Beyin ve Beynin Kapasitesi
Beynin kapasitesi nedir, hafızasında tutabileceği bilgi miktarının
bir sınırı var mıdır?
Meşhur bilgin John von Neuman bilgisayar belleklerine kıyasla
beynin 2.8x1020 (yaklaşık olarak bir trilyonun yüz milyonla
çarpılması sonucunda bulunacak bir sayı) bit bir belleği
79
olduğunu hesaplamış idi. Bu bulgu 50 yıl önce idi ama hemen
kimse hesap sistemlerini onun kadar bilemez... O olmasa elim-‐
izdeki bilgisayarlar da olmazdı.
Matematiğe girmeden söylenirse bu çok iyi bir kapasite
rakamıdır.
Diğer yandan güncel bilgilere bakılırsa insan beyni yaklaşık
olarak 80 milyar nöron denen hücreden oluşur. Her bir nöron
diğer nöronlara yaklaşık bir katrilyon sinaps denen bağ ile
bağlanır. Bu, çok büyük bir kapasite demektir. Bu rakamlara
bakılarak olayları hafızada tutabilme konusunda bir sınırın söz
konusu olmayacağı söylenebilir.
Ancak tartışma yaratan bir konular da şöyle özetlenebilir:
Söz konusu nöronların yalnızca 17 milyarı gerçek bilgileri
saklayan serebral kortekste bulunur. Diğerleri serebellumdadır.
Serebral korteksi oluşturan nöronların büyük bir kısmı da değişik
görevler üstlenmiş olup bilgi saklama işini yapmazlar. Bu
durumda bilgi saklama olayı için bir milyar nöron olduğu
söylenebilir. Eğer her bir nöron yalnızca tek bir hatırayı saklıyor
ise saklayabilme kapasitesinde bir sınır olduğunu söylemek
mümkün olabilir. Çünkü bu yalnızca bir cep telefonu ya da sa-‐
dece bir ipod için geçerli olacak hafıza kapasitesine eşittir. olan
nöron sayısı halen kesin olarak bilinmemektedir.
Diğer yandan, beyin dalgalarının varlığı bilinen bir gerçek...
80
Bu günkü bir bilimsel düşünce beyindeki bilgi sınırının öğrenme
hızı (beyin dalgalarının bant genişliği) ile ilişkili hayatımız
boyunca oluşan tüm algıları depolayamıyor ise?
O zaman bilgiler nerede saklı?
Bilimsel olarak herkesin kabul ettiği noktaları hatırlayalım:
1.Madde ve Enerji aynıdır.
2.Hiçbir nesne kaybolmaz ve yoktan yaratılamaz.
3.Bir enerji olan bilgi de kaybolmaz.Mutlak bir yerde saklıdır…
İşte burada yukarıda Hint felsefesinde sözünü ettiğim “Akaşa”
ortamı devreye giriyor. Sade Hintliler değil, Mısırlılar da (Hermes
dahil) evrende akaşa dedikleri bu ortamın varlığından
bahsederler. Akaşa sanskritçe gök, evren ya da aether demek.
Tüm olan biten bu tarih belleğinde saklanırmış. Bilgeler bu
ortama varıp oradan eski olayları alabilirlermiş.
Acaba insan beyni bir telsiz gibi çalışıp biz farkında olmadan
bilgilere otomatikman ulaşıyor mu? Hatıralar böyle mi
canlanıyor? Bu görüşü destekleyen bilim adamları da yok değil.
Tüm bunlara karşılık olarak kimisi de diyor ki:
“Size beynin bilgiyi dijital olarak sakladığını kim söyledi ki böyle
hesaplara giriyorsunuz? Şimdi söyleyin o zaman bu bilgiler “ikili
sekizlik1 mi yoksa “hekzadesimal” mi, yoksa 7-‐bit ASCII mi ?
Öyle sanıyoruz ki beyin bilgileri bilinmeyen bir analog formatta
saklıyor. Kapatın hesap makinelerinizi!!!”
81
Kuantum Fiziğinin Yol Açtığı Fikirler
Yaratılış Hakkında Kuantum Fiziği
Şimdi Evrenin ilk zamanına dönelim. Büyük patlama
anına... Bu anda olayı gözleyen olmadığı gibi dalga fonksiyonunu
çökertecek bir gözlem de yoktur. Bu fevkalade küçük ancak
fevkalade karmaşık bir olasılıklar tümleşiğidir. Çok büyümektedir
ancak bağdaşık durumdadır. Gözlemci olmadığı için de bağdaşık
kalma durumundadır. Bu durumda olasılıklar çoğalır. Bir olasılığa
göre Evren belli bir yönde belli bir hızda büyür. Mümkündür ki
bazı parçacıklar oluşur ve bir araya gelirler. Gerçekten böyle
yapmayabilirler ama böyle yapmaları olasılığı vardır. Yukarıda
sözü edilen dört kuvvetin bilindiği yönde oluşmaları olasılığı da
vardır. Bununla beraber bunların tamamen farklı bir şekilde
oluşmaları olasılığı da büyüktür. Karmaşmış olan dalga
fonksiyonu daha karmaşık bir hale gelir ve sonsuz olasılıklara yol
açar: örneğin değişik evrenler, bazılarında yıldızlar var
bazılarında yok, bazılarında galaksiler var bazılarında yok
bazılarında bildiğimiz dünya ve güneş sistemi var bazılarında
yok...
Aynen
bir
gözlemcinin
olmaması
durumunda
Shrödinger’in kedisinin hayatla ölüm arasında kalması gibi
kuantum evreni de böyle donmuş halde değişik birçok “tarih”
82
içererek kalır. Ancak burada hatırlayalım; bütün bu saydıklarımız
gerçek evrenler değillerdir ancak onların çok karışık dalga
fonksiyonlarından yansıyan olası halleridir.
Olayın gelişmesi gereği olarak eninde sonunda çok
küçük, ancak sıfır olmayan olasılıktaki bir konum akıllı bir
yaratığı içerir. Bu yaratık ışığa bakar ve onu gözlemlemiş olur ve
aynı anda dalga fonksiyonu çözümlenir, bütün Evren gerçekleşir.
Kuantum teorisindeki zamanın olmaması ilkesinden
hareketle bu olay bizim ölçtüğümüz zaman kıyasla bir milyon yıl
önce olmuş olabilir, Musa’nın zamanında olmuş olabilir.
Newton’un zamanında olmuş olabilir. Oluşum bir anlık zaman
almıştır. Ancak dün meydana gelmiş olsa dahi bizim ölçtüğümüz
zamana göre inceleyerek 14 milyon yıllık bir tarih ortaya
koymuştur. Bu durumda denilir ki: “Dalga Fonksiyonundaki tüm
olasılıklar içindeki bir tanesi akıllı bir yaratığın gözlemlemesi
sonucunda çözümlendi, 4 kuvvet gerekli oranlarda oluştular ve
dünyayı bizim yaşayabileceğimiz ortama getirdiler.
Diğer yandan denilebilir ki belki bütün dalga fonksiyonu
anında çözümlenmemiştir. Belki o gözlemcinin varlığını kabul
eden kısmı çözümlenmiştir. Ancak o gözlemcinin devamı olan
gözlemciler gözlemeye devam etmişlerdir. Daha ve daha fazla
gözlemlendikçe dalga fonksiyonunun daha fazlası çökmüştür.
83
Burada ister istemez deizm-‐teizm tartışmaları arasında
diyalektik teizm doktrinine göz atmak gerekir.
Diyalektik Teizm
“Yaratan ve her şeyi gören, bilen, yöneten Tanrı”
anlamındaki "Teizm" fikri karşısında "Deizm"; varlığı akılla
bilinebilen ve evrende olanlara ve insan davranışına karışmayan
bir Tanrı anlayışı olarak ortaya çıkmıştır.
Konuya diyalektik bir açılım getiren İngiliz düşünürü
Alfred Whitehead; "Diyalektik Teizm" tanımını yapmış,
“Tanrının hem değişmez hem de değişen ve oluşan bir niteliği
vardır” demiştir. Tanrı değişmeyen yanı ile evrenin yaratılışını ve
oluşumunu başlatmıştır. (Kuran-‐ı Kerim’de söylendiği gibi “Kun”
veya “Ol” emrini vermiştir). Ancak Tanrı, evreni sürekli olarak
yeniden yapılandırmaktadır. “Kun” veya “Ol” emrini sürekli
tekrarlamakta ve devinimi sürekli kılmakta, Tanrı-‐Evren ilişkisi
bir etkileşim içinde devam etmektedir.
Felsefe bir yana bu işin ilginç ve çarpıcı tarafı
gözlemcilerin yaratıcılar olmalarıdır. Sıfır olmayan olasılıktaki
konumda bulunan akıllı yaratık insan ise ne diyeceğiz?“ Bu
olasılıklar nedeni ile “Düşünüyorum demek ki varım” diyen
Rene’ Descartes haklı değil mi?
Onun sözü Kuantum dünyası için şöyle değiştirilebilir:
“Gözlüyorum bu nedenle yaşıyorum.”
84
Kuantum Tüneli
Kuantum Fiziğini anlamaya çalışırken kişiler ilk önce
Heisenberg’in belirsizlik ilkesine toslarlar. Bu, çoğu kişinin
çalışmayı bırakmasına neden olur. Direnenler Kuantum
Karmaşması konusunda da elenmemişlerse şimdi göreceğimiz
Kuantum Tünellemesi konusunu severek okuyacaklardır. Bu
olay Kuantum Fiziğinin diğer bir acayip öngörüsüdür:
Madde parçacıklardan meydana gelmiştir. Bunların
arasındaki çekim gücü arttıkça parçacıklar birbirlerine daha
yaklaşırlar. Oluşan madde daha sıkı ve kuvvetli bir şekle kavuşur.
Bu çekim gücünün diğer bir sonucu da maddenin çevresinde bir
enerji engelinin oluşmasıdır. Dolayısı ile enerjisi yeterli olmayan
bir parçacık bu enerji kalkanını geçemez. Ancak çok düşük bir
olasılıkla, enerjinin yeterli olması olasılığı vardır ve bu olasılık
gerçekleşirse parçacık kalkanı geçer. Basit bir örnekle anlatmak
için elimizdeki bardağı masanın üstüne koyduğumuzu
düşünelim. Bardak, sayısız parçacıktan oluşan masanın
çevresindeki enerji kalkanı ve kendisinin enerjisinin yetersizliği
nedeni ile çok büyük bir olasılıkla masanın üstünde kalır. Ancak
kuantum Fiziğine göre masadan geçip düşmesi olasılığı, ne kadar
küçük olursa olsun mevcuttur.
Kimi filmlerde bu anlayışa yer verilmektedir: Hapiste
olduğunuzu farz edin. Hapis odanızın içinde ya da dışında
85
yaptığınız her türlü hareket klasik fizik kurallarına uyar ama
duvarlardan geçecek ya da duvarları yıkacak enerjiniz yoktur.
Ancak yukarıdaki kuantum olasılığı içinde bu kalkanı
geçebilecek bir enerji bulunabilir.
Bu teoriye dayanan kimi araştırmacılar, maddenin ve
giderek evrenin, belli bir olağanüstü enerji kaynağından enerji
nakleden bir kuantum tünelinin aracılığı ile gerçekleştiğini dahi
ileri sürmüşlerdir.
Kuantum Bilgisayarları
Bu noktada kısaca Kuantum Bilgisayarlarından söz
etmek yerinde olacaktır.
Bunlar temel olarak Normal Bilgisayar sistemlerindeki
bir ya da sıfır değerini alan “bit” yerine kuantum bitleri
anlamında "qubit"leri kullanırlar. Bir qubit sıfır, bir, ya da
bunların herhangi bir kuantum bindirmesi yapılmış düzenini
temsil edebilir. Buna ek olarak bir çift qubit herhangi bir
kuantum bindirmesinin 4 halinde bulunabilir. Genelde n qubitlik
bir bilgisayar sistemi 2
n
halin gelişigüzel bindirilmesi ile
çalışabilir. Dolayısı ile sistem fevkalade hızlıdır belleği çok
üstündür. Ancak endüstride çok dengeli olanlarını yapılması
hayli zordur. Son zamanlarda 15 “qubit”e çıkılmıştır. Bunlar pek
çok bilgisayarın paralel çalışması gibi düşünülebilirler. Qubitler
göreli olarak küçüktürler Bu bilgisayarlar hızları ve dolayısı ile
86
kısa zamanda şifre vb çözebilmeleri nedeni ile halen hükümetler
tarafından tercih edilmektedirler. Kuantum Bilgisayarları ile ilgili
bir problem şudur: Bunlar çevre ile temaslarında kuantum
ayrışmasına uğrarlar. Bu durum bilgisayarların çalışmasında
dengesizlik yaratabilir. Şöyle açıklayayım: Bilgisayar çalışırken bir
atom altı parçacığı gözlemlerseniz değerini değiştirirsiniz.
Örneğin bindirilmiş haldeki bir qubitin değerini anlamak için
bakarsanız o; 1 ya da 0 değerini alır, ancak her ikisini de
üstlenmez. Bu durumda bindirilmiş kuantum konumu sona erer
ve güzel bilgisayarınız günlük bir dijitaL bilgisayara dönüşmüş
olur. İlim adamları bu durumu düzeltebilmek için yollar
düşündüler ve sonunda kuantum karmaşmasından yararlanmayı
uygun buldular. Yukarıda gördüğümüz iki parçacığı karmaştırınca
ikinci parçacık asıl parçacığın değerinin tam tersini alıveriyor.
Böylece değer saptanabiliyor.
Görünmeyenin Belirtisi Olarak Dış Dünya
Yukarıda açıklanan esoterik Hint felsefesinin ışığında dış
dünyanın bir görünmeyenin yansıması olduğu ileri sürülmüştür.
Isa Upanishadının girişi şöyle başlar: “O (Brahma) “tam”dır.Bu
(dünya) “tam”dır. O görünmez “tam” dan bu “tam” meydana
gelmiştir.
Vedanta’da “bu” ve “o” teknik terimlerdir. “Bu” bizim
duyularımızla algıladığımız evrendir.”O” bu dünyanın kaynağıdır,
87
duyularımızla idrak edilemez, yalnız mistik yaklaşımla
kavranabilir. Fizik Profesörü David Bohme evrenin örtülü
boyutuna “sezgisel düzen” demekte ve bu deyimle görünürdeki
katı, ayrık, dengeli maddesel dünya yapısının altında yer alan
akışkan, birbirine bağlı enerji örüntülerini kast etmektedir.
Dr.Marilyn Ferguson Bohm’un görüşlerini şöyle özetler:
“Bohm dengeli, elle tutulur, işitilebilir dünyanın bir
yanılsama olduğunu söylemiştir. O; dinamik, sürekli değişken ve
gerçekten var olmayan bir şeydir. Normal olarak gördüğümüz
gözler önüne serilmiş olandır. Ancak bunun altında yatan bir
ikincil düzen vardır. Buna “sezgisel” düzen diyor. Bu sezgisel
düzen aynen hücrelerin çekirdeğindeki DNA nın potansiyel
yaşamın gerçekleşmesi koşullarını yönlendirdiği gibi gerçeğimizi
içerir ve onu betimler.
Dr. Capra bunu bir mecazla açıklıyor:
“Tanrı İndra’nın cennetinde bir inciler dizini vardı ki bir
tanesine baktığınızda içinde diğerlerinin de aksini görürdünüz.
Aynı şekilde dünyadaki her cisim de sadece kendisi değildir.
Çevresindeki her şeyi yansıtır, gerçekten de diğer her şeydir. Her
toz zerresinde sayısız “Buda”lar vardır.
‘Maya’ çoğu kez yanlış şekilde ifade edildiği gibi
dünyanın hayal ürünü olduğunu ileri sürmez. Yanılsama yalnızca
bizim anlayışımızdadır: Biz eğer çevremizdeki şekilleri ve
88
yapıları, nesneleri ve olayları; her şeyi ölçen ve sınıflandıran
beynimizin ürünleri olarak değil de doğanın gerçekleri olarak
kabul ediyorsak yanılgı işte buradadır. Maya bu aldatıcı algıların
gerçek olarak Kabul edilmesidir.”
Evren Bir Hologram mı?
Holografi lazer ışınları kullanılarak elde edilen bir üç
boyutlu fotoğraftır. Normal bir iki boyutlu fotoğraf bozulursa
elden çıkar. Bunun aksine bir hologramın bir kısmı bozulursa
geri kalan kısımları kullanılarak tüm imaj tekrar yaratılabilir.
Gizemli denilebilecek bir şekilde bir hologramın her parçası,
hologramın tamamını içerir. Bu olgu beynimizin çalışmasını
andırır. Sinir uzmanı Dr. Karl Primbram hatıraların beyinde
nerede yerleştiğini araştırıyordu. Hatıranın ve hafızanın tek bir
yerde bulunmadığını keşfetti. Eskiden, hafızanın insan beyninin
belli bir noktasında toplandığı sanılırdı. Ancak insan beyni
üzerinde yapılan ameliyat sonuçları, beynin ne kadarı alınırsa
alınsın, geçmişin kişi tarafından hatırlandığını ortaya koymuştur.
Nasıl işitir, görür ve tat alırız? Primbram’a göre beyin sadece
verilerin frekanslarını alır. Bu frekanslar üzerinde karmaşık
matematik analizler yapar ve bunları katılık, soğukluk ve koku
olarak tercüme eder.
Renkler konusunda bir örnek verelim:
89
Bir ışık demetinin rengi aslında o demetin dalga boyu ile değil, o
dalga boyunun bilinçli şuuruna yaptığı etki sonucunda belirlenir.
Bu etki fotonların retina tarafından sinir dürtülerine çevrilmesi,
bu dürtülerin optik sinir aracılığı ile beyinin görme korteksine
iletilmesi, burada beyinin diğer yanlarından gelen diğer
dürtülerle de karışması ve onlar tarafında değiştirilmesi ile
ortaya çıkar. Bu ana kadar olagelen tüm işlemlerin niteliği
bilinmektedir. Olay bundan sonra başlar: Bu dürtüler daha sonra
hiç bilemediğimiz bir şekilde şuurumuza düşer ve burada bir
renk duyusu yaratır. Nörolojide “qualia” denilen benzeri bir
grup olay arasında yer alan bu oluşumu tanımlamak yolunda
değil ölçmek, tanımlamak dahi mümkün değildir. Sonuca renk
deriz. Ancak rengi tarif edemeyiz.' Gök mavidir denildiği zaman
anlaşılan ancak bu renge böyle bir isim takıldığı içindir. Maviliği,
“mavi ışığın dalga boyunu” nanometrelerle ölçtüğümüz gibi
ölçemeyiz. Gözümüzün algıladığı mavi renk hakkında ancak
retinaya düşen ışık demetinin dalga boyunu söyleyebiliriz.
Ondan sonraki olaylar bilinemezdir. Bu nedenle “mavilik” fiziğe
yabancıdır. Onu “maddi olmayan” olarak tanımlayabiliriz.
”Bu matematiksel işlemlerin bizim algıladığımız dünya ile
mantıksal ilişkisi yoktur” diyor Karl Primbram, ”algılananlar
beynin frekansları analiz etmesi ile küçük bir hologram
parçasından meydana getirdiği tüm bir üç boyutlu hologramdır.
90
Marilyn Ferguson’un sözleri ile: “Eğer evren holografik ise ve
beyin de böyle çalışıyorsa o zaman evren doğu dinlerinin
söylediği gibi Maya, yani görüntüdür. Somutluğu hayaldir.”
Sayısız Evrenler
“Kısım 1.de anlattığım Schrödinger Denkleminin
Çözümlenmesi paragrafındaki birkaç cümleyi aynen alıyorum:
Kopenhag açıklamasını savunanlar bir dalga fonksiyonunun
değişik olaylara yol açabilecek pek çok olasılığı barındırdığını,
ancak çözümlenme aşamasında tek bir olasılığın gerçekleştiğini,
diğerlerinin gerçek dünyada yok olduğunu ileri sürerler.
Buna karşıt olarak Fonksiyon çözümlendiğinde çok evren ya da
paralel evrenler meydana geldiği görüşünü savunanlar da vardır.
Bunlar dalga fonksiyonunun içerdiği her karakteristik sayının bir
evreni yansıttığını, bu evrenlerin değişik uzaylarda eşzamanlı
olarak var olduklarını ileri sürerler:
Örneğin yukarıda anlatılan çift yarık deneyi ele alındığında bir
elektronun arka duvarda hangi noktaya vuracağı hakkında çeşitli
olasılıklar vardır. Ancak elektron vurduktan sonra başka bir
noktaya vurması olasılığı ortadan kalkar. Çok evren teorisini
destekleyenler bir elektronun vurma imkânı olan her noktaya
vurduğunu ve her bir vurgu noktasının ayrı bir evrende
gerçekleştiğine hükmederler. Bu teori bilim dünyasında uzun
zaman kabul görmemiş, ancak aşağıda açıklayacağım ölüm ve
91
kuantum fiziği bahsinde yer alan Max Tegman’ın “kuantum
intihar deneyi”ni geliştirmesi ile desteklenmeye başlanmıştır.
“Bu gün Bilim adamlarının, özellikle fizikçilerin büyük
çoğunlukla anlaşmaya vardıkları bir gerçek vardır ki bu, bilgilerin
mekanik olmayan bir evreni işaret ettikleridir. Evren büyük bir
makineden çok büyük bir sanı olarak görünmektedir. Öyle
sanıyoruz ki akıl ve şuur madde alanına kazara girmiş olmayıp
madde alanının yaratıcısı ve yöneticisi durumundadır. Burada
kişisel şuurlarımızı değil ama ondan kaynaklanarak şuurlarımızı
oluşturan atomların düşünce olarak var olmasının kaynağı olan
şuurdan söz ediyorum.”
Eğer bir evren düşlenebilirse, o vardır. Büyük İngiliz astronomu
Sir James Jeans evrenin bir hayal ürünü olduğunu söyleyen ilk
bilim adamlarından idi. 1932 yılında şöyle yazmıştır|
“Bu gün fizik alanındaki ilim adamları arasında hemen hemen
oy birliği sağlayan bir anlayış vardır: O da bilginin mekanik
olmayan bir evren fikrini destekler yönde geliştiğidir. Evren
büyük bir makineden ziyade büyük bir düşünce olarak
görülüyor. Şuur artık madde dünyasına kazaen giren bir davetsiz
misafir değildir. Onu maddenin yaratıcısı ve yöneticisi olarak
görüyoruz Tabii ki bu şuur bizim kişisel şuurumuz değil ama onu
yaratan atomların içinde düşünce için var olduğu şuur.”
92
Bu önerim Kuantum teorisine yabancı değildir. Hugh Everett
1957 yılında paralel evrenler fikrini ortaya atmıştır. Kuantum
Bilgisyarlarının kaşifi Prof. David Deutsch diyor ki:
“Öyle zannediyorum ki çok sayıda, belki sonsuz sayıda evren
var. Bunların çoğu bizimkinden farklı. Ancak bazılarındaki farklar
çok az. Örneğin masanın üstündeki kitabın yeri gibi…Diğer her
şey aynı…. P. C. W. Davies and J. R. Brown Kısım 1.de
anlattığım Schrödinger’in kedisi deneyinden söz ederler: Burada
olay olduğunda kedi iki ayrı bindirilmiş durumdadır. Birinde yarı
olasılıkla ölü diğerinde yarı olasılıkla diri… Everett’e göre evren
iki kopyaya ayrılır, kedi birinde yaşar ancak diğerinde ölür ve
gömülür. Deneyi yapanın da her iki evrende kopyası olduğundan
o, yaptığı deneyi eşsiz olarak kabul eder. Diğer taraftan, zaman
denilen olguya baktığımız zaman aslında onun var olmadığı ama
olasılık fonksiyonunun çözümlenmesi ile olası olayların arka
arkaya meydana gelerek sanki zaman geçiyormuş hissinin
yaratıldığı söylenmektedir.
Eğer bir Kuantum potansiyeli, çok sayıda bindirilmiş olasılık
fonksiyonundan oluşmuşsa, sonuçta o kadar sayıda evren
yaratılır. Bu olasılıklarda olasılık sayısı sonsuza kadar gidebilir.
Sonuçta, yaşadığımız ve gördüğümüz evrenin yanında pek çok,
belki sonsuz sayıda evren bulunduğunu kabul etmeliyiz. Ayrıca,
93
bu evrenlerde bize benzeyen kişiler vardır. Tabii bu da acayip bir
düşünce…
Kuantum Fiziği ve Ölüm
Sayısız Evrenler teorisinin bir önemli yönü; evrenin
ayrılması sırasında bir evrende kalan kişinin diğerdekinden
habersiz olmasıdır. Bunu şöyle bir hikaye ile açıklayalım:
Bir kişi bir yerden mücevher çalma girişiminde bulunur. İki
olasılık vardır: Yakalanmak ya da başarılı olmak. İki ayrı evrene
ayrılan evrenin birinde kişi başarılı olur diğerinde yakalanır. Bu
iki kopya birbirinden habersizdir.
İntihar deneyinde kişi tabancası ile kendisine ateş eder. İki
olasılık vardır: Tabanca ateş alır (kişi ölür) ya da tutukluk yapar
(kişi sağ kalır). Tetiğin her çekilişinde olasılığı karşılamaya
hazırlanan evren ikiye ayrılır. Kişi ölünce evren tetiğin çekilmesi
halindeki ayrılmayı gerçekleştiremez. Bu durumda ölüm olasılığı
için yalnız bir seçenek vardır: süresiz ölüm. Ancak kişinin diğer
evrendeki kopyası için hala iki olasılık mevcuttur: Kişi tetiği
çekince yaya devam eder ya da ölür.
Bu konumda kişi tetiği çekip evren ikiye ayrılınca yaşayan kişinin
kopyası diğer evrende ölmüş olduğunu bilmeyecektir. Bunun
yerine yaşamaya devam edecek ve tetiği tekrar çekme fırsatı
olacaktır.
Her
tetiği
çekişte
yukarıdaki
senaryo
tekrarlanacağından kişi bir evrende diğer paralel evrenlerdeki
94
ölümünden habersiz olarak ebediyen yaşayabilecektir,.Buna
“Kuantum Ölümsüzlüğü” adı verilir.
O zaman sorabiliriz: Neden intihar teşebbüsünde bulunanlar
ölümsüz değil? Sayısız evrenler teorisi der ki kimi paralel
evrenlerde bu olasıdır. Ancak bize öyle görünmez çünkü evrenin
ayrılması bizim kendi yaşam veya ölüm durumumuzla ilgili
değildir. Biz bu durumda diğer bir kişinin intihar teşebbüsünde
gözlemciyiz. Tabanca bizim olduğumuz evrende patlarsa sonuç
ne ise onu görürüz.
ÜÇ: FİZİKÜSTÜNDEN FİZİĞE
Dostları ilə paylaş: |