§
Duyguların gücü birçok hal ve hareketlerde kendini
gösterir. Güçlü bir duygu görünüşte kendinden bağımsız
duran bir psikolojik hali bile etkilemeyi başarabilir. Tüm
algılar, idrakler (hatta basit ve temel olanlar bile) bazı işa
retlerin yorumu ve tercümesi gibidir. Mesela portakalı gör
mesem bile sadece bir portakal olduğuna birtakım işaretler
sayesinde onun portakal olduğu çıkarımında bulunuyo
rum.
Bu algı yorumu gitgide alışkanlığa ve değişmesi zor
otomatik bir hale dönüşüyor. Bu durumda duygular bilin
cimizde gerçek görüntüyü kovar ve yerine hayali bir yorum
getirir. Korkunun geceleri son derece doğal seslere bile saç
ma sapan yorumlar getirdiğini; nefretin en aşikar durum
larda bile bizi nasıl körleştirdiğini bilmiyor muyuz? Mesela
annelerin çocuklarının güzelliğinden bahsederken taraflı
bakış açıları ortada. Moliere, Misanthrope kitabında aşkın
gözü kör etmesiyle alay eder;
"soluk yüz, yasemin çiçeğinin
beyazlığı gibi; korkutan karanlık, sevimli bir karartı gibi . . .
"
Fakat duygular sadece algıları bozmaz. Keskin, kuvvet
li duygular zayıf olanları dinlemez, kovar. Örneğin bilahare
inceleyeceğimiz kibir birçok insanda bulunan çok keskin
bir duygudur. Ve gerçekte hissedilen duyguları zihinden
kolayca kovabilir. Hissedilmesi uygun, nazik olan duygular
ise haysiyetimiz tarafından bize önerilir.
Yabancı duygular bilincimize yerleşir, gerçek duyguları
saklar. Tıpkı bir duvarın önünde beliren bir hayaletin hayal
gören kişiyi engellemesi gibi bu duygular gerçeği gizler.
164
İrade Terbiyesi
Gençler de buna benzer bir içsel arzunun etkisiyle ve
çevrenin de desteğiyle hakiki sevinçleri gençlik çağlarının
sözde zevklerine feda eder. Yavan, verimsiz bir yaşantı için
deki insanlar da içlerindeki gerçek duyguları aramazlar.
Çevrelerinin kendilerine biçtiği çerçeveyle yetinir ve bunu
alışkanlık haline getirirler. Bu da içlerindeki gizli, gerçek
duyguların ölmesine kadar gider.
Bu "bana ne derler" durumu sevimli, saygılı ama içi
boş insanlar yaratır. İpleri başkalarının elinde olan kukla
misali. En zor anlarda bile hissettikleri "makbul olan" ola
caktır.
Tabiacıyla sağlam ama hantal olan algılarımızı ve duy
gularımızın doğallığını bozmayı başaran bu duygu halleri
hatıralarımızı etkilemekte de zorlanmayacaktır.
Bütün yargılarımız ve inançlarımız bilgi edinmeye ve
edinilen bilgilerin ayrıncılı biçimde değerlendirilmesine
dayandığından duyguların burada önemli etkileri olacağı
açıktır. Hakikate duyduğumuz aşkla, yapacağımız ilk şey,
sevdiğimiz şeyin doğru olduğuna kani olmaktır. Hepimiz
tercihlerimizi birçok seçenek arasından yaptığımızı zanne
deriz. Maalesef bu kararlar çoğunlukla içimizde alınmıştır
ancak bizim tarafımızdan alınmış değildir. Yani bu bilinçli
yapılan bir tercih değildir. İrademizin bu seçime bir katkısı
olmamıştır. Baskın gelen eğilimlerimiz, bir bakıma zekanın
karar vermesine rıza gösterirler. Zekanın kendini kraliçe
gibi hissetmesine izin verirler fakat bu kraliçe gösteriş ya
pan, nutuk çeken ama hiçbir yönetim görevi olmayan bir
kraliçedir.
165
Jules Payot
Duygusal ruh hallerinin şiddetli baskısına kolaylıkla
boyun eğen zeka, irade karşısında çok fazla memnuniyet
duymaz. İrademiz de zekamızdan emirler almayı ve yerine
getirmeyi sevmez. Duygusal güç olarak ona daha çok tut
kularla bezenmiş duygulu emirler gerekir. Bilim bize "iste
me duygusu" sayesinde karar alamayacak vaziyette olan bir
kimsenin, bir kaza esnasında ezilen bir kadına müdahalede
bulunmak için arabadan ilk adayan kişi olabileceğini gös
terdi. İşte size özel bir irade!
Kalıcı bir iradenin oluşması için güçlü, devamlılık arz
eden ve en azından düzenli olarak duygularla beslenmesi
gerekir. Mili diyor ki; "Güçlü bir duygusallık, kendi nefsi
ne karşı hakimiyet kurmanın hem aracı hem de koşuludur.
Ancak bunun için duyguların doğru yönde eğitilmesi gere
kir. Bu hazırlıklar tamamlanınca sadece lider olacak kahra
manlar yetişmiş olmaz aynı zamanda kendine hakim olan
"irade kahramanları" da yetişmiş olur. Tarih ve tecrübeler
gösteriyor ki en tutkulu karakterler görev duygusunda en
fazla sürekliliği ve ciddiyeti gösterenlerden çıkıyor."
Kendimizi itinayla bir inceleyelim. Reflekslerimiz
dışında tüm iradi arzularımızda önce bir heyecan dalgası
yaşarız ve yapılacak işi duygusal olarak algıladığımızı gö
rürüz. Zamanı gelir yapmanız gereken işin yarattığı baskı
nedeniyle yatağınızdan çıkmak istemez ancak misafire ya
takta yakalanma utancını yaşamamak için alelacele giyinir
siniz. Utanma hissi giyinme işini yaptırır. Bazen de mese
la adaletsizliğe karşı çıkma hissi bize pahalıya mal olacak,
aleyhimize olan bir protesto yapmaya itebilir bizi.
Zaten günümüzde çocuklara verdiğimiz pek de akılcı
1 66
İrade Terbiyesi
olmayan eğitim gerçeğin muğlak bir algısı üzerine kuru
ludur kısmen. Bütün bu kompozisyonlar, ödüller, cezalar
sistemi, iradeyi sadece duyguların harekete geçirebileceğine
dair muğlak bir kabul üzerine kuruludur. Böylece hassa
siyeti düşük olarak yetişen çocuğun irade açısından eğiti
mi de zordur. Hatta her açıdan da. İtiraf edelim ki çocuk
eğitiminde en sıkıntılı husus hassasiyetten yoksun olan ço
cukların doğru şekilde yetiştirilebilmesidir. Söylenenlerin
hiçbiri anlam ifade etmez. Her şeyi dinler ama hiçbir şey
hissetmez. Toplumları ve ortak isteklerini bireyin içinde
olup bitenlerin bir yansıması olarak düşünürsek fikirlerin
dünyayı ancak dolaylı olarak ve de duygulardan destek ala
rak yönlendirdiğini görürüz. Michelet'nin dediği gibi; "Bir
fikrin değeri ilk çıkış anında değil aşkın ısısıyla tomurcuk
lanıp kalbin gücüyle çiçek açtığı zaman belli olur." Spencer,
dünyayı duygular yönetir der haklı olarak. Stuart Mili ise
bunun aksini iddia ederek dünyanın hareketini duygularla
ya da tutkularla keşfetmedik der. Haksız da değildir ancak
bu buluşu insan üzerinde pek de etkisi olmayacak bir du
rumdan çıkarıp insanın faydasına yönlendirmeyi başarmış
olması "güçlü duygulardan" kaynaklanır.
Spinoza' nın da Pascal' ın da fikirleri ruhlarında fılizlen
di. Özellikle Spinoza'nın ruhuna gezegenimizin evrendeki
önemsizliği ve ardından hiç olduğumuz duygusu o denli
işledi ki onun eserleriyle haşır neşir olan hiç kimse ilahi
gücün o büyük huzurunu hissetmekten kendini alıkoya
maz. Bu keşif sadece derin fılozoflarda pratik etkiler doğur
du çünkü sadece onlarda duyguların tomurcuklanmasına
sebebiyet verdi.
Bir ulusun, politik bir grubun iradesi duygu durum-
167
Jules Payot
!arının (çıkar, ortak korkular, ortak istekler vs.) bir sonu
cudur. Yani halkı yönlendirmek için salt fikirler yeterli de
ğildir.
Tam da bu hususta okurlarımızın dikkatini şu noktaya
çekmekte fayda var. Tarihte düşüncenin davranış üzerin
deki zayıflığı ile duyguların gücü konusunda birçok kanıt
bulmaları mümkündür. Hepimizde vuku bulan vatan sev
gisinde yer alan acı, keder, korku ve umudun payını göre
bilecekler.
Kitabımızın ilk bölümünde verdiğimiz örneklerin
haricinde dindar geçinip bir tek ayini bile kaçırmak iste
meyen dindar kadınların bazen nasıl bir kız arkadaşının
şöhretine göz dikebileceğini; politikacıların insan severlik
gösterisi yapıp, garibanların kaba saba evlerini ziyaret et
mekten, genelde üstü başı kirli ve her zaman kaba olarak
gördükleri yoksul insanlarla iletişim kurmaktan nasıl deh
şetle kaçındıklarını görebiliriz.
Kimi zaman adeta felç olmuş gibi şehvetin zihinde
yarattığı karışıklığa tanık olur, bedenin bir noktasında bi
riken bir salgının genelde kendi kendinin hakimi olabilen
beyinde uyandırabileceği rezil fikirler karşısında da şaşırır
lar.
Qui
amat non labora
deyimi gibi seven için gerçekten
de her şey daha kolay olur. Anaç duyguların nasıl onur,
vatanseverlik duygularından daha güçlü olduğunu biliriz.
Yavrusu yaşasın da kendi sefıl olsa bile yeter ki yavrusu
yaşasın! Ancak aksi bir durumda da Cornelie'nin (Caius
Gracchus adlı trajediden bahsediyor. - Ç.N.) hararetli va
tanseverliğinin, nasıl en güçlü duygularının yerine ikincil
1 68
İrade Terbiyesi
duyguların başarıyla konulabileceğini kanıtladığı görülür.
Bizim için değerli olan bu örnek en sağlam içgüdüsel
duyguların kökünden sökülebileceğini kanıtlar. Bu durum
dan sonra ana hatlarıyla bahsetmiş olsak bile duygu du
rumlarının irade üzerindeki etkisini hiç kimse yadsıyamaz.
il
Eğer fıtratımızın duygusal tarafı psikolojimiz üzerin
de her zaman üstün ve baskın olursa zekamızın onun üze
rindeki gücü zayıflar, etkisiz kalır. Bu etkisizlik duygula
rın yapısından kaynaklanır. Bilahare dış dünyayla bağımız
kaslarımız tarafından sağlanır. Kas yoksa dış dünyayla bağ
da yok. Hangi yolla olursa olsun dışarıdan gelen tüm uya
rıcılar doğal olarak bir kas tepkisiyle cevaplanır. Dışarıdan
gelen uyarıcılar çok farklı olabilir; daha sonra kas kendine
göre düzenleme getirir. Kasların verdiği tepkiler de değişik
lik arz edebilir. Bunun için güç gerekir. İnsan doğası son
derece muhteşemdir; bir uyarıcı, duyu organımıza ulaşın
ca, anında kalp daha hızlı atmaya başlar, soluğumuz hızla
nır, sindirim organları kırbaçlanmış gibi olur. Bu fizyolo
jik durum anlık olarak tepki verir. Heyecanın büyüklüğü
duygunun büyüklüğüyle orantılıdır. Duygu yoksa heyecan
da yoktur. Otomatik olan bu duygu irademizin müdaha
lesinden kaçar. Bu durum kendimize hakimiyet açısından
bizim için ne acıdır.
Kalp atışımızı ne durdurabilir ne de yavaşlatabiliriz.
Bir korku anında bağırsaklarımızın neredeyse felce uğra
masına engel olamayız. Mesela şehvet anında cinsel sıvıla
rın oluşmasına engel olamazsınız. Kendine hakim olanların
ne denli az olduğu, özgürlüğün ise ancak az sayıda insanın
169
Jules Payot
ulaşmaya cesaret edebildiği sebatkar çabanın bir ödülü ol
duğu fikrini bizden daha iyi bilen olamaz.
Buradan şöyle bir sonuç çıkıyor; insanlar, belirlenim
(determinizm) yasasının ve kendilerini alıkoyamadıkları
arzularının kölesidir. Ayrıca Nicole'ün dediği gibi onlar
acımamız gereken "kuklalardır". Onlardan hangi hayasızlık
gelirse gelsin, fı.Iozofcan beklenen davranış yüksek sükunet
ve huzurdur. Hür iradecilerden olan Alceste ne kadar sinir
lenirse sinirlensin sonuç budur. Philince'in37 sevimli sakin
liğine bir bakalım:
. . . her adımda gördüğüm gibi,
gazap verir sizin gibi,
sahtekar, haksız, çıkarcı gördüğümde,
etrafta dolanan aç akbabaları,
kötü maymunları, kudurmuş kurtları görmekten . . .
İşte akıllı insanın edinmesi gereken tavır budur. Öcü-
nü alırken bile sükunetle yapmalı. Daha doğrusu akıllı in
san öç almaz zaten. Kimsenin onun rahatını bozmaması
gerektiğini bildiği için sadece huzuruna kastedecekleri an
layacakları şekilde düzelterek önlem alır.
Bu küçümseyici sükunet yerine ne yapıyoruz? Bize
yapılan bir kabalık hemen bizde istem dışı fizyolojik he
yecanlar yaratır. Kalp düzensizce pırpır acar; paniklemiş
gibidir. Bu kasılmaların birçoğu spazm şeklinde düzensiz
ve acı vericidir. Kan beyne sıçrar, hassas olan bu organa
kanın hücum etmesi öç alma gibi saçma sapan, abartılı,
olmayacak fikirlerin ortaya çıkmasına sebebiyet verir. Ha
yat görüşümüz bile reddettiği ve kınadığı bu hayvani ku-
37
Moliere'in Misanthrope eserinde bir karakter, insanları olduğu
gibi kabul eden bir kişilik.
170
İrade Terbiyesi
durmuşluğa çaresizce eşlik eder. Peki bu çaresizlik neden
kaynaklanır? Şöyle ki, duyguların iç organlarımız üzerinde
iradenin bile hiçbir müdahalesinin olamayacağı bir harap
edici etkisi vardır. Bu organik rahatsızlığı hafifletemediği
miz için tepkimizin bilincimizi işgal etmesini ve psikolo
jik olarak varlığını engelleyemeyiz. Örnekleri çoğaltmaya
gerek var mı? Psikolojik temelli görünen cinsel sorunların
bile aslında organik sebepleri olduğunu bilmiyor muyuz?
Hislerin esas kaynağı fizyolojik mahiyette olduğun
dan onlara karşı koyabileceğimiz bir güç elimizde bulun
mamakta. Duygularımıza karşı savunmasızız çünkü onları
ortaya çıkaran fizyolojik sebepler kontrolümüz dışında.
Kişisel bir analiz yapacak olursam, düşünceler ile iç organ
larımız arasındaki bu adil olmayan çatışmaya nihai örneği
vermiş olurum. Kısa zaman önce, çocuğumun sabah git
mesi gerektiği komşumuzun evinde olmadığı haberi geldi.
İstem dışı, kalbim hızlı hızlı atmaya başladı. Hemen ken
dimce orada olmayışının sebeplerini düşünmeye başladım
ve yokluğunun makul bir açıklamasını buldum. Yine de
etraftakilerin yarattığı aşırı sıkıntı sebebiyle ve kimin ta
rafından verildiğini bilmediğim, evimizin yanından geçen
nehrin kenarında oynayabileceği fikri içime kurt gibi dü
şüvermişti. Sonra bu düşüncenin saçma olduğuna kendimi
ikna etmeye çalışıyordum ama yukarıda sözünü ettiğimiz
fizyolojik heyecanım daha da artıyordu. Kalbim yerinden
çıkacak gibi oluyor, saçlarımın dibinden itibaren diken di
ken oluyordu. Ellerim titremeye başlamıştı. Her şeye rağ
men aklımdan binbir türlü ihtimal geçiyor, kötü düşün
celerden kendimi alamıyordum. Yarım saat sonra çocuk
bulunduğunda kalbimin şiddetli atışı devam ediyordu. İşin
garibi, onaylamadığım bu durum, nihayet dindiğinde dahi
1 7 1
Jules Payot
sanki yine de kullanılmak istiyordu; öfke ve yoğun endi
şenin malzemesi birbirine benzediğinden bu heyecan beni
bakıcıya kızmaya itiyordu. Ama kızcağızın acılı durumu
karşısında kendimi frenleyip, zamanın geçmesine, olayın
yatışmasına karar verdim. Bu da biraz zaman aldı elbet
te. Herkes kendi hayatında benzer gözlemlerde bulunabi
lir. Duygularımıza doğrudan hakim olamayacağımıza dair
üzücü sonuca kolayca varabiliriz.
III
Görüldüğü üzere sanki nefse hakim olmak görünürde
mümkün değil. O halde kitabın başlığı aldatıcı. Aslında
nefse hakimiyet bir tuzaktır. Zira bir taraftan sadece dü
şüncelerime hükmedebiliyorum. Determinizmin akıllıca
kullanılması beni özgürleştiriyor. Çünkü fikirlerin birbiri
ni çağrıştırması yasasını kullanmama imkan veriyor. Ancak
sadece kendimi kandırıyorum çünkü düşünce tek başına
yetersiz. Savaşmamız gereken haşin güçlerin karşısında fi
kirlerin birbirini çağrıştırması yasası sahte bir güç olarak
kalıyor.
Diğer yandan eğer içimizdeki duygular her şeyin ha
kimiyse; eğer kendilerince algıları, hatıraları, yargıları, akıl
yürütmeleri yönetiyorsa ve hatta güçlü duygular zayıf olan
ları yok edip kovuyorsa; eğer tek kelimeyle neredeyse sınır
sız bir despotluk uyguluyorsa demek ki o kadar otoriterdir
ki ne mantığın emirlerine uyar ne de irademizin kontrolü
nü kabul eder.
Zapt ve idaresi zor olan bir sürü basit ve bayağı duy
guya karşı ruhumuzda ancak bir kuvvet mevcuttur. O da
"mantık" kuvvetidir. Fakat bu da oldukça güçsüzdür. Ko-
1 72
İrade Terbiyesi
ruyucu kollayıcı olmaktan ziyade sadece istişari rolü vardır.
Bu durumda kılıç kalkanı bir kenara bırakıp umutsuz
bir şekilde savaş alanından kaçmak, kaybettiğimizi kabul
lenip, korkakça kaderimize boyun eğip, tembelliğe sığınıp
en azından orada teselli bulmamız lazım.
Allahtan durum bu kadar da vahim değil. Buraya ka
dar bahsetmediğimiz ve burada hakkını teslim edeceğimiz
bir faktör var. Zekanın bugün muktedir olamadığı şeyleri
yapma imkanını "zaman" ona sağlayacaktır. Anında alama
dığımız bir sonucu, bir stratejiyle dolaylı olarak ileride te
lafi etmemiz mümkün olacaktır.
iV
Nefsimizi kontrol etmek için kullanacağımız metoda
geçmeden önce, duygusal hallerimizin esasına ilişkin, hiç
bir şey ya da pek bir şey yapamıyorsak, gözden kaçırmadı
ğımızdan emin olmak için tüm kaynaklarımızı, duyguları
mızın tali derecedeki malzemesini etkileyecek güçlerimizi
de (en azından temel olanları) gözden geçirmekte fayda var.
Fizyolojik açıdan irademizi dikkate almayan organları
mızdan kalp başta olmak üzere, hiçbirine doğrudan psiko
lojik yollarla etki edemeyiz. Tek müdahale imkanımız dı
şarıdan gelebilir ve bu tedaviyle ilgilidir. Aşırı öfke anında
içeceğimiz yüksük otunun kalbin ritmine faydası olabilir.
Bazı ilaçlar sayesinde en şiddetli dürtülerimizi bastırmak
mümkündür. Fiziksel ve zihinsel hamallığımızı, tembelli
ğimizi kahve içerek engelleyebiliriz. Ancak bu kalbin hare
ketini hızlandırır, bir tür spazm yaratır. Üstelik birçok kişi
için sinire sebebiyet verebilir. Sinirli birçok insanda solu-
173
fules Payot
num bozukluğuna, nefes darlığına ve el kolun titremesine
neden olabilir. Böylelikle onları kaygıya, sebepsiz endişeye
harca akıl dışı korkuya sevk edebilir.
Özede duygularımız üzerindeki doğrudan doğruya er
kimiz hakkında da düşünmek icap eder.
Duygu ile duygunun dışa yansıması olan kas hareket
leri genelde herkeste aynıdır. Ve bunların dışa vurumu is
teğimize bağlıdır. O hilde mademki bir hareketi yapmak
veya yapmamak hususunda hakimiyetimiz vardır o halde
bir duygunun dışa yansımasını durdurmak çoğu zaman
mümkündür.
Duygu ile duygunun dışa yansıması olan kas hareket
leri arasında devamlı bir çağrışım ve destek vardır. Zaten
herhangi iki unsur sık sık ilişkili olursa birbirlerini tetik
leyecekleri genel bir psikoloji yasasıdır. Bu kurama bağlı
olarak, insan doğasıyla ilgilenen psikologlar harta Pascal ve
Ignace de Loyola gibi düşünürler, ruhumuzu aynı duygu
durumuna getirmek için duygu hali yerine ona tekabül
eden kas hareketini yapmayı tavsiye ederler.
Bilindiği üzere hipnoz esnasında duyguyu dışa vur
mak için o duyguya denk gelen davranıştan faydalanılır.
Bir kişide arcaya çıkarmak istediğimiz duygularına ilişkin
kasları harekete geçirmemiz o duyguların arcaya çıkması
için yeterlidir ve açığa çıkan duygulara rüm çevre de destek
sağlar. Dugald-Scewarc, sinirlenmesi için Burke' nin sinir
liyken yaprığı harekerleri tekrar ermesinin yeterli olduğun
dan bahseder.
Köpeklerin, çocukların ve harca yetişkinlerin şakasına
174
lrade Terbiyesi
boğuşmaları gerçek sinirlenmelerle bitmez mi? Gülmeler,
ağlamalar bulaşıcı değil mi? Toplumda "nerede deli orada
eğlence" diye düşünülmez mi? Ailede, mutsuz, karamsar
birinin varlığı tüm ailenin huzursuzluğuna sebebiyet ver
mez mi? Loyola' nın da savunduğu üzere Konfüçyüs, Çin'de
kendilerine özgü bazı hareketler yüksek otoritenin simgesi
olduğu için, insanların davranışları üzerinde de önemli ve
etkili olduğunu söyler. Katolik cenaze törenleri psikolo
jik olarak en inançsızları bile etkilemeye yönelik değil mi?
İnançlı biri de duygusal anlamda ruhuna hükmedip tören
den etkilenmemeyi denesin bakalım mümkün olmayacağı
na iddiaya girerim. Aynı şekilde neşeli bir arkadaşın endişe
ve kaygılı anımızda yanımızda olması bizi nasıl rahatlata
caktır değil mi? Örnekleri arttırmak mümkün.
Maalesef, açığa çıkan duygular zaten halihazırda var
olanlardır. Onları yaratmıyoruz, sadece onları ortaya çıka
rıyor, canlandırıyoruz. Tekrarlanan duygular ise doğal ola
rak zayıflar. İç dünyamıza destek veren harici güçler ancak
değerli bir katkı olarak kabul edilebilir. Bunlar daha ziyade
duyguların bilinçte canlı kalmasını sağlayarak katkı sunar.
Hareketlerimiz veya yazı düşünce için neyse dış destek de
duygular için aynıdır. Dikkatin savrulmasına, dağılması
na engel olur, kopmaya hazır zincirler gibi olan irademizi
bilincimizde ön planda tutarak ve yeni mantıksal fikirler
geliştirerek yardımcı olur.
Aynı şekilde içimizde fokurdayan bir heyecan oldu
ğunda dışa yansıtmayı tercih etmeyebiliriz. Sinir hissi;
yumrukların sıkılması, yanak kaslarının gerilmesi, vücut
kaslarının kasılması, nefes alışlarımızın hızlanması şeklin
de kendini gösterir. Quos ego! deriz. Kaslarıma gevşeme-
1 75
Jules Payot
si için, yüz kaslarıma gülümsemesi için emir verebilirim,
nefesimin düzelmesini sağlayabilirim. Ancak daha henüz
zayıf iken, filizlenme aşamasindayken duygularımı kontrol
etmezsem, ilk müdahalemi zamanında yapmazsam, büyü
meye bırakırsam, üstelik içimizdeki irade, kişiliğimiz, rezil
olma korkusu gibi duygulara yardım göndermezse çabala
rımın boşa gitme ihtimali yüksek olur. Aynı şey cinsel dür
tüler için de geçerli. Eğer düşünceler cinsel isteğe dayanak
oluşturursa, iç direniş zayıf ise isteğin failleri olan kasların
direnişi kısa sürer. Genel olarak düşmana karşı somut du
varlar yükselterek bir abluka oluşturmak hiçbir işe yara
maz. Hele ki kuşatma birlikleri, komutanın moral olarak
gücünü yitirdiğini hissederlerse, işlenmeye hazır hale ge
lirler. Kasların duyguya karşı koymasına tüm iç savunma
mekanizmalarının eşlik etmesi şarttır. İşin gerçeği dışarıdan
içeriye müdahale çok da mümkün değil. Bizim direkt ola
rak ruhumuz üzerinde duyguyu açığa çıkarmada, harekete
geçirmede ve de yok etmede yapacağımız etki zayıf kalır.
Bu dış yardımların bize sağladığı ancak bir katkıdır. Son
derece değerli bir katkı ancak içimizde güçlenmeye başla
mış bir davranışa eklenti olur sadece.
v
Şayet sadece günü gününe, anlık yaşasaydık, geleceği
düşünme mecburiyetimiz olmasaydı bu durumda mücade
le etmeye de lüzum olmazdı. Bu takdirde içimizdeki dü
şünceler ile tutkularımız ve duygularımız arasındaki savaşa
şahit olurduk. Savaş ilginç olurdu ancak akıl olaylara baka
kalır, erkenden umudunu yitirirdi. Yarışlarda iddiaya giril
diği gibi savaşın kazananı kim olacak bahsine girebilirdi.
Bu bahis oyununda akıl sadece bir tür yenilmezlik unvanı
1 76
İrade Terbiyesi
elde edebilirdi. Zaten birçok insanda bundan farklı bir rolü
yoktur çünkü neredeyse herkes öngörülere aldanır gider.
Başımıza gelenler ise nefsin isteklerinden başka bir şey
değildir. Arzular gerçekleştikçe gerçekleşiyor, biz de ken
dimizi özgür zannediyoruz. Akıl, güçsüzlüğünden utanmış
olarak, kendini kral zannederek oyalanmayı sever. İşin ger
çeği, arzularımız, aklı hiçe sayarak dilediğini yapar. Meteo
roloğun sadece atmosferin yoğunluk derecesi bilgisine göre
yağmurun yağacağını bilmesi ancak yağmuru yağdırmaya
gücü olmaması gibi aklın da bu mücadelenin sonucuna
pek tesiri yoktur.
Fakat özgürlüklerini elde etmek için hiçbir çaba harca
mamış olanların duymayı hak ettiği bir kural yok. Çünkü
insanlar sadece "sahip oldukları" bir kuralın gücünden is
tifade edebilirler.
Şu anda sahip olamadığımız bir irade hakimiyeti kabi
liyetini "zaman" bize elde etme imkanı sunar. Yani zaman
en büyük kurtarıcımızdır. Aynı zamanda aklımızın tutku
ların ve hayvani hislerin boyunduruğundan kurtulmasını
sağlar. Çünkü duygu durumları adeta vahşi ve kör güçler
gibidir.
Akıl, kurnaz davranarak ve zamanla ittifak kurarak,
yani taktiksel bir oyunla, sabırla, sakin a.ma kararlı bir şe
kilde, yavaş yavaş mutlaka iradenin iktidarını ele geçirebi
lir. Şimdi de gelin, zamanın etkisiyle gerçekleşen bu özgür
leşmenin doğasını ve etkilerini inceleyelim.
177
Üçüncü Bölüm
Akim
Gücü
1
Kendini keşfetme ve iradeyi terbiye etme yolundaki
önemli hususların başında davranışlarla düşünceler ara
sındaki bağın kuvvetli alışkanlıklar haline getirilmesi gelir.
Düşünce aklımızda ortaya çıktığı anda fiilin de aynen bir
refleks gibi kesin ve güçlü biçimde düşünceye eşlik etmesi
şeklindeki bir bağdan bahsediyoruz. Oysa acı gerçek şudur
ki neredeyse otomatik olan bu eylemleri ancak duygu or
taya çıkarabilir.
Mesela içimizde çalışma isteği belirdiğinde şayet ha
rekete geçmek sıcağı sıcağına yapılırsa eylemle fikir arasın
daki bağ sağlamlaşır. İkisi arasındaki rabıtanın sıkı olması
için duygu durumlarının sıcaklığıyla işlenmesi şarttır. Böy
lelikle düşünce ve hareket arasında muhteşem bir uyum
sağlanmış olur.
Eğitimin görevi çocuklarda güçlü duyguları kullana
rak düşünme alışkanlığı edinmelerini sağlamaktan, yani
çocuğun kafasında fikirlerle fikirler, fikirlerle duygular ara
sında ve nihayetinde fikirlerle eylemler arasında bağ ku
rabilmesini ve harekete geçmesini temin etmekten başka
ne olabilir? Çocuk bunu oluştururken öncelikle korkuyla,
kendine olan saygıyla, anne babaya şirin görünmek kaygı
sıyla davranışlarını yavaş yavaş düzeltmeye, gürültü yapma
178
lrade Terbiyesi
eğilimini bastırmaya, hareketlerini kontrol etmeye başlar.
Üstüne başına dikkat etmeye ve çalışmaya başlar. Diğer
bir deyişle amaç güçlü doğal duyguları zekice kullanarak,
içgüdüsel davranışlarla bunun doğal sonuçları arasındaki
bağı koparmak ve birbiriyle daha öncesinde ilişkisi olma
yan kimi fikirler ile eylemler arasında güçlü bir bağ oluş
turmaktır.
Dini duygular, derin inanç ortamlarında ve de dö
nemlerinde muazzam bir gücün ortaya çıkmasına neden
olur. Sebebi de zaten güçlü olan ve tutarlı bir şekilde bir
araya getirilmiş olan temel duygulardan faydalanılmasıdır.
Toplumsal baskı korkusu, dini temsil eden otoriteye karşı
saygı, eğitim yıllarının birikmiş alışkanlıkları, günah işleme
korkusu, sürekli, her yerde bizi gören, duyan hatta düşün
celerimizi bilen Tanrı düşüncesi, ondan beklenen umutlar,
bütün bunlar bilincimizde basit gibi görünen ama aslında
karmaşık ve mühim bir yer edinir. İçimizi yakıp kavuran
bu duygunun ateşi düşüncelerimizle eylemlerimiz arasın
daki bağı lehimler. İşte bu nedenle üstün dini duygulara sa
hip kişiler küfre karşı fazla eğilim göstermezler çünkü çok
çabuk boyun eğerler ve bunda samimidirler. Ahlaki açıdan
zayıf olanların zihnini yakıp kavuran cinsel istek onlarda
öylesine mat edilmiş, yok edilmiş, arındırılmıştır ki onlar
için iffeti korumak bir sorun olmaktan uzaktır. Bunun sa
dece üstün duyguların karşı koymasıyla, çok güçlü eğilim
ler karşısında kazanılmış büyük bir zafer örneği olduğunu
düşünüyorum.
Ernest Renan'ın dediği gibi; "artık sahip olmadığım
bir inancın hala beni yönettiğini hissediyorum. İnancın
özelliği, kaybolmasına rağmen hala etkili olmasıdır." Bu
1 79
Jules Payot
durum sadece inanca ilişkin bir özellik değil. Eylemleri
uzun süre kimi fikirlere bağlayan her samimi duygu za
manla yok olabilir. Duyguların kolaylıkla kurduğu benzer
bağları, düşüncelerimiz de duygu durumlarımızla iş birliği
sağladığı takdirde aynı şekilde kurabilir.
Fazlasıyla örneği var; lisede ve aileden aldığımız eği
timde hocalarımız, öğretmenlerimiz gördüğümüz gibi,
bize istedikleri bağı kurdurabilirler. Aynı şekilde din de bu
bağı kurabilir. Ancak kendi kendimize yaptığımız kendi
mizi tanıma eğitimimiz için durum farklıdır. İş çok daha
karmaşıktır. Psikolojik yapımızı, doğamızı derinlemesi
ne tanımamızı gerektirir. Genel itibariyle öğretmen veya
ebeveyn denetimindeyken gençlerden çok net belirlenmiş
şekilde düzenli ders çalışmaları istenirken, liseden mezun
olduktan sonra korumasız, gözetimsiz kalırlar. Kendilerini
şehrin karmaşasına kapılmış ve özellikle de vazifesiz bulur
lar. Çünkü sınavlara hazırlanmak, günü gününe ajandasını
takip etmekle aynı şey değildir. Artık ceza yok. (Ne kadar
uzakta! Ne kadar etkisiz!) Yıl sonunda gelecek başarısızlık
korkusu da yok.
Hatta pek çalışkan olmadıkları halde okula kabul edi
len öğrencilerin çok sayıda olması bile tüm ciddi kaygıları
ortadan kaldırıyor. Bu nedenle de hep son ay çalışmaya ko
yulurlar!
Bu olumsuz ortamda öğrenciye destek olacak, var olan
duygularından destek almasını sağlayacak ve aklın/fikrin
hakimiyetini sağlayacak ortamı kurmak gerek. Hiçbir kay
nağı atlamadan, hangi düşünceyle hangi davranışın ilişki-
1 80
İrade Terbiyesi
lendirileceğini inceleyip tam bir taktik oyunu oynamamız
gerekiyor.
II
Düşüncelerle -nefsi kontrol etme yolunda- faydalı
olan duygusal güçler arasındaki bağı inceleceğiz. Akıl ile
duygular arasındaki bağı araştıran, sayısı maalesef çok az
olan fılozoflar, iki durumu birbirinden ayırmaya gayret et
mişler.
Zihinle öğrenilen asıl bilgi ve ezber bilgi. Aslında bu
ayrım temel bir gerçeği ortaya koymanın yanlış bir yolu
dur. Tüm bilgiler zihinseldir. Ancak bilgiye bir heyecan
eşlik etmesi durumunda ikisi arasında bir etkileşim ve
birleşim olur. Duygunun daha hacimli ve de daha etkili
olması nedeniyle bilincin önüne geçer, bağlantılı düşünce
leri kenara iter. Yukarıda belirttiğimiz örneklerde isteksiz
düşüncelerin aniden şiddetli duygular uyandırabildiklerini
gördük. Ancak yanında duygusal bağın hatırası olmaksızın
düşüncenin şuurda yer tutması mümkün değildir.
İşte bu yüzden bir bayırdan kaydığım düşüncesi ya
şadığım bir olaydan dolayı başımın dönmesi için yeterli
oluyor. Daha önce hiç alakası olmayan bir fikir ile duygu
durumu arasında nasıl bağ kurulup otomatik hale dönüş
tüğünün kendimden somut bir örneğini verdim. Bu bağla
rı yapay olarak tutturmak mümkün mü? Cevabımız hayır
olsaydı irade terbiyemiz biterdi. Ama az önce eğitimin bu
ihtimal üzerine kurulu olduğunu gördük. Öyleyse anne ba
balar ve öğretmenler irade terbiyesi için her ne yaptılarsa
özgür biri de bunu kendi başına gerçekleştirebilir mi? Eğer
cevap olumsuzsa insanın kişisel eğitimini gerçekleştirmesi
1 8 1
Jules Payot
mümkün olmazdı.
Düşüncelerimizle duygularımızı ilişkilendirmek şüp
hesiz ki zordur. Üstelik, zaman alabilir ve ciddiyet gerektire
bilir. Zamanla mümkün olacağı konusu da bizce hepsinden
daha kesindir. Zira bu çaba bizim kendimizi kurtarmamız
için şarttır. Bunu kabul etmek ise özgür olduğumuz anla
mına gelir. Bu olumlu ifadeyi kullanmada tereddüt etme
yelim. Evet özgürüz. Her birimiz eğer istersek zor bir görev
fikrini kolay kılmak için ona duygu ekleyebiliriz. Duygular
diyoruz çünkü genellikle zihinle çalışanlarda ihtiyaç duyu
lan çağrışımlar birçok duygu durumuyla sağlanır. Üstelik
yukarıda bahsettiğim kendi örneğimdeki gibi sadece tek bir
tecrübenin sonucu değildir. Tıpkı bir ressam gibi, üst üste
kalem darbeleriyle, ilk tecrübeden itibaren eskizdeki her
çizgi gibi alışkanlık yasası da bilincimize işler. Enerjimizi
topladığımız anlarda keskin çizgiler resmi netleştirir daha
sonra sabırla rötuşlar gelir peşinden.
Zihnimizde işleyişin yavaş olması tercih edilir çünkü
aklın yalnız başına çalışması insanın doğasına aykırıdır. Bu
anlarda insanın üzerine çöken yorgunluk ve özellikle bir
düşüncenin üzerinde konsantre olmak için verdiği savaş
o kadar zordur ki insanı hareketsiz ve tembel kılan zararlı
güçlere karşı iradenin mücadelesini destekleyecek bütün
duygusal güçleri tutarlı ve sağlam bir bağ şeklinde topla
mak hiç de gereksiz değildir.
Kalben kendimizi verdiğimiz ve uzun soluklu bir ça
bayla bu kitabı oluşturmayı sağlayan gücü destekleyen et
kenleri incelediğimizde aynı hedefe yönelen güçlerin birlik
teliğini görürüz. Öncelikle böylesi bir üst düzey çalışmanın
182
İrade Terbiyesi
bize verdiği enerji duygusu kendini gösterir; düşünerek
keşfetmenin, bir şeyleri başarmış olmanın verdiği mutlu
luk, yüksek amaca yoğunlaşmanın verdiği his, faydalı bir
iş yapmanın verdiği ciddiyet ve kendini iyi hissetme duy
gusu. Bu güçlü gerekçelere bizi hiçbir beklentisi olmadan
sempatiyle takip edenleri ve az da olsa kıskançlık besleyerek
bize değer verildiği fikrini de ekleyelim. Gittikçe genişleyen
entelektüel ufkumuzu bir düşünün. Buna bir de kişisel öz
saygının, ihtirasın verdiği tatmini ekleyelim. Bizim için de
ğerli olan kişilerin mutlu olmasının verdiği haz da var.
Ayrıca insan sevgisi, bilimlerin bilimi olan kendini yö
netme sanatını kimsenin öğretmediği başıboş gezen onca
gence yardımcı olma hissi de daha üstün gerekçeler olur.
Bencillik ve fedakarlık hisleri bize bugün ve gelecek
te yardıma çağırabileceğimiz zengin bir eğilim, heyecan
ve tutku hazinesi tedarik eder.
O
hazine ki şimdiye kadar
bize soğuk, can sıkıcı görünen bir hedefi, canlı ve çekici
bir gayeye, cazip bir sona dönüştürmemize yardımcı olur.
İçimizdeki kıpır kıpır, sımsıcak heyecanı bu hedefe, amaca
yansıtırız. Tıpkı sevgilisini arzularıyla, rüyalarıyla süsleyen
bir aşık gibi. Ama arada bir fark var. Gencin sevgilisine kar
şı beslediği hayaller naif bir gerekçeye dayanırken, bizde
iradeye, karara dayalıdır ve ancak zamanla kendiliğinden
olacak ve üslup kazanacaktır.
Cimri bir insan hayatını, sağlığını, isteklerini ve hatta
dürüstlüğünü paraya değişebiliyor da biz neden mutluluğu
getirecek çalışmaya her günümüzden biraz ayırmayalım?
Tüccar her sabah saat beşte kalkıp gece saat dokuzlara ka
dar müşterileriyle ilgilenip bir gün köyde bahçeli bir evde
183
Jules Payot
sakin bir hayat kurma umuduyla yaşarken bizim gençler
de gelecekte entelektüel bir hayatın nimetlerine kavuşmak
için bugün çalışma masalarında dirsek çürütmek zorunda
dır!
Bir iş çok zor ve nahoş olsa bile eğer içinizden gelerek
yapılırsa emin olabiliriz ki fikirlerin çağrışım yasası gere
ği alışkanlıklar çabanın verdiği acıyı dindirecek ve kısa bir
süre içinde keyif almaya başlayacağız.
İşin doğrusu başlangıçta bize çekici gelmeyen bir işi,
çağrışım yoluyla çekici kılma gücümüz çok ötelere uzanır.
Öncelikle irademize faydalı olacak hislerimizi zenginleşti
rebiliriz. Böylece onları istediğimiz gibi değiştirebileceğiz.
Mesela zamanın elimizden kaydığı düşünüldüğünde hay
rete düşüren bu algılanması zor koşuşturmacanın, bu insan
hayatını ve bedenini kemiren telaşlı saniyelerin akışı, bu
hayatın kısalığı duygusu da bize bütün bayağı eğlenceleri
küçümsemeyi öğreterek yardıma gelemez mi?
Aslında bilincimizde hiç olmayan duyguları ne yarata
bilir ne de ortaya çıkarabiliriz. Ama temel olan duyguların
da insan bilincinde yer almadığını söyleyemeyiz. Üstelik
bildiğimiz başka bir şey; en karmaşık ve en yüksek duygu
ların birçok temel duygunun bir araya gelmesiyle oluştu
ğudur.
Diğer yandan da zihnin ciddi ve uzun bir dikkat sa
yesinde bilince sağladığı destek bilincin en canlı halinin
ortaya çıkmasına, daha sonra da ilişkili olan ruh halleri
nin doğmasına ve beyinde fikirlerin toplandığı bir kont
rol merkezinin gelişmesine sebep olur. Yani biz bir bakıma
cılız, utangaç, şimdiye değin gün yüzü görmemiş, cesaret
1 84
İrade Terbiyesi
bulamamış, kendini ifade edememiş, gündüz parıldadığı
belli olmayan yıldızlar misali zayıf duygu durumlarımızı
cesaretlendirebileceğimizi, destekleyebileceğimizi, güçlen
direbileceğimizi düşünüyoruz. Kısacası sahip olduğumuz
"dikkat sarf etme kabiliyeti" sahip olmadığımız bir yaratıcı
güç görevi görebilir.
Ayrıca yazılan romanların başarısı ve okuyan herke
sin beğenmesi nasıl açıklanabilir? Her biri günlük hayatta
içimizde olup da kendini ifade fırsatı bulamayan sıradan
duygulara hitap ettiği için olmalı. Büyük ustaların kitapla
rını halkın büyük bir kesimi takip edebiliyorsa toplumun
çoğunluğunda uyandırılmayı bekleyen duygularının oldu
ğu anlamına gelmiyor mu? Öyleyse yazarların içimizdeki
duyguları açığa çıkarmada yaptığı şeyi, kendi dikkatimizin
ve hayal gücümüzün hakimi olan bizlerin yapamaması tu
haf olur. Şüphesiz yapabiliriz. İstediğim zaman kendi içim
de yapay fırtınalar, sakinlikler, heyecanlar, istediğim amaca
ulaşmada istediğim duyguları oluşturabilirim.
Yeni bilimsel buluşların tümüyle yeni duygular yarat
tığını görürüz. Kartezyen felsefenin mekanik görünüşün
den daha soğuk ne olabilir? Fakat Spinoza' nın ateşli ruhuna
düşen bu soyut teori onda o ana kadar dağınık duran fikir
leri yeni bir sistem halinde düzenleyip, bizim hiçliğimizle
ilgili sahip olduğu o çok güçlü duygu etrafında toplayarak
gördüğümüz en duygu dolu ve muhteşem metafizik ro
manlarından birinin ortaya çıkmasını sağlamadı mı?
Peki insandaki hümanist duyguların doğuştan olduğu
nu söyleyebilir miyiz? Bu duygu insan bilincinin bir ürünü,
benzersiz bir gücün sentezi değil midir? John Stuart Mili
185
fules Payot
"İnsanoğlu inancını, düşünce, his ve hareketlerini bir tür
önseziyle renklendirerek hayatı yakalayabilir" derken sizce
de haklı değil midir?
Zekanın görevi ilkel, anarşik duyguları birleştirip,
yönlendirmek ve onlara yeni bir ifade imkanı vermektir.
Çünkü tüm duygu durumları, istekler doğası gereği belir
sizdir, kördür ve neticede güçsüzdür. Kendiliğinden dışa
vuran sinir, korku gibi içgüdüsel duygular hariç, birçok
duygu aklın desteğini gerektirir. Ruhumuzda can sıkıntısı,
huzursuzluk yaratırlar ve bu rahatsızlıkları anlamlandıran
akıldır. İsteği tatmin etme yollarını araştırması gereken de
akıldır. Mont-Blanc Dağı'ndaki kar fırtınasında kalmış ol
sak, soğuktan acı çekip, feci bir şekilde ölüm korkusu içine
düşsek tehlikenin geçmesini beklemek için kıyıda köşede
barınak kazma önerisini akıl telkin eder.
Robinson Crusoe gibi ıssız bir adada mahsur kaldı
ğımızda, hayatta kalmak için aklımız tüm becerilerini
kullanmak zorunda kalmaz mı? Sefalet içindeysem ve de
kurtulmak istiyorsam yine akıl devreye girer ve oradan çık
maya çalışır, beni yönlendirir. Sonuç itibariyle, bir isteğe,
duyguya, büyük bir canlılık katmak için, akıl da bu faaliye
ti yakından takip etmelidir. Bu sayede aklın sevimli, cazip
ya da faydalı yönleri derin izler bırakabilmiş olur. Görülü
yor ki akıllı ve öngörülü varlıklar olduğumuzdan (bilmek
sonuç itibarıyla öngörüdür) incelemiş olduğumuz bütün
bu olanaklarımızı müttefik duygularımızı güçlendirmek
amacıyla kullanabiliriz.
Dışarıdan direkt olarak duygu durumlarımıza müda
hale etmemiz çok mümkün değil; fakat çağrışım yasasını
1 86
İrade Terbiyesi
akıllıca kullanarak gücümüzü muazzam bir yaygınlığa ulaş
tırmak mümkündür. Bu güce sağladığımız enerjiyle etkisi
ni ikiye katlamamız mümkün; özellikle bu duyguları or
taya çıkaracak ortamda bulunduğumuz durumlarda. Aile,
arkadaş, ilişki, kitap okuma, örnek alma vs. ortamları gibi.
Açıklanan argümanlar bize cesaret vermek için yeterlidir.
Şayet fikrin eyleme bağlanmak için duygu durumlarımızın
hararetine ihtiyacı varsa çağrışım yasasının akılcı kullanı
mıyla halledebiliriz. Böylece aklın hakimiyetinden istifade
edebilmek imkansız olmaktan çıkmaya başlar.
Bunun için fikir ile duygu arasındaki bağı biraz daha
yakından incelememiz lazım. Hissetmek dağınık, ağır ve
uyanması yavaş bir durumdur. Ek olarak tecrübelerin de
onayladığı şekilde, duygunun bilinçte bulunması son dere
ce nadir bir haldir. Duygunun varoluşu ile yok oluşu ara
sındaki aralık oldukça geniştir. Heyecanlar bir nevi med ve
cezir gibidir. Aralıklarda ise ruh kendi sükunetini, huzuru
nu bulur, tıpkı bir deniz gibi durulur. Duygu durumlarının
bu periyodik yapısı (iniş ve çıkışı) bize akılcı özgürlüğün
zaferini kararlılıkla oturtma imkanı verecektir. Düşünce
doğası gereği sonsuz gelgitlere dayalıdır. Ancak anne, baba
ve öğretmenlerinden ciddi bir eğitim alan genç zekası üze
rinde muhteşem bir güç edinmiştir. Bilincinde çok uzun
süre dilediği temsili tutabilir. Duygu durumlarının istikrar
sızlığına karşı, fikir sürekliliği ve gücüyle karşı durur. Duy
gu dalgası boyunca ortaya çıkan hareketi kullanmak üzere
orada bulunur; dalganın geri çekilmesinde ise, düşmana
karşı korunma çalışmalarını hazırlamak ve kendi mütte
fiklerini güçlendirmek için geçici diktatörlüğünden aktif
olarak faydalanabilecektir.
187
Jules Payot
Duygu bilinçte yükselince (burada bahsi geçen duygu
lar amacımıza hizmet eden, iradeyi güçlendiren duygular
dır) hemen durumdan istifade edip tekneyi yol alması için
ittirmek gerekir. Doğru kararlar almak için adeta bizi ça
ğıran Tanrı'nın sesiymiş gibi faydalı harekeclerden istifade
etmek gerekir.38 Ruhumuzu istila eden müttefik duygu her
ne olursa olsun onu derhal amacımız doğrultusunda kulla
nabilmeliyiz. Bir arkadaşın başarısını öğrendiğimizde bu,
yalpalayan irademize kırbaç darbesi olur ve hemen iş başına
koyuluruz! Hemen birkaç gündür içimizi kemiren, ne biti
rebildiğimiz ne de yarattığı takıntıdan kurtulabildiğimiz o
işten cesurca kurtulalım. Şimdi bu satırları okuduktan son
ra çalışma aşkı gelmiş olabilir. Hemen elinize kağıdı kalemi
alın, ya da en basit şekilde çalışmayı keyifli kılan o sağlıklı
fiziksel ve zihinsel duyguyu hissedelim ve hemen işe koyu
lalım! Bu zamanları iyi değerlendirip, doğru alışkanlıklar
edinmek ve kendini kontrol etmenin gururu ile üretici ve
verimli düşüncenin hazzını, tadını uzun süre koruyabilmek
amacıyla kullanmak gerek. Duygular çekilirken, tıpkı top
rağın üzerine serpilen mübarek bir bereket gibi, iş yapma
alışkanlığına faydası olacak, keyfine doyum olmayan, ener
jik hisler bırakacaktır.
Duygu kaybolunca, akabinde sükunet gelince, tek
başına kalan fikrin diktatörlüğü bilince yerleşecektir. Ama
Schopenhauer' ın dediği gibi fikirler, tıpkı her zaman ak
mayan ahlaki değerler musluğu açıldığında, iyi duygula
rın gelip biriktiği ve ihtiyaç hasıl olunduğunda kanallarla
gerekli yere ulaştırıldığı bir baraj, bir sarnıç gibidir. Diğer
bir deyişle fikirler ile eylemler arasında duyguların etkisiyle
kurulan bağlantı devamlılık arz eder ve öce yandan fikir
38
Gottfried Leibniz, Yeni Denemeler,
11-35, 1 765.
188
İrade Terbiyesi
sürekli olumlu duygularla bağdaştırıldığından bu duygu
lar mevcut olmadığında bile çağrışım yasası gereği harekete
geçirmek için zayıf da olsa yeterli miktarı uyandırabilir.
III
Akılla faydalı duygusal hallerimiz arasındaki bağı
inceledikten sonra şimdi de kendimize hakim olmamı
za olumsuz etki eden duygusal halimiz ile akıl arasındaki
bağı incelemek kalıyor bize. Gördüğümüz üzere duygusal
hallerimiz ve istek, tutku gibi duygular üzerindeki direkt
etkimiz kayda değer bile olsa neticede zayıftır. Gücümü
zü ancak dolaylı olarak kullanabiliriz. Sadece kaslarımıza
ve düşüncelerimizin gidişatına etkimiz olabilir. Duygusal
hallerimizin dışa yansımasını bastırabilir, beden dilini yok
edebiliriz. Saraylı beyefendiler, daha acımasız, daha akıl
dışı bir güçten yani toplum baskısından çekindikleri için
onların sinirlerinin, öfkelerinin, nefretlerinin, isyanlarının
her türlü tercümesini bastırma gücünü en yüksek düzeyde
elde ederler.
Öte yandan arzular, eğilimler dış dünyadan kesinlikle
ayrıdır; sadece kas hareketleriyle kendilerini söndürebilir
ler. Öfke kendini küfür, şiddetle tatmin eder; aşk sarılma
larla, öpmelerle, okşamalarla. Ancak kaslarımız isteğimize
bağlı olarak hareket ederler. Hepimiz bir süreliğine uzuvla
rımızın sevdaya aracılık etmesini engelleyebiliyorsak, gücü
müzü amırabileceğimiz ve duygularımızı içimize gömebi
leceğimiz de kesindir.
Tüm güçlü eğilimler, gücün muhafazası yasası gereği
harcanmayı gerektirdiğinden, bu şekilde dıştan engellenen
eğilimler içe atılır ve beyni alevlendirmek zorunda kalır. Ve
189
Jules Payot
orada bağlantılı duyguları uyandırmaya gidecek olan bir
sürü karışık düşünceyi kışkırtır.
Pascal tam da bu anlamda "zeka ne kadar büyükse, tut
kular da o kadar büyük olur" diyor. Fakat unutmayalım ki
düşüncelerimizin yönünü belirlemek bize aittir; iki ateşin
birbiriyle temas etmesine engel olabiliriz. Ateşi söndürme
nin imkansız hale geldiğini hissediyorsak bir uzlaşma yolu
arayabiliriz ve misal olarak kızgınlığımızı söze vurabiliriz,
öç alma isteğine dönüştürebilir, bu gözü kör, saçma sapan
duygunun ateşi azalana dek kendimize geleceğimizden
emin olarak isteğimizi temkinli bir geri çekilmeye zorlarız.
Diğer bir deyişle, tekrar saldırıya geçmeden önce düşma
nın yorulmasını bekliyoruz. Bazen direkt olarak harekete
geçeriz. Görüldüğü üzere, bazı karmaşık eğilimler, insanın
gözünü kör ettiğinden her zaman akla ihtiyaç duyar. De
yim yerindeyse bir düşünceye sarılır. Tıpkı görüş mesafesi
zayıf olan ve koku alma duygusu olmayan köpek balığı
nın kendini avına yönelten bir "pilot balık" ile birlikteli
ğinde olduğu gibi. Aksi halde avı gözünün önünden gelip
geçerdi. Aynı şekilde tüm tutkuların, arzuların ilk amacı
aklı yozlaştırarak kendini meşrulaştırmasıdır. Tembelin de
hiçbir şey yapmamak için ve kendisine uyarıda bulunan
lara karşı kendince haklı olduğunu göstermek için yığınla
bahanesi vardır. Bir despot, sömürdüklerinden üstün oldu
ğunu düşünmeseydi, onların özgürlüklerinin binbir türlü
sakıncasını yakından incelemeseydi despot olamazdı.
İşte bu nedenle, bir tutku kendini bahaneyle meşrulaş
tırdığı anda korkulur hale gelir. Bu duygusal hallere ulaş
mamak için hedef almamız gereken, "pilot" görevi gören
düşünce veya düşünce gruplarıdır. Tam da bu bahaneleri
190
İrade Terbiyesi
parçalayıp yok etmemiz gerek. Tutku, bir nesnenin etra
fından uzaklaştırılması gereken bir illüzyondur. Böylece
gerçeği görür, yanlıştan, yalandan uzaklaşırız. İrademiz
karşısında tutku yenilgiye uğramış olur. Başka istekler veya
duygusal haller de iradenin kolaylıkla kazanmasına izin
vermeyecektir. Bu savaş yüzünden bilincin huzurlu haki
miyetinin yerine endişe gelir. Oysa halinden memnun tem
belliğe karşı, bilincimizde mücadelelerle güçlenen iradeyi
destekleyip sonuçta muzaffer bir hale getirebiliriz.
Figaro'nun düğünündeki o muhteşem Cherubin ka
rakterini hatırlayalım:
"Kim olduğumu bilemiyorum! İçimde
firtınalar kopuyor bir süredir; bir kadın aklıma geldiğinde
kalbim pırpır ediyor. Aşk ve tutku kelimeleri kalbimi yerin
den oynatıyor. Birilerine "sizi seviyorum" demek o kadar farz
oldu ki kendi kendime yüksek sesle parklarda hanımefendiye,
sana, ağaçlara, rüzgara söylüyorum. . . Dün Marceline'i gör
düm
. . .
Suzanne (gülerek):
Ha! Ha! Ha! Ha! Ha!
Cherubin:
Neden hayır? O bir kadın! Bir kız! Bir kadın! Ah! Bu kelim/er
ne de tatlı!
"
Cherubin kendinde olsa, Marceline' e yakın
dan baksa, ne denli çirkin, yaşlı, budala olduğunu görürdü,
isteği sönerdi. Peki bu arzuyu ne yok edebilirdi? Dikkatli
inceleme ve hakikat!
Büyük tutkular, eleştirel bakışın uyanmasına engel
olur ama tutkunu olunan şeyin iradi olarak kötülenmesi
mümkünse, tutku yok olma tehlikesi altındadır. En güçlü
bahaneleri olan tembelde bile zaman zaman çalışma sevin
cinin tembel bir hayat karşısındaki üstünlüğü kanıtlandı
ğında çalışma isteği uyanabilir. Ve bu anlar daha sonra piş
manlığı olmayan tembel bir hayatı imkansız kılar.
191
Jules Payot
Hakikatlerle bahaneleri yüzleştirmek en zor koşullarda
bile mümkündür. Hatta bazen bahanelerle hayalleri ya da
daha da ötesi irade terbiyesine aykırı olan bir hakikat ile bir
beyaz yalanlar ağını karşı karşıya getirmek gerekebilir. İşin
gerçeği iradi bir yalan yani bir kurgu ancak içtenlik katılın
ca davranış üzerinde etkili olur. Eğer bu yalan içi boş bir
ifade, bir "papağan tekrarı" ise hiçbir işimize yaramaz. Ama
burada bize gülerek sormazlar mı? Ne yani kendi kendimi
ze yalan söyleyebilir miyiz? Üstelik kasten, bilinçli olarak
attığımız yalana mı inanacağız? Bu çok saçma! Evet, görü
nüşte saçma ama hafıza ve dikkat yasalarının bize verdiği o
muazzam özgürleşme gücü üzerine düşünmüş olan herkes
için açıklanabilir bir durumdur.
En genel hafıza kuramı, · hafızamızda tekrar edilmeyen
her hatıranın yavaş yavaş silinmeye yüz tuttuğunu, gitgide
netliğini yitirdiğini ve sonunda günlük bellekten silindi
ğini söylemiyor mu? Oysaki geniş kapsamda bakılırsa, in
san dikkatine hükmeder. Daha sonra, istersek bir hatırayı
sadece onu tekrar dikkate almayı reddederek hayat boyu
ölüme mahkum edebiliriz. Aksine, dilersek dikkatimizi
tekrar üzerine yoğunlaştırarak canlandırabilir, zihnimizde
istediğimiz gibi şekillendirebiliriz. Zihnen çalışan herkes
aklında yalnızca istediklerini tutmayı başarabilir. Üzerinde
düşünmeyip silmek istediğimiz, düşünmek istemedikleri
miz temelli gider. (Sadece az miktardaki bir kısım istisnai
olarak kalır.)
Leibniz, bu kuramın sahip olmadığımız ama uzun va
dede edinmek istediğimiz bir yargının insan üzerinde etki
sini çok iyi anlamıştı. "İstenmeyen bir olayı, istenilen bir
duruma dönüştürebiliriz. İstersek dikkatimizi hoşlanmadı-
192
İrade Terbiyesi
ğımız bir nesneden hoşlandığımız bir nesneye yönelterek
kendimizi inandırmamız mümkündür. Diğer bir deyişle
avantajlı olan tarafın sebepleri üzerinde daha fazla durun
ca, onun gerçeğe daha fazla uygun olduğuna inanıyoruz."
diyor.
Sonuç olarak bir yargı mutlaka akılda bulunan neden
lerin bir sonucu olarak ortaya çıkar. Bu nedenleri topla
mak bir çeşit anket yapmak gibidir. Bu ankete istersek iki
şekilde ket vurabiliriz. Öncelikle yarım bırakmak, önemli
olsalar bile daha sonra ele almayı reddetmek elimizde. Veri
toplama zihinsel bir çaba gerektirir, tembelliğimiz o kadar
doğaldır ki, erkenden vazgeçmek işten bile değil. Hoşumu
za gitmeyecek bahanelerle karşılaşmaktan korkarsak iş iki
kat daha kolay olur. Anket son bulunca, açıkça sonuçları
değerlendirmek, ağırlığına göre seçmek, elemek elimizde.
Bir delikanlı genç bir kadınla evlenmeye karar ver
mişse ailesiyle, sağlık durumuyla, servetlerinin kaynağıyla
ilgili bilgi toplamayı reddeder. Ailesinin geçmişinin pek
temiz olmadığı mı kanıtlandı? Olsun! Genç bir kadın ebe
veynlerinin geçmişinden sorumlu olabilir mi? Aksine, kız
kendisini rahatsız eden bağlardan ve tecrübesizlik veya boş
bulunma sebebiyle verdiği sözlerden kurtulmaya çalıştıkça,
en uzak atasına kadar sorumlu tutulması korkunç olacaktır.
Doğrusu, bahaneler her zaman aynı değere sahip ağır
lıklarla kıyaslanmaz. Nasıl ki bir rakamın önüne yazılan
başka bir rakam bambaşka bir sayıyı oluşturur, on kat, yüz
kat daha büyük bir sayıya dönüşürse duygularla bağlantı
landırılan bahaneler de çok farklı değerler alabilirler. Bu
bağlantıyı kurmada tamamen hür olmamızdan dolayı, iste-
1 93
Jules Payot
diğimiz düşünceye istediğimiz değeri ve faydayı verebiliriz.
Üstelik bu muhteşem içsel zenginliği uygun düşen bü
tün dış kaynaklarla güçlendirebiliriz. Güncel bilgilerimizin
yanında geçmişi de kullanmamız mümkün. Zeka kaynak
larımızı ustaca kullanarak geleceğe hükmedebiliriz. Tem
belliğe ortam hazırlayan, duygusallığımıza, belli belirsiz
düşüncelere dalmamıza sebep olacak, tensel eğilimlerimizi
kışkırtacak kitapları seçmemek elimizde. Özellikle, karak
teri, fikirleri, yaşam tarzı, ilişkileriyle kötü eğilimlerimizi
arttıran, bizi sağa sola sürükleyen ve tembelliklerini sahte
sebeplerle meşrulaştırmasını bilen arkadaşlarımızı ya bir
çırpıda ya da zamana yayarak elemek bizim elimizde. He
pimizin yanında tehlike anında bizi boğulmaktan kurtara
cak bir akıl hocamız yok fakat yapılması gereken en doğru
şey, içinde kaybolacağımız tehlikeli adaya hiç yanaşmamak
olacaktır. Aklın düşmanı olan güçlerle mücadele etmemiz
için gereken araçlar bunlardır. Doğal olarak zihinde karşı
lık bulmalarına izin vermemek; arzularımızın bağlı olduğu
bahaneleri, hataları akıllıca yok etmek ve hatta yıkıcı haki
katlere inanmaktan uzak durmak gerekir. Bu tarz eylem
lere eklememiz gereken durum harici etkenlerin de akılcı
şekilde düzenlenmesi yani tutkularımızı besleyecek ortam
lardan ve onu ortaya çıkaracak koşullardan kurtulmaktır.
iV
Tüm taktiksel çalışmalar gerçek bir savaş değil ona
hazırlığı oluşturur. Bu hazırlıklarımız istemeden de olsa
aniden irade boşluğuna düştüğümüz veya dikkat eksikli
ğimizin olduğu anda araya giren duygusal arzulardan do
layı sekteye uğrayabilir. Ama, dürtüler içimizde yer etmeye
1 94
İrade Terbiyesi
başlayınca yani fırtına tehdit etmeye başlayınca unutma
mak gerekir ki tüm tutkular düşüncelerle beslenir ve bu
düşünceleri keyfince bağdaştırmaya kalkar. O zaman biz
de onları kendi irademize göre bağdaştırmayı denemeliyiz.
Şayet savaş gerçekten eşitsiz bir savaş ise, dürtüler içten içe
bizi sarmış ise "zekamızın doruk noktasının" bu gidişe rıza
göstermemesi gerekir. Bu duygu halleri tıpkı sel gibi, tek
bir güç olmadığı için bunların karşısında zayıf kalan müt
tefiklerimizi dikkatimiz ve sempatimizle desteklemek için
çaba harcamak bizim görevimizdir. Belki onları birleştirip
yeniden başarılı bir saldırıya geçebilir ya da en azından dü
zenli bir şekilde geri çekilebiliriz. Ardından kendimize gel
memiz daha kolay, daha hızlı ve kararlı olacaktır. Misal bir
şehvet anında, bozgunumuzun utancını bir an bile gözden
kaçırmayabiliriz; tatmin olduktan sonra gelecek depresyo
nu, verimli ve güzel bir çalışma gününü kaybetmiş olma
düşüncesini hatırlayabilir ve belki de zihnimizde canlandı
rabiliriz. Aynı şekilde herkesin başına geldiği gibi bir tem
bellik anında, belki hantallığımıza sebep olan "içimizdeki
ilkel hayvanın" isyanına engel olamayız ancak kendine ha
kim olmanın, çalışmanın vs. ne denli güzel bir şey olduğu
nu düşünmemiz ve hissetmemiz mümkündür. Emin olun
kriz daha kısa, kendini toparlamak daha kolay olacaktır.
Hatta direkt olarak kendimizle savaşmak yerine olumsuz
hislerimizi sakinleştirmek için kalkıp dolaşmak, konuşmak,
birilerini ziyaret etmek vs. daha doğru olacaktır. Tek keli
meyle sabit düşünceleri yok etmeye, yıpratmaya çalışmak,
onu rahatsız etmek, başkalarıyla yapay olarak paylaşmak
gerek. Aynı şekilde tembelliğimizi seyahat kitabı okuyarak,
resim yaparak, müzik yaparak, yanıltabiliriz. Daha
son ra
zihnimiz uyanınca tekrar çalışmaya dönüp korkaklık
ya da
195
fules Payot
uyuşukluk sebebiyle bıraktığımız yerden devam edebiliriz.
Sonuç olarak sıkça başımıza gelse de iradeyi kaybe
dince asla pes etmemeliyiz. Hızlı bir akıma denk gelen bir
yüzücü gibi biraz ilerlemek yeterli olacaktır; ya da umut
suzluğa kapılmamak için, kendini akımın tüm gücüne bı
rakmaktansa daha az ilerlemek yeterli olacaktır. Her şeyi
zaman sayesinde kazanırız. Alışkanlıkları biçimlendiren
ve onlara doğal eğilimlerin gücünü ve enerj isini sağlayan
odur. Asla umutsuzluğa kapılmayanın gücü muhteşemdir.
Alp Dağları'nda yer yer yüz metreyi bulan yarıklar bulunur.
Bu yarıklar yazın eriyen suların taşıdığı kumlar yüzünden
oluşmuştur. En küçük eylemler sayısız kez tekrarlandığında
sebepleriyle birlikte devasa sonuçlar oluşturur.
Doğrusu doğa gibi önümüzde yüzlerce yılımız yok
ama graniti oymak zorunda da değiliz. Bizim için önemli
olan kötü davranışları silip yerine yavaş yavaş daha iyilerini
koymak olmalıdır. Amacımız tembelliğimizi ve arzularımı
zı makul limitler çerçevesinde tutmaktır, hepten silip at
mak değildir. Hatta başarısızlıklarımız bile bizim lehimize
dönebilir. Mükemmele kavuşmak için kaynak o denli bol.
İşin gerçeği, arzularımız tatmin olduktan sonra içinde bu
lunduğumuz o hınç, o ağızda kalan acı tat, fiziksel yorgun
luk, zihinsel boşluk hisleri, acı tadı hissetmek için tekrar
tekrar çiğneyip hatırasını hafızasına kazımak isteyen için
mükemmeldir.
Birkaç günlük mutlak tembellik, insanda o "hazım
sızlık" hisleri yaratmak için haydi haydi yetecektir. İlerle
memiz için değerli olan kendinden iğrenme hissini bera
berinde getirecektir. Bu tür hislerin ara sıra ortaya çıkması,
1 96
İrade Terbiyesi
kıyaslayarak gerçek çalışma ve erdemin değerini anlamak
için önemlidir. Katıksız mutluluk kaynağı, en asil ve en
enerjik duyguların mimarı şudur: Kendi gücünü hisset
mek, iyi eğitilmiş bir insan olmak, çevresine ve ülkesine
büyük hizmetler vermek için muhteşem bir şekilde hazır
lanmış olmanın gururu. Özgürleşme adına verilen bu sa
vaşta başarısızlıklar da başarı kadar değerlidir. Fakat genel
görüşlerden uzaklaşma zamanı artık. Belli iradelere belli
davranışları iliştirmek, monte etmek mümkün. Tersine,
istenmeyenleri bozmak da mümkün. Buradan da şunu
anlıyoruz, insanın kendi kendine iradesini terbiye etmesi
mümkün.
197
SON SÖZ
Önceki bölümlerin umut verici yönü kişinin kendisi
ne rehberlik etmesinin zor olmadığını bize göstermesiydi.
Milli Eğitim müfredatı da bu istikamette olsaydı ne güzel
olurdu! Çünkü tembelliği ve cinselliği kontrol etmek çok
da kolay değildir. Kitabımızın sonuç kısmında bizi umut
landıran şey karakterimizi şekillendirebiliyor olmamız ve
irademize sahip çıkmak için kendimizi tanıdıkça ve içgü
düsel isteklerimize hakim olduğumuz sürece kendimizi
kontrol edebiliyor olmamızdır. Katolik kilisesinin insan
ları kendilerine hakim olabiliyorsa bizim de böyle bir elit
gençlik oluşturmamız mümkündür. Şimdi kimse gelip de
bize dinin sahip olduğu imkanların eğitimde olmadığını
söylemesin.
İnsanları birbirine bağlayan ve ilişkileri güçlendiren
saygı ve sevgidir. Aksi ise insanları birbirinden ayırır, uzak
laştırır. İşte bu yüzden bir konuşmacının her cümlesini al
kışlayan kendini bilmezlerin olduğu bir toplumda küçük
dürüst bir grubun varlığı toplumun doğruya yönelmesi
için yeterli olur. Atinalıların güzel sanatlar alanında yaptı
ğını, Sparta halkının sergilediği özverili çalışmaları günü
müz toplumu da yapamaz mı?
Dinin onayı olmadan ahlaki karakterin oluşması pek
mümkün değildir. Herkesin zamanla psikolojik yapısın
dan da destek alarak dayanılmaz baskılara bile karşı koya
bilmesi, kendisine hakim olması mümkündür. Mümkün
olduğuna göre bu iş önemi itibarıyla hayatımızın öncelikli
1 98
İrade Terbiyesi
meselesi olmalı. İçsel dürtülerimizi canlandırmaya neden
olacak heyecanları, zevkleri, fikirleri hatta duyguları sınır
lamak zorundayız çünkü mutluluğumuz irademize hakim
olmaktan geçiyor. Mutluluk yoğun şekilde dikkatimizi ira
demiz üzerinde tutmamıza bağlı.
Sadece mutluluğumuz değil zihinsel açıdan gelişimi
miz de irade terbiyesinden geçiyor. İşin püf noktası büyük
sabır göstermekte saklı. Sanıldığının aksine bilimsel, büyük
edebi eserler olağanüstü beyinler sayesinde değil başarılı bir
otokontrol ve kendine hakim olma neticesinde doğar.
Yüksek öğrenim ve lise eğitimimiz de bu düşünceye
göre temelden şekillendirilmelidir. Acilen beyinleri heba
eden ezber eğitimi yok edilmelidir. Acilen müfredatın
ciddiyetle sil baştan elden geçirilmesi, adeta işe yaramaz
otların, çalılıkların temizlenmesi gibi öğrencilere nefes
aldırılması şarttır. Beyni "tıka basa" ezberler yerine aktif
düşünmeyi geliştirecek, inisiyatif kullanmaya özendirecek
ödevler verilmesi gerekir.
İrademize hakim olmayı öğreterek büyük insanlar ye
tiştirebiliriz çünkü akla atfedilen birincil özellik iradeli ve
canlı olmasıdır.
Yüzyılımızda hedefimizi dış dünyayı keşfe ayırdık. Bu
keşifler şehvet ve arzularımızın kabarmasına ve sonuç ola
rak da daha fazla endişeye, sarsıntıya ve üzüntüye neden
oldu. Çünkü dış dünyayı keşfederken iç dünyamızdan ol
duk. Asıl önemli olan mutluluk kaynağımız zihni mutlu
lukları bir kenara bıraktık.
Çözümü çok basit. İlkokuldan ve ortaokuldan itibaren
199
Jules Payot
çocuğa iradesine hakim olmayı sağlayan ahlaki değerlerin
verilmesi şarttır. Henüz ahlaki değerleri olmayan, tembel
olmaya eğilimli, aklı başka yerlerde olan çocuğa birtakım
kurallar öğretilmeye çalışılır; özgür irade teorisiyle çocuk
özgür yetişsin diye de tamamen iradesiz kılınırsa hiçbir
işe yaramayan insanlar yetişir. Kişi yavaş yavaş kendisine
hakim olmayı öğrenmek zorundadır. Doğru yöntemlerin
uygulanması şartıyla her gencin kendini kontrol etmesinin
mümkün olduğunu söylemek gerekir.
Doğru amaçlar için savaşmanın iyi bir şey olduğu,
kendine hükmetmenin akıl için ne denli önemli olduğu
unutulmamalıdır. İrade terbiyesinin gerekliliğini ve getiri
sini düşünen herkesin bu işi hayatlarının odak noktasına
koyarak kendisi için en önemli mevzu haline getirmesi ge
rekir.
200
Dostları ilə paylaş: |