Eylül 2016 İstanbul/Türkiye


IV- Yesevî Düşüncenin Hint Kültürüne Etkileri



Yüklə 6,61 Mb.
Pdf görüntüsü
səhifə44/59
tarix18.01.2017
ölçüsü6,61 Mb.
#5811
1   ...   40   41   42   43   44   45   46   47   ...   59

IV- Yesevî Düşüncenin Hint Kültürüne Etkileri

Yesevî’nin düşüncelerinin özellikle Hindistan’ın kuzeybatı kısmında yani 

Pencab bölgesinde daha etkin olduğunu görebilmekteyiz. Bu manada 15. yüz-

yılda Sihizm’in ortaya çıkışı Yesevî düşüncesinin izlerini sürmemiz açısından 

dikkat  çekicidir.  Burada  Sihizm’in  kurucuları  arasında  sayılan  Kabir  ve  Si-

hizm’in ilk gurusu olan Nanak’ın düşüncelerine değinmek ve Yesevî düşünce-

siyle benzerlik gösteren noktalarına dikkat çekmek istiyoruz. Ancak bundan 

önce Islam’ın Hint yarımadasına gelmesiyle filizlenen Bhakti (Tanrı sevgisi) 

anlayışı üzerinde durmak konunun anlaşılması açısından önemlidir. Son ola-

rak da Ahmed Yesevî için kullanılan pir kavramının Sih düşüncesindeki kul-

lanımına ve pir kavramının batıni anlamı ile guru kavramının batıni kavramı 

arasındaki dikkat çekici benzerliğe vurgu yapmak istiyoruz.



A- Bhakti Hareketi

Bazı araştırmacılar Ortaçağda Bhakti hareketinin güçlenmesinin temel ne-

deninin Islam olduğunu ifade ederler.  Bhakti hareketinin Hint alt kıtasında 

11.  yüzyıldan  itibaren  yaygınlaşması  Müslüman  yöneticilerin  idaresi  altına 

giren bölgede Islam’ın yayılışı ve güçlü etkisi karşısında bir cevap olarak de-

ğerlendirilir.

18

  Islam’ın  Sihizm  üzerindeki  etkisi  konusunda  araştırmacılar 



hemfikirdir.  Zira  Sih  kutsal  metninde  Şeyh  Ferid  ve  Kabir  gibi  Müslüman 

mistiklerin sözleri vardır.

19

 Islam felsefesinin temel karakteristikleri ile Or-



17

  M. Fuad Köprülü, Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar, s. 177 

18

  Annemarie Schimmel, Islam in the Indian Subcontinent, Brill, Leiden, 1997, ss. 3-7; Karen Peche-



lis, “Bhakti Traditions”, The Continuum Companion to Hindu Studies, Ed. Jessica Frazier & Gavin 

Flood,  Bloomsbury,  2011,  ss.  107-121;  Andre  Wink,  Al-Hind:  the  Making  of  the  Indo-Islamic 



World, Brill, Leiden, 2004 John Stratton Hawley, A Storm of Songs: India and the Idea of the Bhakti 

Movement, Harvard University Press, 2015, ss. 39-61.

19

  Michael Shapiro, Songs of the Saints from the Adi Granth, Journal Of The American Oriental Society, 



2002, ss. 924-925; Mahinder N. Gulati, Comparative Religious And Philosophies : Anthropomorp-

hism And Divinity, Atlantic, 2008, ss. 302; H.S. Singha, The Encyclopedia of Sikhism, Hemkunt 

Press,  2009,  s.  8;  Gurinder  Singh  Mann,  The  Making  of  Sikh  Scripture,  Oxford  University  Press, 



Oxford, 2001, s. 19

498  

Geçmişten Geleceğe Hoca Ahmed Yesevî

taçağlarda yaşamış Hint mistik ve azizlerinin bakış açılarındaki benzerlik, Is-

lam’ın söz konusu grup mensuplarını etkilemesi olarak yorumlanır.

20

Islam  tasavvufu  ve  Bhakti  hareketi  arasındaki  benzerlikler,  etkinin  kay-



nağı  konusunda  araştırmacıların  üzerinde  durdukları  en  önemli  konudur. 

En önemli benzerlik ise Tanrı’ya sevgi ve aşk ile yaklaşımdır. Ilahî aşk veya 

Tanrıya adanma olarak da adlandırılabilecek olan anlayışın hem Islam tasav-

vufunda hem de Bhakti hareketinde önemli olması, etkileşimin delili olarak 

sunulmaktadır. Yesevî’nin dizelerinde bu durum şöyle ifade edilmektedir:

Günah derdi hasta eyledi tabibimsin 

Aşk yolunda damla damla kanlar yutarım

Sevdiğimsin, dermanımsın, sevgilimsin 

Rahman adı rahmetinden ümit tutayım

Yolda kaldım halimi soran yoldaşımsın 

Şarap kadehini doyası versen candan geçeyim

Elimi tutup yola koy “Ente’l-Hâdi”.21/8 

Hasretinde iki gözümü yaşlasam ben.51/5

Nefes alış-verişini kontrollü biçimde sürdürme, bir pir veya gurunun reh-

berliğine sığınma, ibadet esnasında bazı kutsal veya gizemli sözcükleri mı-

rıldanma  yine  önemli  benzerlikler  arasında  kabul  edilmektedir.

21

  Sufiler  ve 



dervişler, Hindu mistikleri etkilemişlerdir ve bunlar arasındaki ilişkinin var-

lığı inkâr edilemez. Özellikle Sufizm, Keşmir Şivaizmi ve Vedanta düşüncesi 

arasında yakın bir ilişki vardır. Müslüman tüccarların, askerlerin ve din adam-

larının sekizinci asırdan itibaren Hint alt kıtasına gelip gitmeleri bu etkileşim 

için uygun bir zemin oluşturmuştur. Gazali, Inb-i Arabi, Hucviri ve Cami Hint 

kültüründe  etkili  olan  Müslüman  âlimlerdir.  Muinuddin  Çişti,  Feriduddin, 

Nizamuddin gibi sufilerin öğretileri ve uygulamaları Islam’ın Hindu kültürü 

üzerindeki etkisinin gelişmesinde büyük bir öneme sahiptir.

22

B- Kabir ve Guru Nanak

15. yüzyıl Hindistan’da bir reform ve yenilenme dönemi olarak tanımlanır. 

Hintli  mistik  Kabir’in  (1440-1518)  Sufi  tarikatlarıyla  yakın  bir  ilişkisi  söz 

20

  Tarihsel faktörler Şankara’nın Islam ile tanışmış olma ihtimalini arttırmaktadır. Zira Şanka-



ra’nın doğduğu bölgede hâkim olan Kaladi kralının Islam’a girmiş olması bu ihtimali güç-

lendirmektedir. Tara Chand, Influence of Islam on Indian Culture, Indian Press, 1954; Humayun 

Kabir,  The  Cultural  Heritage  of  India,  IV/586-587;  S.  R.  Goyal,  “Foreword”,  Susmita  Pande, 

Medieval Bhakti Movement: Its History and Philosophy, Kusumanjali Prakashan, Meerut (India), 

1989, s. XI

21

  S. R. Goyal, “Foreword”, Susmita Pande, Medieval Bhakti Movement: Its History and Philosophy



Kusumanjali Prakashan, Meerut (India), 1989, ss. XI-XII

22

  Susmita Pande, Medieval Bhakti Movement: Its History and Philosophy, Kusumanjali Prakashan, 



Meerut (India), 1989, ss. 103-104

Geçmişten Geleceğe Hoca Ahmed Yesevî 

 499


konusudur.

23

  Kabir  Tanrıyı  bütün  sıfatların,  niteliklerin  ve  sayıların  ötesin-



de olarak tanımlar. O deruni ve içsel bir aşk ile ulaşılabilecek konumdadır. 

Dindar kimse kendini Tanrı’ya teslim etmelidir, ona tam bir inançla bağlan-

malıdır.  Onun  düşüncesinde  dindar  kimse  ‘Tanrı  tarafından  sevilen’,  Tanrı 

da ‘insanın sevgilisi’dir. Bu durum, Yesevî’nin âşık ve maşuk tanımlamasının 

tezahürüdür. 

Gerçek dertliye kendim ilaç, kendim derman;

Hem âşıkım, hem mâşukum, kendim canan;

Rahmet eyleyim, adım Rahman, zâtım Sübhan;

Bir nazarda içlerini safâ eyledim.54/7

Tanrıya ulaşmak için arzulara gem vurulmalıdır, öfke ve açgözlülük terk 

edilmelidir ve dünya malına bağlanılmalıdır. Yesevî bu konuda şöyle demek-

tedir: 


Ey evlat ümmetlerin derdi örter

Yanlış, noksan günahları dağdan artar

Dini bırakıp dünya malını kendine çeker

O sebepten Hakk’tan korkup kabre girdim. 9/8

Dünya malını yığıp yolu yitirenler

Kısa ömrünü küfr içinde geçirenler

Kılavuzsuz kırlarda yürüyenler

Muhabbetin değerini ne zaman bilir? 136/4

Kabir’in düşüncesinde ilahi aşka ulaşmak için görünür tarzda ritüellerin 

hiçbir yararı yoktur. Bunları gösteriş veya riyakârlık olarak değerlendirmek-

tedir. Aslolan ise bireyin kendi iç dünyasına yönelmesidir. Ahmet Yesevî, içe 

dönüşle ilgili olarak hikmetlerinde şöyle demektedir:

Oruç tutup halka riya eyleyenleri 

Söz dışta olsa içte lezzet olmaz

Namaz kılıp tesbih ele alanları, 

İçi kuru olsa orada lezzet olmaz

Şeyhim diye başka bina koyanları 

Niceleri arzu eyleyip nasip almaz

Son anda imanından ayrı eyledim.54/12  İddia ile anlamını arayıp bulunmaz o.131/4

23

  Kabir’in ailesinin sosyal konumlarını iyileştirmek için Islam’a girdiğini ifade edilmektedir. H. 



P. Dwivedi, Kabir, Hindi Granth Ratnakar, Bombay, 1964, ss. 3 vd.

500  

Geçmişten Geleceğe Hoca Ahmed Yesevî

Kabir, gurunun manevi gelişimindeki rolüne büyük önem atfeder. Guruyu 

mecazi  olarak  çömlekçiye  benzetir.  Çömlekçi  nasıl  ki  çamura  şekil  verirse 

guru  da  öğrencisine  şekil  verir.  Guru,  öğrencisinin  manevi  cehaletini  gide-

rerek  Tanrıya  ulaşma  konusunda  onu  bilgilendirir.  Divan-ı  Hikmet’te  pirin 

önemi, cahilliğin ve cahillerin eleştirisi şöyle ifade edilmektedir: 

Ben yirmialtı yaşta sevda eyledim

Mansur gibi cemal için kavga eyledim

Pirsiz yürüyüp dert ve sıkıntı peyda eyledim

O sebepten Hakk’a sığınıp geldim ben işte.

Ben yirmiyedi yaşta Pir’i buldum;

Her ne gördüm perde ile sırrı örttüm

Eşiğine yaslanarak izini öptüm;

O sebepten Hakk’a sığınıp geldim ben işte.4/7-8

Kabir, kutsal ismin seslendirilişine vurgu yapar. Kişi dikkatini yoğunlaş-

tırdığı  unsuru  gözünde  canlandırır  ve  onun  içerisine  girer.

24

  Yesevî  düşün-



cesinde bu husus Hakk’ın zikri biçiminde ele alınmaktadır. Hikmetlerde bu 

konuda şu örneklere rastlamaktayız:

Rahim içinde belirdim, ses geldi;

“Zikir söyle!” dedi, organlarım titreyiverdi

Ruhum girdi, kemiklerim Allah” dedi;

O sebepten altmış üçte girdim yere.2/6

Nam ve nişan hiç kalmadı, “Lâ... -La...” oldum;

Allah zikrini diye diye “...illâ...” oldum;

Halis olup, muhlis olup “...lillah” oldum;

“Fena fillah” makamına geçtim ben işte.2/12

Guru  Nanak  (1469-1539)  Lahor  yakınlarındaki,  bugün  Nankana  Sahip 

diye bilinen Talvandi köyünde dünyaya gelmiştir. Nanak, bölgenin ünlü su-

fisi Kâbir’den etkilenmiştir. Rivayete göre o, 30 yaşına gelince, Sultanpur’da 

24

  Kabir hakkında ayrıntılı bilgi için bkz., Susmita Pande, Medieval Bhakti Movement: Its History 



and Philosophy, Kusumanjali Prakashan, Meerut (India), 1989, ss. 120-130

Geçmişten Geleceğe Hoca Ahmed Yesevî 

 501


aydınlanma tecrübesi yaşamış ve Guruluk mertebesine erişmiştir.

25

 Nanak’a 



göre Tanrı her şeyin yaratıcısıdır. O’nun eşi ve benzeri yoktur (AG, 463). Ye-

sevî Allah’ın gücü ve kudretini; Tek’liğini ve Var’lığını şöyle dile getirmiştir:

Bir fırsatta yetişip gelmeyip geçmeyip saat

Haşmetine yer ve gökler eylemez takat

Ferman olsa Allah’ımdan ölüm meleği

Nasıl takat yetireceğimi bilemezdim.47/13

Adem Safi sünnetlerini dile alsam

“Yâ Rabbenâ zalemnâ” deyip feryad etsem

Kırlarda gözyaşımı akıtsam

Bir ve Var’ım beni yola salar mı ki? 64/5

Insan Tanrı’nın iradesine tevekkül etmelidir, ona boyun eğmeli ve rıza gös-

termelidir.  Nanak’a göre bu da disiplinli bir ahlaki tutum ve davranışı gerekli 

kılar. Bu husus Hikmet’te şöyle ifade bulur: 

Nefsten geçip kanaatı huy edinen,

Her kim tepse, râzı olup boyun sunan,

İyilere hizmet eyleyip dua alan;

Öyle âşıkın mahşer günü üzüntüsü yok.140/4

Nanak’ın  ifade  ettiği  üzere  insanoğlu  aklına  ve  ahlaki  sezisine  rağmen 

bencilliğinden ve cehaletinden ötürü Tanrı’dan uzaklaşmaktadır. Çünkü ben-

cilce düşünce ve tavırlar insan ile Tanrı arasına duvarlar örmektedir. Manevi 

ilerleyiş bunların üstesinden gelmekle gerçekleşir. 

Yesevî bencillik ve kibirle ilgili şöyle der:

Onbirimde rahmet deryası dolup taştı;

“Allah!” dedim, şeytan benden uzak kaçtı;

Hay u heves, ben-bencillik durmayıp göçtü;

On ikide bu sırları gördüm ben işte.3/2

25

  Bazı araştırmacılar ne Kabir’i ne de Nanak’ı sistematik bir düşünür kabul eder. Onlar iç tepki 



ve sezgileriyle hareket eden eklektik öğretmenler kabul edilir. Nicol Macnicol, Indian Theism: 

From the Vedic to the Muhammadan Period, Oxford University Press, 1915, Oxford, s. 146

502  

Geçmişten Geleceğe Hoca Ahmed Yesevî

Şeyhim diye ulu tuttun özünü daim,

Gönlün kibir ve benlik ile, dilin saim.

Nefsin için uzun geceler durup kaim,

Okuyup Kur’an hiç özüne gelmez misin? 193/2

Nanak’a göre manevi ilerleyişte Tanrı’nın lütfu da önemli bir etkendir. Ye-

sevî’de  bu  hususta  Hakk’ın  inayetinin  âşıkların  üzerine  olduğu  ve  Allah’ın 

istediği kuluna lütfedeceği vurgulanır. 

Aşıklara olup Hakkın inayeti

Bâtın içinde açılır keşif ve kerameti

Dillerine saçıp her an Hakk rahmeti

Fani olup masivâdan geçer imiş.114/3

Sübhan Rabb’im kuluna lutf eylese,

İçi aydınlanıp, dışı yanıp biryan olur.

Pir eteğini tutarak âşık yola girse,

Hakk’ı izleyip iki gözü giryan olur.137/1

Nanak’a göre mutlak guru Tanrı’dır. Beşeri gurular Tanrısal lütfun, sevgi-

nin ve bilginin insanlara aktarılmasında aracı görevi görürler.

26

 Yesevî’de ise 



bu konuda pir, pir-i kâmil ve Hakk ayrımı söz konusudur.

C- Pir ve Guru

Pir kelimesi, tasavvufi anlamda ilk olarak 9-10. asırlarda Horasan sufileri 

arasında kullanılmıştır. Pir ve şeyh kelimeleri birbiri yerine ve aynı anlamda 

kullanıldığı görülmektedir. Horasanlı sufiler, doğdukları yerlere veya yaşadık-

ları coğrafi bölgeye nispet edilerek pir sözcüğüyle birlikte zikredilmişlerdir. 

Abdullah Ensari pir-i Herat, Şeyh Nasur da pir-i Guhistan olarak isimlendi-

rilmiştir. Bu kullanım tarzının en meşhuru Ahmed Yesevî için kullanılan pir-i 

Türkistan ifadesidir. Pir terimi, zahiri ve batıni bir anlama sahiptir. Bu açıdan 

kutub, gavs, mürebbi, veli ve mürşid gibi kelimelerle ilişkilidir. Pir sözcüğü-

nün zahiri anlamı seyru suluku tamamlayıp insanlara rehberlik eden tarikat 

26

  Guru Nanak hakkında ayrıntılı bilgi için bkz., Susmita Pande, Medieval Bhakti Movement: Its 



History and Philosophy, Kusumanjali Prakashan, Meerut (India), 1989, ss. 130-138; Hammet 

Arslan, “Sihizm”, Doğudan Batıya Düşüncenin Serüveni (I-X), Ed. Bayram Ali Çetinkaya, Insan 

Yayınları, Istanbul, 2015, I/723-754.


Geçmişten Geleceğe Hoca Ahmed Yesevî 

 503


şeyhini ifade eder. Pir teriminin batıni anlamı ise mücerret bir şahsiyet veya 

ilahî bir ilke için kullanılır.

27

Sih guru silsilesinin altıncı gurusu olan Hargobind (1595-1644), dönemin-



deki Müslüman etkiye binaen pir sözcüğünü “dini ve ahlaki ilkeleri insanlara 

anlatan rehberler” için kullanmaya başlamıştır. Bu tanımlama açısından ba-

kıldığında Sih düşüncesinde pir sözcüğünün kullanım alanıyla yukarıda bah-

settiğimiz zahiri anlam arasında herhangi bir farklılık yoktur. Bu yüzden Har-

gobind pir sözcüğünü dinî alandaki öncüler ve rehberler için kullanırken Hint 

Alt Kıtasında fiilen mevcut olan Horasan sufilerinden hatta büyük olasılıkla 

Yesevî dervişlerinden etkilenmiştir. Zira pir sözcüğü en tanıdık ve yaygın kul-

lanım alanına pir-i Türkistan olarak Ahmed Yesevî ile ulaşmış gözükmektedir. 

Pir kelimesi batıni anlamda manevi ve ahlaki ilkeler için kullanılır. Bu du-

rum Sih ahlaki ve dini ilkelerini içeren kutsal metin anlayışında görülmekte-

dir. Ancak burada pir kavramı yerine guru sözcüğü tercih edilmiştir. Ancak 

pir ve guru sözcükleri insanlara ve isteklilere rehberlik etme anlamında büyük 

bir içerik benzeşmesine sahiptir. Onuncu ve son guru Gobind Singh (1666-

1708), kendisinden sonra beşeri formda bir guru gelmeyeceğini ve bundan 

böyle dinî ve ahlaki ilkeleri ihtiva eden kutsal metni guru ilan etmiştir. Bu 

husus hem guru ve hem de pir sözcüğünün batıni olarak dinî ve ahlaki ilkeler 

bütününü  ifade  etmeleri  açısından  eş  anlamlı  kabul  edilebileceğini  göster-

mektedir.    



Sonuç ve Değerlendirme

Türkistan civarında doğan ve eğitim alan Hoca Ahmed Yesevî, Orta Asya 

Türkleri arasında yetişen en büyük mutasavvıflardan biridir. O, birçok öğren-

ci yetiştirerek düşüncelerinin canlı kalmasını sağlamıştır. Yesevî’nin düşün-

celeri öğrencileri sayesinde dünyanın birçok yerine dağılmıştır. Onun Türk 

ve Islam düşüncesi içerisindeki yeri her geçen gün daha fazla bilinir önemi 

de daha artar hâle gelmektedir. Ahmed Yesevî’nin din ve tasavvuf anlayışın-

daki en önemli unsurlardan birisi de “ilahî aşk”tır. Her ne kadar kendisinden 

önceki  mutasavvıflarda  bu  anlayış  mevcut  ise  de  Ahmed  Yesevî  ile  birlikte 

Orta Asya Türkleri arasında din algısının ayrılmaz bir parçası hâline gelmiş-

tir.  Ayrıca  kibir  ve  bencillikten  uzaklaşma,  pire  önem  verme,  riyadan  uzak 

durma onun hikmetlerinde vurguladığı düşüncelerinden bazılarıdır. Ahmed 

27

  Safi Arpaguş, “Pir”, DİA, 34/272-273; Hayati Bice, “Hoca Ahmed Yesevi - Divân-ı Hikmet 



Sözlük”, Divân-ı Hikmet, Haz. Hayati Bice, TDV, Ankara, 2009, s. 468

504  

Geçmişten Geleceğe Hoca Ahmed Yesevî

Yesevî’nin  düşüncelerinin  hem  Müslümanlar  hem  de  civardaki  diğer  inanç 

mensupları üzerinde de etkili olduğu gözlemlenmektedir. Onun düşünceleri 

dervişler ve diğer kişiler sayesinde Hint alt kıtasındaki özellikle Sind, Pen-

cab, Agra gibi yerlere ulaştırılmıştır. Keşmir vadisinin Müslümanlaşmasında 

Bülbül Şah isimli Yesevî dervişi etkin olmuştur. Yesevî dervişlerince yapılan 

zikr-i erre (bıçkı zikri) uygulamasına Hint alt kıtasında rastlanılması bölgede 

Yesevîliğin etkisini göstermesi açısından mühimdir. 

Yesevî’ye büyük saygı duyan Timur’un Hint topraklarını fethetmesi Ah-

med  Yesevî’nin  düşünce  ve  inançlarının  Hint  kültürüne  intikaline  yol  aç-

mıştır.  Hint  alt  kıtasında  etkin  olan  Islam  düşüncesi,  Yesevî  düşüncesi  ile 

birleşerek bölgedeki etkinliğini daha fazla hissettirmeye başlamıştır. Ahmed 

Yesevî’nin fikirlerinin Hint kültürünün önemli mistik simaları üzerinde izler 

bıraktığı görülmektedir. Kabir ve Nanak gibi Hint mistikleri şiirlerinde “bir 

tek Tanrı’nın varlığına ve ona duyulan ilahî aşka” vurgu yapmaktadırlar. Ayrı-

ca bencillikten uzak durma, cehaleti def etme, guruya sadakatle bağlılık gibi 

hususlarda  Yesevî  etkiyi  görebilmek  mümkündür.  Hargobind’in  “insanlara 

dinî anlamda rehberlik eden kişi”yi ifade etmek için pir kavramını kullanmaya 

başlaması Ahmed Yesevî’ye verilen “Pir-i Türkistan” ismini akla getirmekte-

dir. Bu örnek, Yesevî düşüncenin Sih kültür üzerindeki önemli bir etki yarat-

tığını göstermektedir. Dolayısıyla Yesevî düşünce Hint altı kıtasında sadece 

Müslümanlar arasında değil Sihler arasında da etkin olmuştur.

Kaynakça

Arpaguş, Safi, “Pir”, DİA, 34/272-273

Arslan, Hammet, “Islam’ın Hint Kültürüne Etkisi: Ahmed Yesevî, Kabir ve Guru 

Nanak  Örneği”,  Uluslararası  Hoca  Ahmet  Yesevî  Sempozyumu,  Basılmamış  Bildiri 

Metni, 28-30 Nisan 2016, Ankara.

Arslan, Hammet, “Sihizm”, Doğudan Batıya Düşüncenin Serüveni (I-X), Ed. Bayram 

Ali Çetinkaya, Insan Yayınları, Istanbul, 2015, I/723-754.

Bice, Hayati, “Hoca Ahmed Yesevî - Divân-ı Hikmet Sözlük”, Divân-ı Hikmet, Haz. 

Hayati Bice, TDV, Ankara, 2009.

Cevahiru’l-Ebrar min Emvaci’l-Bihar

Chand, Tara, Influence of Islam on Indian Culture, Indian Press, 1954.

Dwivedi, H. P., Kabir, Hindi Granth Ratnakar, Bombay, 1964.

Eraslan, Kemal, “Ahmed Yesevî”, DİA, II/159-161



Geçmişten Geleceğe Hoca Ahmed Yesevî 

 505


Goyal, S. R., “Foreword”, Susmita Pande, Medieval Bhakti Movement: Its History and 

Philosophy, Kusumanjali Prakashan, Meerut (India), 1989.

Gulati, Mahinder N., Comparative Religious And Philosophies : Anthropomorphism And 



Divinity, Atlantic, 2008.

Hawley, John Stratton, A Storm of Songs: India and the Idea of the Bhakti Movement

Harvard University Press, 2015.

Hazinetu’l-Asfiya,

Kabir, Humayun, The Cultural Heritage of India, IV/586-587

Kadı Mahdum Nebi Can Hatif, Vakı’at-ı Timur, Taşkend, 1308’den aktaranlar: 

Köprülü, M. Fuad, Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar, ALFA, Istanbul, 2014

Macnicol,  Nicol,  Indian  Theism:  From  the  Vedic  to  the  Muhammadan  Period,  Oxford 

University Press, Oxford, 1915.



Mann, Gurinder Singh, The Making of Sikh Scripture, Oxford University Press, Oxford, 

2001.

Nizamüddin Şami, Zafernâme, Çev. Necati Lugal, TTK, Ankara, 1987

Pande, Susmita, Medieval Bhakti Movement: Its History and Philosophy, Kusumanjali 

Prakashan, Meerut (India), 1989.

Pechelis, Karen, “Bhakti Traditions”, The Continuum Companion to Hindu Studies, Ed. 

Jessica Frazier & Gavin Flood, Bloomsbury, 2011

Schimmel, Annemarie, Islam in the Indian Subcontinent, Brill, Leiden, 1997.

Schuyler, E., Türkistan Seyahatnamesi, Çev. Kolağası Ahmed.



Shapiro, Michael, Songs of the Saints from the Adi Granth, Journal Of The American Ori-

ental Society, 2002

Singha, H.S., The Encyclopedia of Sikhism, Hemkunt Press, 2009.

Wink, Andre, Al-Hind: the Making of the Indo-Islamic World, Brill, Leiden, 2004.

Zarcone, Thierry, ”Turkish Sufism in India: The Case of the Yasawiyya”, Confluence 



of Cultures: French Contribution to the Indo-Persian Studies, Ed. Françoise Nalini Delvo-

ye, Manohar, Delhi, 1994, ss. 82-92.“Hindistan’da Türk Tasavvufu: Yesevîlik Örneği”, 



Dergah, Nisan 1993, Istanbul, ss. 19-20.

Hoca Ahmet Yesevî’nin Hikâyet-i Mi‘râc’ı 

Hanife Dilek BATİSLAM*

Mi‘râc  terimi,  Hz.  Peygamber’in  Mescid-i  Harâm’dan  Mescid-i  Aksâ’ya, 

oradan da göğe yaptığı yolculuğu ifade eder. Sözlükte mi‘râc kelimesi,  “yu-

karı çıkmak, yükselmek” anlamındaki urûc kökünden türemiş, “yukarı çıkma 

vasıtası, merdiven” anlamında ism-i âlet olarak tanımlanmıştır. Hz. Peygam-

ber’in göğe yükselişini ve Allah katına çıkışını anlatan mi‘râc olayı, Mescid-

i Harâm’dan Mescid-i Aksâ’ya gidiş ve oradan da yükseklere çıkış şeklinde 

yorumlandığından kaynaklarda daha çok “isrâ ve mi‘râc” şeklinde geçse de 

Türkçede mi‘râc kelimesiyle her ikisi de anlatılır. Islâmî kaynaklarda ele alın-

dığı  şekliyle  mi‘râc,  iki  aşamada  meydana  gelmiştir.  Hz.  Peygamberin  gece 

Mescid-i Harâm’dan Mescid-i Aksâ’ya yaptığı yolculuğa isrâ; oradan göklere 

yükselmesine mi‘râc denilmiştir. Sery kökünden türeyen isrâ’ aynı zamanda 

Kur’an’da bir sûre adıdır

1



Kaynaklarda  mi‘râcın  gerçekleştiği  tarih  farklı  verilmektedir.  Rebîülev-

vel veya Ramazan ayından bahseden rivayetler olsa da Müslümanların çoğu 

mi‘râcı Receb ayının 27. gecesinde kutlar. Mi‘râc olayında önemli yer tutan 

Mescid-i Aksâ’nın hangi mescit olduğu konusunda ayetlerde açıklama yapıl-

mamış, sadece çevresinin kutsal kabul edildiği belirtilmiştir

2

.



Mi‘râcla ilgili rivayetlerde bazı farklılıklar vardır. Rivayetlerin ortak nok-

talarına göre mi‘râc şu şekilde gerçekleşmiştir: Kâbe’de Hicr veya Hatîm de-

nilen yerde Cebrâil geldi, Hz. Peygamberin göğsünü açtı, zemzemle yıkadık-

tan sonra içine iman ve hikmet doldurup kapattı. Burak adlı bineğe bindirip 

Beytülmakdis’e götürdü. Peygamber Mescid-i Aksâ’da iki rekat namaz kılıp 

*

  Çukurova  Üniversitesi,  Fen-Edebiyat  Fakültesi,  Türk  Dili  ve  Edebiyatı  Bölümü  Öğretim 



Üyesi, batislam@cu.edu.tr

1

  Salih Sabri Yavuz, “Mi’râc”, DİA, C. XXX, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, Istanbul, 2005, s.132.



2

  Yavuz, a.g.m. s.133. 



Geçmişten Geleceğe Hoca Ahmed Yesevî 

 507


dışarı çıktığında, Cebrâil biri süt, diğeri şarap dolu iki kap getirdi. Peygamber 

süt dolu kabı seçince Cebrâil kendisine “fıtratı seçtin” dedi, ardından onu alıp 

dünya semasına yükseltti. Semaların her birinde sırasıyla Âdem, Îsâ, Yûsuf, 

Idrîs, Hârûn ve Mûsâ peygamberlerle görüştü; nihayet Beytü’l-ma‘mûr’un bu-

lunduğu yedinci semada Hz. Ibrâhim’le buluştu. Sidretü’l-müntehâ denilen 

yere ulaştıklarında yazıcı meleklerin kalemlerinin seslerini duydu ve Allah’ın 

huzuruna çıktı. Burada elli vakit namaz farz kılındı. Dönüşte Hz. Mûsâ, elli 

vakit namazın ümmetine ağır geleceğini söyleyip Allah’tan onu hafifletmesini 

istemesini tavsiye etti. Namaz beş vakte indirilinceye kadar Hz. Peygamber’in 

huzûr-i ilâhîye müracaatı ve Mûsâ ile diyalogu devam etti. Bir rivayete göre, 

Hz. Peygamber’e mi‘râcda Bakara sûresinin son ayetleri indirilmiş ve Allah’a 

ortak koşmayanların affedileceği müjdesi verilmiştir

3

.

Isrâ ve mi‘râcın niteliğine yönelik en önemli tartışmalardan biri de bede-



nen mi yoksa ruhen mi gerçekleştiği konusudur. Konuyla ilgili yapılan çeşit-

li yorumların amacı, olayı insan aklının anlayabileceği bir şekilde izah etme 

çabasıdır. Ancak, mucize kabul edilen böyle bir olayın tamamen akılla izah 

edilebilir hâle getirilmesi de mümkün değildir. Kaynaklarda isrâ ve mi‘râcın 

Hz.  Peygamber’in  hayatında  kaç  defa  gerçekleştiği  de  önemli  bir  yer  tutar. 

Bunun nedeni rivayetlerde ortaya çıkan tarih, tasvir ve bilgi farklılıklarıdır. 

Ayrıca, bir başka tartışma konusu da Hz. Peygamber’in mi‘râcda Allah’ı görüp 

görmediğidir.  Bu  tartışma,  Hz.  Peygamber’in  Sidretü’l-müntehâda  “iki  yay 

ucu aralığı kadar” Allah’a yaklaştığını ve O’nu gördüğünü açıklayan ayetlere 

dayanır. Ayetlerde söz edilen yakınlaşmanın kimler arasında olduğu ve Hz. 

Peygamber’in  kimi  gördüğü  iki  farklı  şekilde  yorumlanmaktadır.  Müfessir-

lerin çoğu yaklaşma hadisesinin Hz. Peygamber ile Cebrâil arasında gerçek-

leştiğini, diğer görüş ise, yaklaşmanın doğrudan Allah’la peygamber arasında 

olduğunu kabul eder. Rivayetlerde sidretü’l-müntehâya sadece peygamber ve 

meleklerin ulaşabildiği ve orayı geçmenin yalnız Hz. Peygamber’e özgü ol-

duğu söylenir. Yaklaşmanın mi‘râc gecesinde gerçekleşmesi ihtimaline bağlı 

olarak, o gece Hz. Peygamber’in Allah’ı görüp görmediği konusunda da görüş 

ayrılığı vardır

4



Mi‘râc, mucize olarak kabul edilmekle birlikte, mucizenin tanımı ve pey-



gamberliği kanıtlama işlevi açısından bakıldığında, klasik mucize ölçüleri dı-

3

  Yavuz, a.g.m. s.132.



4

  Yavuz, a. g. m., s. 134.



508  

Geçmişten Geleceğe Hoca Ahmed Yesevî

şında Hz. Peygamber’in manevî dünyasında gerçekleşen olağanüstü bir olay 

olduğu anlaşılır. Kur’an’da ve sünnette namazın öneminin vurgulandığı bi-

linir. Namaz, görünen şeklinin ötesinde müminin ruhî mi‘râcı kabul edilir

5



Isrâ  ve  mi‘râc  olayı  bazı  eserlere  de  konu  olmuştur.  Hz.  Peygamber’in 

mi‘râcını konu alan eserlere genel olarak mi‘râciyye adı verilir

6

.  Mi‘râc muci-



zesi, hemen bütün Müslüman toplumların edebiyat, musikî, minyatür, hat ve 

kitap sanatlarında çeşitli şekillerde yansıtılmıştır. Ancak, bu konudaki eserle-

re mi‘râciyye veya mi‘râcnâme

7

 adı verilmesinin Iranlılar ve Türklerde yaygın 



olduğu bilinmektedir. Mi‘râciye konulu eserler arasında en çok edebî eserle-

rin bulunduğu,  edebiyatı minyatür, hat ve kitap sanatlarının izlediği, musiki 

alanında ise, sadece Osmanlılarda mevlid gibi bir mi‘râciye okuma geleneği 

oluşturulduğu görülmektedir

8

.

Bazı şairlerin, Hz. Peygamber hakkında yazdıkları şiirlerdeki sınırlı örnek-



ler dışında, Arapça yazılmış mi‘râciye konulu eserler, edebî eser olmaktan çok 

mi‘râcı  dinî  bilimler  açısından  ele  alan  çalışmalardır.  Bu  eserlerin  yazarları 

da genellikle büyük mutasavvıflardır. Fars edebiyatında mi‘râc edebî eserlere 

konu olmuş, mi‘râciye türü eserlerin bağımsız bir eser niteliğinde olanların-

dan çok, hamse ya da mesnevilerde bir bölüm olarak yer alan örnekleri ilgi 

görmüştür.  Ferîdüddin  Attâr’ın  İlâhînâme  ve  Esrârnâme  mesnevilerindeki  ya 

da  Molla  Câmî,  Hüseyin  Vâiz-i  Kâşifî’nin  farklı  eserlerinin  içinde  yer  alan 

örnekler gibi

9

.

Mi‘râc, Türkçe eserlerde sık işlenen bir konudur. Bağımsız mi‘râciye türü 



eserlerin dışında siyer, mevlit, mu‘cizât-ı nebî gibi eserlerde ele alınmış ya da 

Muhammediyye ve Garibnâme gibi eserlerin bir bölümü mi‘râca ayrılmıştır. Ayrı-

ca, divanlarla din dışı mesnevilerde de mi‘râciyelere yer verilmesi bir gelenek 

olmuş, zaman içinde kaside şeklinde yazılanların mi‘râciyye, mesnevilerin ise 

5

  Yavuz, a. g. m., s. 135.



6

  Mi‘râciyyeler  konusunda  ayrıntılı  bilgi  için;  Metin  Akar,  Türk  Edebiyatında  Manzum  Mi’râc-



nâmeler, Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları, Ankara, 1987 adlı çalışmaya bakılabilir.

7

  Mi‘râciyye ve mi‘râcnâme tanımları için; Mehmet Aça, Halûk Gökalp, Isa Kocakaplan, Başlan-



gıçtan Günümüze Türk Edebiyatında Tür ve Şekil Bilgisi, Kriter Yay. , Istanbul,  2009, s. 355-359; 

Ahmet Mermer, Lütfi Alıcı, Muvaffak Eflatun, Yavuz Bayram, Neslihan Koç Keskin, Üniversite-



ler için Eski Türk Edebiyatına Giriş, Akçağ Yay., 2. Baskı, Ankara, 2007, s. 284-290 adlı çalışma-

lara bakılabilir.

8

  Mustafa Uzun, “Mi’râciyye”, DİA, C. XXX, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, Istanbul, 2005, 



s.135.

9

  Uzun, a. g. m., s. 135.



Geçmişten Geleceğe Hoca Ahmed Yesevî 

 509


mi‘râcnâme olarak adlandırıldığı edebî tür gelişmiştir. Bu tür eserlerde, ko-

nunun dinî kaynaklara dayanılarak didaktik amaçlı anlatıldığı, yazarın sanatçı 

yönünün ağır basmadığı, tasavvufî konulu mesnevi ve kasidelerde ise, daha 

lirik ve sanatlı bir üslûbun öne çıktığı, şairlerin hayal dünyalarının zenginliği-

ne göre olaya kimi zaman kişisel yorumlarını da kattıkları görülür

10

.



Kaside  şeklinde  yazılan  mi‘râciyyelerde  konu,  ortalama  elli-altmış  beyit 

içinde  özetlenirken  mesnevilerde  2000’e  yaklaşan  beyit  hacmine  bağlı  ola-

rak çok ayrıntılı işlenmektedir. Kasidelerin nesîb kısmı, mi‘râc gece meydana 

geldiği için bu anlamdaki Arapça ve Farsça kelimelerle yapılmış söz sanatla-

rıyla başlar; küfür karanlıklarını ortadan kaldıran nûrânî ve ilâhî bir mucize 

kabul edilerek gecenin önemi vurgulanır. Ardından gece ve gökyüzü tasvirine 

geçilir. Bazen de mi‘râc öncesi yine gece gerçekleşmiş olan “şakk-ı sadr” mu-

cizesinden söz edilir ve mi‘râcın safha safha tasviri yapılır. Ümmü Hânî’nin 

evinden başlayan bu yolculukta Cebrâil’in Burak’ı cennetten getirişi anlatılır. 

Burak’ın ayrıntılı tasviri mi‘râciyyelerin en önemli konularındandır. Hz. Pey-

gamber’in Mescid-i Aksâ’ya gidişi, orada diğer peygamberlere namaz kıldır-

ması  ve  onlardan  üstünlüğü  vurgulanır.  Kudüs’ten  tekrar  semaya  yükselişi 

sırasında sahrenin Hz. Peygamber’in ardından harekete geçmesi ve “dur” ih-

tarıyla havada asılı kalması mucizesi telmihler, tecâhül-i ârifler, hüsn-i ta‘lîl-

lerle süslenerek anlatılır. Bunu gökyüzünde dolaşma, sema katlarında diğer 

peygamberlerle tanışma, cennet, tûbâ, hûriler, köşkler, ırmaklar ve cehennem 

hayatı tasvirleri takip eder. Hz. Peygamber’in “kabe kavseyn” makamına ulaş-

ması, Allah ile mülâkatı ve Allah katındaki değeri anlatılarak, sanatçının bakış 

açısına göre, farklı yorumlarla dile getirilir. Namazın mi‘râcda farz kılınması, 

Hz. Peygamber’in dönüşte hadiseyi ashabına müjdelemesi, müminlerin kabu-

lü ve müşriklerin inkârı gibi konular işlenir. Mesnevilerde ise tevhid, na‘t ve 

münâcâtın ardından yukarıdaki konuların her biri bir kaside hacmine ulaşan 

bölümler halinde bazen Isrâiliyat’a dayanan rivayetlerle anlatılır

11



Mi‘râc, Türk edebiyatında ilk kez bir motif olarak Satuk Buğra Han Desta-

’nda  görülür.  Çağatay  sahasında  XII.  yüzyılda  Hakîm  Ata’nın  yazdığı  ka-

bul  edilen  122  beyitlik  “Mi‘râcnâmetü’l-hazret”  türün  ilk  örneği  olup  hece 

vezniyle ve sade bir dille yazılmıştır. Mîr Haydar’ın “mi‘râcnâmesi” Anadolu 

dışında yazılmış bir diğer örnektir

12



10



  Uzun, a. g. m., s. 135-136.

11

  Uzun, a. g. m., s. 135-136.



12

  Uzun, a. g. m., s. 136.



510  

Geçmişten Geleceğe Hoca Ahmed Yesevî

Anadolu sahasındaki ilk müstakil mi‘râciyyeyi XV. yüzyılın başında Ahme-

dî yazmıştır. Tahkîk-i Mi‘râc-ı Resûl başlıklı 497 beyitlik eser, şairin divanındaki 

kısa mi‘râciyyelerden farklı olduğu gibi İskendernâmesi’ndeki mevlid bölümün-

den  de  ayrıdır.  Anadolu’da  yazılan  mi‘râciyye  türü  eserler  farklı  özelliklere 

sahiptir. Zamanla özellikleri belirginleşen mi‘râcnâmeler, XV. yüzyıldan baş-

layarak daha çok ilgi görmüş, manzum, mensur veya çoğu manzum-mensur 

karışık metinler şeklinde gelişmeye devam etmiştir. Dinî-tasavvufî manzum 

eserlerde mi‘râca bir bölüm ayrılması da yine XV. yüzyılda yaygın hâle gel-

miştir. XVI. yüzyıldan sonra divanların içindeki mi‘râciyyeler artmış, XVII. ve 

XVIII. yüzyıllarda ise, hemen her şairin divanında bir veya birkaç mi‘râciyye 

yer almıştır. XVIII. yüzyılda tasavvufî içerikli, mi‘râc kandillerinde okunmak 

için yazılıp bestelenmiş veya didaktik yönü ağır basan örnekler yazılmıştır. 

XIX. yüzyılda da önceki yüzyıllara benzer türde mi‘râcnâme ya da mi‘râciyye-

lerin yazımı devam etmiştir. Balıkesirli Fatma Kâmile Hanım’ın mi‘râciyyesi 

bir kadının yazdığı bilinen tek eserdir. Mi‘râciyyeler na‘tlar gibi derlenerek, 

mi‘râciyye veya na‘t-mi‘râciyye mecmuaları düzenlenmiştir

13



Kaynaklarda, mi‘râc kandilinde mi‘râciyye okuma âdetinin XVIII. yüzyılda 



Nâyî Osman Dede’nin mi‘râciyyesiyle başladığı görüşü hâkimdir. Ancak, Türk 

edebiyatında ilk mi‘râciyyenin XII. yüzyılda yazıldığı, ilk müstakil mevlid ve 

mi‘râciyyenin de XV. yüzyılda yazılıp okunduğu düşünülürse bu tarih geç bir 

tarihtir. Ayrıca, XIV. yüzyılda Muînü’l-mürîd ile Hârizmî’nin Muhabbetnâme’si 

dinî toplantılarda okunmaktaydı. Yazıcıoğlu Mehmed’in Muhammediyye’si de 

yazılışından itibaren mevlid gibi okunduğuna göre bu eserdeki mi‘râc faslının 

da mi‘râc kandillerinde okunmuş olması mümkündür. Tekkelerin kapatılma-

sından sonra dinî musikinin zayıflamasıyla birlikte mi‘râciyye okuma geleneği 

de unutulmaya yüz tutmuştur

14

.



Islâm  ve  Türk  minyatür  sanatında  da  mi‘râc  minyatürleri  ayrı  bir  grup 

meydana  getirebilecek  çeşitlilikte  olup  mi‘râcnâme  adıyla  anılır

15

.  Siyer-



13

  Uzun, a. g. m., s. 136.

14

  Uzun, a. g. m., s. 137.



15

  Miraç minyatürleri konusunda; Akar, a.g.e. s.76-78; Başak Burcu Tekin, “Islam Sanatı Resimli 

El Yazmalarında Hz. Muhammed’in Aslan Tasvirli Mirâç Sahneleri”, Erciyes Üniversitesi Sosyal 

Bilimler Enstitüsü Dergisi, Kayseri, 2001a, s. 336-351; Başak Burcu Tekin,“Istanbul Süleymaniye 

Kütüphanesi Resimli El Yazmalarındaki Miraç Tasvirlerine Bakış”, Prof. Dr. Zafer Bayburtlu-



oğlu’na Armağan, (Editörler: Mustafa Denktaş- Yıldıray Özbek), Kayseri, 2001b, s. 537-550; 

Başak Burcu Tekin, “Safevî Dönemi 16. Yüzyıl Aslan Tasvirli Mi‘râc Minyatürleri: Şah Ismail 

Hatâî’nin Yaklaşımı Açısından Bir Değerlendirme”, Türk Kültürü ve Hacı Bektaş Velî Araştırma 


Geçmişten Geleceğe Hoca Ahmed Yesevî 

 511


i nebî, kısas-ı enbiyâ ve mi‘râcnâmelerde, içinde mi‘râciyye bulunan divan, 

hamse  ve  mesnevilerde,  acâibü’l-mahlûkât  ve  fal-nâmelerde  mi‘râc  konulu 

minyatürler  yer  alır.  Mi‘râc  minyatürlerinin  sanatçının  hadisleri  anlama  ve 

yorumlamasından  kaynaklanan  farkların  yanı  sıra  dönemin  ve  coğrafyanın 

kompozisyon, resim, şekil, nakış ve renk anlayışının da etkisi vardır. Bu ne-

denle Iran, Arap, Hint ve Türk minyatür üslûplarının mi‘râc minyatürlerine 

değişik şekillerde yansıdığı görülür. Özellikle Türk ve Iranlı minyatür ustala-

rının yaptığı mi‘râc minyatürlerinin, XIV. yüzyılda en gelişmiş örneklerinin 

ortaya konulduğu bilinir

16

.



Mi‘rac minyatürlerinin en eskisi Câmi‘u’t-tevârîh’te bulunan, Hz. Peygam-

ber’in Burak’ın üzerinde meleklerle beraber gökyüzünde uçarken tasvir edil-

diği  minyatürdür.  Nizâmî,  hamsesinin  ilk  mesnevisi  “Mahzenü’l-esrâr”da 

mi‘râca yer verdiği için eserin minyatürlü nüshalarında mi‘râc minyatürleri 

vardır. Mi‘râc minyatürleriyle dikkat çeken önemli bir eser de Darîr’in Sîre-

tü’n-nebî’sinin  Osmanlı  kitap  sanatlarının  en  üst  seviyede  olduğu  dönemin 

son başarılı örneklerinden sayılan minyatürlü nüshasıdır. Eserin mi‘râcın an-

latılmasıyla başlayan III. cildinde beş minyatür bulunur. Mi‘râc, halk resmin-

de  de  işlenmiştir.  Burak  insan  yüzlü,  tavuskuyruklu,  yeşil  kanatlı,  başında 

ayyıldızlı  bir  taç  bulunan  kırat  görünümünde  resmedilmiştir.  Mi‘râcla  ilgili 

ayet  ve  hadislerle  süslenen  levhaların  bir  tarafında  Mekke,  diğer  tarafında 

Mescid-i Aksâ çizilmiş, araya da Burak yerleştirilmiştir

17



Hat sanatında, mi‘râcın anlatıldığı Isrâ ve Necm surelerinin tamamı veya 

bazı ayetleri, farklı surelerde yer alan ilgili ayetler, bu konudaki hadisler yahut 

bunların belirli bölümleri mushaflarda, cüzlerde, ayrıca murakka‘ ve levhalar-

da, özellikle de camilerin kuşak yazılarında süsleme unsuru olarak kullanıl-

mıştır. Kûfî hatla yazılan ilk mushaf örneklerinden itibaren Isrâ ve Necm su-

relerinin başındaki tezhipli ser levhalar ayrı bir estetik ve değer kazanmıştır. 

Ekol sahibi büyük hattat ve sanatkârlar eliyle yazılmış mushafların bu konuda 

önemli  etkisi  olmuştur.  Kubbetü’s-sahre  ile  yakınındaki  Mescid-i  Aksâ’nın 

içinde, gerek kuşak gerek levha olarak mi‘râcla ilgili ayet ve hadislerin, çoğu 

Osmanlı hattatları tarafından yazılmış, değerli örnekleri bulunmaktadır

18

.

Dergisi, S.64, 2012, Ankara, s. 97-114 adlı çalışmalara bakılabilir.



16

  Uzun, a. g. m., s. 139.

17

  Uzun, a. g. m., s. 139.



18

  Uzun, a. g. m., s. 139.



512  

Geçmişten Geleceğe Hoca Ahmed Yesevî

Ahmet Yesevî, dinî-tasavvufî halk edebiyatının ilk ve önemli temsilcilerin-

den biri olarak kabul edilmektedir. Menkıbelere dayalı hayatı ve kurucusu ol-

duğu Yesevîlik tarikatı dolayısıyla Türk dünyasındaki etkisi yüzyıllar boyunca 

devam etmiştir. Hoca Ahmet Yesevî’nin hayatı hakkında kaynaklarda çeşitli 

bilgiler verilmiş, menkıbelerine ve düşünce sistemine dair çeşitli kitaplar ya-

zılmıştır.  Orta  Asya  Türkleri’nin  dinî-tasavvufî  hayatında  geniş  etkisi  olan 

“pir-i Türkistan” diye anılan mutasavvıf şair, Yeseviyye tarikatının kurucusu 

Ahmet Yesevî’nin tarihî kimliği ve hayatına yönelik bilgiler sınırlı ya da az-

dır. Bilgilerin büyük bir bölümü de menkıbelerle karışmış durumdadır. Elde 

bulunan bilgilerden yola çıkılarak kesin bir sonuca varılması zor, hatta bazı 

konularda da imkânsızdır. Ancak, hikmetlerinden, bazı tarihî kaynaklardan 

ve menâkıbnâmelerden elde edilecek bilgiler, çıkarılacak sonuçlar, menkıbevi 

ağırlıklı da olsa hayatı, edebî yönü, eseri ve etkisi hakkında fikir vermektedir. 

Daha çok hikmetleriyle tanınan Ahmet Yesevî’nin hikmetlerinde Müslüman-

lığın esasları, şeriat hükümleri, tasavvufun incelikleri, tarikat âdâb ve erkânı-

nı müritlere öğretmeye yönelik bilgilere yer verilmiştir. Hikmetlerin içeriği, 

biçimi  ve  dil  özellikleri  Yesevî’nin  yetiştiği  çevre,  hayatı,  kişiliği,  amacı  ve 

seslendiği topluluğun sosyal, kültürel yapısıyla yakından ilgilidir

19

.

Ahmet Yesevî’nin hikmetleri arasında bulunan, “Hikâyet-i Mi‘râc” başlık-



lı mi‘râciyyeden, görebildiğimiz kadarıyla, konuyla ilgili bilgi veren kaynak-

larda  ve  mi‘râciyyeleri  ya  da  mi‘râcnâmeleri  konu  alan  bibliyografyalarda

20

 

söz  edilmemiştir.  Aslında,  türün  ilk  örneklerinden  sayılabilecek  bu  şiirden 



de mi‘râciyyelerin anlatıldığı kaynaklarda söz edilmesi beklenirdi. Yesevî’nin 

şiiri, Kemal Eraslan’ın hazırladığı Ahmed-i Yesevî Divan-ı Hikmet Seçmeler adlı 

kitapta yer almaktadır. Bu çalışmada söz konusu kitaptaki metin esas alındı. 

Metnin aslının yanı sıra bu günün diline çevirisi de kitapta verilmiştir. 

19

  Ahmet Yesevî’nin hayatı, hikmetleri ve hikmetlerin özellikleri konusunda; Fuat Köprülü, Türk 



Edebiyatında İlk Mutasavvıflar, 7. Baskı, Diyanet Işleri Başkanlığı, Ilmi Eserler, S.11, Ankara, 

1991, s.27-180; Eraslan, Kemal, “Ahmed Yesevî”, mad. DİA. ,C.II, Türkiye Diyanet Vakfı Ya-

yınları,  Istanbul, 1989,  s.159-161; Ahmed-i Yesevî, Dîvân-ı Hikmet Seçmeler,(haz. Kemal Eras-

lan)Kültür Bakanlığı 1000  Temel Eser/98,  Ankara, 1991;  Kurnaz,    Cemal-  Mustafa Tatçı, 



Yesevilik Bilgisi, MEB. Basımevi, Ankara, 2000 adlı çalışmalara bakılabilir.

20

  Gülüm, Emrah “Türk Edebiyatı’nda Mi’râcnâmeler Üzerine Hazırlanmış Çalışmalar Hakkında 



Bibliyografya  Denemesi”  Uluslararası  Sosyal  Araştırmalar  Dergisi,  The  Journal  of  International 

Social Research, C. 7, S. 35, Sinop, 2014,  s. 105-112.

Geçmişten Geleceğe Hoca Ahmed Yesevî 

 513


Ahmet  Yesevî’nin  hikmetleri  içinde  bulunan  “Hikâyet-i  Mi‘râc”

21

  adlı 



manzumesi içeriği ve biçimsel özellikleri bakımından ele alındığında, şiirde 

Eski  Türk  şiiri  ve  halk  şiirinin  etkileri  görülür.  Aynı  zamanda,  Ahmet  Ye-

sevî’nin mi‘râciyesi tekke-tasavvuf edebiyatı ya da dinî-tasavvufî halk edebi-

yatı geleneğinin özelliklerini de yansıtır niteliktedir

22

. Biçim ve içerik açısın-



dan bu geleneğin başlangıç dönemi örneklerinden biri olarak kabul edilebile-

cek özelliklere sahiptir. 4+4+4=12’li hece vezni ve dörtlükler hâlinde yazı-

lan şiir, yirmi sekiz dörtlüktür. Kafiye şeması halk şiiri örneklerinden koşma 

tipinde olduğu gibi, abab, ccca, ddda, fffa… şeklinde devam eder. Divan şiiri 

örnekleri dikkate alındığında mütekerrir murabbalara benzer şekilde ilk dört-

lük dışında kalan bütün diğer dörtlüklerde son dize aynen tekrar edilir. Yani 

ilk dörtlükte 1. ve 3. dizeler kendi içinde 2. ve 4. dizeler de yine kendi içinde 

kafiyelidir. Diğer dörtlüklerde ilk üç dize birbiriyle kafiyeli, dördüncü dizeler 

nakarat olarak tekrar edilmektedir.  

Şiirin içeriğine dair fikir vermek için anlatılanları kısaca özetleyecek olur-

sak; şiir Hz. Peygamber’in “âlemlere rahmet olarak gönderildiği” ayetinden 

alıntıyla başlar. Arkasından, Hz. Peygamber’e mi‘râc mucizesinin bağışlandı-

ğı, rahmet denizinin dolup taşması, dalgalanması, Hz. Peygamber’in başına 

taç konulması, Cebrail’in gelmesi, Burak’a binen Hz. Peygamber’in uçup ha-

valanması,  Hind  el  Irak’a,  Aksâ’ya  ulaşması,  ruhların  toplanması,  Hz.  Pey-

gamber’in orada ruhlarla bir olması, Cebrail’in tekrar Hz. Peygamber’i alarak 

Sidretü’l-müntehâ’ya çıkarması, Cebrail’in Hz. Peygamber’i yüceltmesi, Ceb-

rail’in daha ileri gidemeyip Burak’ın yularını Mikail’e teslim etmesi, o yoru-

lunca Israfil’in Hz. Peygamber’i alıp cennete uçması, o makamda dolaşması, 

kalması, arşa bakıp ayak koyması, nalınlarını terk etmek istemesi, gelen nida 

dolayısıyla nalınlarıyla ayak basması, Hak tarafından nida gelmesi, “habibim 

bana yakın gel seni sırlarıma mahrem kılayım” denmesi, Hz. Peygamber’in 

Allah’la baş başa olması, kimsenin bu makama ulaşmadığı, ulaşamayacağı, 

Allah’ın  Hz.  Peygamber’e  onun  isteğini  yerine  getireceğini  söylemesi,  Hz. 

Peygamber’in  ümmeti  için  kırk  yaşa  ulaşanlara  rahmet  kılmasını  istemesi, 

Allah’ın  bu  dileği  kabul  etmesi,  başka  dileği  varsa  çok  dilek  dilemesini  ve 

onu  kabul  edeceğini  bildirmesi  üzerine,  Hz.Peygamber’in  Allah’tan  sırayla 

21

  Ahmed-i  Yesevî,  Dîvân-ı  Hikmet  Seçmeler,  Haz.  Kemal  Eraslan,  Kültür  Bakanlığı  1000  Temel 



Eser/98, Ankara, 1991, s. 256-257.

22

  Güzel, Abdurrahman, “Tekke Şiiri”, Türk Dili, Türk Şiiri Özel Sayısı III, Halk Şiiri, Miraciye, S. 



445-450, Ankara, 1989, s. 297-302.

514  

Geçmişten Geleceğe Hoca Ahmed Yesevî

kırktan  öte  elli  yaşı  istemesi,  elli  yaşın  kabul  edilmesi,  sonra  altmış  yaşın 

istenmesi,  Allah’ın  Peygamber’den  hoşnut  olduğunu  Hz.  Peygamber’in  de 

hoşnut olması gerektiğini söylemesi, Hz. Peygamber’in yetmiş yaşı dileme-

si, Allah’ın yetmiş yaşına kadar Hz. Peygamber’e ümmet olan ve geçimi için 

sıkıntı çeken kuluna zahmet vermeyeceğini bildirmesi, ardından kulun yet-

miş, seksen, doksan yaşa ulaştığında Allah’ın kulun günahını bağışlayacağını 

söylemesi, ümmetin ve Hz. Peygamber’in üzülmemesi, gamının giderilmesi, 

kul yaşlanınca ona berat verileceğinin bildirilmesi, Hz. Peygamber’in sevin-

mesinin istenmesi, münafıkların yanlışları, onların kara bahtlı olup kendileri-

ne gelmedikleri, onlardan uzak durulması gerektiği ve çevrelerine zararlarını 

dokunduğunun söylenmesi vb. anlatılmıştır. Son dörtlükte;

Kul hâce Ahmed Mirac sözünü hikmet kıldı;

Allah’a şükür, Mustafa’ya evlat kıldı;

Arslan Baba’m hurma verip sevindirdi;

Gerçek ümmetseniz, işitip selam verin dostlar23 

sözleriyle şiir tamamlanır. Bu son dörtlükte sözü edilen Arslan Baba, ashâ-

bın önde gelenlerinden ve Yesevî’nin mürşitlerindendir. Bir menkıbeye göre, 

yedi yaşında yetim kalan Ahmet Yesevî’yi irşat için Hz. Peygamber’in manevî 

yönlendirmesiyle Sayram’a gelmiştir. Rivayete göre dört yüz ya da yedi yüz yıl 

yaşadığı söylenen Arslan Baba’nın Türkistan’a gelmesi de bir başka menkı-

bede anlatılır. Hz. Peygamber’in gazâlarından birinde aç kalan ashâb huzura 

gelip yiyecek ister. Hz. Peygamber’in duası üzerine, Cebrail cennetten bir ta-

bak hurma getirir. Yere düşen bir hurmanın Ahmet Yesevî’nin kısmeti olduğu 

bildirilir. Hz. Peygamber emaneti sahibine kimin vereceğine dair teklifte bu-

lunur, kimse cevap vermez. Arslan Baba bu görevi kabul eder. Hz. Peygam-

ber hurmayı Arslan Baba’nın ağzına koyar. Ahmet Yesevî’yi nasıl bulacağını 

anlatarak onun terbiyesiyle meşgul olmasını ister. Arslan Baba Yesî’ye gelerek 

henüz çocuk olan Ahmet Yesevî’yi bulup emanet teslim ederek terbiyesiyle il-

gilenir. Bir yıl sonra da Arslan Baba vefat eder

24

. Arslan Baba şiirde bir telmih 



unsuru olarak yer almıştır. 

Ahmet  Yesevî’nin  mi‘râciyyesinde  Hz.  Peygamber’in  mi‘râcda  Allah’tan 

ümmeti için ömür ve ümmeti yaşlandıkça, Allah’ın rahmetinin, bağışlayıcılı-

23

  Eraslan, a. g. e. , s. 267.



24

  Eraslan, a. g. e. , s. 356-357.



Geçmişten Geleceğe Hoca Ahmed Yesevî 

 515


ğının ümmetinin üzerine olmasını dilediği anlatılmıştır. Kulun yaşı ilerledik-

çe ve ilahî emirler dışına çıkmadıkça, Allah’ın o kullarına daha çok merhamet 

edeceği bildirilmiştir. Hz. Peygamber’in talebi de bu yönde olmuştur. Burada, 

ilk talebin olgunlukta kırk yaşla başlaması, sonra yetmiş yaşa kadar sırayla 

devam etmesi, Allah’ın da seksen ve doksan yaşa ulaşan kullarına ayrıcalık 

tanıyacağını, berat hattı vereceğini bildirmesi dikkat çekicidir. Şiirde en geniş 

yer -yaklaşık on bir dörtlük- Hz. Peygamber’in Allah’la konuşmasına ve üm-

meti için taleplerine ayrılmıştır. 

Ayrıca,“Hikâyet-i Mi‘râc” da Hz. Peygamber’in sözlerinin iyi öğrenilmesi 

gerektiği ve bu sözlerin ümmet için bal gibi faydalı olacağı, münafıklara ise 

iyi gelmeyeceği bildirilmiştir. Münafıkların şüpheli davranıp reddedildikleri, 

cehennem ateşinde yanacakları ve geç gelen pişmanlıklarının onlara bir fay-

da sağlamayacağı söylenmiştir.  Hz. Peygamber’in mi‘râcına kulak tutanların, 

işittiklerinin sudan ak olduğu ve gerçek ümmetin pınar gibi gözyaşı dökeceği 

belirtilmiştir. 

Metinde bulunan seslenmeler, hitaplar bir nevi nasihat amaçlı hitap gele-

neğinin sonucudur. Hitaplar arasında yer alan, “eyâ dostlar, ey habibim,  ey 

Hudayâ, yâ Hak resul, yâ ilâhî, ey birâder”  vb. bu tür örneklerdir. Şiirde ay-

rıca, dedim-dedi kalıbının “Hudâ aydı, resul aydı” biçimindeki arkaik hâlinin 

yer yer tekrar edildiği görülmektedir.    

Her dörtlüğün sonunda tekrarlanan, “gerçek ümmetseniz işitip selam ve-

rin  dostlar”  sözleri,  insanları  Hz.  Peygamber’in  gerçek  ümmeti  olmaya  ça-

ğırmanın yanı sıra ona selam vermenin önemini ve gerekliliğini de vurgula-

maktadır.  “Ey  birâder”  seslenmeleri  insanları  kötülükten  ve  münafıklıktan 

uzaklaştırmaya, doğru yola götürmeye, tavsiyelerde bulunmaya yönelik uyarı 

hitaplarıdır. 

Şiirde; “Rahmeten li’l-âlemin” (Âlemlere rahmet olarak, Enbiyâ 21/107), 

“Erinî” (Rabbim bana kendini göster Araf 7/142)  gibi ayetlerden iktibaslara 

yer verilmiştir. Ayrıca mi‘râcla ilgili olarak, Cibrîl, Burak, Hind el-ırak, Aksâ, 

Sidretü’l-müntehâ,  Mikail,  Israfil  vb.  telmih  unsurlarından  yararlanılmıştır. 

“Le-amrük”  “ömrün  hakkı  için”  anlamında  Türkçedeki  “başın  hakkı  için” 

Arapçada “dinin hakkı için” anlamındaki ifadeye yer verilmiştir

25



Genel olarak konuyla ilgili terminoloji ya da ayetler dışında sade bir dil-



le yazıldığını söyleyebileceğimiz mi‘râciyyede, bazı benzetmelere, deyimlere 

ve telmih unsurlarına rastlanır. Benzetmeler arasında “rahmet denizi ve bu 

25

  Eraslan, a. g. e. , s. 349.



516  

Geçmişten Geleceğe Hoca Ahmed Yesevî

denizin  dalgalanması”,  “sözün  bal  olması”,  “sudan  ak  olmak”,  “pınar  gibi 

ağlamak”; deyimler arasında da  “ayak koymak, ayak basmak, kulak salmak, 

boyun sunmak, kara bahtlı olmak”  vb. sayılabilir. 

Içerik  açısından  metne  bakıldığında,  mi‘râciye  metni  olmanın  gereği, 

mi‘râcın yanı sıra din ve tasavvufla ilgili unsurların varlığı da dikkati çeker. 

“Hak, Resul, ümmet olmak, cüz, kül, Hüdavend, münafık, kıyamet günü, rah-

met saçmak, günah, cehennem, cennet” vb. bu unsurlardandır.


Yüklə 6,61 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   40   41   42   43   44   45   46   47   ...   59




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©azkurs.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin