The XXXVI International Scientific Symposium "Multidisciplinary Studies of the Turkish World"
The 25
th
of March 2023 ISBN: 978-605-72481-0-7 Eskishehir / Türkiye
---28---
best described such a tragedy, the history of the Georgians, which is hidden from view, will be examined.
Migration is difficult. However, it is more difficult for human beings to not forget this pain.
Keywords:
Literature, history, immigration, Kevser Ruhi,
Kehribar Kadınlar, Saçları Deli Çoruh.
Kevser Ruhi, yazarlığıyla Türk ve Gürcü edebiyatlarına değeri ölçülemez bir hizmette bulunan önemli
yazar, şari ve çevirmen bir kadın aynı zamanda muhacirdir.
Ünlü yazar, tercüman, dilbilimci, Türkiye’deki Gürcü muhacirlerin torunudur (Gürcistan’da Ketevan
Khantadze olarak bilinir). Kevser Ruhi, edebi faaliyetleriyle birlikte Gürcü kültürünün tanınması için birçok
alanda çalışmaktadır. Ankara’da açılan kültür merkezinde Gürcüce öğretmiş, Gürcüce öğretim programı
üzerinde çalışmış, büyük çaba ve kararlılığıyla öyküler yazmış, Türk Milli Eğitim Bakanlığı bünyesinde kabul
edilen Yaşayan Diller ve Lehçeler içerisinde yer alan Gürcüce için kaynak hazırlanmasında rol almış bir
kişidir. Daha sonra Ruhi ve aynı fikirlerle ve ortak paydaşlarıyla büyük çaba harcayarak, Türk ortaokullarında
Gürcüce öğretimine gerekli izinler alınrak öğretim programına katkı sunmuştur. Ketevan, Türkiye’de çok
sayıda edebiyat ödülü sahibi ünlü bir nesir yazarıdır.
“Türkiye benim vatanım, anavatanım da Gürcistan’dır. Yazar, Gürcü dili benim dilim, tarihi dilimdir”
– sözleriyle ifade etmektedir.
Kevser Ruhi, Marmara Denizi yakınlarında Balıkesir ili Gönen ilçesinde doğdu.
Bu yer ki,
anavatanlarından vatan hasreti, sınırsız kederi ve sevgi dolu kalplerini beraberinde getirdikleri yer olması
hasebiyle, uzun zaman önce Rus-Türk savaşı sırasında kaderin bir cilvesi ile Gürcüler oraya göç etmek zorunda
kalanların ilk yerleşim yeri konumundadır.
Yazar, yaratıcılığıyla hiç ayrılmadığı tarihi vatanını hasretle anarken diğer taraftan da Türkiye’de
doğduğunun altını çizmektedir. Anadolu topraklarını anlatırken Gürcülüğünden bahsetmese Kafkas dağlarını
inciteceğinden çekinmektedir adeta. Böylesi ince bir düşünce ancak derin, poetik
bir ruha sahip olan bir
şahsiyetin aklına gelebilir.
Kevser Ruhi birçok kitabın yazarıdır, bu çalışmamızda onlardan ikisine Naci Girginsoy Ödülü’nü
kazanmış
“Kehribar Kadınlar”
ve Orhan Kemal Ödülü’nü kazanmış
“Saçları Deli Çoruh”
adlı eserleri
üzerinden tarihin gözlerde nasıl saklandığına şahitlik edeceğiz.
Kevser Ruhi’nin eserlerinin ana teması insandır. Günlük kaygıları, sorumlulukları, özenleri olan bir
insan. Bir kadın: bir çiçek kadar nazik, zayıf ama aynı zamanda cesur, iradeli, güçlü ve sabırlı, yaşlı gözlerin
arkasından gülümseyen, acıyı görmeyen ve aydınlık gözleri ile şefkat verendir.
Ve yine
“Kehribar Kadınlar”
ne anlama gelmektedir sorusunun cevabı:
“Kadın ve kehribar, yazarın
ilginç bir edebi-poetik bir buluşudur. Kehribar şeffaftır, altın renkli, ılıktır, aynı zamanda mücevhere
dönüşmüş bir değerli taştır. Kadın aynı zamanda bize kehribarı hatırlatıyor, sıcacık, altın bir gülümsemeyle
aynı zamanda yüreğinde saplanan acı ve neşenin de taşıyıcısı...”
diye yazıyor kısa öykü derlemesinin Gürcü
çevirmeni Makvala Kharebava (Ruhi, 2016: 3).
İşte, hayatın zorluklarına rağmen umudunu kaybetmeyen, yılmayan, ruhun sıcaklığını ve ışığını
koruyan, vatanında zorla söndürülen ocak ateşini kalbinde taşıyan Kevser Ruhi’nin romanlarının kahramanları
bu şekildedir. Kalplerinde taşıdıkları o ocak ateşini, yeni evlerinde büyük bir şenlik ateşine dönüştürmüşlerdir.
Sevdiğin bir eşyayı kaybetmeye alışmak zordur ama vatanını kaybetmek bin kat daha zordur,
hele kendi
isteğinle kaybetmediysen...
Gürcülere kimse acımadı, kendi topraklarından kovuldular,
“kadınlar, kehribar hayatını yaşamış
kadınlar, safir yürekleri, inci gülüşlü kadınlar... Hatuna, Dilamze, Gulnara, Setenai, Asya... dört sıraya dizilip
örgüleri omuzlarından sarkan, badem gözlü, karaca gibi esnek kızlar gitmişlerdir... Kaderleri, büyük bir
hüzünle bilinmez limanlara götürülen Batum’daki gemilere yükleniyordu.”
(Ruhi, 2016: 8-9). Acıları
herkesinkinden farklıydı, kendilerinin de söylediği gibi: “
tüm hayatlarını bir rüyada geçirdiler... Parıltıda
yavaş yavaş sararan ve kehribar gibi taşlaşan kadınlardı onlar
” (Ruhi, 2016: 12).
Sürgün edilmiş Gürcüler vatanlarından, yurtlarından, babalarının, dedelerinin mezarlarından kolay
vazgeçemiyorlardı.
“Bir ebeveyne veda eder gibi toprağı, evlerinin duvarlarını öpmüş, ağaçları okşamış ve
böylece vatana veda etmişlerdi, çünkü hayatlarının sonuna kadar gideceklerini ve bir daha geri
dönmeyeceklerini kesin olarak biliyorlardı.”
(Khvedeliani & Altun, 2019: 53).
Belki yeni topraklarda daha güzel bir hayatları olur, belki de daha fazla imkana sahip olurlardı ancak
o zamanlarda bütün bunlar kimsenin aklına gelmemiş, umurlarında bile olmamıştı. Analarının eteğinden zorla
kopartılan annelerine yas tutmuşlardı yıllarca bu insanlar.
Sonra ise zorlu bir alışma sürecinden geçildi çünkü yeni memleketin topraklarının kendi vatanları
olması gerektiğinin ve bunun için belli bir bedel ödemeleri gerektiğinin farkındaydılar. Burada yaşamaya layık
olduklarını ispatlarcasına çok çalışmaları gerekecekti ki bunun bedelini de gözyaşlarıyla, yaralarında kurumuş
kanlarıyla, sonsuz acıyla ödeyeceklerdi… Borçlarını ödeyip acı dolu umutlarla yeni bir hayata bir şekilde uyum