The XXXVI International Scientific Symposium "Multidisciplinary Studies of the Turkish World" The 25 th of March 2023 ISBN: 978-605-72481-0-7 Eskishehir / Türkiye ---26---
kimesne ve o kavim birlik tapınımından ve birlik sevgisinden de uzaktır” (Alkan, 2010:66). Başka dinden ya
da inançtan olan insanların da Tanrı’yı yürekten sevmesi ve başkalarına zulmetmemesiyle Tanrı’nın sevgisini
kazanabildiğini ve tapınma şeklinin önemli olmadığını da konuşurlar bu cem meclisinde. Bir İyonya bilgini
Demokritos’un insanın özüne dair bilgileri bile paylaşılırmış. Tenin fani canın ölümsüz olduğu, Tanrı’nın
parçası olan canın da tıpkı Tanrı gibi şekilsiz ve nurani bir ışıktan oluştuğu buradan idrak edilirmiş. Tüm bu
şeyler Luther’in de sürekli üzerinde düşündüğü ve sorguladığı fikirlerdir. Tüm bu Tanrı, evren ve insan
birlikteliği düşüncesi yine Tapduk Emre’nin ağzından romanın 26.cı bölümünde tekrar vurgulanır. Tanrı’nın
âlemden ayrı olmadığını, insanda, hayvanda, ağaçta, otta, her nesnede var olduğunu, yaratılmışın yaratana
kavuşmak için can attığını, Hakk’a kavuşup onunla hemhal olunca tüm acılarından sıyrılıp gerçek huzura
erdiğini, bunun için de nefsi hırs, kin, kibir, riya ve tamahtan arıtmak ve aydınlatmak gerektiğini, ibadetin de
cennet ödülü ya da cehennem korkusuyla çıkar için değil gerçekten yürekten Tanrı sevildiği için yapılması
gerektiğini, gönül kirinden arınarak gönül aynasının parlatılmasıyla gerçek birliğin ortaya çıkarılabileceğini,
insanın can, din, inanç ve nefis adlı dört yoldaşı olduğunu, bunlardan üçünün dost nefsin ise insana düşman
olduğunu, dört öğeden yaratılan evrenin içinde Hakk’a kavuşmak ve yetkin insan olmak için şeriat, tarikat,
marifet ve hakikat adlı dört kapıdan geçmesinin zorunluluğunu ve daha başka birçok şeyi mürşidi Tapduk’tan
öğrenir Yunus ve onun aracılığıyla Luther (Alkan, 2010: 70-71).
Romanın içerisine Yunus ile şeyhinin kızı Bacım Sultan’ın sevdalanmasını bir kurgu olarak yerleştiren
ve aksiyon yaratan yazar buradan da insanın nasıl olması ve nasıl davranması gerektiğiyle ilgili çıkarımlara
fırsat sunmaktadır. Haklarında çıkan dedikoduları önlemek adına yapılan evlilik sonrası Yunus, gerdek
gecesinde el sürmeden Balım’a dost aşkını, dost öğretisini (dost hem Yaradan hem yaratılan, hem Tanrı hem
insandır) yaymak için oradan ayrılarak diyar diyar gezer. “
Bir kez gönül yıktın ise bu kıldığın namaz değil,/Yetmiş iki millet dahi elin, yüzün yumaz değil. /Yunus Emre der hoca, gerekse var bin hacca/ Hepisinden iyice bir gönüle girmektir ” diyen Yunus Emre “
Aşk imandır bize, gönül cemaat/ Dost yüzü kıbledir, daimdir salat. ” (Alkan, 2010: 75) dizesiyle de adeta gerçek inancın nasıl olması gerektiğine son noktayı koyar. Hem
Yunus Emre’ye hem de Luther’e göre yaratılanı yaratandan ötürü sevmeyi öğrenen, kalıplardan ve
ayrımcılıktan kurtulan ve nefsini arıtmayı başaran kişi kâmil insan olma noktasına ulaşandır. Yunus “
Ben gelmedim dava için, benim işim sevi için”, “Çün erde dirlik ola Hak ile birlik ola”, “Çalış, kazan, ye yedir bir gönül ele getir, yüz Kâbe’den zeyrektir bir gönül ziyareti” (Alkan, 2010: 77) diyerek kendi öz Türkçesiyle
söylediği dizelerle insanlığa bir ana beslenme damarının yolunu açar ve Martin Luther de onun bu davranışını,
Arapça, Farsça değil de kendi öz diliyle sözünü söylemesini örnek alır ve Latince anlamayan, bilmeyen halkın
gerçek din ve inanç öğretilerini öğrenmeleri için İncil’i Almancaya çevirir. Abdülbaki Gölpınarlı da Yunus
Emre’nin Türkçe kullanımına nasıl önem verdiğine ve Farsçadan Türkçeye geçişte çok önemli bir rol
oynadığına eserinde dikkat çeker (Bkz. Gölpınarlı, 2006: XXXVİİ). Yunus Emre’nin halkın sözcüsü olduğuna,
onun dilini kullandığına, halkın ve Hakk’ın birlikteliğine önem verdiğine Vecihi Timuroğlu da
Yunus Emre Üzerine Bir Deneme adlı eserinde dikkat çeker (Bkz. Timuroğlu, 2004: 78-93).
Luther Erasmus’a yazdığı bir mektubunda buna şu şekilde vurgu yapar: “
İncil’i ve Kutsal Kitap’ı ulusal dillerimize çevirirken nasıl bir dil kullanacağımızı bilemiyoruz değil mi. Işık bizlerden üç yüz yıl önce yaşamış bir Türkmen dervişinden geldi. Halkın arasına girin. Köylünün, kentlinin, zanaatçının, küçük esnafın, çiftçinin, çobanın ve gezgin hacıların kullandığı o dolambaçsız, canlı ve renkli dili yakalayın. Şair ve düşünür Yunus okuryazar olmayan halkın bile belleğine inmeyi böyle başarmış.” (Alkan, 2010: 80). Yazar roman
kurgusunda Luther’in Reform düşüncelerini şekillendirirken, eski Tanrı algısının yerine yenisini koyarken bu
Türkmen Koca’sından ilham aldığına da yer verir (Alkan, 2010: 86-87).
“
Beterdir yoksulluktan nicelerin varlığı/ Bunca varlık var iken geçmez gönül darlığı/Batmış dünya malına bakmaz ölüm haline/Ermiş Karun malına dilinde düşvarlığı” (Alkan, 2010: 87-88) diyen Yunus’u
kendi iç sıkıntılarını anlamada rehber olarak alan Luther babasının isteği ile din, hukuk ve felsefe eğitimi alır.
Önceleri katı kuralları olan dogmatik din ve Tanrı anlayışı zamanla yerini daha sevgi merkezli, kucaklayıcı ve
evrensel bir bakışa bırakır. Çeşitli eserler yazan Luther yeni Tanrı, din ve inanç anlayışıyla kitlesel bir
dönüşümün öncülüğünü yaparak hızlı bir evrimsel dönüşüme vesile olur. Bu dünya öte dünya birlikteliğinin
insanın tekâmül yolculuğu için kaçınılmaz bir gereklilik olduğunun ayırdına varan Luther yazarın söylemiyle
“
İnsanlar arasındaki cismani ve manevi, kutsallar ve kutsal olmayanlar şeklindeki, Kilise mensupları ve sokaktaki adam, sıradan adam arasındaki ayrıma son verdi. “Felsefe ya da erdem aracılığıyla anlayamaz Tanrı’yı insanlar “ diyor, “Ete, kemiğe büründüm, Yunus diye göründüm” dizesini ve buna benzer dizeleri sık sık yineliyordu.” (Alkan, 2010: 93).
Her şeyden önce Yunus Emre’nin sevgi aşığı ve bir gönül insanı olduğunu dile getiren Hanri Benazus
Yunus Emre adlı eserinde onun “
düşünce yapısında, anlayışında, anlatışında; öncelikler, içtenlikli bir şekilde, olaylara hoşgörü ile yaklaşmak, karşımızdaki insanları anlamak ve onların olduğu gibiliğini peşinen