Bölüm 9
Bruno Eskiden Keşfetmeyi Sevdiğini Hatırlıyor
Out-With’de
uzun bir süre hiçbir şey değişmedi.
Bruno, Gretel’in morali ne zaman bozuk olsa kendisine kötü davranmasına katlanmak zorundaydı.
Bu da çok sık oluyordu; çünkü o umutsuz vakaydı.
Berlin’e dönebilmeyi hâlâ umuyordu; ama oranın anıları artık silinmeye başlamıştı. Büyükbaba ve
büyükanneye değil oturup yazmak, yeni bir mektup yollama düşüncesi bile haftalardır aklına
gelmemişti.
Askerler hâlâ her gün gelip gidiyorlar, babanın çalışma odasında toplantılar yapıyorlardı. Orası
hâlâ Girilmesi Her Şartla Her Zaman Yasak yerdi. Teğmen Kotler, hâlâ sanki dünyada ondan önemli
kimse yokmuş gibi siyah çizmeleriyle dolaşmaya devam ediyordu ve baba ile olmadığı zamanlar ya
giriş yolunda durup saçını parmağına dolayarak isterik kahkahalarla gülen Gretel’le konuşuyor ya da
anne ile odalarda baş başa fısıldaşıyordu.
Hizmetçiler hâlâ gelip bir şeyler yıkıyor, bir yerleri süpürüyor, bir şeyler pişiriyor, bir şeyleri
temizliyor, bir şeylerin servisini yapıyor, bir şeyleri götürüyor ve onlarla konuşulmadıkça çenelerini
kapalı tutuyorlardı. Maria hâlâ zamanının çoğunu bir şeyleri düzelterek geçiriyor ve Bruno’nun
giymediği şeylerin, dolabında katlı ve düzgün olmasını sağlıyordu. Pavel, hâlâ her öğleden sonra
geliyor, patates ve havuçları soyuyor, sonra beyaz ceketini giyip yemek masasında garson olarak
hizmet ediyordu. Bruno onu, arada bir dizine, salıncak kazasının kanıtı olan küçük, belirgin yara izine
bakarken görüyor; fakat birbirleriyle hiç konuşmuyorlardı.
Sonra işler değişti. Baba, çocukların eğitimlerine dönme zamanının geldiğine karar verdi. Bruno
sadece iki öğrencili okul fikrini saçma bulsa da anne ve baba, bir öğretmenin gelip onların sabah ve
öğleüstlerini derslerle doldurması konusunda fikir birliğine varmışlardı. Birkaç sabah sonra Bay
Liszt adında bir adam, kemik sarsıcı aracıyla tangırtılar içinde yolda belirdi ve okul yeniden başladı.
Ba y Liszt, Bruno için bir sırdı. Çoğu zaman dostça davranıyordu ve ona asla Berlin’deki eski
öğretmeninin yaptığı gibi el kaldırmıyordu. Fakat gözlerindeki bir şey Bruno’ya, dışarı taşmak için
bekleyen bir öfkenin varlığını hissettiriyordu.
Bay Liszt, özellikle tarih ve coğrafyaya meraklıydı, oysa Bruno okumayı ve sanatı tercih ediyordu.
“O şeylerin sana faydası yok,” diye ısrar etti öğretmen. “Bu çağda, bu zamanda sosyal bilimleri
iyi anlamak çok daha önemli.”
“Büyükanne, Berlin’de bizi hep oyunlarda oynatırdı,” diye belirtti Bruno.
“Büyükanneniz öğretmeniniz değildi, öyle değil mi?” diye sordu Bay Liszt, “O sizin
büyükannenizdi. Bense burada öğretmeninizim, bu yüzden benim önemli dediğim şeyleri çalışacaksın,
kendi sevdiklerini değil.” “Kitaplar önemli değil mi?” diye sordu Bruno. “Dünya için önemli olan
şeylerle ilgili kitaplar, elbette önemli,” diye açıkladı Bay Liszt. “Hikâye kitapları değil. Hiç olmamış
şeyleri anlatan kitaplar değil. Sen geçmişini ne kadar iyi tanıyorsun genç adam?”
Takdir edilecek tek yanı. Teğmen Kotler’in tersine Bay Liszt’in de Pavel gibi Bruno’ya genç
adam diye hitap etmesiydi.
“On beş Nisan bin dokuz yüz otuz dörtte doğduğumu biliyorum,” dedi Bruno.
“Kendi geçmişin değil,” diye sözünü kesti Bay Liszt. “Senin kişisel tarihin değil, ben kim
olduğun, nereden geldiğinden söz ediyorum. Ailenin mirasından. Baba topraklarından...”
Bruno kaşlarını çatlı ve bunu düşündü. Babanın topraklan olduğundan pek emin değildi, çünkü
Berlin’deki ev geniş ve rahat olmasına karşın çevresinde bahçe için fazla yer yoktu. Ve Out-With’in,
sahip olduğu bütün o araziye rağmen kendilerine ait olmadığını bilecek kadar büyüktü. “Pek fazla
değil,” diye itiraf etli sonunda. “Gerçi Ortaçağ hakkında oldukça çok şey biliyorum. Şövalyeler,
maceralar ve keşiflerle ilgili hikâyeleri severim.”
Bay Liszt, dişlerinin arasından sinirli bir ses çıkardı ve kızgınlıkla başını salladı. “Öyleyse ben
bunu değiştirmek için buradayım!” dedi, tehditkâr bir sesle. “Kafanı hikâye kitaplarından kurtarıp,
sana nereden geldiğini ve yapılan büyük yanlışları öğreteceğim.”
Bruno, kendini mutlu hissederek başıyla onayladı. Sonunda neden rahat evlerini terk etmeye
zorlanıp bu berbat yere geldiklerini öğrenebilecekti. Şu kısa hayatında ona yapılan en büyük yanlışlık
bu olmalıydı.
Birkaç gün sonra, Bruno odasında tek başına oturarak, evde yapmaktan hoşlandığı ama Out-
With’e geldiğinden beri yapamadığı her şeyi düşünmeye başladı. Birçoğunu artık birlikte oynayacak
arkadaşı olmadığı için yapamıyordu ve Grelel’in onunla oynaması da pek mümkün değildi. Ama tek
başına yapabildiği, Berlin’de hep yaptığı bir şey daha vardı, bu da keşifti.
“Ben çocukken,” dedi Bruno kendi kendine, “Berlin’deyken keşfetmekten hoşlanırdım. Orası her
taralını bildiğim ve dilediğim her şeyi gözlerim kapalı bulabileceğim bir yerdi. Burada hiç gerçek bir
keşif yapmadım. Belki başlama zamanı gelmiştir.”
Fikrini değiştirmemek için hemen yatağından atladı, bir ceket ve eski bir çift bot için gardırobunu
altüst etti. Bunların, gerçek bir kâşifin giyeceği türde giysiler olduğunu düşünüyordu. Sonra evden
ayrılmaya hazırlandı.
İçeride araştırma yapmanın anlamı yoktu. Ne de olsa burası Berlin’deki ev gibi değildi. Orada
yüzlerce köşe bucak ve garip küçük odalar hatırlıyordu. Tabii bodrumu ve penceresinden dışarıyı
görebilmek için parmak uçlarında yükselmek zorunda kaldığı tepedeki küçük odayı da sayarsak
toplam beş katı söylemek gereksizdi. Hayır burası araştırma için berbat bir evdi. Eğer yapılacak bir
keşif varsa ancak dışarıda olabilirdi.
Bruno, aylardır yatak odasının penceresinden dışarı bakıyor, bahçeyi, üstünde yazılı plaket olan
bankı, yüksek tel örgüyü, ahşap telgraf direklerini ve büyükannesine yazdığı son mektupta anlattığı
tüm diğer şeyleri görüyordu.
Ne kadar sık bakarsa baksın, bütün o insanların, çizgili pijamalarını giymiş onca insanın neden
orada olduklarını düşünmek aklına bile gelmemişti.
Sanki bambaşka bir şehir gibiydi. İnsanlar onun yaşadığı evle yan yana yaşayıp beraber
çalışıyorlardı. Gerçekten bu kadar farklı mıydılar? Kamptaki bütün insanlar aynı kıyafetleri
giyiyorlardı: O çizgili pijamaları giyip yine çizgili kumaştan takkeleri takıyorlardı. Anne, Gretel ve
kendisi dışında evinde dolaşan bütün insanlar, değişik kalitede üniformalar giyiyorlar; madalyalar,
kasketler ve şapkalar, parlak kırmızılı-siyahlı kol bantları takıyorlar; silah taşıyorlar ve her zaman
felaket derecede acımasız görünüyorlardı. Sanki tüm bunlar çok önemliymiş ve kimse tersini
düşünmemeliymiş gibi.
Tam olarak fark neydi? Kendi kendine düşündü: Hangi insanların çizgili pijama, hangilerinin
üniforma giyeceğine kim karar vermişti?
Elbette bazen iki grup karışıyordu. Kendi taralında gördüğü insanları, tel örgünün karşı tarafında
da sık sık görmüştü. Yetkinin onlarda olduğu çok açıktı. Askerler ne zaman yaklaşsa pijamalı insanlar
hemen hazır ola geçiyorlardı. Bazen yere düşüyorlar, toparlanıp kalkamıyorlar ve taşınmaları
gerekiyordu.
Bu insanları hiç merak etmemem garip, diye düşündü Bruno. Askerlerin oraya ne kadar sık
gittiklerine bakınca birçok defa babasının da oraya gittiğini görmüştü. Onlardan hiçbirinin eve davet
edilmemesi hayret edilecek bir şeydi.
Bazen, sadece bazen, askerlerden bazıları yemeğe kalırdı. Kaldıklarında çok fazla köpüklü içki
servisi yapılır, Bruno ve Gretel son lokmayı yedikleri anda odalarına gönderilirlerdi. Sonra aşağıdan
gürültüler gelir ve berbat şekilde şarkılar söylenirdi. Baba ve anne askerlerin dostluğundan
hoşlanıyorlardı. Bruno bunu anlayabiliyordu; fakat çizgili pijamalı hiç kimseyi bir kez bile yemeğe
davet etmemişlerdi. İşte bunu anlamıyordu.
Bruno evden çıkınca arkaya dolandı, kendi yatak odasının penceresine baktı. Aşağıdan o kadar da
yüksek görünmüyordu. İnsan oradan atlasa fazla bir zarar görmez, diye düşündü. Ama böylesine
aptalca bir şeyi denemesini gerektirecek bir neden hayal edemiyordu.
Belki ev yansaydı ve orada sıkışıp kalmış olsaydı deneyebilirdi; bu, o zaman bile çok riskli
görünüyordu.
Sağına, olabildiğince uzağa baktı, tel örgüden çit, güneş ışığına doğru uzuyor gibiydi. Böyle
olmasından mutluydu; çünkü bu, ileride neler olduğunu bilmediği ve yürüyüp öğrenebileceği
anlamına geliyordu. Zaten araştırmanın anlamı buydu. Bay Liszi’in tarih derslerinde öğrettiği tek bir
iyi şey vardı: Christoph Colomb ve Amerigo Vespucci gibi adamların macera dolu hikâyeleri.
Onların ilginç hayatları Bruno’nun aklını çelmiş, büyüdüğünde onlar gibi olma isteğini iyice
kamçılamıştı.
Düşündü ki o yöne doğru gitmeden önce araştıracak son bir şey daha vardı: Bank. Aylardır ona
bakıyordu. Uzaktan üstündeki yazıya gözlerini dikiyordu ve ona, yazılı plaket olan bank diyordu; fakat
hâlâ üstünde ne yazdığı hakkında bir fikri yoktu. Kimsenin gelmediğinden emin olmak için sağına
soluna baktı, oraya koştu ve sözcükleri okurken gözlerini kıstı. Sadece küçük, bronz bir plakaydı ve
Bruno usulca okudu:
“ Açılış nedeniyle sunulmuştur. “
Tereddüt etti. “Out-With Kampı” Her zamanki gibi ismi söylerken zorlanmıştı. Devam etti:
Dostları ilə paylaş: |