HAKAN KILIÇ
eleştirileri ve Gürcistan, Ukrayna
ve
Kırgızistan’daki
Batı destekli
renkli
devrimleri
kınadıklarını açıklamaktadır. Bu iki ülke aynı zamanda Zimbabwe Devlet
Başkanı Robert Mugabe gibi insan hakları ihlalcilerine BM Güvenlik Konseyi tarafından
uygulanmak istenen yaptırımlara karşı çıkmalarını da açıklamaktadır. Rusya’nın durumunda
bu egemen demokrasi veya ‘Sovereign Democracy’ olarak adlandırılmaktadır (nASAW,
2008). Ulusal azınlıkların statüsünde de aynı mantık geçerlidir. Bu toprak bütünlüğüyle ilgili
bir konu olarak ortaya konulmaktadır. Rusya’nın Çeçenistan savaşında yol açtığı ölümler ve
insan hakları ihlalleri eleştirilirken, Çin buna sessiz kalmamış ve Kremlin’e destek vermiştir.
Rusya da Çin’in Tibetlilere karşı güç kullanmasını desteklemiştir. 2008 Olimpiyatları’na
giden süreçte meydana gelen bu olay Batı’nın bu durumu kınamasına ve oyunları boykotta
bulunma çağrısına sebebiyet vermiştir. Her iki ülk e de ulusal birlik konusunda hassastır ve
buna yönelik tehditin dış tehditten (diğer devletler tarafından saldırıya uğrama) çok iç tehdit
(ulusal azınlıklar tarafından yapılan ayaklanmalar) olduğuna
inanmaktadırlar.
İnsani müdahale konusunda ise her iki ül ke de sürpriz olmayan bir biçimde Birleşmiş
Milletler’in görevi olarak insancıl müdahale yapılmasını desteklememektedirler. Fakat her
ikisi de
kitlesel katliamlara cevaben yapılacak
müdahalelerin Birleşmiş
Milletler tarafından yetkilendirilmesi gerektiğini düşünmektedirler ki burada Güvenlik
Konseyi’nde veto haklarını kullanarak bu kararları geçersiz kılabilme şansına sahiptirler.
1999 yılında Kosova’da NATO tarafından gerçekleştirilen harekâtları ve 2008 Başkanlık
seçimlerde Senatör John McCain gibi yeni Muhafazakârlar tarafından önerilen Demokrasiler
Cemiyeti gibi geçici koalisyonları yasadışı ve tehlikeli bulmaktadır çünkü bunlar kendi
kendine tayin etme isteğinin oluşması anlamına gelmektedir. Nükleer silahlar konusunda
i s e ;
Çin ve Rusya, Bush yönetimin in 2002 yılında 1972 tarihli Anti Balistik
Füzeler Antlaşmasından çekilmesine karşı çıkmışlardır. Çünkü bu iki ülkeye göre balistik
füze savunma sistemleri her ne türde olursa olsun, bölgesel veya küresel, istikrarsızlaştırıcı
bir özelliğe sahiptirler (Daryl Kimball, 2012). Bu sistemler balistik füze sistemlerine sahip
olmayan veya olamayan nükleer silah sahibi devletlerin saldırıları caydırmak için sağlam bir
ikinci vuruş kapasitesine sahip olmalarını sağlayacak şekilde kendi nükleer savaş başlıklarını
artırmalarına davetiye çıkaracaktır. Bu bağlamda İran ve Kuzey Kore gibi nükleer programa
sahip olup Batılı devletler tarafından nükleer silah ürettikleri düşünülen bu devletlere karşı
olan uluslararası yaptırımlara bu iki devlet de karşı çıkmaktadır.
Batı gücünün projeksiyonuna bakıldığı zaman ise Çin ve Rusya başarısız olmasına rağmen
güçlerini birleştirmeye çalışmışlardır. NATO’nun genişlemesine her iki devlet de karşıdır.
ABD’NİN KUZEY SURİYE POLİTİKASI
45
NATO’nun genişlemesi Çin’in güvenliğinden daha çok Rusya’nın güvenliği için bir meydan
okuma oluşturmaktadır. Açıkça, Çin bugün Rusya’nın Batı cephesinde karşılaştığı durumla
yarın kendi çevresinde karşılaşabileceğinden korkmaktadır. Aslında bu da 11 Eylül saldırıları
sonrasında Bush yönetiminin Birleşik Devletler Kuvvetleri’ni Orta Asya’da Özbekistan ve
Kırgızistan gibi yerlere konuşlandırmasıyla bir nevi gerçekleşmiş durumdadır. Rusya ve Çin
arasında birtakım alanlarda anlaşma olmasını sağlayan temel unsur, her iki devletin de tek
kutuplu dünyaya karşı hissettikleri soğukluktur ki bu dünyada onlara göre Birleşik Devletler
çok büyük bir güce sahip olup, diğer ülkelerin itirazlarını ve çıkarlarını dikkate almamaktadır.
Moskova ve Pekin için buna verilecek en uygun yanıt diğer devletlerle beraber çok kutuplu
bir düzen oluşturarak bu egemen gücü dengelemektir. Birleşik Devletler önderliğinde NATO
tarafından 1995’de Bosnalı Sırplara yapılan saldırılar, 1999’da Sırbistan’a yapılan saldırılar,
2003 Irak işgali, NATO’nun devam eden genişlemesi ve Bush yönetiminin önleyici savaş
politikası, Moskova ve Çin’in neden bir dengeleyici güç oluşturmak ihtiyacı içinde
olduklarını açıklayıcı sebeplerdir (Hinnebusch, 2007). Öte yandan Rusya ve Çin’in
aralarındaki stratejik ortaklığı somut bir biçimde müttefikliğe dönüştürmeye yönelik
istekleriyle ilgili olarak bir kanıt bulunmamaktadır. Genel olarak Rus liderleri ve birçok Rus
Batı’nın bir parçası olmak istemekte ve ülkelerin meşru çıkarları olmasına ilaveten kendi
güvenliklerini etkileyen konularda danışılması gereken büyük bir güç olarak tanınmasını
arzulamaktadırlar. Rusya’da bugün geçerli olan eğilim Batı’ya katılmaktır. Rus-Çin ortaklığı
Rusya’ya özellikle enerji ve silah satışı konusunda büyük faydalar sağlamakta ve Amerika ile
olan ilişkilerinde bir kaldıraç özelliği göstermektedir. Fakat bu kültürel yakınlaşmaya
dayanmamaktadır.
Rusya, Çin’in Doğu Asya’da genişlemesinin kendi zararına olacağını düşünmektedir. Bu
durumda Rusya’nın Amerika ile köprüleri atarak Çin ile ittifak kurması, Moskova’yı Çin’in
küçük ortağı haline getirip bağımlı olmasına yol açacaktır. Moskova, Washington’dan kendi
ulusal güvenlik çıkarlarını ciddiye almasını istemektedir fakat Amerikan’ın Kuzey Pasifik’ten
çekilerek Çin’in bu bölgede hâkim olarak bırakmasını arzulamamaktadır. Daha geniş olarak
temel güç merkezleri arasında dengeli bir ilişki olması Moskova tarafından istenmektedir.
Burada temel güçler; Birleşik Devletler, Rusya, Avrupa, Japonya ve Hindistan’dır. 2004
sonrası dönemde silah ticareti İran ile olduğu kadar Çin ile ilişkilerde de belirleyici bir faktör
olmuştur. Giderek artış gösteren silah ticaretine ilaveten iki ülke arasında 2005 yılında yapılan
ilk ortak askeri tatbikat, taraflar arasındaki askeri ilişkilerin gelişimine kayda değer katkıda
bulunmuştur. ABD’nin uluslararası sistemdeki hâkimiyetine karşı ortak duruş gösteren bu iki
|