Konuşma metinleri ve biLDİRİ Özetleri Kİtabi


K51 MEME KANSERİNDE ÖRNEK PROTOKOLLER/SIK KULLANILAN



Yüklə 6,44 Mb.
Pdf görüntüsü
səhifə20/73
tarix03.02.2017
ölçüsü6,44 Mb.
#7521
1   ...   16   17   18   19   20   21   22   23   ...   73

K51
MEME KANSERİNDE ÖRNEK PROTOKOLLER/SIK KULLANILAN 
PROTOKOLLER, YENİ AJANLAR VE YENİ UYGULAMALAR, YAN 
ETKİ KONTROLÜ
Meme  kanseri,  kadınlarda  en  sık  görülen  kanser  türüdür  ve 
kansere bağlı ölümler içinde akciğer kanserinin ardından ikinci 
sırada gelmektedir. Sağlık Bakanlığı verilerine göre, kadınlarda 
meme  kanserinin  görülme  sıklığı  giderek  artmaktadır  ve 
Kanserle  Savaş  Daire  Başkanlığı’nın  2008  yılı  verilerine  göre 
insidans  100.000’de  41.6  olarak  belirlenmiştir  (T.C.  Sağlık 
Bakanlığı Sağlık İstatistikleri Yıllığı 2010). 
Meme  kanseri  tedavisi  lokal  ve  sistemik  tedavi  olarak 
uygulanmaktadır.  Lokal  tedavi  cerrahi  uygulamaları  ve 
radyoterapiyi içerirken, sistemik tedavi kemoterapi, hormonal 
tedavi  ve  hedefe  yönelik  tedavilerden  oluşmaktadır.    Meme 
kanserinin  hormonal  tedavisinde  Tamoxifen,  Anastrazole, 
Letrozole,  Fulvestrant  ve  Exemestane  sıklıkla  kullanılan 
ajanlardandır. Meme kanserinin tedavisinde kemoterapi;

Erken evre meme kanserinde cerrahi sonrası lokal kontrolü 
artırmak,  olası  uzak  metastazları  kontrol  etmek  amacıyla 
(Adjuvan)

Lokal  ileri  evre  kanserlerde  mevcut  tümörün  boyutlarını 
küçültmek  ve  cerrahiye  uygun  hale  getirmek  amacıyla 
(Neoadjuvan)

İleri  evre  kanserlerde  tümöre  bağlı  semptomları  azaltarak 
hastanın yaşam süresi ve yaşam konforunu artırmak amacıyla 
(Palyatif) olarak verilmektedir
Meme  kanserinin  neoadjuvan  tedavisinde  taksanlar, 
antrasiklinler, siklofosfamid, 5FU gibi birçok sitotoksik ajanlar 
ile son yıllarda birçok klinik araştırma yapılmaktadır (örn: AC-
T,  CEF,  CAF).  Adjuvan  tedavide  ise  sıklıkla  AC,  CMF,  CEF,  CAF 
ve bu rejimlere taksanların eklenmesiyle elde edilen kombine 
rejimler kullanılmaktadır. Metastatik meme kanseri tedavisinde 
antrasiklin içermeyen (CMF, Cisplatin+5FU, Carboplatin+Gemcit
abin,Capecitabine±Vinorelbine, Vinorelbine±gemcitabine, oral 
siklofosfamid±methotrexat),  antrasiklin  içeren  (monoterapi 
Doxorubicin  ya  da  Epirubicin,  CAF,  CEF,  AC),  taksan  içeren 
(paclitaxel,  docetaxel,  docetaxel-capecitabine,  paclitaxel-
gemcitabine,  paclitaxel-vinorelbine,  Paclitaxel-carboplatin) 
rejimler kullanılmaktadır. Bunların dışında Eribulin, Ixabepilone 
ve Abraxane da metastatik meme kanseri tedavisinde kullanılan 
yeni  sitotoksik  ajanlardandır.  Meme  kanseri  tedavisinde 
kullanılan  hedefe  yönelik  ajanlar  Trastuzumab,  Lapatinib, 
Pertuzumab  ve  klinik  çalışmaları  hala  devam  eden  Neratinib 
ve  mTOR  inhibitörleri  olarak  söylenebilir.  Bunların  dışında 
anjiogenez inhibitörü olarak kullanılan Bevacizumab da hedefe 
yönelik tedaviler arasındadır.
ÖRNEK PROTOKOL
Kapesitabine+Docetaxel
Kapesitabin  ve  docetaksel  kombine  rejimi  metastatik  meme 
kanseri  tedavisinde  kullanılan  rejimlerden  biridir.  Bu  rejimde 
Kapesitabin  1,250  mg/m2  olmak  üzere  günde  2  kez,  1–14. 
günler  arası  oral  olarak  alınır.  Dosetaksel  ise  75  mg/m2 
dozunda intravenöz olarak 1. gün alınır ve bu rejim 21 günde 
bir  tekrarlanır.  Bu  rejime  bağlı  olarak  görülebilecek  olan 
yan  etkiler,  hipersensitivite/anaflaktik  reaksiyon,  kemik  iliği 
depresyonuna bağlı kanama ve enfeksiyon, alopesi, tırnaklarda 
renk  değişikliği,  el-ayak  sendromuna  bağlı  cilt  bütünlüğünün 
bozulması,  periferal  nöropati,  bulantı-kusma,  diyare  ve 
stomatit olarak söylenebilir.
YAN ETKİ KONTROLÜ
Kapesitabin  ve  docetaxel  rejimine  bağlı  hipersensitivite 
reaksiyonu riskini azaltmak için premedikasyon olarak önerilen 
dexametazonun  istenilen  dozda  alınıp  alınmadığı  kontrol 
edilmeli  ve  ilaç  sonrası  alınması  gereken  doz  hastaya  çok  iyi 
tarif edilmelidir. Hasta ilaç alırken ateş basması, göğüste bası 
hissi, ellerde, ayaklarda ve boyunda anjiyoödem, dispne, lokal 
ya da yaygın ürtiker, kardiyak aritmi veya hipotansiyon oluşursa 
ilaç kesilmeli ve hekime haber verilmelidir. Vital bulgular takip 
edilmeli, damar yolu açıklığı sağlanmalıdır.
Kemik iliği depresyonuna bağlı olarak nötropeni ve anemi sık 
görülen yan etkidir. Trombositopeni daha nadir görülür. Hasta 
ve yakınlarına enfeksiyon ve kanama riskini en aza indirmeye 
yönelik  eğitim  verilmelidir.  Febril  nötropeniyi  önlemek  için 
GCSF  verildiyse  bunun  nasıl  yapılacağı  hasta  ve  yakınlarına 
öğretilmelidir.  Bulantı-  kusma  orta  derecede  olup  genellikle 
antiemetiklerle  kontrol  altına  alınabilir.  Hastaya  bulantı 
kusmayı azaltıcı önlemler önerilmeli stomatit için ağız bakımı 
eğitimi verilmelidir. Opere olmuş hastalara lenfödem koruyucu 
önlemleri  hakkında  mutlaka  bilgi  verilmeli,  kol  koruması 
ayrıntılı şekilde anlatılmalıdır.
Kapesitabine bağlı en çok görülen yan etkiler ishal ve el-ayak 
sendromu  olarak  bilinmektedir.  İshal  ve  abdominal  kramplar 
günde  4  defadan  fazla  oluyorsa  ya  da  geceleri  de  oluyorsa 
hastaya  derhal  kapesitabini  kesmesi  ve  hekimine  danışması 
konusunda  bilgi  verilmelidir.  Loperamid  kullanımı  ve  sıvı 
desteği  konusunda  hasta  ve  yakınlarına  bilgi  verilmelidir. 
Tedavi başında dozlar iyi ayarlandığı sürece ve hasta her türlü 
yan etki konusunda bilgilendirildiği takdirde bu tedaviye bağlı 
yan etkiler iyi yönetilmektedir.  
El  ve  ayak  sendromu  (EAS)  ellerde  ve  ayaklarda  uyuşma, 
karıncalanma, kızarıklık ve pullanma ile karakterizedir. Birinci 
derece EAS, kemoterapiden 10-12 gün sonra el ve ayaklarda 
karıncalanma, uyuşma hissi ile başlar. Ciltte (özellikle parmak 
cildinde)  hafif  düzeyde  renk  değişiklikleri  gözlenir.  İkinci 
derecede,  birinci  derece  yan  etkilere  ek  olarak  şişlik  ve 
kızarıklık belirgindir. Yürürken,  objeleri kaldırırken rahatsızlık 
hissi  verebilir.  Hareketleri  kısıtlamayan  ağrılı,  hafif  orta 
düzeyde şişliğin eşlik ettiği el ve ayak cildinde ortaya çıkan renk 
değişikliği durumudur. Üçüncü derecede el ve ayaklarda ağrılı 
kızarıklık ve şişmeye ek olarak tırnak çevresinde kızarıklık-şişme 
görülür.  Hareketi  kısıtlayacak  kadar  ağrı  olabilir.  Dördüncü 
derecede  ise  ciltte  soyulmalar  ve  su  kabarcıkları  oluşur. 
Şiddetli ağrı ve yara açılmaları oluşabilir. El ayak sendromu çok 
ciddi doz kısıtlayıcı bir yan etkidir hasta ve yakınları yan etki 
hakkında bilgilendirilmeli ve EAS’na yönelik alınacak önlemler 
anlatılmalıdır.  Birçok ülkede meme kanseri ile ilgili hasta alımına 
açık olan 299 FazI, 586 FazII, 231 FazIII ve 55 Faz IV olmak üzere 
toplam 1171 klinik araştırma yürümektedir. Meme kanserinin 
tedavisinde birçok yeni molekül ve uygulanmakta olan değişik 
kombinasyonların  klinik  araştırmaları  yapılmaktadır.  Meme 
kanserinin  tedavisinde  kulanılması  öngörülen  bu  moleküller, 
hedefe yönelik tedaviler, biyolojik ve sitotoksik ajanlar gelecek 
için ümit vericidir.
AYLİN BOSTANLI

88
PANEL - Baş Boyun Kanserleri
K52
BAŞ BOYUN BÖLGESİNİN YINELEMIŞ VEYA METASTAZ YAPMIŞ 
YASSI EPİTEL HÜCRELİ KARSİNOMUNDA SİSTEMİK TEDAVİ
Baş  boyun  bölgesi  yassı  epitel  hücreli  kanser  olgularının 
yarısından  fazlasında  yerel-bölgesel  yineleme  veya  metastaz 
oluşur. Bu evrede kemoterapi genellikle palyatif amaçla verilir. 
Sistemik  kemoterapi  hastalığa  bağlı  belirtileri  azaltabilir  ve 
yasam süresini uzatabilir.
Bu  olgularda  metotraksat,  bleomisin,  sisplatin,  karboplatin, 
5-FU, paklitaksel ve dosataksel tek ajan olarak etkilidir. Platin 
içeren  kemoterapi  kombinasyonlarında  yanıt  oranları  daha 
yüksek  olsa  da  sağkalım  açısından  üstünlükleri  yoktur.  Hatta 
toksik etkileri daha fazladır. 
Baş boyun kanserleri, yerleşim yeri açısından plastik cerarrahi, 
kulak  burun  boğaz,  genel  cerrahi,  göz  hastalıkları,  göğüs 
cerrahisi,  radyoloji,  radyasyon  onkolojisi  ve  medikal  onkoloji 
gibi  disiplinlerin  birikte  çalışmasını  gerektirir.  Bu  başlık  adı 
altında  larinks,  farinks,  sinüsler,  dil,  yumuşak  damak,  ağız 
mukozası, tükrük bezleri ve cilt tümörleri gibi seyri ve tedavisi 
farklılık gösteren birçok tümör karşımıza çıkar. 
Sisplatin  temelli  kemoterapilerde  son  gelişme  taksanların 
kullanıma girmesi olmuştur. Ancak geleneksel kemoterapilerin 
vereceği yararın sınırına ulaşılmıştır. Metastazlı baş boyun 
kanserinde yeni ajanların geliştirilmesine ihtiyaç vardır.
EGFR iNHIBITORLERi: MONOKLONAL ANTiKORLAR
Olguların  yaklaşık  %90nda  EGFR  ifadesi  (ekspresyonu) 
yüksektir ve bu olgularda prognoz daha kötüdür.  Setuksimab, 
kimerik IgG1 yapısında anti-EGFR monoklonal antikorudur. İlk 
olarak platin direncini kırmak için sisplatin veya karboplatin ile 
birlikte  kullanılmıştır.    Platine  dirençli  olgularda,  setuksimab 
tek  ajan  olarak  belirgin  etki  göstermiştir:  genel  yanıt  oranı 
%13, progresyona kadar geçen süre ortancası 2,3 ay ve genel 
sağkalım  ortancası  5,9  aydır.    FDA,  bu  çalışmaya  dayanarak 
platine  dirençli  olgularda  setuksimab  monoterapisine  onay 
vermiştir.
İki  faz  III  çalışmada  yinelemiş  veya  metastaz  yapmış  olguda 
platin ve setuksimab kombinasyonu değerlendirilmiştir. ECOG 
tarafından  yürütülen  plasebo  kontrollü  faz  III  çalışmada, 
genel  yanıt  oranı  (%10  ve  %26;  p=0.03)  daha  yüksekti; 
ancak  bu  çalışmanın  dizaynı  hastalıksız  sagkalim  ve  toplam 
sağkalım  farkını  ölçebilecek  nitelikte  değildi.    Vermorken  ve 
arkadaşlarının yaptığı daha büyük bir faz III çalışmada (EXTREME 
çalışması ), setuksimab, platin ve 5-FU’e eklendiğinde, toplam 
sağkalımın 7,4 aydan 10,1 aya (p=0.04) ve ortanca hastalıksız 
sağkalımın  3,3  aydan  5,6  aya  (p<0.001)  çıktığı  gösterilmiştir.  
Setuksimab kolunda toksisite daha yüksek bulunmuştur; ancak 
bunun  kabul  edilebilir  düzeyde  olduğu  değerlendirilmiştir. 
Buna  karşın  EXTREME  çalışmasında  kullanılan  setuksimab 
formu,  ABD’de  piyasada  bulunmadığı  için,  FDA,  platin/5-FU 
ve  setuksimab  kombinasyonunu  onaylamadan  önce,  ileri 
güvenilirlik çalışmalarının yapılması gerektiğini açıklamıştır.
Panitumumab,  insan  IgG2  yapısında  anti-EGFR  monoklonal 
antikorudur,  kolorektal  kanserde  onay  almıştır.  Bir  faz 
III  çalışmada  (SPECTRUM  çalışması)  sisplatin  ve  5-FU’e 
panitimumab eklenmesi değerlendirilmiştir.  Genel yanıt oranı 
ve  progresyonsuz  sağkalım  acısından  bir  iyileşme  görülse  de 
sağkalım  yararı  gösterilmemiştir.  İkinci  hatta  panitumumab 
monoterapisi,  PRISM  çalışmasında  ve  birinci  hatta  sisplatin 
ve  dosataksele  panitumumab  eklenmesi,    faz  II  randomize 
PARTNER çalışmasında halen değerlendirilmektedir. 
Zalatumumab,  insan  IgG1  yapısında  anti-EGFR  monoklonal 
antikorudur.  Platin  temelli  bir  kemoterapiden  sonra  altı  ay 
içinde  yineleyen  olgularda,  zalatumumab,  destek  tedavisiyle 
karşılaştırılmıştır.  Ancak  destek  tedavisi  kolundaki  hastaların 
büyük bölümüne metotreksat verildiği için, bu çalışma aslında 
zaltumumabın  aktif  bir  tedaviyle  karşılaştırılması  çalışması 
olmuştur.  Kollar  arasında  toplam  sağkalım  farkı  olmasa  da 
progresyonsuz sağkalım ve hastalık kontrol oranı, zalatumumab 
kolunda daha yüksek bulunmuştur. 
EGFR TİROZiN KİNAZ iNHİBiTORLERİ
Gefitinib ve erlotinib seçici EGFR tirozin kinaz inhibitörleridir. 
Günde  250  mg  ve  500  mg  gefitinibin  araştırıldığı  faz  III  bir 
çalışmada gefitinibin toksisite ve etkinik açısından metotreksata 
üstünlüğü  gösterilememiştir.    Son  olarak  pasebo  kontrollü 
faz III bir ECOG çalışmasında dosataksele gefitinib eklenen ve 
eklenmeyen kollar karşılaştırılmıştır. Toplam sağkalım açısından 
bir fark görülmemesine karşın progresyona kadar geçen süre 2 
aydan 3,5 aya (p=0..47), hastalık kontrol oranı %38›den %53›e 
(p=0.057) çıkmıştır. 
EGFR  yolağı,  diğer  ErbB/HER  yolaklarıyla  heterrodimerler 
oluşturarak  karşılıklı  iletişim  içinde  işler.  Bu  mekanizma  bu 
yolağı hedefleyen ilaçlara direnç gelişmesinden de sorumludur. 
EGFR and HER2 receptor tirozin kinazların geriye dönüşümsüz 
inhibitörü  olan  BIBW  2992  (afatinib)  ,  pan  HER  inhibitörü  
olan PF-00299804 ile ilgili çalışma sonuçlarının yüz güldürücü 
olduğu , EGFR and HER2 tirozin kinaz inhibitörü olan lapatinib 
ile ilgili sonuçların  olumsuz olduğu söylenebilir.
ANYİYOJENEZ İNHİBİTÖRLERİ: MONOKLONAL ANTİKORLAR
Faz  II  bir  çalışmada  150  mg/gün  erlotinib  ve  bevasizumab; 
başka  bir  çalışmda  setuksimab  ve  bevasizumab    araştırılmıştır 
ve  bu  kombinasyonların  güvenilir  olduğu  ortaya  konmuştır. 
Pemtreksede  bevasizumab  eklenmesini  araştıran  faz  II 
çalışmanın sonuçları umut vericidir.   Sisplatin kombinasyonlarına 
bevasizumab eklenmesinin sonuçlarını araştıran faz III bir ECOG 
çalışması  (NCT0058870)  halen  sürmektedir.  400  hastanın 
alınacağı  bu  çalışmada  çıkacak  toplam  sağkalım  sonucu 
heyecanla beklenmektedir.
VEGFR TİROZİN KİNAZ İNHİBİTÖRLERİ
VEGFR-1, VEGFR-2, VEGFR-3, platelet-kökenli büyüme faktörü 
reseptörü  (PDGFR),  FMS-benzeri  tirozin  kinaz-3,  ve  c-KIT 
inhibitörü  olan  sunitinibin  faz  II  çalışmalarda  yinelemiş  veya 
metastazlı baş boyun kanserlerinde tek ajan olarak etkinliğinin 
düşük  olduğu  görülmüştür.  VEGFR-2,  VEGFR-3,  PDGFR-, 
RET,  c-KIT,  B-Raf  ve  C-Raf  inhibitörü  olan  sorafenibin  ikinci 
hatta  denendiği  faz  II  bir  çalışmanın  sonuçları  hayal  kırıklığı 
yaratmıştır.    Ancak  sorafenib  birinci  hatta  daha  iyi  çalışıyor 
gibi görünmektedir.  Tüm VEGF reseptörlerinin inhibitörü olan 
ağızdan  kullanılabilen  sediranib  %19  oranında  genel  yanıt 
oranı  oluşturmuştur.    Klinik  öncesi  çalışmalarda  VEGF  tirozin 
kinaz  inhibitörlerinin  metastazları  tetiklediğine  ilişkin  veriler 
olsa da bu bilginin klinikteki önemi henüz belirsizdir.  Tirozin 
kinaz inhibitörlerinin kemoterapilerle kombinasyonunun daha 

TIBBI
ONKOLOJI
KONGRESI
89
iyi sonuçlar vereceği beklenmektedir. Karboplatin, paklitaksel 
ve sorafenib kombinasyonunu araştıran bir faz II çalışmanın ilk 
sonuçları oldukça iyidir. 
DİĞER AJANLAR
İnsülin  benzeri  büyümü  faktörü  reseptörü  inhibitörü 
(figitumumab)  tek  başına  kullanıldığında  iyi  bir  yanıt 
oluşturamamıştır.  EGFR  ve  IGFR  yolaklarının  aynı  anda  bloke 
edilmesi  araştırılmaktadır.  Src  kinaz  inhibitörü  (dazatinib), 
histon deasetilaz inhibitörü (vorinostat)  ve mTOR inhibitörüleri 
(everolismus ve temsirolismus) faz II çalışmalarda araştırılmıştır. 
Sonuçlar  yüz  güldürücüdür.  Ancak  faz  III  çalışmaları 
tamamlanmadan kesin bir sonuç çıkarmak mümkün değildir.
SONUÇ
Yinelemiş  veya  metastaz  yapmış  baş  boyun  tümörlerinde 
randomize faz III bir çalışmayla sağkalım üstünlüğü gösterilen 
tek  ajan  setuksimabtır.  Diğer  EGFR  monoklonal  antikorları 
ve  tirozin  kinaz  inhibitörlerinin  etkinliği  konusunda  bir  karar 
vermek  için  henüz  erkendir.    EGFR,  VEGFR,  EGFR    ve  IGF1R 
yolaklarını aynı anda durdurma yaklaşımları araştırılmaktadır. 
Süren faz III ECOG çalışması, bevasizumabın tedavideki yerini 
belirleyecektir. Hangi hastanın hangi tedaviden yarar göreceğini 
kestirmemize yarayacak prediktif belirteçlere gereksinim vardır.
DOÇ. DR. OKAN KUZHAN
DAMLA HASTANESİ ONKOLOJİ MERKEZİ, ELAZIĞ
PANEL – Cerrahi Onkolojide Yenilikler
K53
Pankreas Kanseri Tedavisinde Tartışmalı Konular
Pankreas kanseri Amerika Birleşik Devletlerinde her yıl 25000- 
30000  kişiyi  etkiler  ve  bu  ülkede  kansere  bağımlı  ölümlerde 
sıklık olarak kadınlarda beşinci, erkeklerde ise dördüncü sırada 
yer  alır.  Kadınlarda  ve  siyah  ırkta;  erkeklere  ve  beyaz  ırka 
oranla daha sık görülür. Sindirim sitemi kanserlerinin %10’ unu 
pankreas  kanserleri  oluşturur.  Pankreas  kanserli  hastaların 
%80’i 60 yaşından büyüktür (1).
Pankreas kanserlerinin risk faktörleri arasında; sigara içimi, aile 
hikayesi, herediter yatkınlık (BRCA2 gen mutasyonu) obesite ve 
kronik pankreatit sayılabilir. 
Pankreas  kanserlerinin  %80-  90’ını  duktal  adenokarsinom  ve 
varyantları oluşturur. Duktal adenokanserlerin %75’i pankreasın 
baş- boyun bölgesinden; %15- 20’si gövde kısmından; %5- 10’ u 
ise kuyruk kesiminden köken alır. 
Pankreas  kanserli  hastaların  tedavi  modalitelerinin  önündeki 
en  önemli  iki  sorundan  birincisi,  hastaların  tanı  aşamasında 
sadece  %10-  20’  sinin  küratif  rezeksiyon  şansına  sahip 
olmasıdır.  Bir  başka  deyişle,  cerrahi  kliniklerine  başvuran 
pankreas  kanserli  hastaların  neredeyse  %75-  80’i  lokal  ileri 
veya  metastatik  hastalık  nedeniyle  unrezektabl  olarak  kabul 
edilmektedir.  Pankreas  kanseri  tedavisindeki  ikincil  önemli 
problem  ise  5  yıllık  yaşam  beklentisinin  en  gelişmiş  onkoloji 
merkezlerinde bile %25’ ile sınırlı olmasıdır.
Bu önemli iki sorun karşısında klinisyenlerin öncül silahlarından 
biri olan neo- adjuvan kemoradyoterapi R0 (geride mikroskopik 
olarak  tümör  kalmaması)  rezeksiyon  şansını  arttırdığı  gibi, 
lokal rekürrens gelişimini de azaltmaktadır (1). Neo- adjuvan 
kemoterapinin  klinikte  görülen  en  etkin  yararı,  mevcut 
tümörün  evresinde  gerileme  sağlayarak  hastalara  rezeksiyon 
şansı  vermesi  ve  bu  sayede  pankreas  kanserli  hastaların 
5  yıllık  yaşam  beklentisini  arttırmasıdır.  Yapılan  prospektif 
çalışmalar  Evre  II  ve  III  hastalara  uygulanan  neo-  adjuvan 
kemoradyasyonun %15-30 oranında tümör evresinde gerileme 
sağladığı  ve  bu  hastaların  %50-83’ünde  küratif  rezeksiyon 
yapılabildiğini göstermiştir.
Preoperatif  kemoradyoterapinin  avantajlarını  maddeler 
halinde sıralamak gerekir ise:
1.   
Güncel yaklaşımda küratif rezeksiyonlu hastaların  
 
hepsinin KRT alması gerekmektedir
2. 
Preoperatif olarak uygulanan radyoterapi, henüz  
 
oksijenizasyonu bozulmamış dokuya verilir
3. 
Geçirilmiş ameliyata bağlı olarak, ameliyat sahasında  
 
fikse olmuş barsak segmentlerinin radyoterapiye  
 
maruziyeti engellenir.
4. 
Neoadjuvan kemoradyoterapi sayesinde okült  
 
metastazların engellenebileceği düşünülmektedir.
5. 
Preoperatif KRT sayesinde lokal ileri evredeki bir  
 
çok hastaya, tümör evresinde azalma sağlanmak  

90
 
suretiyle rezeksiyon ve kür şansı tanınmaktadır.
6. 
Neoadjuvan  kemoterapi  sayesinde,  ameliyat  sonrası 
dönemde yara iyileşmesinin neden olduğu tedavideki gecikme 
en kısa süreye indirilir.
7. 
Neoadjuvant  tedavi  sonrasında  tekrar  evrelendirmeye  
 
alınan  ve  metastatik  hastalık  saptanan  hastaların,  
 
cerrahi 
prosedürler 
yerine 
medikal 
tedavi  
 
yöntemlerine yönlendirilmesi sağlanır
8. 
Ameliyat  spesmenindeki  cerrahi  sınırların  negatif  
 
olma ihtimali artar.
Preoperatif  kemoradyoterapinin  kullanımı  sırasındaki  en 
önemli  sorun  ise  hastalığın  progresif  seyirli  oluşudur.  Neo- 
adjuvan  tedavi programlarına alınan hastaların yaklaşık %20- 
40’ında pankreas kanserinin progresif seyri nedeniyle plananan 
cerrahi tedavi uygulanamaz (2, 3).
Pankreas  kanseri  tedavisindeki  temel  yaklaşım  rezektable 
tümörlerde  küratif  cerrahi  rezeksiyondur.  Bu  konuda 
tıbbi  literatürde  herhangi  bir  çelişki  bulunmamaktadır. 
Tedavi  prensiplerindeki  asıl  tartışmalı  konu  ise  lokal  ileri 
evre  hastalıklarda  geniş  cerrahi  rezeksiyonların  uygulanıp 
uygulanmaması konusunda ortaya çıkmaktadır. 
Lokal ileri evre tümör olarak kabul edilen, vasküler invazyonu 
bulunan pankreas kanserli olgularda akla gelen öncelikli sorular 
şunlardır:
1- 
Vasküler invazyon varlığı her zaman lokal ileri veya  
 
unrezektable hastalığı mı gösterir?
2- 
Vasküler invazyonu olan ve olmayan hastalar  
 
arasındaki perioperatif morbidite ve mortalite  
 
karşılaştırılabilir düzeyde midir?
3- 
Vasküler invazyonu bulunan hastaların onkolojik  
 
prognozları daha mı kötüdür?
Bu sorulara cevap vermeden önce hangi tümörün rezektable 
olduğu konusuna açıklık getirmek gerekmektedir. Bir tümörün 
rezektabl kabul edilebilmesi için bilgisayarlı tomografide SMA, 
Çölyak  trunkus,  ana  hepatik  arter  ve  süperior  mesenterik 
ven  ile  portal  ven  bileşkesinin  tümör  ile  ilişkisiz  olduğunun 
gösterilmesi  gerekir.  Bilgisayarlı  tomografide  ameliyat  öncesi 
görüntülerde  bu  özelliklere  sahip  olan  tümörler  rezektabl 
olarak kabul edilirler.
Vasküler invazyonu bulunan ileri evre pankreas kanserlerinde 
çeşitli sınıflandırmalar yapılmıştır. Bunlardan biri de Nakao’nun 
portal ven invazyonu olduğu bilenen hastalara yönelik yaptığı 
sınıflandırma sistemidir. Bu sistemde:
Tip A 
Normal portogram
Tip B   Portal Vende tek taraflı daralma
Tip C 
Portal Vende çift taraflı daralma
Tip D 
Portal Vende belirgin stenoz veya obstrüksiyon olması 
olarak sınıflandırılmıştır. 
Vasküler  invazyonlu  pankreas  kanserlerinde  bir  diğer 
sınıflandırma  sistemi  ise  Ishikawa  ve  arkadaşları  tarafından 
yayınlanmıştır (4). Bu sistemde:
Tip I 
  İnvazyon yok
Tip II 
  Tümör invazyonu SMV’nin sağ lateral duvarı ile sınırlı
Tip III    Tümör  invazyonu  SMPV’nin  sağ  lateral  duvarı  ile 
sınırlı
Tip IV    SMV’nin bilateral invazyonu
Tip V 
    SMPV’nin bilateral invazyonu olarak sınıflandırılmıştır. 
Yine  Ishikawa  ve  arkadaşları  yaptıkları  çalışmaların  sonunda 
vasküler  invazyonu  bulununan  pankreas  kanserli  hastalarda, 
tek  taraflı  segmenter  damar  invazyon  varlığının  (<180o) 
rezektabilite  kriterleri  arasında  sayılması  gerektiği  yorumuna 
varmışlardır.  Ishikawa  ve  arkadaşları  anjiyografide  180o 
den  daha  az  veya  1.2  cm  den  daha  kısa  bir  segmentte 
invazyonu  bulunan  pankreas  kanserli  hastaların,  portal  ven 
rezeksiyonundan fayda gördüklerini savunmaktadırlar.
İleri evre tümörler olarak kabul edilen, eş zamanlı çoklu damar 
invazyonu  bulunan  tümörler  ve  retroperitonun  derinlerine 
kadar  uzanan  tümörler  ancak  ve  ancak  neoadjuvan  tedavi 
modalitelerine cevap veriyor ise rezeksiyon için uygun olarak 
Yüklə 6,44 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   16   17   18   19   20   21   22   23   ...   73




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©azkurs.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin