YAŞAMIMIZDAKİ TOKSİK RİSKLER (3)
Oturum Başkaları:
|
Prof. Dr. Atilla RAMAZANOĞLU
Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi
Anesteziyoloji ve Reanimasyon Anabilim Dalı, ANTALYA
|
1954 yılında Gercüş’te doğdu. Kabataş Erkek Lisesi’ni 1971, I.U. Cerrahpaşa Fakültesi’ni 1977 yılında bitirdi. Aynı kurumda Anesteziyoloji ve Reanimasyon AD’da bir yıl asistan olarak çalıştı. 1980- 1984 yılları arasında yine aynı AD’da Almanya’da uzman oldu. 1987 yılında Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesinde Yrd.Doç. olarak göreve başladı. 1989 da Doçent, 1997’de Profesör oldu. Karaciğer transplantasyonu anestezisi ve yoğun bakımda bilgi ve görgüsünü arttırmak amacıyla üç kez 3-6 ay sürelerle ABD’de bulundu.1993 yılında Reanimasyon’un kurulmasıyla görevlendirildi. AD Bakşanlığı yaptı. Evli, bir oğlu var.
|
|
Prof. Dr. Semra GÜMÜŞ Demirbilek
Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi Tıp Fakültesi
Anesteziyoloji Anabilim Dalı Başkanı
Mesleki Elektromanyetik Riskler
|
Doç.Dr. Mustafa Necmi İLHAN
MD, PhD Halk Sağlığı, PhD İş Sağlığı
Gazi Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı AD, İş ve Meslek Hastalıkları BD Bşk. &
Sağlık Bilimleri Enstitüsü, İş Sağlığı ve Güvenliği ABD Bşk.
|
1971 Elazığ doğumludur 1995 yılında Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesinden mezun olmuştur. 2001 yılında aynı kurumda Halk Sağlığı AD’da Doktorasını tamamlamıştır, ikinci Doktorasını 2008 yılında Ankara Üniversitesinde İş Sağlığı AD’da yapmıştır. Ocak 2009’da Doçent olmuştur,2004 yılından bu yana Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı AD’da Öğretim Üyesi olarak görev yapmaktadır. İş ve Meslek Hastalıkları Bilim Dalı Başkanı, Sağlık Bilimleri Enstitüsü İş Sağlığı ve Güvenliği AD Başkanıdır.
Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesinde 3 yıl Başhekim Yardımcılığı, 3 yıl Yönetim kurulu Üyeliği ve Dönem I ve Dönem VI Koordinatör Yardımcılıkları görevinde bulunmuştur, halen Sürekli Tıp Eğitimi Kurulu ve Kanıta Dayalı Tıp Kurulunda görevlidir.
2009 yılından bu yana Avrupa Uyuşturucu Bağımlılığı İzleme Merkezi (EMCDDA, Lizbon)’da ulusal uzman olarak görev yapmaktadır. Birleşmiş Milletler Nüfus Fonunda danışman (UNFPA), TBMM Sağlıkta Şiddet Araştırma Komisyonunda uzman olarak çalışmıştır; halen İçişleri Bakanlığı Türkiye Uyuşturucu Bağımlığı İzleme Merkezi Bilim Kurulu, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı İş Sağlığı ve Güvenliği Bilimsel Danışma Kurulunda görev yapmaktadır. Halk Sağlığı Uzmanları Derneğinde 2 dönem Yönetim Kurulu Üyesi olarak görev yapmıştır.İlgi alanları İş Sağlığı ve Güvenliği, Toplum Ruh Sağlığı ve Bağımlılık, Farmakoepidemiyoloji, Hastane İşletmeciliğidir.
|
|
MESLEKİ ELEKTROMANYETİK RİSKLER
1.Giriş
Dünyamızda giderek artan teknoloji kullanımı gündelik yaşamı ve çalışma yaşamını kolaylaştırmakla birlikte, teknolojinin ortaya çıkarabileceği sağlık sorunları çok açık değildir. Gelişmiş toplumlarda yaşayan bireyler sürekli olarak fiziksel, kimyasal, biyolojik ve psikososyal etmenlerle karşılaşmakta ve etkilenebilmektedirler.
Toplum sağlığını etkileyen fiziksel etmenler arasında iyonlaştırıcı olmayan radyasyon da bulunmaktadır. Elektrik ve manyetik alanlar gibi iyonlaştırıcı olmayan radyasyonun etkilerinden kaçınmak oldukça zordur. Son yıllarda yapılan epidemiyolojik araştırmalarda, elektromanyetik alanların (EMA) sağlık üzerine bazı etkileri olduğu gösterilmesine rağmen, deneysel çalışmalarda hücresel düzeydeki etkiler henüz kesin olarak ortaya konulmamıştır (Frank ve Silesin 1998; DSÖ, 2007). Bu konuda daha fazla araştırma yapılmasına gereksinim vardır.
EMA’ların kanser, davranış değişiklikleri, hafıza zayıflaması, Parkinson ve Alzheimer hastalıklarını artırmasının yanısıra, depresyon ve intihar görülme sıklığında artışa neden olduğu bildirilmektedir. Bunlara ek olarak göz, deri ve kas-iskelet sistemi üzerine olumsuz etkileri olduğu bildirilmektedir (DSÖ, 1999; DSÖ 2007).
Günümüzde toplumun tamamı, elektromanyetik alanlara (EMA) maruz kalmaktadır. Elektrikle çalışan her cihaz EMA oluşturmaktadır. Manyetik alan elektrikli aletlerin yakınında en güçlü olup, aletten uzaklaştıkça azalmaktadır. Bu aletlerin üreticileri, insan sağlığına zararı olmadığını ileri sürerken, bazı araştırmalar da tersine insan sağlığına zarar verdiği belirtilmektedir. (DSÖ, 1993; Frank ve Silesin 1998; DSÖ, 1999; DSÖ, 2007).
1950’lerden sonra yaşanan teknolojik devrim sonucunda etkili olmaya başlayan insan kaynaklı EMA, doğal alanlar ile uyumlu yaşamakta olan canlılar için mevcut doğal dengenin bozulmasına neden olmuş, yeni bir adaptasyon süreci başlamış ve çözüm bekleyen yeni sorunlar açığa çıkmıştır. Bu adaptasyon sürecinin insan sağlığı üzerindeki olumsuz etkilerini hafifletmek amacıyla yoğun araştırmalar başlamıştır. Çevredeki EMA’ların frekansı, büyüklüğü ve bu alanlardan etkilenim süresi değişkendir. Örneğin; elektrikli ev aletlerinden kaynaklanan alanlar 1 mG (miliGauss)-25 G (Gauss) aralığında değişirken, yüksek gerilim hattı yakınındaki alanlar 100-500 mG arasında ve evde veya işyerinde sürekli etkisinde olunan alanlar 0.1-10 mG arasında değişmektedir (Miles, 1989).
2.Elektromanyetik Alanlar ve Halk Sağlığı
Toplumlarda konuyla ilgili risk algılaması ve tepkiler değişmektedir. Başlangıçtaki abartılı yaklaşımlar, özellikle firmalarca da el altından desteklenebilmektedir. Kamuoyu da başlangıçta gösterilen tepkinin boyutunda bir uygulama görmediğinde giderek duyarsızlaşabilmektedir (Vaizoğlu, 2001).
DSÖ kırktan fazla ülkenin katılımıyla başlattığı EMA çalışmasının kapsamına risk algılama ve risk iletişimini de almıştır (DSÖ, 2007). Sağlık tehlikesi ve sağlık riski birbirinden farklı kavramlar olup; sağlık tehlikesi, bir kişinin sağlığına zarar verme potansiyeli taşıyan bir durumken; risk, kişinin belli bir tehlikeden zarar görme olasılığını tanımlamaktadır.
Canlılar için sıfır risk söz konusu değildir; kişiler riskleri genellikle ihmal edilebilir, kabul edilebilir, göze alınabilir ya da kabul edilemez olarak değerlendirmektedir. Algılama; kişinin yaşı, cinsiyeti, kültür ve eğitim düzeyi ile yakından ilişkilidir. Risk algısı, istemli/istemsiz etkilenme, kişinin kontrolünde olması/kontrolü yitirme duygusu olması, konuya yabancı olma/teknik boyutlarını bilme durumu, korkma/korkmama, adil bulma/bulmamaya göre değişebilmektedir (Bilir ve Yıldız, 2004).
3.Elektromanyetik Alanlar ve İş Sağlığı
EMA’ya işyerinde maruz kalanlarda beyin tümörü, erkek meme kanseri, lösemi riskinde artış, kromozom kırığı ve teratojen etki ortaya çıkabileceği gösterilmiştir (Cohen, 2004).
En iyi korunma yolu, kaynaktan olabildiğince uzakta bulunma, yetkisiz personelin EMA kaynakları çevresinde bulunmaması; aralıklı ortam EMA ölçümleridir. Biyolojik izlem güçtür, ancak olası hastalıklar, yakınmalar ile erken tanı sağlanabilir (Cohen, 2004).
Rusya’da yapılan bir çalışmada demiryolu işçilerinde EMA’ya maruz kalanlarda koroner kalp hastalıklarının daha fazla görüldüğü saptanmıştır (Pitssyna et al., 1996).
Yapılan iş ile ilgili olarak, en çok EMA’yamaruz kalma elektrikçiler, kablo döşeme işlerinde çalışanlar, makine test ediciler, öğütme, ezme makinesinde çalışanlarda görülmektedir (Bracken, 1996; Gobba, 2004).
İsviçre’de yapılan bir kohort çalışmasında EMA’ya maruz kalan demiryolu çalışanlarında löseminin 2,4 kat, beyin tümörlerinin 5,1 kat daha fazla görüldüğü belirlenmiş, ancak beyin kanserinde doz-yanıt ilişkisi gösterilmemiştir (Minder and Pfluger, 2001).
Kanada’da çok merkezli yapılan bir olgu-kontrol çalışmasında EMA ‘ya maruz kalan çalışanlarda bir beyin kanseri tipi olan glioblastome multiforme riskinde 5,3 kat artış olduğu, ancak diğer beyin kanserleri için bir risk artışı söz konusu olmadığı belirlenmiştir (Villenevue et al., 2002).
Danimarka’da yapılan epidemiyolojik bir çalışmada, Amyotrofik Lateral Skleroz hastalığı ile yüksek şiddette EMA’yamaruz kalma arasında bir ilişki bulunmuş, ancak diğer nörodejenarif hastalıklarla bir ilişki saptanmamıştır (Johansen, 2004).
DSÖ, elektromanyetik alana maruz kalmada baş ağrısı, anksiyete, intihar girişimi, depresyon, bulantı, yorgunluk ve libido kaybının raporlandığını bildirmektedir. Ancak gürültü ve diğer çevresel etmenlerin de benzer etkilere neden olabileceğinin de göz ardı edilmemesini önermektedir (DSÖ, 2007)
2004/40/EC sayılı AB direktifinde de EMA’ya maruz kalan işçilerin için risk değerlendirmesi yapılması gerektiği ile sağlıklarının izlenmesi ve eğitimlerinin sağlanması gerektiği belirtilmektedir (European Union, 2004).
2012 yılında yayımlanan İş Sağlığı ve Güvenliği Yasası, 2012 yılında yayınlanan Risk Değerlendirmesi Yönetmeliği işyerlerinde “Risk Değerlendirmesi”ni zorunlu kılmıştır ve 2014’de yayınlanan “Tehlike Sınıfları Tebliği”ne göre EMA meydana gelen işyerleri “Tehlikeli” veya “Çok Tehlikeli” sınıflarda yer almaktadır (ÇSGB, 2012-2014).
4.Elektromanyetik Alanlar ve Sağlık Çalışanları
Sağlık hizmeti sunan kuruluşlarda, özellikle de hastanelerde elektrikle çalışan tanı, sağaltım ve cerrahi cihazlarının çok geniş kullanım alanı vardır ve EMA’ya karşı dikkatli olunmalıdır. Çok sayıda sağlık personelinin EMA’dan etkilenebilme olasılığı vardır (Zymslony et al., 2004, Hanada, 2007).
ABD’de yapılan bir çalışmada hastane ve günübirlik cerrahi ünitelerinde yapılan ölçümlerde 0,8 mG ile 65 mG arasında değişen şiddette EMA ölçülmüştür (Philips et al., 1995).
Taywan’da eczane çalışanlarının 0,6-2,2 mG şiddetinde EMA’yamaruz kaldığı belirlenmiştir (Li et al., 2000)
İtalya’da fizyoterapi bölümünde yapılan bir çalışmada yine yasal sınırlarda EMA ölçümü yapılmış ve tıbbi ekipmanlardan 4m uzaklaşma ile EMA şiddetinin iyice azaldığı belirlenmiştir (Macca et al., 2002).
Polonya’da yapılan bir çalışmada MR bölümünde çalışan personelin maruz kaldığı EMA şiddeti ölçülmüş ve yasal sınırlarda olduğu belirlenmiştir (Zymslony et al., 2004).
Türkiye’de 2007 yılında yapılan kontrol gruplu bir çalışmada alerjik hastalıklar, EMA’yamaruz kalan grupta istatistiksel olarak anlamlı düzeyde fazla görülürken; akciğer, böbrek, kalp hastalıkları ile diyabet, hipertansiyon, kanser, kısırlık, migren hastalıkları ise gruplar arasında benzer sıklıkta belirlenmiştir.Yine aynı çalışmada başağrısı, bulanık görme, çarpıntı, gözde batma, kaşıntı, sulanma, işitme azlığı ile halsizlik ve yorgunluk yakınmaları istatistiksel olarak anlamlı düzeyde EMA’ya maruz kalan grupta fazla görülürken; cinsel isteksizlik, deride döküntü, kulakta ağrı, çınlama, sıcaklık hissi, mide yakınması, nefes darlığı, sersemlik, sinirlilik, unutkanlık yakınmaları ise gruplar arasında benzer sıklıkta belirlenmiştir.EMA ve Kontrol gruplarında yer alan kadınların adet düzensizliği, menapoza girme durumu, ölü doğum ve istemsiz düşük sayıları arasında farklılık yoktur (İlhan at al., 2007).
2008’de yayınlanan ve EMA’ın sağlık çalışanlarında etkisini değerlendiren makalede, EMA’yamaruz kalan sağlık çalışanlarında baş dönmesi, bulantı, metalik tat, kan basıncı ve nabızda değişiklik, ektopik atım ve geri dönüşümlü aritmi, göz-el eşgüdümlü çalışmasında bozulma saptanmıştır (Franco et al., 2008).
5.Sonuç ve Öneriler
Henüz etkileri tam olarak ortaya konmamış olan EMA ile ilgili olarak DSÖ başta olmak üzere, dünyada bir çok faklı kuruluşça etki mekanizmasından, olası sağlık etkilerine ve risk hesaplanmasına kadar bir dizi çalışma yürütülmektedir. Kuşkusuz günlük yaşamda da EMA ile bireyler karşılaşmakta ve etkilenmektedir. Ancak mesleki maruz kalmanın hukuksal, tıbbi ve sosyal boyutları bulunmaktadır.
Bu gerekçe ile çalışanlarının işe giriş ve periyodik muayenelerinin yapılması, gereğinde hastalık dönüşü ve işe başlama muayenelerinin yapılması, ortaya çıkabilecek sağlık sorunlarından korunmada ve erken tanıda en önemli yöntemlerdir. İşyeri sağlık birimlerinde görev yapacak işyeri hekimleri ve diğer sağlık personeli hem tıbbi korunma önlemlerinin alınmasında ve sağlık eğitiminde hem de işlerin yürütüldüğü birimlerde yapılacak değerlendirmelerle, çalışanlar için olası riskleri saptamada çok yararlı olacaktır.
Ayrıca EMA’ın gerek işyerlerinde, gerekse çevrede ölçülmesi ve ölçüm sonuçlarına göre gereken yerlerde önlem alınması ve halkın EMA konusunda bilgilendirilmesi önerilmektedir.
Ulusal düzeyde, kimi ülkelerde olduğu gibi bir EMA izlem ve değerlendirme merkezi kurulması, bu merkez için en uygun çatının Sağlık Bakanlığı olduğu, ancak başta Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı, Çevre Bakanlığı, Üniversiteler ve Sivil Toplum Örgütleri ile birlikte eşgüdüm içerisinde çalışması önerilmektedir.
Tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de EMA sağlık etkilerini araştıran, ülke geneline yayılmış bilimsel araştırmaların yapılması önerilmektedir.
mnilhan@gazi.edu.tr
Güncel Uyuşturucular
Doç. Dr. Hülya Ulusoy
KTÜ Tıp Fakültesi Anesteziyoloji AD
Sentetik Kannabinoidler:
Kannabis tıbbi ve eğlence amaçlı kullanımı ile ilgili uzun bir geçmişe sahiptir ve bugün dünya genelinde en yaygın üretilen ve tüketilen yasadışı maddedir. THC psikoaktif etkisi en fazla olan kannabinoiddir. Esas izomeri delta 9-THC olup, diğer bir izomeri delta 8-THC’dir. Başlıca 3 gruptur; Endojen, bitkisel, sentetik kannabinoidler.
1960lardaΔ9-tetrahidrokannabinoidin (Δ9-THC) izole edildi. 1980’lerde kannabinoid reseptörleri (CB1 ve CB2) bulundu. Terapötik amaçlarla çok sayıda kannabinoid reseptör agonisti üretilirken, diğer taraftan kanabis dünyada en çok üretilen ve tüketilen yasadışı madde durumuna gelmiştir. Son yıllarda “tasarım maddeler” (designer drugs), “bitkisel kafa yapıcı maddeler” (herbal highs), “yasal kafa yapıcı maddeler” (legal highs), “araştırma kimyasalları” olarak adlandırılan yeni psikoaktif maddelerde büyük bir artış olmuştur. Sentetik kannabinoidler Marihuanaya alternatif olarak üretilmeye başlanmış ve 2004’ten buyana piyasada bulunabilir haldedir. Bu yeni kuşak uyuşturucular Bonzai, Spice, K2 isimleri ile piyasada yer almaktadır. Pipo, nargile kullanılarak veya sigara kâğıdına sarılarak içilir veya demlenerek tüketilir. Sentetik kannabinoidler saf halde, katı veya yağ olarak bulunmaktadır. Sentetik kannabinoidler bir solventte çözüldükten sonra, bitkisel karışıma püskürtülür. Solvent buharlaştıktan ve bitkisel karışım tekrar kuruduktan sonra, paketlenir. Ürünler bir veya daha fazla sentetik kannabinoid içerebilir. Yasal kafa yapıcı maddeler” “Bitkisel kafa yapıcı maddeler” olarak da bilinen, yeni nesil “tasarım maddeler” (designer drugs), internette veya bazı dükkânlarda “bitkisel tütsü ürünleri” veya “potpuri” adı altında herhangi bir yaş sınırlaması olmadan satılmaktadır. 1997’den bu yana 200’den fazla yeni psikoaktif madde tanımlanmıştır. 1990’larda Huffman ve arkadaşları (6), “JWH maddeleri” olarak bilinen naftoilindolleri, naftoilpirolleri ve kannabinoid reseptör aktivitesi olan bileşikleri sentezlediler ve bu maddeler, sentetik kannabinoid (SK) içeren yeni maddelerin ana bileşeni haline geldi. SK içeren maddeler genel olarak, Avrupa’da “Spice”, ABD’de “K2”, Türkiye’de ise “Bonzai” ya da “Jamaika”olarak adlandırılmaktadır. Bunlar tipik olarak, bitkisel içeriğin üzerine püskürtülmüş olan bir kaç farklı SK’yi içeren ve daha sonra kullanıcılar tarafından kanabise benzer şekilde tüketilen “bitkisel sigara karışımlarıdır”. Bu maddeler Avrupa’da, ABD’de ve Japonya’da yaygın olarak pazarlanmakta ve internet üzerinden kolaylıkla bulunabilmektedir. “Spice” tipi “bitki karışımları” “insan tüketimi için değildir” şeklinde etiketlenmekte ve tütsü ya da bitki büyüme düzenleyicisi olarak
pazarlanmaktadır. Bu karışımların tamamen bitkisel olduğu öne sürülse de SK reseptör agonistleriyle karıştırıldıkları için tüketildikten sonra güçlü bir kanabimimetik etki gösterirler. SK’lerin internette ve “head shop” denilen dükkanlarda kolaylıkla satılması ve kafa yapıcı etkisi popülerliğini arttırmıştır. Avrupa Uyuşturucu ve Uyuşturucu Bağımlılığını İzleme Merkezi’nin (EMCDDA) 2008 yılı raporunda JWH-018 ilk klasik olmayan kannabinoid olarak listede yer almıştır. O zamandan beri EMCDDA, SK’lerin bileşik sayısı hızla artmıştır. 2011’de Uyuşturucu ile Mücadele Dairesi (Drug Enforcement Administration) bu maddelerin yapımında kullanılan bazı özel kimyasalları belirlemesine rağmen yasal kısıtlamaların bir adım ötesinde sürekli yeni maddelerde kimyasal değişiklikler yapılarak yasadışı laboratuarlarda üretim devam etmektedir.
SK ilişkili intoksikasyon ilk olarak, 8 aylık “Spice” kullanımı sonrasında kronik bağımlılık geliştiği düşünülen bir kişide bildirilmiştir. Günümüzde “Spice” maruziyeti ve sonrasında bildirilen anektodal ölümler artış göstermekte ve SK’lerin olası zararları önemli bir halk sağlığı problemi haline gelmektedir.
Kannabinoid reseptörleri kompleks endokannabinoid sistemin bir parçasıdır ve şu ana kadar CB1 ve CB2 olmak üzere iki kannabinoid reseptörü tanımlanmıştır. CB1 ve CB2, adenil siklaz aktivitesini baskılayan G proteinine bağlı reseptörlerdir. G proteinine bağlı reseptörlerin aktivasyonu, kalsiyum girişi ve potasyum çıkışıyla presinaptik hiperpolarizasyona neden olur ve böylece nörotransmiter salınımı azalır. CB1 reseptörleri GABA ile glutamat nörotransmisyonunun düzenlemesinde rol oynar, kortikal ve subkortikal bölgelerde, omurilikte dorsal kök ganlionlarında ve periferdeki organ ve dokulardan ağrı hissini taşıyan periferik sinir sistemi bölgelerinde bulunurlar. CB1 reseptörleri kannabinoidlerin duygudurum yükselmesi, anksiyete ve panik reaksiyonları gibi psikoaktif etkilerinden sorumludurlar ve aneljeziye, motor fonksiyonda azalmaya, bellekte ve zaman algısında bozulmaya neden olur, görsel ve işitsel algıyı etkilerler. CB2 reseptörleri, ağırlıklı olarak dalağın marjinal zonunda, tonsillerde, bağışıklık hücrelerinde, özellikle de makrofajlarda, B hücrelerinde, doğal öldürücü (natural killer) hücrelerde, monositlerde, T-lenfositlerde, polimorfonükleer nötrofillerde ve astrositlerde bulunurlar. Çoğu SK’nin insanlardaki farmakokinetik ve farmakodinamik özelliklerine dair çok az şey bilinmektedir. SK’ler genelde sigara şeklinde içilse de (pipo, sigara yada nargile aracılığı ile), buharlaştırma, oral ya da rektal yol ile kullanım da bildirilmiştir. Parenteral yolla kullanımı ise henüz bildirilmemiştir. İçildikten hemen sonra akciğerlerden absorbe edilmesi ve kısa sürede beyin gibi diğer organlara tekrar dağılımın gerçekleşmesiyle SK’lerin etkinliği genelde bir kaç dakika içinde başlar. Lipofilik olan bu moleküller, büyük olasılıkla yüksek dağılım hacmine sahiptir ve kronik kullanım sonrasında vücudun yağ içeren kompartmanlarında depolanırlar. hepatik sitokrom P450 oksidasyonunu glukuronik asit konjugasyonunun ve renal ekskresyonun takip ettiği düşünülmektedir. Δ9-THC’den farklı olarak, SK metabolitlerinin değişik düzeylerde biyolojik aktiviteleri vardır ve CB1 reseptörlerinde agonist, antagonist, nötral antagonist ya da ters agonist olarak etkinlik gösterebilirler. Bunların tespit edilmeleri için güvenilir testlerin olmayışı ve bu maddelerin dinamik, öngörülemeyen yapıları, literatürdeki tutarlı ve nitelikli kötüye kullanım bildirimlerini kısıtlamaktadır. SK’lerin kronik kullanımı, uzun süreli kanabis kullanımına benzer şekilde bağımlılık sendromuna, çekilme belirtilerine ve psikiyatrik semptomlara yol açar. Ancak kanabisten farklı olarak, akut intoksikasyon bildirimleri daha çok uyarıcı ve sempatomimetik madde kullanımında görülenlere benzemektedir Bu nedenle, SK içeren maddelerin klinik etkilerini tahmin etmenin oldukça güç olduğu söylenebilir. SK intoksikasyonlarının çoğunda klinik etki süresi 8saatten kısa olmasına rağmen, bazılarında 24 saatten daha uzun sürebilir. SK’lerin bildirilen psikoaktif etkileri hoş, arzu edilen öfori ile anksiyete, ajitasyon, iritabilite, psikoz ve bilişsel becerilerde değişiklik arasında farklılık gösterirken, akut fiziksel etkileri terleme, bulantı, kusma, iştah değişiklikleri, hipertansiyon/hipotansiyon, göğüs ağrısı, taşikardi/bradikardi, solunum depresyonu, konfüzyon, psikomotor ajitasyon, sommolans ve sedasyon arasında değişkenlik gösterir. SK kullanımından sonra bazı kişilerde sedasyon görülürken, diğerlerinde ajitasyon, bulantı, sıcak basması, gözlerde yanma, ağız kuruluğu, midriyazis ve taşikardi görülür. Klinik görünümdeki bu değişkenliğin nedeni tam olarak bilinmemektedir. Esrar intoksikasyonundaki hastalarda genelde azalmış psikomotor aktivite, sedasyon ve letarji görüldüğünü, SK intoksikasyonunda ise ajitasyon ve iritabilitenin en sık görülen ikinci klinik belirti olduğu bildirilmiştir. Ayrıca, SK kullanımı sonrası tremor ve çarpıntı da tarif edilmiştir. SK’lere maruz kalan kişilerin çoğunun sadece minimal semptomları olsa da bazı kişilerde nöbetler veya miyokard infarktüsü (MI) gibi hayatı tehdit eden durumlar görülebilir. Nöbetler ve status epileptikus SK kullanımında görülse de kanabis intoksikasyonu ile ilişkili değildir. Literatürde, SK kullanımına bağlı olabileceği düşünülen bir ölüm bildirimi bulunmaktadır. SK kullanımına bağlı semptomların tedavisinin destekleyicisi olması ve ajitasyon ile anksiyetenin kontrolü için benzodiazepinlerin kullanılması önerilmiştir. SK’lerin alkol, kanabis ve sigara gibi diğer psikoaktif maddelerle birlikte kullanımı da bildirildiğinden intoksike durumda bir hasta söz konusu olduğunda, klinisyenler bu konuda dikkatli olmalıdırlar. Ayrıca intoksikasyonda çoğu hastanın aktivitesinde artış olduğundan, hastaların rabdomiyoliz, artmış kreatin kinaz düzeyi ve bunları izleyen böbrek yetmezliği için risk altında oldukları belirtilmektedir. Uzun dönem SK kullananlar sıklıkla işitsel ve görsel varsanılardan paranoid sanrılara, düşünce bloğundan dezorganize konuşmaya, anksiyete ve uykusuzluktan stupor ve intihar düşüncesine kadar değişen psikotik semptomlar yaşarlar. Uzun süreli SK kullanımından sonra tolerans ve yoksunluk belirtilerinin geliştiği bildirilmiştir. Şu ana kadar SK’lerin hiç bir kütle spektormetre sisteminde kayıtları olmadığından ve referans standartları bulunmadığından, tespit edilmeleri kolay değildir. Yasal engelleri aşabilmek için piyasaya sürekli olarak yeni kanabimimetik analoglar sunulmaktadır. Madde kullanımını belirlemek için idrar, serum, kan, oral sıvı ve saç örnekleri kullanılmaktadır. Saç ve oral sıvıda ana madde analiz edilirken, idrarda metabolitler saptanmaktadır. Ancak madde sayısındaki hızlı artış idrar analizi metotlarının adaptasyonunu zorlaştırmaktadır. Yasal düzenlemeler bu maddelerin üretimini, ticaretini ve bulundurulmasını sınırlasa da bu yasakları aşmak için piyasaya sürekli olarak yeni SK analogları sunulmaktadır. Kullanıcıların çoğu maddeyi perakende satıcılardan (“head shop”, benzin istasyonları/marketler gibi), internetten ya da arkadaşlarından temin etmektedirler. Yasal düzenleme girişimlerine rağmen, yeni SK’ler ortaya çıktıkça hukuki karmaşa devam etmektedir ve internetten ulaşılabilen “Spice” ürünlerinde yasal düzenlemeleri atlatmak için üreticiler tarafından sürekli olarak küçük yapısal değişiklikler ile daha yüksek potensli SK lar üretilerek daha büyük intoksikasyon riski oluşturulmaktadır. Bu ülkemiz için de güncel bir bağımlılık, adli ve toksikolojik sorun olarak karşımıza çıkmaktadır.
Kaynaklar
-
Evren C,Bozkurt M. Sentetik Kannabinoidler: Son Yılların Krizi Düşünen Adam The Journal of Psychiatry and Neurological Sciences 2013; 26: 1-11
-
Aşıcıoğlu F,Korkut Ş, İlhan L. Ülkemizde ilk kez yakalanan yeni sentetik katinonlar ve yasal durum. Adli Bilimler Dergisi/Turkish Journal ofForensic Sciences, 11: 15-22; 2012
-
Huffman JW, Dai D, Martin BR, Compton DR. Design, synthesis and pharmacology of cannabimimetic indoles. Bioorg Med Chem Lett 1994; 4: 563-6.
-
EMCDDA-Europol 2008 Annual Report on the Implementation of Council Decision 2005/387/JHA. Annex 2: New psychoactive substances reported to the EMCDDA and Europol for the first time in 2008 under the terms of Council Decision, 005/387/JHA. http://www. emcdda. europa. eu/attachements. cfm/att_77263_EN_EMCDDA-uropol_Annual_Report_Art10_2008.pdf. Accessed Feburary 21, 2013.
-
JohnstonLD, O’Malley PM, Bachman JG, Schulenberg JE. The rise in teen marijuana use stalls, synthetic marijuana use levels, and use of ‘bath salts’ is very low. University of Michigan News Service: Ann Arbor, MI, 2012. htttp://www.monitoringthefuture.org/pressreleases/12drugpr.pdf.Accessed Feburary 21, 2013.
|