Türk Psikoloji Dergisi, Haziran 2011, 26 (67), 49-64
Domuz Gribi (H1N1) Salgınıyla İlişkili Algıların, Kaygı
ve Kaçınma Düzeyi Değişkenleri Bağlamında İncelenmesi
Okan Cem Çırakoğlu
Başkent Üniversitesi
Özet
Bu çalışmanın amacı 2009 domuz gribi (H1N1) salgını sırasında bir Türkiye örnekleminde H1N1’e ilişkin algıları
ve bu algıların kaygı düzeyi ve kaçınma davranışları ile olan ilişkisini belirlemeye çalışmaktır. Araştırmada
H1N1’e ilişkin algılar ve tutumlar dört ana değişken halinde incelenmiştir: (1) hastalığın doğası, (2) hastalığın
olası nedenleri, (3) salgının kontrol edilme yöntemleri ve (4) aşıya yönelik tutumlar. Araştırma örneklemi üniversite
öğrencilerinden ve öğrenci olmayan gruplardan oluşturulmuştur (N = 697). Bulgular H1N1 ile ilgili algıların
cinsiyet ve çalışma statüsü değişkenlerinden etkilendiğini göstermektedir. Araştırmamızdaki kadınlar hastalığı daha
bulaşıcı algılamışlardır. Kadınların kaygı düzeyleri ve kaçınma sıklıkları erkeklerden yüksek bulunmuştur. Öğrenci
grubunun hastalığın nedenlerine ilişkin inanç bileşeni ve kaçınılamazlık puanları daha yüksektir. Aşıya yönelik
tutumlarla ilgili olarak, hem olumlu tutum hem de olumsuz tutum bileşenlerindeki ortalama puanlar erkeklerde
kadınlardan, öğrenci grubunda öğrenci olmayanlardan anlamlı olarak yüksek bulunmuştur. Öğrenci olmayan grubun
ortak alanlardan kaçınma, kişisel temastan kaçınma ve ortalama kaçınma puanları öğrenci grubundan yüksektir.
Hiyerarşik Regresyon Analizi sonuçları kaçınma davranışlarının cinsiyet, statü, tehlikelilik, inanç, kişisel kontrol ve
sürekli kaygı değişkenleri tarafından yordandığını göstermektedir. Araştırmanın bulguları ilgili literatür çerçevesinde
tartışılmıştır.
Anahtar kelimeler: Domuz gribi algısı, H1N1, kaygı, kaçınma
Abstract
This study aims to determine swine infl uenza (H1N1) related perceptions and their relationship with anxiety and
avoidance behaviors during the 2009 H1N1 pandemic with a Turkish sample. In the study H1N1 related perceptions
and attitudes were examined under four main variables: (1) nature of the disease, (2) possible causes, (3) control
methods, (4) attitudes toward the vaccine. The sample of the study was made up of university students and non-
students (N = 697). The fi ndings revealed that H1N1 related perceptions were infl uenced by the gender and working
status of the participants. Women participants perceived the illness as more contagious compared to men. The level
of anxiety and the frequency of avoidance were found to be higher in women than men. The student group displayed
higher faith beliefs concerning the causes of the disease, and their unavoidability scores were higher. As for attitudes
toward the vaccine, it was found that the mean scores on both positive and negative attitude components were
signifi cantly higher in men than women and in the student group than the non-student group. The public avoidance,
avoidance of personal contact and mean avoidance scores of the non-student group were signifi cantly higher than
the student group. Hierarchical regression analysis revealed that avoidance behaviors were predicted by gender,
status, dangerousness, faith, personal control and anxiety level. The fi ndings were discussed within the context of
the existing literature.
Key words: Perception of swine infl uenza, H1N1, anxiety, avoidance
Yazışma Adresi: Yrd. Doç. Dr. Okan Cem Çırakoğlu, Başkent Üniversitesi Bağlıca Kampusu, Fen-Edebiyat Fakültesi, Psikoloji Bölümü,
Eskişehir Yolu, 20. km. 06810 Ankara
E-posta: okanc@baskent.edu.tr
Yazar Notu: Bu çalışmaya yaptıkları katkılardan ötürü Nil Korkut Naykı ve Zuhal Yeniçeri’ye teşekkür ederim.
50 Türk Psikoloji Dergisi
Son 10 yılda dünyada baş gösteren Ağır Akut So-
lunum Yolu Yetersizliği Sendromu (SARS, 2003), Kuş
Gribi (H5N1, 2004) ve Domuz Gribi (H1N1, 2009) gibi
salgın hastalıklar yarattığı tehditler nedeniyle yalnızca
sağlık çalışanlarının değil sosyal bilimcilerin de giderek
artan biçimde ilgisini çekmektedir (Cheng ve Tang, 2004;
DiGiuseppe ve ark., 2008; Holmes, 2008; Prateepko ve
Chongsuvivatwong, 2009; Sarikaya ve Erbaydar, 2007).
Sağlık psikolojisi literatüründen de öngörülebileceği gi-
bi insanların bir salgın tehditi karşısında gösterecekleri
sağlık davranışları gerek salgının coğrafi yaygınlığını
ve yayılma hızını en aza indirgemek gerekse olası can
kayıplarını azaltmak açısından önemlidir. Bu davranışlar
hakkında bilgi sahibi olmak aynı zamanda hükümetlerin
ve sağlık otoritelerinin salgınlara etkili biçimde müda-
hale etmeleri ve hazırlıklı olmaları açısından da önem
taşımaktadır. Hastalığın bireylerin zihninde temsil edil-
me biçimiyle hastalığa verilen tepkiler ve hastalığa
uyum arasında ilişki olduğu bilinmektedir (Hekler ve
ark., 2008). Leventhal ve arkadaşlarının (1984) kendi-
ni düzenleme modeline göre bireyler hastalık ya da
sağlığı tehdit edici durumlarla karşılaştığında bilişsel
temsiller (hastalığın ya da tehtidin niteliği ) ve duygusal
temsiller (örn, korku) oluştururlar. Bu temsiller de ken-
dini düzenleme için gerekli davranışsal tepkileri hare-
kete geçirirler. Kendini düzenleme modeli ile yapılan
araştırmalar hastalık temsillerinin bireyin davranışları
üzerinde etkileri olduğunu göstermektedir (Hagger ve
Orbell, 2003). Örneğin, Meyer ve arkadaşları (1985)
yüksek tansiyon hastalarının ilaçların kendi belirtilerini
etkilediğine inanmaları durumunda tedaviye uyumları-
nın arttığını, hastalıklarının akut olduğuna inanmaları
durumunda ise tedaviye devam etme olasılıklarının
düştüğünü bulmuşlardır. Acehan (2010) tarafından ülke-
mizde yürütülen bir çalışmada da yüksek tansiyon has-
talarının hastalıkla ilgili olumlu algılarının kan basıncı-
nın düzenlenmesine olumlu katkı yaptığı bulunmuştur.
Geçmişte yapılan araştırmalar salgınları kontrol
altına almak için uygulanan tıbbi yöntemlerin yanı sıra
halk eğitimi, ev karantinaları, kurumlarda kısa süreli
tatiller ve seyahat sınırlamaları gibi tıbbi olmayan yön-
temlerin de etkili olduğunu göstermektedir (Eastwood
ve ark., 2009). Halkın bulaşıcı hastalıklarla ilgili algıla-
rı ile hastalığın yayılmasını engellemek için uygulanan
yöntemlerin toplum tarafından kabul görmesi arasında
bir ilişki olduğu da bilinmektedir. Örneğin, SARS sal-
gını sırasında toplumun hastalıkla ilgili algıların daha
sık el yıkama, maske kullanma gibi salgının yayılmasını
engelleyecek istendik davranışlara yol açabileceği bu-
lunmuştur (Lau, Yang, Tsui ve Kim, 2003). Bu araş-
tırmanın amacı ise 2009 yılında Türkiye’de de görülen
H1N1 salgını sırasında halkın hastalığın doğası, olası
nedenleri, kontrol yöntemleri hakkındaki algılarını ve
aşılama hakkındaki tutumlarını belirlemek, yukarıda sı-
ralanan tüm bu değişkenlerle birlikte cinsiyet, çalışma
statüsü ve kaygı düzeyinin bireylerin kaçınma davra-
nışları üzerindeki etkisini incelemektir.
Geçmişteki yapılan araştırmalar salgın hastalıklar
sırasında halkın ve sağlık çalışanlarının kaygılarının
yükseldiğini göstermektedir (Taylor, Kingsley, Garry
ve Raphael, 2008). 2003 yılında bazı ülkelerde görülen
SARS salgını sırasında Hong Kong’da yapılan bir araş-
tırmada örneklemde yüksek düzeyde stres, çaresizlik
ve travma sonrası belirtiler gibi psikolojik tepkilerin
yaygın olarak görüldüğü bulunmuştur (Lau ve ark.,
2005). Leung ve arkadaşları (2005) tarafından yürütü-
len boylamsal bir çalışmanın sonuçları da SARS hasta-
lığına yakalanma veya bu nedenle ölebilme olasılığını
yüksek algılayan katılımcıların kaygı puanlarının an-
lamlı biçimde yüksek olduğunu göstermiştir. Ayrıca, bu
araştırmada kadınların, 30-49 yaş aralığında olanların
ve düşük eğitim düzeyine sahip katılımcıların kaygı
düzeyi açısından risk grubunda oldukları bulunmuştur.
Hong Kong’da kuş gribi salgını sırasında yürütülen bir
başka çalışmada ise algılanan ölümcüllük düzeyinin
SARS salgını sırasındaki yüksek stresle ve kaçınma
davranışlarıyla (hastaneye gitmemek, son üç ayda ka-
natlı hayvan eti yememek gibi) ilişkili olduğu bulun-
muştur (Lau, Kim, Tsui ve Griffi ths, 2007). Jones ve
Salathé (2009) ise katılımcıların H1N1 le ilgili kaygı
düzeylerinin salgının başlangıcında arttığını ve zaman
içinde beklendiği şekilde azaldığını göstermişlerdir.
Kaygı düzeyinin bireylerin alacakları önlem davranışla-
rı üzerinde aracı rolü olduğu da bu araştırmanın önem-
li bulguları arasındadır. Özetlenen araştırma bulguları
bir salgın sırasında yaşanan kaygının düzeyinin, hastalı-
ğın algılanan ölümcüllük düzeyi ve hastalığa yakalan-
ma riskinin yüksek düzeyde algılanmasıyla ilişkili ol-
duğunu önermektedir. Bu durumda değişkenlerin kaçın-
ma davranışlarıyla da olumlu yönde ilişkileri olacağı
beklenebilir.
Literatürde farklı türdeki grip salgınları gibi kay-
gı tetikleyici durumlarda tehdit altındaki bireylerin ka-
çınma davranışlarının arttığını gösteren çok sayıda a-
raştırma bulunmaktadır (örn. Goodwin, Gaines, Myers
ve Neto, 2010; Leppin ve Aro, 2009). Her ne kadar farklı
araştırmalarda kaçınma ve önlem davranışları arasında
benzerlikler olduğu görülse de, bulgular bu davranışla-
rın sıklığının ve şiddetinin salgının türüne, algılanan
ölümcüllük düzeyine ve algılan bulaşma riskine göre
değiştiğini göstermektedir. Norveç’te yürütülen bir ça-
lışmada katılımcıların varsayımsal bir grip salgını sı-
rasında gösterebilecekleri önlem davranışları araştırıl-
mıştır (Kristiansen, Halvorsen ve Gyrd-Hansen, 2007).
Sonuçlar en sık belirtilen önlemlerin sırasıyla kişisel
temizliğe dikkat etmek, dışarıda yüz maskesi kullan-
mak, işe gitmemek, evde oturarak sosyal temastan ka-
çınmak ve salgın açısından korunaklı bir bölgeye gitmek
Domuz Gribi Algısı, Kaygı ve Kaçınma 51
olduğunu göstermiştir. Bazı çalışmalar farklı coğrafi
bölgeler arasında da kaçınma davranışları açısından
benzerlikler ve farklılıklar olabileceğini göstermektedir.
Örneğin, tamamı SARS salgınından etkilenen beş Av-
rupa ülkesinde ve Asya’daki üç farklı bölgede yapılan
bir çalışmanın bulgularına göre tüm coğrafi alanlarda
en çok tercih edilen kaçınma davranışı toplu taşıma
araçlarını kullanmamaktır (Sadique ve ark., 2007).
Öte yandan, bulgular Avrupalıların daha çok eğlence
yerlerinden Asyalıların ise daha çok doktora gitmekten
kaçındıklarını göstermiştir.
Kaçınma davranışları açısından ele alındığında,
H1N1 salgını süresince yapılan çalışmalardan elde edi-
len bulgular geçmiş salgınlarla ilgili literatürü destek-
lemektedir. Goodwin ve arkadaşları (2009) tarafından
salgının başlangıç aşamasında Malezya ve bazı Avrupa
ülkelerindeki örneklemlerde yürütülen karşılaştırmalı
bir araştırmada, her iki örneklemde de toplu taşıma
araçlarını az kullanmak, uçuş iptalleri gibi kaçınma
davranışlarının ve yüz maskesi satın alma gibi önlem
davranışlarının yüksek düzeyde olduğu bulunmuştur.
Öte yandan, risk altındaki gruplara ilişkin algılar iki
örneklemde farklılık göstermiştir: Malezyalı katılım-
cılar domuz yetiştiricilerini, çiftçileri, eşcinselleri ve
fahişeleri risk grubunda algılarken, Avrupalı katılımcı-
lar yaşlıları ve bağışıklık sistemi zayıfl amış bireyleri
risk grubunda algılamışlardır. Araştırmada hastalığa
yakalanma endişesi yüksek olanların toplu taşıma kul-
lanma sıklıklarının düşük, uçuşlarını erteleme ya da ip-
tal etme oranlarının ise yüksek olduğu bulunmuştur.
Fransa’da yapılan bir başka araştırmada, kişisel temiz-
liğin artırılması gibi tıbbı olmayan önlem davranışla-
rının ve belirli kaçınma davranışlarının hastalığın bu-
laşmasını engellemede etkili yöntemler olarak algılan-
dığı bulunmuştur (Raude ve Setbon, 2009). Akan ve
arkadaşları tarafından ülkemizde yapılan çalışmada ise
üniversite öğrencileri el yıkama, yüz maskesi kullan-
ma ve karantina uygulamalarını salgının yayılmasını
engellemek için en etkili yöntemler olduğunu belirt-
mişlerdir.
Salgın hastalıklarla ilgili araştırma bulguları de-
ğerlendirilirken kaçınma davranışlarının niteliğinin dik-
kate edilmesi gerekmektedir. Bu çalışmada ve litera-
türdeki benzer çalışmalarda “kaçınma davranışı“ olarak
tanımlanan bazı davranışlar aynı zamanda salgının
yayılmasını önlemek için sağlık otoriteleri tarafından
önerilen kişisel önlemlerdir (örn. toplu kullanıma açık
tuvaletleri kullanmamak, selamlaşma sırasında temas-
tan kaçınmak). Bu nedenle bazı kaçınma davranışlarının
tıbbi olmayan koruyucu yöntemler olarak değerlen-
dirilmesi de mümkündür. Psikoloji literatüründe ise
“kaçınma” davranışlarının daha çok kaygı durumların-
da ortaya çıkan ve kaygı yaratan durumla yüzleşmeyi
engelleyen, genel olarak olumsuz ya da istenmeyen bir
davranış biçimi olarak kabul gördüğü söylenebilir. Öte
yandan, ilgili literatür hangi düzeydeki kaçınma davra-
nışlarının işlevsel olduğuna dair bir önermede bulun-
mamaktadır.
H1N1 salgını sırasında gündemini meşgul eden
önemli konulardan bir tanesi de yeni bulunmuş olan
H1N1 aşısı ile ilgili tartışmalardır. Medyada süregiden
bu tartışmaların ana temasını aşı yeni bulunmuş ol-
ması ve uzun vadeli etkilerinin henüz bilinmemesi
oluşturmaktadır. İlgili literatür incelendiğinde bu tür
tartışmaların ve aşı yaptırma hakkındaki kararsızlık-
ların yeni olmadığı görülebilir. Örneğin, İngiltere’de
yaşlı bireyler arasında yapılan bir çalışmada en sık be-
lirtilen grip aşısı yaptırmama nedeninin iyi sağlık duru-
muna sahip olmak (% 44) ve aşıdan kaynaklanabi-
lecek hastalıklardan korunmak olduğu (% 25) bulun-
muştur (Mangtani ve ark., 2006). 5-6 Mayıs 2009 ta-
rihlerinde yapılan bir taramada Amerikan katılımcılar-
dan % 64’ünün H1N1’in ilaçlarla etkili biçimde tedavi
edilebileceğine, % 66’sının hastalığa karşı herhangi
bir aşının olmadığına inandığı bulunmuştur (Horward
School of Public Health, 2009a). Aynı araştırma gru-
bu tarafından 14-20 Eylül 2009 tarihleri arasında ya-
pılan taramada ise bu algının açık şekilde değiştiği
görülmektedir (Horward School of Public Health,
2009b). Bu çalışmada katılımcıların % 40’ı “kesinlikle”
aşılanmak istedikleri belirtirken, anne-babaların % 51’i
de çocuklarını “kesinlikle” aşılatmak istediklerini belirt-
mişlerdir. Kesinlikle aşı yaptırmak istemeyen katılım-
cılar tarafından en sık belirtilen aşılanmama gerekçeleri
ise sırasıyla yan etkilerle ilgili endişeler (% 30), düşük
risk algısı (% 28) ve hastalığa yakalanma durumunda
ilaç bulabilme olasılığı olmuştur.
Salgın hastalıklarla ilgili literatür risk algısı açı-
sından cinsiyet farkılıkları olduğuna işaret etmektedir.
Kadınların çevreden kaynaklanan sağlık risklerini da-
ha yüksek algıladıkları bilinmektedir (Greenberg ve
Schnieder, 1995; Gustafson, 1998). Geçmişteki salgın
hastalıklarla ilgili bazı çalışmalarda kadınların hastalı-
ğı daha bulaşıcı ve ölümcül algıladıkları, ayrıca daha
yüksek kaygı düzeyine sahip oldukları bulunmuştur
(örn., Leung ve ark., 2005). Ülkemizde H1N1 salgını
sırasında üniversite öğrencileriyle yapılan bir çalışma-
da da örneklemdeki kadınların hastalığa yakalanma ris-
kini daha yüksek algıladıkları bulunmuştur (Akan ve
ark., 2010). Raude ve Setbon (2009) tarafından yapı-
lan çalışmada risk algısı açısından cinsiyet farklılık-
ları olduğu gözlenmiştir. H1N1 salgını sırasında yapı-
lan bu çalışmanın bulguları hastalığın algılanan ciddi-
yetinin ve hastalıktan duyulan korkunun kadın katılım-
cılar arasında daha yüksek olduğunu göstermektedir.
Daha önce de değinildiği gibi Leung ve arkadaşları-
nın (2005) yürüttüğü boylamsal çalışmada da kadınla-
rın salgın sırasında kaygı düzeyi açısından risk grubunda
52 Türk Psikoloji Dergisi
oldukları bulunmuştur. Yüksek kaygı düzeyinin daha
olumsuz hastalık algısıyla ilişkili olabileceği düşünül-
düğünde bu çalışmanın bulguları da risk algısı ve kaygı
düzeyi açısından kadınların risk grubunda olduğunu
düşündürmektedir. Kadınların dokunma davranışlarını
erkeklerden daha sık başlattıkları ve aynı cinsiyetler
arasındaki dokunma davranışının kadınlar arasında da-
ha yaygın olarak görüldüğü (Stier ve Hall, 1984) düşü-
nüldüğünde kadınların hastalığın bulaşmasını engelle-
mek için dokunma davranışlarına (araştırma ölçümle-
rinde bir kaçınma davranışı olarak ele alınmıştır) sı-
nırlama getirecekleri beklenebilir.
Özetlemek gerekirse yukarıda değinilen araştır-
malar salgına neden olan hastalıktan ve örneklemden
bağımsız olarak bazı ortak bulgular olduğunu işaret et-
mektedir. Bunlardan ilki salgınlar sırasında halkın ya-
şadığı kaygının yükselmekte olduğudur. İkinci olarak,
yükselen kaygıya eşlik eden önlem alma ve kaçınma
davranışlarının arttığından söz edilebilir. Üçüncü ortak
bulgu ise salgın hastalıklar sırasında verilen tepkiler
arasında cinsiyet farkları gözlenmesidir; kadınların
kaygı ve kaçınma düzeyleri erkeklerden yüksektir.
Bu çalışmada araştırma örneklemi üniversite öğ-
rencilerinden ve öğrenci olmayan katılımcılardan oluş-
muştur. Ülkemizde yapılan benzer algı çalışmalarında
üniversite öğrencilerinin belirli sosyal ve psikiyatrik
olgular konusunda Batılı akranlarıyla benzer düşünce-
lere sahip oldukları ve farklılıkların görece daha az ol-
duğu görülmektedir (Çırakoğlu, Kökdemir ve Demir-
utku, 2003; Çırakoğlu ve Işın, 2005). Ancak bu çalış-
malarda üniversite öğrencilerinin algılarına odaklanıl-
mış ve farklı statüdeki bireylerin algılarıyla karşılaş-
tırılmalar yapılmamıştır. Bu araştırmada hem öğrenci
hem de öğrenci olmayan grupların algıları araştırıla-
rak bu algıların katılımcıların statüsünden etkilenip
etkilenmediği belirlenmeye çalışılmıştır. Araştırmanın
temel amacı H1N1 salgını sırasında bir Türkiye ör-
nekleminde H1N1’e ait algıları ve bunların kaygı düze-
yi ve kaçınma davranışları ile olan ilişkisini belirle-
meye çalışmaktır. Çalışmada hastalığın doğasına, olası
nedenlerine ve salgının kontrol edilme yöntemlerine
yönelik algılar, H1N1aşısına yönelik tutumlar ve ka-
çınma davranışları araştırılmıştır. Araştırmaya konu
olan algıların ve kaçınma davranışlarının cinsiyet ve
çalışma statüsü değişkenleri açısından incelenmesi ise
çalışmanın bir başka amacıdır.
Yöntem
Örneklem
Araştırmanın örneklemi üniversite öğrencileri ve
öğrenci olmayan olmak üzere 379 kadın ve 318 erkek
katılımcıdan oluşmaktadır (N = 697). Tüm örneklemin
ortalama yaşı 27.59’dur (S = 1.46). Üniversite öğrenci-
leri grubu Ankara’da bulunan iki vakıf ve iki devlet
üniversitesinde öğrenim gören 422 öğrenciden oluş-
maktadır. Bu grupta 281 kadın (% 66.60) ve 141 erkek
(% 33.40) öğrenci yer almaktadır. Öğrenci grubunun
ortalama yaşı 20.70 (S = 1.33) ve ranjı ise 17-34 ola-
rak bulunmuştur. Öğrenci olmayan grupta ise 98 kadın
(% 35.60) ve 177 erkek (% 64.40) olmak üzere toplam
275 katılımcı yer almaktadır. Bu grubun yaş ortalaması
38.16 (S = 1.64) ve ranjı 16-86 olarak bulunmuştur.
Her iki grupta da yaş değişkeni açısından uçtaki de-
ğerlerin sıklığı düşüktür. Öğrenci olmayan grupta 223
katılımcı düzenli bir işe sahiptir. Kalan 52 katılımcı ise
çalışmayan (n = 17), emekli (n = 17) ve ev hanımların-
dan oluşmaktadır (n = 18).
Veri Toplama Araçları
Araştırmada kullanılan veri toplama araçları dört
ana bölüm altında toplanmıştır: (1) demografi k bilgiler
ve H1N1 ile ilgili genel sorular, (2) H1N1’in doğasına,
olası nedenlerine ve kontrol yöntemlerine yönelik algı-
lar ve aşıya yönelik tutumlar, (3) kaçınma davranışları
ve (4) kaygı ölçümü. Demografi k veriler bölümünde
yaş, cinsiyet, eğitim ve çalışma durumu ve H1N1 ile
ilgili genel sorular yer almıştır. Bu bölümde yer alan
genel sorular “Sizce domuz gribi ne kadar ölümcül
bir hastalıktır?”, “Sizce şu andan itibaren salgın kaç
ay devam eder?”, “Domuz gribine yakalanmak sizi ne
kadar endişelendiriyor?” gibi katılımcıların hastalıkla
ilgili öngörülerini belirlemeye yöneliktir.
Algı ve Tutum Ölçekleri. Bu çalışmada yapısı iti-
bariyle “sokaktaki insanın kuramları”nı (lay theories)
belirlemeye yönelik bir algı araştırmasıdır. Bu tip ça-
lışmalarda belirli bir yöntemle derlenmiş ve nedensel
yüklemeleri içeren ifadeler katılımcıya verilmekte ve
her bir ifadeye ne ölçüde katıldığını belirtmesi isten-
mektedir. Araştırmalarda kullanılan algı ölçekleri Te-
mel Bileşenler Analizi (TBA) gibi faktör analitik yön-
temlerle analiz edilerek algı boyutları belirlenmekte-
dir. Bu metodoloji farklı sosyal ya da psikiyatrik ol-
gularla ilgili algıların araştırılması amacıyla çok sayıda
araştırmada kullanılmıştır [örn., depresyon (Çırakoğlu,
Kökdemir ve Demirutku, 2003; Furnham ve Kuyken,
1991) ve madde bağımlılığı (Çırakoğlu ve Işın, 2005)].
Bu araştırmada da araştırmacılar tarafından katılımcı-
ların H1N1’in farklı yönleriyle ilişkili algılarını ve tu-
tumlarını belirlemek için maddeler yazılmıştır. Medya-
nın salgınlar sırasında önemli bir bilgi kaynağı olduğu
bilindiğinden (Akan ve ark., 2010; Jones ve Salathé,
2009) ölçeklerinin oluşturulmasında medyadaki tartış-
malardan ve daha önceki araştırmalardan yararlanıl-
mıştır. Araştırmada kullanılan algı ve tutum ölçekleri
şunlardır: (1) H1N1 Algısı (A-H1N1), (2) H1N1’in Ne-
denleri Algısı (N-H1N1), (3) H1N1’in Kontrolü Algısı
(K-H1N1) ve (4) Aşıya Yönelik Tutumlar (T-Aşı). Tüm
Domuz Gribi Algısı, Kaygı ve Kaçınma 53
ölçekler 5’li Likert tipi olarak tasarlanmış ve katı-
lımcılardan her bir maddeye ne kadar katıldıklarını 1
ve 5 arasında işaretlemeleri istenmiştir. (1 = Kesinlikle
katılmıyorum, 5 = Kesinlikle katılıyorum). Ölçeklerde
yükselen puanlar katılımcının ilgili maddeye inancının
yükseldiğini göstermektedir. Ölçeklerde bazı maddeler
olumsuz biçimde yazılmış ve analizlerden önce ters
kodlanmışlardır. Ölçeklere ilişkin analiz sonuçları Bul-
gular bölümünde Ön Analizler başlığı ile verilmiştir.
Kaçınma Davranışları (KD). Yukarıda belirtilen
yöntemle araştırmacı tarafından davranışsal ve bilişsel
kaçınmaları belirlemek için 5’li Likert tipinde 14 mad-
deden oluşan bir ölçek hazırlanmıştır. Katılımcılardan
ölçek maddelerinde tanımlanan davranışları son bir
hafta içinde hangi sıklıkta gösterdiklerini 1 (bu davranı-
şı hiç yapmadım) ve 5 ( bu davranışı çok sık yaptım) ara-
sında işaretlemeleri istenmiştir. Bu ölçekteki puanların
yükselmesi kaçınma davranışlarının daha sık yapıldığını
göstermektedir. Kaçınma Davranışlarına ilişkin analiz
sonuçları Bulgular bölümünde Ön Analizler başlığı al-
tında verilmiştir.
Sürekli Kaygı Ölçeği (SKÖ). Katılımcıların sürek-
li kaygı düzeyleri Spielberger, Gorsuch ve Lushene
(1970) tarafından geliştirilen ve Türkçeye Öner ve Le
Compte (1975) tarafından uyarlanan SKÖ ile ölçülmüş-
tür. SKÖ bireylerin son yedi gün içinde hissettiği kay-
gıyı ölçmek için geliştirilmiştir. Ölçekteki maddeler 1
ve 4 arasında puanlanmaktadır (1 = Hemen hemen
hiçbir zaman, 4 = Hemen her zaman). Yedi madde ana-
lizlerden önce ters kodlanmaktadır. Ölçekten alınan
puanların yükselmesi sürekli kaygının yükseldiğini gös-
termektedir. Normal ve hasta örneklemlerinde yapılan
çalışmalarda iç tutarlılık katsayılarının .83 ile .87 ara-
sında değiştiği bulunmuştur. Bu araştırmada ölçeğin iç
tutarlılık katsayısı .84 olarak hesaplanmıştır.
İşlem
Araştırmanın verileri iki ayrı örneklem yöntemi
ile toplanmıştır. Üniversite öğrencilerinden alınan veri-
ler sınıf uygulamaları biçiminde ve gönüllülük esası-
na göre toplanmıştır. Sınıf uygulamaları yaklaşık 15
dakika sürmüştür. Öte yandan öğrenci olmayan grubun
verileri tesadüfi (convenient) örneklem yöntemiyle top-
lanmıştır. Tüm katılımcılar araştırmanın amaçları hak-
kında bilgilendirilmişlerdir.
Dostları ilə paylaş: |