|
He bet me ten dollars that the blue team won the match. (Mavi takımın maçı kazanacağına dair benimle on dolarına iddiaya girdi.)
|
|
|
|
|
|
|
281) better; (isim, sıfat, fiil, zarf)
|
|
|
i.; daha iyisi s.; daha iyi , -den daha iyi f.; iyileştirmek iyileşmek zf.; daha iyi bir şekilde
|
You look sick, you should better go home. (Hasta görünüyorsun, eve gitsen daha iyi olur.)
|
|
|
|
|
|
|
282) between; (edat, bağlaç)
|
|
|
|
ed.; arasında , ortasında bağ.; ila
|
|
|
Moldova lies between Romania and Ukraine. (Moldova, Romanya ile Ukrayna arasında bulunuyor.)
|
|
|
|
|
|
|
283) beyond; (edat , isim ,zarf)
|
|
|
|
ed.; ötesinde i.; öte zf.; öteye, ayrıca
|
|
|
The see lies beyond the mountains. (Deniz, dağların ötesinde uzanıyor.)
|
|
|
|
|
|
|
284) Bible; (isim)
|
|
|
|
|
incil, kitab-ı muhakaddes
|
|
|
|
The priest spoke by making quotes from the Bible. (Rahip, İncil’den alıntılar yaparak konuştu)
|
|
|
|
|
|
|
285) big; (sıfat)
|
|
|
|
|
büyük, kocaman, iri
|
|
|
|
|
I saw a big fish under the lake. (Gölün altında kocaman bir balık gördüm.)
|
|
|
|
|
|
|
286) bike ; (fiil, isim)
|
|
|
|
f.; bisiklet sürmek , motosiklete binmek i.; bisiklet, motosiklet
|
It is our hobby to biking along the sea at weekends. (Haftasonları deniz kıyısında bisiklet sürmek hobimiz.)
|
|
|
|
|
|
|
287) bill; (isim, fiil)
|
|
|
|
|
i.; fatura , poliçe, kağıt para, ilan, gaga
|
f.; ilan etmek
|
Don’t forget to pay he electricity bill. (Elektrik faturasını ödemeyi unutma.)
|
|
|
|
|
|
|
288) billion; (isim)
|
|
|
|
|
milyar
|
|
|
|
|
|
She earned a billion dollar in 5 years. (beş yıl içerisinde bir milyar kazandı.)
|
|
|
|
|
|
|
289) bind; (fiil, isim)
|
|
|
|
f.; bağlamak , sargılamak , yasal olarak bağlamak i.; bağlayan şey
|
They bound his hand quickly. (Hızlıca ellerini bağladılar.)
|
|
|
|
|
|
|
290) biological; (sıfat)
|
|
|
|
biyolojik, yaşamsal
|
|
|
|
|
She was adopted when she was a baby, but then she learned her biological parents. (Bebekken evlatlık edinilmişti fakat sonradan biyolojik anne babasını öğrendi.)
|
|
|
|
|
|
|
291) bird; (isim)
|
|
|
|
|
kuş
|
|
|
|
|
|
It is a cute bird with blue color. (Mavi renkli sevimli bir kuş.)
|
|
|
|
|
|
|
292) birth; (isim)
|
|
|
|
|
doğum, doğurma, nesil
|
|
|
|
I was present at the birth of my nephew. (Yeğenimin doğumunda oradaydım.)
|
|
|
|
|
|
|
293) birthday; (isim)
|
|
|
|
doğum günü
|
|
|
|
|
We will celebrate my twentieth birthday tomorrow. (Yarın yirminci yaş günümü kutlayacağız.)
|
|
|
|
|
|
|
294) bit; (isim)
|
|
|
|
|
küçük parça , biraz , az miktar , bozuk para
|
|
Can I have a bit of cake? (Biraz kek alabilir miyim?)
|
|
|
|
|
|
|
|
295) bite; (isim, fiil)
|
|
|
|
|
i.; lokma ,ısırık, acı f.; ısırmak , dişlemek
|
|
|
Our neighbour’s dog bit my leg. (Komşumuzun köpeği bacağımı ısırdı.)
|
|
|
|
|
|
|
296) black; (sıfat, fiil)
|
|
|
|
s.; siyah , kara , karanlık, koyu , siyahi f.; kararmak , siyaha boyamak
|
She was wearing a black dress last night. (Dün gece siyah bir elbise giymişti.)
|
|
|
|
|
|
|
297) blade; (isim)
|
|
|
|
|
traş bıçağı, jilet, bıçak ağzı
|
|
|
|
This blade is sharp, be careful. (Bu bıçağın ağzı keskin, dikkatli ol.)
|
|
|
|
|
|
|
298) blame; (isim, fiil)
|
|
|
|
i.; suç, kabahat, kusur f.; suçlamak , ayıplamak , suçu birinin üzerine atmak
|
Stop blaming me all the time! (devamlı beni suçlamaktan vazgeç!)
|
|
|
|
|
|
|
299) blanket; (isim, fiil)
|
|
|
|
i.; battaniye, örtü, yorgan f.; battaniyeye sarmak , sarıp sarmalamak
|
It is very cold today, we need another blanket. (Bugün hava çok soğuk, bir battaniye daha lazım.)
|
|
|
|
|