sûe
: kötü, fena
|
sûe el azâbi
|
: kötü azaba
|
sûen
|
: bir kötülük, bir ceza
|
şufeâe
|
: şefaatçiler
|
şufeâû
|
: şefaat edenler
|
sufrun
|
: sarı
|
şugulin
|
: meşguliyet
|
şuhedâe
|
: şahitler
|
şuhedâe-kum
|
: sizin şahitleriniz
|
şuhedâu
|
: şahitler
|
şuhedâu
|
: şahitler
|
şuhha
|
: cimrilik afeti
|
şuhha nefsi-hî
|
: nefsinin cimriliği
|
suhkan
|
: uzaklaşsın, uzak olsun
|
suhriyyen
|
: boyun eğdirerek, emir altına alarak
|
şuhûden
|
: göz önünde, her zaman yanında
|
şuhûdun
|
: şahit oluyorlardı, seyrediyorlardı
|
suhufen
|
: sahifeler
|
suhufi
|
: sayfalar
|
suhufin
|
: sahifeler
|
suile
|
: soruldu
|
suilet
|
: soruldu
|
suilû
|
: istendi
|
sûin
|
: sui, kusurlu: kötülük
|
sûin
|
: kötülük, fenalık
|
su'ıret
|
: çılgınca kızıştırıldı, şiddetle alevlendirildi
|
sukârâ
|
: sarhoş
|
sukârâ
|
: sarhoşlar
|
sukıfû
|
: bulundular
|
sukıfû
|
: bulunurlar
|
sukkiret
|
: döndürüldü, engellendi, bağlandı
|
suknâ-hu
|
: onu sevkederiz
|
şukren
|
: şükrederek, şükürle
|
sukufen
|
: tavanlar, çardaklar
|
şukûren
|
: şükretmek
|
sukyâ-hâ
|
: onu sulayınız
|
su'le-ke
|
: sana, istediğin
|
suleymâne
|
: Süleyman
|
sulhan
|
: sulh yapılarak, anlaşma yapılarak
|
sullemun
|
: merdiven
|
sulletun
|
: ümmet, cemaat, topluluk
|
sultâni-yeh
|
: hakimiyetim, benim saltanatım (mal gücüm)
|
sultânu-hu
|
: onun sultanlığı, yaptırım gücü
|
sultânun
|
: bir güç, bir sultan
|
sultânun
|
: sultanlık, yaptırım gücü
|
sultânun
|
: sultan, delil
|
sultânûn
|
: sultanlık, yaptırım gücü
|
sulusâ
|
: üçte iki
|
summallâhu (summe allâhu)
|
: sonra Allah
|
summe
|
: sonra
|
summe a'tû
|
: sonra gelin
|
summe entum
|
: sonra siz
|
summe entum
|
: sonra siz
|
summe istevâ
|
: sonra istiva etti
|
summe istevâ
|
: sonra istiva etti
|
summe ittehaztum
|
: sonra siz edindiniz
|
summe ittehaztum
|
: sonra siz edindiniz
|
summe min nutfetin
|
: sonra bir nutfeden (bir damla sudan)
|
summe neksû-hâ
|
: sonra onu giydiriyoruz
|
summe tezkurû
|
: sonra zikredin
|
summen
|
: sağır
|
summestahrecehâ
|
: sonra onu çıkardı
|
summestevâ (summe istevâ)
|
: sonra istiva etti
|
summun
|
: sağır
|
sun'allâhi (sun'a allâhi)
|
: Allah'ın sanatıdır
|
sun'an
|
: işleyerek, yaparak
|
sunbulâtin
|
: sümbüller, başaklar
|
sundusin
|
: ince ipek
|
sunene
|
: sünnetler, Allah'ın kanunları
|
sunenun
|
: Allah'ın sünnetleri, ilâhi kanuniar?
|
sunnetallâhi
|
: Allah'ın sünneti
|
sunnete
|
: sünnet (Allah'ın kanunu)
|
sunneti allâhi
|
: Allah'ın sünneti
|
sunnetu
|
: sünnet (âdet)
|
sunnetu el evvelîne
|
: evvelkilerin sünneti
|
şûrâ
|
: şura, toplanıp istişare etme
|
surâdiku-hâ
|
: onun (çadırı), onun üstten ve yanlardan saran kenarları
|
şurakâu
|
: ortaklar
|
sûratun
|
: bir suredir
|
şurbe
|
: develerin içişi gibi
|
şurekâe
|
: şerikler, ortaklar
|
şurekâe-hum
|
: onların ortakları (şerikleri)
|
şurekâe-kum
|
: sizin ortaklarınız
|
şurekâî
|
: benim ortaklarım
|
şurekâi-him
|
: onların ortakları, şirk koştukları
|
şurekâîye
|
: benim ortaklarım
|
şurekâiyellezîne
|
: ortak koştuğunuz o şeyler
|
şurekâu
|
: şerikler, ortaklar, birbirine bağlı olanlar
|
şurekâu
|
: ortaklar
|
şurekâu-nâ
|
: bizim ortak koştuklarımız
|
sûretun
|
: bir sure
|
surhunne ileyke
|
: (sana) yanına al, parçala
|
sururin
|
: serirler, tahtlar
|
sururun
|
: tahtlar
|
sutıhat
|
: satıh yapılmış, düzleştirilmiş
|
sûu
|
: kötü
|
sûu ed dâri
|
: yurdun kötüsü (kötü yurt)
|
sûu el azâbi
|
: azabın kötüsü
|
sûu el hısâbi
|
: sorgulamanın, hesabın en kötüsü
|
şuûben
|
: şube, neseb, aynı soya mensup topluluk
|
sûun
|
: bir kötülük
|
suvâa el meliki
|
: melikin (hükümdarın) su kabı
|
suvâan
|
: Suvâa
|
şuvâzun
|
: alev
|
suven
|
: şartların eşit olduğu bir yer, uygun bir yer
|
suvere-kum
|
: sizin suretleriniz
|
suvere-kum
|
: sizin suretiniz, şekliniz
|
suverin
|
: sure
|
şuyûhan
|
: şeyhler, yaşlılar, ihtiyarlar
|
suyyiret
|
: yürüttü
|
tâ sîn
|
: tâ sîn
|
taâmen
|
: yiyecek
|
taâmin
|
: yemek
|
taammedet
|
: taammüden, kasten
|
taâmu
|
: taam, yenilen yemek
|
taâmun
|
: bir yemek: yiyecek yemek
|
tâatun
|
: bağlılık, itaat
|
tâatun
|
: itaat, bağlılık, kabul etme
|
tabaa
|
: tab etti, mühürledi
|
tabaa allâhu
|
: Allah mühürledi
|
tâbe
|
: tövbe etti (tövbe ederek tâbî oldu)
|
tâbe aleyhi
|
: onun tövbesini kabul etti
|
tâbe aleykum
|
: sizin tövbenizi kabul etti
|
tâbe aley-kum
|
: sizin tövbelerinizi kabul etti
|
tabe allâhu
|
: Allah mühürledi, tabetti
|
tabekan
|
: tabaka, kat
|
ta'besûne
|
: abesle iştigal ediyorsunuz, boşuna uğraşıyorsunuz
|
ta'besûne
|
: abesle iştigal ediyorsunuz, boşuna uğraşıyorsunuz
|
tâbû
|
: tövbe ettiler
|
ta'budû
|
: ibadet etmek, kulluk etmek
|
ta'budûne
|
: tapıyorsunuz
|
ta'burûne
|
: tabir edenler, yorumlayanlar
|
ta'cebîne
|
: şaşırıyorsun
|
ta'cebûne
|
: size acayip geldi
|
ta'cele
|
: acele ediyorsun
|
tadhakûne
(dahıke)
|
: gülüyorsunuz
: (güldü)
|
ta'dilû
|
: adaletle davranırsınız, adaleti sağlarsınız
|
tafdîlen
|
: üstünlük bakımından, fazl bakımından
|
tafdîlen
|
: üstünlük (fazilet)
|
tâfe
|
: dolaştı
|
tafika
|
: başladı
|
tafsîlen
|
: tefsilatlı, ayrıntıları ile
|
tagâ
|
: taştı: azdı, haddi aştı
|
tagav
|
: azgınlık yaptılar
|
tagfire
|
: senin mağfiret etmen, bağışlaman
|
tagfir-lî
|
: beni mağfiret et
|
tâgîne
|
: azgın: haddi aşan kimseler
|
taglibûne
|
: gâlip olursunuz
|
tagrubu
|
: grup ediyor, batıyor
|
tagsen
|
: helâk olmak, helâka maruz kalmak
|
tâgûne
|
: azgın, taşkın
|
tâgûne
|
: azgın
|
tagvâ-hâ
|
: kendi azgınlığı
|
tahâ-hâ
|
: onu yayıp döşedi, yaşanır hale getirdi
|
tahfîfun
|
: hafifletme
|
tahhir
|
: temiz tut, temizle
|
tahiyyeten
|
: hayır dualarla, hürmet ve selâmet dilekleriyle
|
tahkumu
|
: hükmedersin
|
tahkumûne
|
: hüküm veriyorsunuz
|
tahlukûne-hû
|
: onu siz yaratıyorsunuz
|
tahmilu
|
: taşır
|
tahmilu-hu
|
: onu taşıyor
|
tahruc
|
: çıkar
|
tahrucu
|
: çıkıyor
|
tahrusûne
|
: ekin ekiyorsunuz
|
tahşâ
|
: huşû sahibi ol, huşû duy
|
tahsebu
|
: sen sanıyorsun
|
tahsebu-hâ
|
: onu sanırsın
|
tahsebu-hum
|
: sen onları sanırsın, zannedersin
|
tahsîrin
|
: hayırdan uzaklaşma
|
tahsudûne-nâ
|
: bize haset ediyorsunuz, bizi kıskanıyorsunuz
|
tahtafu-hu
|
: onu kapar
|
tahtânûne
|
: ihanet ediyorsunuz
|
tahtasımûne
|
: hasım olacaksınız, davalı ve davacı olacaksınız
|
tahte
|
: altında
|
tahte-hu
|
: onun altında
|
tahte-ki
|
: senin altından (alt yanından)
|
tahtelifûne
|
: siz ihtilâfa düşüyorsunuz
|
tahtelifûne
|
: siz ihtilâf ediyorsunuz
|
tahti
|
: alt
|
tahti-hâ
|
: onun altı
|
tahûran
|
: çok temiz (lezzetli)
|
tahvîlen
|
: tahvil, dönüşüm, değişme
|
tahzenî
|
: üzülme, mahzun
|
tahzenû
|
: mahzun oluyorsunuz, üzülüyorsunuz
|
tahzenûn
|
: mahzun olursunuz
|
tâibâtin
|
: tövbe eden kadınlar
|
tâifetâni
|
: iki taife, iki grup
|
tâifeten
|
: taife, bölük, grup, kısım
|
tâifetun
|
: tâife, bir grup, topluluk
|
tâifun
|
: tayfun, kasırga, afet
|
tâiîne
|
: isteyenler olarak (isteyerek
|
tâire-hu
|
: onun kuşu, onun amellerinin neticesi
|