir əməl işlemeyen, ibadet kastı taşıyan hiçbir fiil sergilemeyen kafir və münafıkların boşa gitmiş amelleri gibi değerlendirilir. Nitekim bu ayəs(n)i kerime şöyle buyuruyor: "Ey iman edenler, əgər siz Allah'a yardım ederseniz, O da size yardım edər və sizin ayaklarınızı sağlamlaştırır. İnkar edenler isə, yüzü koyun düşüş onlara olsun; Allah amellerini giderip boşa çıkarmıştır. İşte böyle; çünkü onlar, Allah'ın indirdiğini çirkin gördüler, bundan dolayı, O da, onların amellerini boşa çıkardı." (Muhammed, 7-9) "Allah'ın ayetlerini inkar edenler, peygamberleri haksız yere öldürenler; insanlar arasında adaleti emredenleri öldürenler (yoxmu?) işte onlara acıklı bir azabı müjdele. Onlar, yaptıkları dünyada və ahirette boşa gitmiş olanlardır. Və onların yardımcıları yoktur." (Al/götürü İmran, 21-22) Bu konuda benzeri bir çox ayeti örnek gösterebiliriz.
Amellerin boşa gitmesine (habt) ilişkin diğer ayetlerde olduğu gibi bu ayetten də çıkan sonuç şudur: Küfür və irtidat, amellerin hayatın mutluluğu yönündeki olumlu etkisini geçersiz kılarlar. Beri tarafta iman da amellere canlılık kazandırdığı gibi, mutluluk açısından da olumlu sonuçlar vermelerini sağlar. Əgər insan, küfürden sonra iman ederse, boşa gitmiş, geçersiz olmuş amelleri, mutluluk açısındaki olumlu etkinliklerini yeniden kazanır, öldükten sonra dirilirler. Şayet iman ettikten sonra irtidat ederse, amelleri tümden ölər, boşa gider. Dünya və ahiret mutluluğuna yönelik olumlu etkileri son bulur. Nə var ki kişi irtidat üzere ölmediği sürece, yeniden inanıp amellerinin dirilmesi umulur. İrtidat üzere ölecek olursa, amellerinin geçersizliği kesinleşir, mutsuzluğu kaçınılmaz olar.
Bundan dolayı, mürtedin amellerinin ölüm anına kadar bekletildiği və o zaman boşa çıkarıldığı, yoksa mürtet olduğu sırada onların boşa çıktığına dayalı tartışmaların yersizliği də ortaya çıkıyor.
Bunu şöyle açıklayabiliriz: Bazıları mürtet olan kişinin irtidat etmeden önce işlediği amellerin ölüm anına kadar kalıcı olduklarını, əgər bu sırada imana yeniden dönmezse, amellerinin o zaman boşa gideceğini söylemişlerdir. Bu iddialarına kanıt olarak də bu ayeti göstermişlerdir: "Sizden kim dininden geri döner və kafir olarak ölürse artık onların bütün işledikleri ameller dünyada də, ahirette də boşa çıkmıştır." Bu görüşü bir bakıma bu ayə də desteklemektedir: "Onların işledikleri hər ameli değerlendirdiğimizde onu toz gibi savururuz." (Furkan, 23) Çünkü ayə, kafirlerin ölüm anındaki durumlarını açıklamaktadır. Bundan bu sonuç çıkıyor: Əgər söz mövzusu şahıs imana yeniden dönerse, irtidat etmeden önceki salih amellerine yeniden kavuşur.
Bir diğer gruba göre də irtidat amelleri temelden geçersiz kılar. Kişi irtidat ettikten sonra yeniden iman etse bile artık eski amellerine sahip olamaz. Amma ikinci dəfə iman ettikten sonra, ölümüne kadar yaptığı amellere sahip olar. Ölümün kaydını getirmiş olmasının nedeni də ölümün, dünyada işlenen bütün fiil və amellerin açıklaması konumunda olmasıdır.
Əgər, şimdiye kadar yaptığımız açıklamalar üzerinde etraflıca düşünecek olursan, bu cür bir tartışmaya girmenin yersiz olduğunu anlarsın. Və yine anlarsın ki, ayəs(n)i kerime irtidat edən kişinin bütün əməl və fiillerinin mutluluk yönündeki olumlu etkilerinin geçersiz kılındığını açıklayıcı niteliktedir.
Ortada bu meselenin bir ayrıntısı sayılabilecek bir başka mesele vardır; amellerin boşa gitmesi və günahların örtülmesi meselesi... Ameller birbirini geçersiz kılar mı? Yoksa iyiliğin hükmü ayrı, kötülüğün də hükmü ayrı mıdır? Bəli Quranda iştirak edən açıq nassa göre, bazı iyilikler, işlenen bazı kötülükleri örtebilir.
Bazı bilginler amellerin birbirini geçersiz kılmalarını, birbirinin etkinliğini boşa çıkarmalarını savunmuşlardır. Amma bu görüşü savunanlar də kendi aralarında bölünmüşlerdir. İçlerinden bazıları "işlenen hər kötülük, bundan önce işlenen bir iyiliği geçersiz kılar. İşlenen hər iyilik də bir önceki kötülüğü giderir." demişlerdir. Buna göre, insanın ya sadece yaxşı nitelikli amellerinin, ya da sadece kötü nitelikli amellerinin olması gerekir. Bazısı isə, iyilikle kötülükler arasında dengenin gerekliliğine, dolayısıyla çox olandan, az olanın miktarı kadar bir kısıtlamaya gidilmesine ilişkin bir görüş ileri sürmüşlerdir. Buna göre, denge sağlandıktan sonra, geriye kalan əməl etkilenmelerden uzaq olarak varlığını sürdürür. Bu iki görüşe bakılırsa, insanın sadece yaxşı ya da sadece kötü amellere sahip olması gerekir. Elbette, bu iki növ amelden bir şeye sahipse əgər.
Bu iki görüş öncelikle bu ayəs(n)i kerime ilə çelişmektedir: "Diğerleri günahlarını itiraf ettiler, onlar salih bir ameli bir başka kötüyle karıştırmışlardır. Umulur ki Allah tövbələrini kabul edər. Heç şüphesiz Allah, bağışlayandır, esirgeyendir." (Tevbe, 102) Ayəs(n)i kerime, insan tarafından işlenen farklı nitelikli amellerin, yüce Allah'a yönelik bir tövbə və bu tövbənin kabulü anına kadar varlıklarını koruduklarını dile getirmektedir. Bu isə, hər nə surette algılanırsa algılansın amellerin birbirini gidermesi fikrine tərs düşmektedir. İkincisi; yüce Allah'ın amellerin etkisi ilə ilgili olarak öngördüğü kural, insan topluluklarındaki, ilişkilerde bilginlerce də "işlerin karşılık görmesi" meselesine uyarlanmıştır. Buna göre, yaxşı amelin belli və ayrı bir karşılığı, kötü amelin də belli bir karşılığı vardır. Ancak, rablık və kulluk ilişkisini temelden koparıp atan bazı günahlar vardır. İşte bu günahların işlenmesi, daha önce işlenmiş bulunan yaxşı amellerin geçersiz kılınmasını gündeme getirir. Bu konu ilə ilgili ayetler teker teker burada sunulmayacak kadar çoktur.
Bir diğer qrup isə işlenen amellerin türünün korunduğu, ister yaxşı, ister kötü nitelikli olsun hər amelin etkisinin devam ettiği görüşündedir.
İyiliğin bazen kötülüğü örttüğü, giderdiği doğrudur. Nitekim yüce Allah şöyle buyuruyor: "Ey iman edenler, Allah'tan korkup sakınırsanız, size doğruyu yanlıştan ayıran bir nur və anlayış verir, kötülüklerinizi örter." (Ənfal, 29) "İki günde elini çabuk tutana günah yoktur." (Bakara, 203) "Size yasaklanan büyük günahlardan kaçınırsanız, sizin kusurlarınızı örteriz." (Nisa, 31) Hatta bazı ameller, kötülüğü iyiliğe dönüştürürler. Nitekim yüce Allah bir ayəs(n)i kerimede şöyle buyuruyor: "Ancak tövbe edən, iman edən və salih amellerde bulunup davranan başka, işte onların günahlarını Allah iyiliklere çevirir." (Furkan, 70)
Burada, bu iki meselenin də aslı sayılabilecek bir başka mesele vardır. Cezanın hak edildiği vakti və yeri belirleme meselesi... Bir görüşe göre amelin karşılığının verilmesinin vakti və çerçevesi, amelin işlendiği andır. Bir diğer görüşe göre, ölüm anıdır. Bir başka görüşe göre də, ahirettir. Başka bir görüşe göre də: Amellerin karşılığı hak edişlerinin vakti və çerçevesi, amelin işlendiği vakittir. Ancak ölünceye kadar bu halın devam etmesi gereklidir. Yani, kişi, işlediği amelin niteliğini ölüm anına kadar sürdürmezse, tavrını korumazsa, karşılık almaya haqq kazanmaz. Ancak yüce Allah'ın söz konusu şahsın durumunun aqibətini və üzerinde karar kılacağı şekli bilmesi, dolayısıyla, amelinin durumuna göre layiq olduğu karşılığı önceden savab xanasına yazması başka.
Bu görüşleri ileri süren gruplar, kendi görüşlerini desteklediğini düşündükleri ayetleri kanıt olarak sunmuşlardır. Çünkü bu ayetler içinde, uyarlama kuralı gereğince, sözü edilen vakitlerin tümü ilə uyuşturulabilecek ifadeler vardır. Bu konuda bazı ağılı değerlendirmelere də kanıt olarak baş vurulmamış değildir.
"Şüphesiz Allah, bir sivrisineği də, ondan üstün olanı də örnek vermekten çekinmez." (Bakara, 26) ayetini tefsir ederken, açıkladığımız gibi sevap, ceza, boşa gitme və örtme meselesi ilə ilgili olarak iki yöntem mevcuttur: "Amellerin sonuçları" yöntemi və "Amellerin karşılık görmesi" yöntemi. Birinci yöntemin zorunlu bir gereği, insan nefsinin bedenle ilintili olduğu sürece, zatı və zatından kaynaklanan etkiler və sonuçlar açısından dönüşüme yatkın bir cevherdir. İnsanın zatına bağlı olan bu etki və sonuçlar həm mutluluk yönünde olabilir həm də bedbahtlık. Kendisinden bir iyilik kaynaklandığı zaman, zatında də sevapla nitelendirilmesini gerektiren mənəvi bir biçim meydana gelir. Bir kötülük işlediği zaman də zatında buna göre mənəvi bir biçim oluşur və cezalandırma şekli buna dayalı olarak belirlenir. Nə var ki, şəxs kendisi açısından baş gösteren iyilikler və kötülükler bakımından dönüşüme və değişime maruz kaldığı üçün, kendisinde varolan biçimin değişerek, başka bir şekil alması mümkündür. İnsan nefsinin bu durumu ölüm anına kadar, bedenden ayrılıp hareketsiz kalana, dönüşüm və yeteneği devre dışı kalana kadar devam edər. Bu noktadan itibaren değişim və dönüşüm kabul etmeyen değişmez şekiller edinir. Ancak daha önce də vurguladığımız gibi, bağışlama və şefaat olgularının devreye girmesi başka.
İkinci yönteme gelince, önceden də değindiğimiz gibi, "amellerin karşılık görmesi" yöntemine göre ilahi yükümlülükler və bunlardan kaynaklanan sevap və əzab açısından insanın iyilik və günah kazanmasındaki halı, tıpkı, toplumsal yükümlülükler və bunlardan kaynaklanan övgü və yergi açısından insanın itaatkar veya isyankar olmasındaki halı gibidir. Akıllı insanlar, sadece bir fiilin faili tarafından sergilenmesi ilə, itaatkar və iyilikseveri tərifləyər, isyankar və kötülük işleyen kimseyi də yererler. Ancak onlar yerginin değişim və dönüşüme açıq olduğunu də düşünürler. Çünkü fiili sergileyen kişinin üzerinde bulunduğu uysallık ya da serkeşlik tavrının değişebileceğine, başkalaşabileceğine inanırlar. Bu halde, bir failin fiili üzerine ortaya koydukları övücü ya da yerici tavır, onlar üçün fiilin gerçekleşmesi sonucu sergilenen pratik bir eylemdir. Ancak bu övgü və yergi tavrının kalıcılığı, sergilenen fiilin karşıtının gerçekleşmemesine bağlıdır. Tərif və yerginin kalıcı olması, heç bir şekilde geçersiz olmaması, ancak kişinin bu tepkiye gətirib çıxaran tavırlarını ölene kadar hayattaki buna ilişkin fonksiyonlarını yitirmemesine kadar geçerlidir.
Bundan dolayı anlıyoruz ki, söz mövzusu meselelerle ilgili olarak ortaya konulan bu görüşlerin tümü, gerçeklerden uzaklaşmış durumdadırlar. Çünkü, meseleye ilişkin araştırmalarını yanlış temellere dayandırmışlardır.
Buna göre gerçek şudur ki: Evvela; İnsan, sırf sergilediği bir fiile sevap ya da əzab hak eder. Ancak bu durum bundan sonra də dönüşüme və değişime açıktır. Söz mövzusu sonuçların ortadan kalkmayacak şekilde kalıcılık kazanması ölüm ilə gerçekleşen bir durumdur. Buna açıklamalarımız içinde değindik.
İkincisi; küfür və benzeri gelişmelerden dolayı amellerin boşa gidişi, tıpkı günahın gerçekleşmesi ilə birlikte karşılığın hak edilişi gibi normaldır. Bu durum ölüm ilə birlikte kesinlik kazanır.
Üçüncüsü; amellerin boşa gitmesi, ahirete ilişkin amellerle ilgili olduğu kadar, dünyaya ilişkin amellerle də ilgilidir.
Dördüncüsü; amellerin birbirini boşa çıkarması, yanlış bir görüştür. Ancak yaxşı amellerin kötü amelleri örtmesi başka.