IV- Yesevî Düşüncenin Hint Kültürüne Etkileri
Yesevî’nin düşüncelerinin özellikle Hindistan’ın kuzeybatı kısmında yani
Pencab bölgesinde daha etkin olduğunu görebilmekteyiz. Bu manada 15. yüz-
yılda Sihizm’in ortaya çıkışı Yesevî düşüncesinin izlerini sürmemiz açısından
dikkat çekicidir. Burada Sihizm’in kurucuları arasında sayılan Kabir ve Si-
hizm’in ilk gurusu olan Nanak’ın düşüncelerine değinmek ve Yesevî düşünce-
siyle benzerlik gösteren noktalarına dikkat çekmek istiyoruz. Ancak bundan
önce Islam’ın Hint yarımadasına gelmesiyle filizlenen Bhakti (Tanrı sevgisi)
anlayışı üzerinde durmak konunun anlaşılması açısından önemlidir. Son ola-
rak da Ahmed Yesevî için kullanılan pir kavramının Sih düşüncesindeki kul-
lanımına ve pir kavramının batıni anlamı ile guru kavramının batıni kavramı
arasındaki dikkat çekici benzerliğe vurgu yapmak istiyoruz.
A- Bhakti Hareketi
Bazı araştırmacılar Ortaçağda Bhakti hareketinin güçlenmesinin temel ne-
deninin Islam olduğunu ifade ederler. Bhakti hareketinin Hint alt kıtasında
11. yüzyıldan itibaren yaygınlaşması Müslüman yöneticilerin idaresi altına
giren bölgede Islam’ın yayılışı ve güçlü etkisi karşısında bir cevap olarak de-
ğerlendirilir.
18
Islam’ın Sihizm üzerindeki etkisi konusunda araştırmacılar
hemfikirdir. Zira Sih kutsal metninde Şeyh Ferid ve Kabir gibi Müslüman
mistiklerin sözleri vardır.
19
Islam felsefesinin temel karakteristikleri ile Or-
17
M. Fuad Köprülü, Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar, s. 177
18
Annemarie Schimmel, Islam in the Indian Subcontinent, Brill, Leiden, 1997, ss. 3-7; Karen Peche-
lis, “Bhakti Traditions”, The Continuum Companion to Hindu Studies, Ed. Jessica Frazier & Gavin
Flood, Bloomsbury, 2011, ss. 107-121; Andre Wink, Al-Hind: the Making of the Indo-Islamic
World, Brill, Leiden, 2004 John Stratton Hawley, A Storm of Songs: India and the Idea of the Bhakti
Movement, Harvard University Press, 2015, ss. 39-61.
19
Michael Shapiro, Songs of the Saints from the Adi Granth, Journal Of The American Oriental Society,
2002, ss. 924-925; Mahinder N. Gulati, Comparative Religious And Philosophies : Anthropomorp-
hism And Divinity, Atlantic, 2008, ss. 302; H.S. Singha, The Encyclopedia of Sikhism, Hemkunt
Press, 2009, s. 8; Gurinder Singh Mann, The Making of Sikh Scripture, Oxford University Press,
Oxford, 2001, s. 19
498
Geçmişten Geleceğe Hoca Ahmed Yesevî
taçağlarda yaşamış Hint mistik ve azizlerinin bakış açılarındaki benzerlik, Is-
lam’ın söz konusu grup mensuplarını etkilemesi olarak yorumlanır.
20
Islam tasavvufu ve Bhakti hareketi arasındaki benzerlikler, etkinin kay-
nağı konusunda araştırmacıların üzerinde durdukları en önemli konudur.
En önemli benzerlik ise Tanrı’ya sevgi ve aşk ile yaklaşımdır. Ilahî aşk veya
Tanrıya adanma olarak da adlandırılabilecek olan anlayışın hem Islam tasav-
vufunda hem de Bhakti hareketinde önemli olması, etkileşimin delili olarak
sunulmaktadır. Yesevî’nin dizelerinde bu durum şöyle ifade edilmektedir:
Günah derdi hasta eyledi tabibimsin
Aşk yolunda damla damla kanlar yutarım
Sevdiğimsin, dermanımsın, sevgilimsin
Rahman adı rahmetinden ümit tutayım
Yolda kaldım halimi soran yoldaşımsın
Şarap kadehini doyası versen candan geçeyim
Elimi tutup yola koy “Ente’l-Hâdi”.21/8
Hasretinde iki gözümü yaşlasam ben.51/5
Nefes alış-verişini kontrollü biçimde sürdürme, bir pir veya gurunun reh-
berliğine sığınma, ibadet esnasında bazı kutsal veya gizemli sözcükleri mı-
rıldanma yine önemli benzerlikler arasında kabul edilmektedir.
21
Sufiler ve
dervişler, Hindu mistikleri etkilemişlerdir ve bunlar arasındaki ilişkinin var-
lığı inkâr edilemez. Özellikle Sufizm, Keşmir Şivaizmi ve Vedanta düşüncesi
arasında yakın bir ilişki vardır. Müslüman tüccarların, askerlerin ve din adam-
larının sekizinci asırdan itibaren Hint alt kıtasına gelip gitmeleri bu etkileşim
için uygun bir zemin oluşturmuştur. Gazali, Inb-i Arabi, Hucviri ve Cami Hint
kültüründe etkili olan Müslüman âlimlerdir. Muinuddin Çişti, Feriduddin,
Nizamuddin gibi sufilerin öğretileri ve uygulamaları Islam’ın Hindu kültürü
üzerindeki etkisinin gelişmesinde büyük bir öneme sahiptir.
22
B- Kabir ve Guru Nanak
15. yüzyıl Hindistan’da bir reform ve yenilenme dönemi olarak tanımlanır.
Hintli mistik Kabir’in (1440-1518) Sufi tarikatlarıyla yakın bir ilişkisi söz
20
Tarihsel faktörler Şankara’nın Islam ile tanışmış olma ihtimalini arttırmaktadır. Zira Şanka-
ra’nın doğduğu bölgede hâkim olan Kaladi kralının Islam’a girmiş olması bu ihtimali güç-
lendirmektedir. Tara Chand, Influence of Islam on Indian Culture, Indian Press, 1954; Humayun
Kabir, The Cultural Heritage of India, IV/586-587; S. R. Goyal, “Foreword”, Susmita Pande,
Medieval Bhakti Movement: Its History and Philosophy, Kusumanjali Prakashan, Meerut (India),
1989, s. XI
21
S. R. Goyal, “Foreword”, Susmita Pande, Medieval Bhakti Movement: Its History and Philosophy,
Kusumanjali Prakashan, Meerut (India), 1989, ss. XI-XII
22
Susmita Pande, Medieval Bhakti Movement: Its History and Philosophy, Kusumanjali Prakashan,
Meerut (India), 1989, ss. 103-104
Geçmişten Geleceğe Hoca Ahmed Yesevî
499
konusudur.
23
Kabir Tanrıyı bütün sıfatların, niteliklerin ve sayıların ötesin-
de olarak tanımlar. O deruni ve içsel bir aşk ile ulaşılabilecek konumdadır.
Dindar kimse kendini Tanrı’ya teslim etmelidir, ona tam bir inançla bağlan-
malıdır. Onun düşüncesinde dindar kimse ‘Tanrı tarafından sevilen’, Tanrı
da ‘insanın sevgilisi’dir. Bu durum, Yesevî’nin âşık ve maşuk tanımlamasının
tezahürüdür.
Gerçek dertliye kendim ilaç, kendim derman;
Hem âşıkım, hem mâşukum, kendim canan;
Rahmet eyleyim, adım Rahman, zâtım Sübhan;
Bir nazarda içlerini safâ eyledim.54/7
Tanrıya ulaşmak için arzulara gem vurulmalıdır, öfke ve açgözlülük terk
edilmelidir ve dünya malına bağlanılmalıdır. Yesevî bu konuda şöyle demek-
tedir:
Ey evlat ümmetlerin derdi örter
Yanlış, noksan günahları dağdan artar
Dini bırakıp dünya malını kendine çeker
O sebepten Hakk’tan korkup kabre girdim. 9/8
Dünya malını yığıp yolu yitirenler
Kısa ömrünü küfr içinde geçirenler
Kılavuzsuz kırlarda yürüyenler
Muhabbetin değerini ne zaman bilir? 136/4
Kabir’in düşüncesinde ilahi aşka ulaşmak için görünür tarzda ritüellerin
hiçbir yararı yoktur. Bunları gösteriş veya riyakârlık olarak değerlendirmek-
tedir. Aslolan ise bireyin kendi iç dünyasına yönelmesidir. Ahmet Yesevî, içe
dönüşle ilgili olarak hikmetlerinde şöyle demektedir:
Oruç tutup halka riya eyleyenleri
Söz dışta olsa içte lezzet olmaz
Namaz kılıp tesbih ele alanları,
İçi kuru olsa orada lezzet olmaz
Şeyhim diye başka bina koyanları
Niceleri arzu eyleyip nasip almaz
Son anda imanından ayrı eyledim.54/12 İddia ile anlamını arayıp bulunmaz o.131/4
23
Kabir’in ailesinin sosyal konumlarını iyileştirmek için Islam’a girdiğini ifade edilmektedir. H.
P. Dwivedi, Kabir, Hindi Granth Ratnakar, Bombay, 1964, ss. 3 vd.
500
Geçmişten Geleceğe Hoca Ahmed Yesevî
Kabir, gurunun manevi gelişimindeki rolüne büyük önem atfeder. Guruyu
mecazi olarak çömlekçiye benzetir. Çömlekçi nasıl ki çamura şekil verirse
guru da öğrencisine şekil verir. Guru, öğrencisinin manevi cehaletini gide-
rerek Tanrıya ulaşma konusunda onu bilgilendirir. Divan-ı Hikmet’te pirin
önemi, cahilliğin ve cahillerin eleştirisi şöyle ifade edilmektedir:
Ben yirmialtı yaşta sevda eyledim
Mansur gibi cemal için kavga eyledim
Pirsiz yürüyüp dert ve sıkıntı peyda eyledim
O sebepten Hakk’a sığınıp geldim ben işte.
Ben yirmiyedi yaşta Pir’i buldum;
Her ne gördüm perde ile sırrı örttüm
Eşiğine yaslanarak izini öptüm;
O sebepten Hakk’a sığınıp geldim ben işte.4/7-8
Kabir, kutsal ismin seslendirilişine vurgu yapar. Kişi dikkatini yoğunlaş-
tırdığı unsuru gözünde canlandırır ve onun içerisine girer.
24
Yesevî düşün-
cesinde bu husus Hakk’ın zikri biçiminde ele alınmaktadır. Hikmetlerde bu
konuda şu örneklere rastlamaktayız:
Rahim içinde belirdim, ses geldi;
“Zikir söyle!” dedi, organlarım titreyiverdi
Ruhum girdi, kemiklerim Allah” dedi;
O sebepten altmış üçte girdim yere.2/6
Nam ve nişan hiç kalmadı, “Lâ... -La...” oldum;
Allah zikrini diye diye “...illâ...” oldum;
Halis olup, muhlis olup “...lillah” oldum;
“Fena fillah” makamına geçtim ben işte.2/12
Guru Nanak (1469-1539) Lahor yakınlarındaki, bugün Nankana Sahip
diye bilinen Talvandi köyünde dünyaya gelmiştir. Nanak, bölgenin ünlü su-
fisi Kâbir’den etkilenmiştir. Rivayete göre o, 30 yaşına gelince, Sultanpur’da
24
Kabir hakkında ayrıntılı bilgi için bkz., Susmita Pande, Medieval Bhakti Movement: Its History
and Philosophy, Kusumanjali Prakashan, Meerut (India), 1989, ss. 120-130
Geçmişten Geleceğe Hoca Ahmed Yesevî
501
aydınlanma tecrübesi yaşamış ve Guruluk mertebesine erişmiştir.
25
Nanak’a
göre Tanrı her şeyin yaratıcısıdır. O’nun eşi ve benzeri yoktur (AG, 463). Ye-
sevî Allah’ın gücü ve kudretini; Tek’liğini ve Var’lığını şöyle dile getirmiştir:
Bir fırsatta yetişip gelmeyip geçmeyip saat
Haşmetine yer ve gökler eylemez takat
Ferman olsa Allah’ımdan ölüm meleği
Nasıl takat yetireceğimi bilemezdim.47/13
Adem Safi sünnetlerini dile alsam
“Yâ Rabbenâ zalemnâ” deyip feryad etsem
Kırlarda gözyaşımı akıtsam
Bir ve Var’ım beni yola salar mı ki? 64/5
Insan Tanrı’nın iradesine tevekkül etmelidir, ona boyun eğmeli ve rıza gös-
termelidir. Nanak’a göre bu da disiplinli bir ahlaki tutum ve davranışı gerekli
kılar. Bu husus Hikmet’te şöyle ifade bulur:
Nefsten geçip kanaatı huy edinen,
Her kim tepse, râzı olup boyun sunan,
İyilere hizmet eyleyip dua alan;
Öyle âşıkın mahşer günü üzüntüsü yok.140/4
Nanak’ın ifade ettiği üzere insanoğlu aklına ve ahlaki sezisine rağmen
bencilliğinden ve cehaletinden ötürü Tanrı’dan uzaklaşmaktadır. Çünkü ben-
cilce düşünce ve tavırlar insan ile Tanrı arasına duvarlar örmektedir. Manevi
ilerleyiş bunların üstesinden gelmekle gerçekleşir.
Yesevî bencillik ve kibirle ilgili şöyle der:
Onbirimde rahmet deryası dolup taştı;
“Allah!” dedim, şeytan benden uzak kaçtı;
Hay u heves, ben-bencillik durmayıp göçtü;
On ikide bu sırları gördüm ben işte.3/2
25
Bazı araştırmacılar ne Kabir’i ne de Nanak’ı sistematik bir düşünür kabul eder. Onlar iç tepki
ve sezgileriyle hareket eden eklektik öğretmenler kabul edilir. Nicol Macnicol, Indian Theism:
From the Vedic to the Muhammadan Period, Oxford University Press, 1915, Oxford, s. 146
502
Geçmişten Geleceğe Hoca Ahmed Yesevî
Şeyhim diye ulu tuttun özünü daim,
Gönlün kibir ve benlik ile, dilin saim.
Nefsin için uzun geceler durup kaim,
Okuyup Kur’an hiç özüne gelmez misin? 193/2
Nanak’a göre manevi ilerleyişte Tanrı’nın lütfu da önemli bir etkendir. Ye-
sevî’de bu hususta Hakk’ın inayetinin âşıkların üzerine olduğu ve Allah’ın
istediği kuluna lütfedeceği vurgulanır.
Aşıklara olup Hakkın inayeti
Bâtın içinde açılır keşif ve kerameti
Dillerine saçıp her an Hakk rahmeti
Fani olup masivâdan geçer imiş.114/3
Sübhan Rabb’im kuluna lutf eylese,
İçi aydınlanıp, dışı yanıp biryan olur.
Pir eteğini tutarak âşık yola girse,
Hakk’ı izleyip iki gözü giryan olur.137/1
Nanak’a göre mutlak guru Tanrı’dır. Beşeri gurular Tanrısal lütfun, sevgi-
nin ve bilginin insanlara aktarılmasında aracı görevi görürler.
26
Yesevî’de ise
bu konuda pir, pir-i kâmil ve Hakk ayrımı söz konusudur.
C- Pir ve Guru
Pir kelimesi, tasavvufi anlamda ilk olarak 9-10. asırlarda Horasan sufileri
arasında kullanılmıştır. Pir ve şeyh kelimeleri birbiri yerine ve aynı anlamda
kullanıldığı görülmektedir. Horasanlı sufiler, doğdukları yerlere veya yaşadık-
ları coğrafi bölgeye nispet edilerek pir sözcüğüyle birlikte zikredilmişlerdir.
Abdullah Ensari pir-i Herat, Şeyh Nasur da pir-i Guhistan olarak isimlendi-
rilmiştir. Bu kullanım tarzının en meşhuru Ahmed Yesevî için kullanılan pir-i
Türkistan ifadesidir. Pir terimi, zahiri ve batıni bir anlama sahiptir. Bu açıdan
kutub, gavs, mürebbi, veli ve mürşid gibi kelimelerle ilişkilidir. Pir sözcüğü-
nün zahiri anlamı seyru suluku tamamlayıp insanlara rehberlik eden tarikat
26
Guru Nanak hakkında ayrıntılı bilgi için bkz., Susmita Pande, Medieval Bhakti Movement: Its
History and Philosophy, Kusumanjali Prakashan, Meerut (India), 1989, ss. 130-138; Hammet
Arslan, “Sihizm”, Doğudan Batıya Düşüncenin Serüveni (I-X), Ed. Bayram Ali Çetinkaya, Insan
Yayınları, Istanbul, 2015, I/723-754.
Geçmişten Geleceğe Hoca Ahmed Yesevî
503
şeyhini ifade eder. Pir teriminin batıni anlamı ise mücerret bir şahsiyet veya
ilahî bir ilke için kullanılır.
27
Sih guru silsilesinin altıncı gurusu olan Hargobind (1595-1644), dönemin-
deki Müslüman etkiye binaen pir sözcüğünü “dini ve ahlaki ilkeleri insanlara
anlatan rehberler” için kullanmaya başlamıştır. Bu tanımlama açısından ba-
kıldığında Sih düşüncesinde pir sözcüğünün kullanım alanıyla yukarıda bah-
settiğimiz zahiri anlam arasında herhangi bir farklılık yoktur. Bu yüzden Har-
gobind pir sözcüğünü dinî alandaki öncüler ve rehberler için kullanırken Hint
Alt Kıtasında fiilen mevcut olan Horasan sufilerinden hatta büyük olasılıkla
Yesevî dervişlerinden etkilenmiştir. Zira pir sözcüğü en tanıdık ve yaygın kul-
lanım alanına pir-i Türkistan olarak Ahmed Yesevî ile ulaşmış gözükmektedir.
Pir kelimesi batıni anlamda manevi ve ahlaki ilkeler için kullanılır. Bu du-
rum Sih ahlaki ve dini ilkelerini içeren kutsal metin anlayışında görülmekte-
dir. Ancak burada pir kavramı yerine guru sözcüğü tercih edilmiştir. Ancak
pir ve guru sözcükleri insanlara ve isteklilere rehberlik etme anlamında büyük
bir içerik benzeşmesine sahiptir. Onuncu ve son guru Gobind Singh (1666-
1708), kendisinden sonra beşeri formda bir guru gelmeyeceğini ve bundan
böyle dinî ve ahlaki ilkeleri ihtiva eden kutsal metni guru ilan etmiştir. Bu
husus hem guru ve hem de pir sözcüğünün batıni olarak dinî ve ahlaki ilkeler
bütününü ifade etmeleri açısından eş anlamlı kabul edilebileceğini göster-
mektedir.
Sonuç ve Değerlendirme
Türkistan civarında doğan ve eğitim alan Hoca Ahmed Yesevî, Orta Asya
Türkleri arasında yetişen en büyük mutasavvıflardan biridir. O, birçok öğren-
ci yetiştirerek düşüncelerinin canlı kalmasını sağlamıştır. Yesevî’nin düşün-
celeri öğrencileri sayesinde dünyanın birçok yerine dağılmıştır. Onun Türk
ve Islam düşüncesi içerisindeki yeri her geçen gün daha fazla bilinir önemi
de daha artar hâle gelmektedir. Ahmed Yesevî’nin din ve tasavvuf anlayışın-
daki en önemli unsurlardan birisi de “ilahî aşk”tır. Her ne kadar kendisinden
önceki mutasavvıflarda bu anlayış mevcut ise de Ahmed Yesevî ile birlikte
Orta Asya Türkleri arasında din algısının ayrılmaz bir parçası hâline gelmiş-
tir. Ayrıca kibir ve bencillikten uzaklaşma, pire önem verme, riyadan uzak
durma onun hikmetlerinde vurguladığı düşüncelerinden bazılarıdır. Ahmed
27
Safi Arpaguş, “Pir”, DİA, 34/272-273; Hayati Bice, “Hoca Ahmed Yesevi - Divân-ı Hikmet
Sözlük”, Divân-ı Hikmet, Haz. Hayati Bice, TDV, Ankara, 2009, s. 468
504
Geçmişten Geleceğe Hoca Ahmed Yesevî
Yesevî’nin düşüncelerinin hem Müslümanlar hem de civardaki diğer inanç
mensupları üzerinde de etkili olduğu gözlemlenmektedir. Onun düşünceleri
dervişler ve diğer kişiler sayesinde Hint alt kıtasındaki özellikle Sind, Pen-
cab, Agra gibi yerlere ulaştırılmıştır. Keşmir vadisinin Müslümanlaşmasında
Bülbül Şah isimli Yesevî dervişi etkin olmuştur. Yesevî dervişlerince yapılan
zikr-i erre (bıçkı zikri) uygulamasına Hint alt kıtasında rastlanılması bölgede
Yesevîliğin etkisini göstermesi açısından mühimdir.
Yesevî’ye büyük saygı duyan Timur’un Hint topraklarını fethetmesi Ah-
med Yesevî’nin düşünce ve inançlarının Hint kültürüne intikaline yol aç-
mıştır. Hint alt kıtasında etkin olan Islam düşüncesi, Yesevî düşüncesi ile
birleşerek bölgedeki etkinliğini daha fazla hissettirmeye başlamıştır. Ahmed
Yesevî’nin fikirlerinin Hint kültürünün önemli mistik simaları üzerinde izler
bıraktığı görülmektedir. Kabir ve Nanak gibi Hint mistikleri şiirlerinde “bir
tek Tanrı’nın varlığına ve ona duyulan ilahî aşka” vurgu yapmaktadırlar. Ayrı-
ca bencillikten uzak durma, cehaleti def etme, guruya sadakatle bağlılık gibi
hususlarda Yesevî etkiyi görebilmek mümkündür. Hargobind’in “insanlara
dinî anlamda rehberlik eden kişi”yi ifade etmek için pir kavramını kullanmaya
başlaması Ahmed Yesevî’ye verilen “Pir-i Türkistan” ismini akla getirmekte-
dir. Bu örnek, Yesevî düşüncenin Sih kültür üzerindeki önemli bir etki yarat-
tığını göstermektedir. Dolayısıyla Yesevî düşünce Hint altı kıtasında sadece
Müslümanlar arasında değil Sihler arasında da etkin olmuştur.
Kaynakça
Arpaguş, Safi, “Pir”, DİA, 34/272-273
Arslan, Hammet, “Islam’ın Hint Kültürüne Etkisi: Ahmed Yesevî, Kabir ve Guru
Nanak Örneği”, Uluslararası Hoca Ahmet Yesevî Sempozyumu, Basılmamış Bildiri
Metni, 28-30 Nisan 2016, Ankara.
Arslan, Hammet, “Sihizm”, Doğudan Batıya Düşüncenin Serüveni (I-X), Ed. Bayram
Ali Çetinkaya, Insan Yayınları, Istanbul, 2015, I/723-754.
Bice, Hayati, “Hoca Ahmed Yesevî - Divân-ı Hikmet Sözlük”, Divân-ı Hikmet, Haz.
Hayati Bice, TDV, Ankara, 2009.
Cevahiru’l-Ebrar min Emvaci’l-Bihar,
Chand, Tara, Influence of Islam on Indian Culture, Indian Press, 1954.
Dwivedi, H. P., Kabir, Hindi Granth Ratnakar, Bombay, 1964.
Eraslan, Kemal, “Ahmed Yesevî”, DİA, II/159-161
Geçmişten Geleceğe Hoca Ahmed Yesevî
505
Goyal, S. R., “Foreword”, Susmita Pande, Medieval Bhakti Movement: Its History and
Philosophy, Kusumanjali Prakashan, Meerut (India), 1989.
Gulati, Mahinder N., Comparative Religious And Philosophies : Anthropomorphism And
Divinity, Atlantic, 2008.
Hawley, John Stratton, A Storm of Songs: India and the Idea of the Bhakti Movement,
Harvard University Press, 2015.
Hazinetu’l-Asfiya,
Kabir, Humayun, The Cultural Heritage of India, IV/586-587
Kadı Mahdum Nebi Can Hatif, Vakı’at-ı Timur, Taşkend, 1308’den aktaranlar:
Köprülü, M. Fuad, Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar, ALFA, Istanbul, 2014
Macnicol, Nicol, Indian Theism: From the Vedic to the Muhammadan Period, Oxford
University Press, Oxford, 1915.
Mann, Gurinder Singh, The Making of Sikh Scripture, Oxford University Press, Oxford,
2001.
Nizamüddin Şami, Zafernâme, Çev. Necati Lugal, TTK, Ankara, 1987
Pande, Susmita, Medieval Bhakti Movement: Its History and Philosophy, Kusumanjali
Prakashan, Meerut (India), 1989.
Pechelis, Karen, “Bhakti Traditions”, The Continuum Companion to Hindu Studies, Ed.
Jessica Frazier & Gavin Flood, Bloomsbury, 2011
Schimmel, Annemarie, Islam in the Indian Subcontinent, Brill, Leiden, 1997.
Schuyler, E., Türkistan Seyahatnamesi, Çev. Kolağası Ahmed.
Shapiro, Michael, Songs of the Saints from the Adi Granth, Journal Of The American Ori-
ental Society, 2002
Singha, H.S., The Encyclopedia of Sikhism, Hemkunt Press, 2009.
Wink, Andre, Al-Hind: the Making of the Indo-Islamic World, Brill, Leiden, 2004.
Zarcone, Thierry, ”Turkish Sufism in India: The Case of the Yasawiyya”, Confluence
of Cultures: French Contribution to the Indo-Persian Studies, Ed. Françoise Nalini Delvo-
ye, Manohar, Delhi, 1994, ss. 82-92.“Hindistan’da Türk Tasavvufu: Yesevîlik Örneği”,
Dergah, Nisan 1993, Istanbul, ss. 19-20.
Hoca Ahmet Yesevî’nin Hikâyet-i Mi‘râc’ı
Hanife Dilek BATİSLAM*
Mi‘râc terimi, Hz. Peygamber’in Mescid-i Harâm’dan Mescid-i Aksâ’ya,
oradan da göğe yaptığı yolculuğu ifade eder. Sözlükte mi‘râc kelimesi, “yu-
karı çıkmak, yükselmek” anlamındaki urûc kökünden türemiş, “yukarı çıkma
vasıtası, merdiven” anlamında ism-i âlet olarak tanımlanmıştır. Hz. Peygam-
ber’in göğe yükselişini ve Allah katına çıkışını anlatan mi‘râc olayı, Mescid-
i Harâm’dan Mescid-i Aksâ’ya gidiş ve oradan da yükseklere çıkış şeklinde
yorumlandığından kaynaklarda daha çok “isrâ ve mi‘râc” şeklinde geçse de
Türkçede mi‘râc kelimesiyle her ikisi de anlatılır. Islâmî kaynaklarda ele alın-
dığı şekliyle mi‘râc, iki aşamada meydana gelmiştir. Hz. Peygamberin gece
Mescid-i Harâm’dan Mescid-i Aksâ’ya yaptığı yolculuğa isrâ; oradan göklere
yükselmesine mi‘râc denilmiştir. Sery kökünden türeyen isrâ’ aynı zamanda
Kur’an’da bir sûre adıdır
1
.
Kaynaklarda mi‘râcın gerçekleştiği tarih farklı verilmektedir. Rebîülev-
vel veya Ramazan ayından bahseden rivayetler olsa da Müslümanların çoğu
mi‘râcı Receb ayının 27. gecesinde kutlar. Mi‘râc olayında önemli yer tutan
Mescid-i Aksâ’nın hangi mescit olduğu konusunda ayetlerde açıklama yapıl-
mamış, sadece çevresinin kutsal kabul edildiği belirtilmiştir
2
.
Mi‘râcla ilgili rivayetlerde bazı farklılıklar vardır. Rivayetlerin ortak nok-
talarına göre mi‘râc şu şekilde gerçekleşmiştir: Kâbe’de Hicr veya Hatîm de-
nilen yerde Cebrâil geldi, Hz. Peygamberin göğsünü açtı, zemzemle yıkadık-
tan sonra içine iman ve hikmet doldurup kapattı. Burak adlı bineğe bindirip
Beytülmakdis’e götürdü. Peygamber Mescid-i Aksâ’da iki rekat namaz kılıp
*
Çukurova Üniversitesi, Fen-Edebiyat Fakültesi, Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü Öğretim
Üyesi, batislam@cu.edu.tr
1
Salih Sabri Yavuz, “Mi’râc”, DİA, C. XXX, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, Istanbul, 2005, s.132.
2
Yavuz, a.g.m. s.133.
Geçmişten Geleceğe Hoca Ahmed Yesevî
507
dışarı çıktığında, Cebrâil biri süt, diğeri şarap dolu iki kap getirdi. Peygamber
süt dolu kabı seçince Cebrâil kendisine “fıtratı seçtin” dedi, ardından onu alıp
dünya semasına yükseltti. Semaların her birinde sırasıyla Âdem, Îsâ, Yûsuf,
Idrîs, Hârûn ve Mûsâ peygamberlerle görüştü; nihayet Beytü’l-ma‘mûr’un bu-
lunduğu yedinci semada Hz. Ibrâhim’le buluştu. Sidretü’l-müntehâ denilen
yere ulaştıklarında yazıcı meleklerin kalemlerinin seslerini duydu ve Allah’ın
huzuruna çıktı. Burada elli vakit namaz farz kılındı. Dönüşte Hz. Mûsâ, elli
vakit namazın ümmetine ağır geleceğini söyleyip Allah’tan onu hafifletmesini
istemesini tavsiye etti. Namaz beş vakte indirilinceye kadar Hz. Peygamber’in
huzûr-i ilâhîye müracaatı ve Mûsâ ile diyalogu devam etti. Bir rivayete göre,
Hz. Peygamber’e mi‘râcda Bakara sûresinin son ayetleri indirilmiş ve Allah’a
ortak koşmayanların affedileceği müjdesi verilmiştir
3
.
Isrâ ve mi‘râcın niteliğine yönelik en önemli tartışmalardan biri de bede-
nen mi yoksa ruhen mi gerçekleştiği konusudur. Konuyla ilgili yapılan çeşit-
li yorumların amacı, olayı insan aklının anlayabileceği bir şekilde izah etme
çabasıdır. Ancak, mucize kabul edilen böyle bir olayın tamamen akılla izah
edilebilir hâle getirilmesi de mümkün değildir. Kaynaklarda isrâ ve mi‘râcın
Hz. Peygamber’in hayatında kaç defa gerçekleştiği de önemli bir yer tutar.
Bunun nedeni rivayetlerde ortaya çıkan tarih, tasvir ve bilgi farklılıklarıdır.
Ayrıca, bir başka tartışma konusu da Hz. Peygamber’in mi‘râcda Allah’ı görüp
görmediğidir. Bu tartışma, Hz. Peygamber’in Sidretü’l-müntehâda “iki yay
ucu aralığı kadar” Allah’a yaklaştığını ve O’nu gördüğünü açıklayan ayetlere
dayanır. Ayetlerde söz edilen yakınlaşmanın kimler arasında olduğu ve Hz.
Peygamber’in kimi gördüğü iki farklı şekilde yorumlanmaktadır. Müfessir-
lerin çoğu yaklaşma hadisesinin Hz. Peygamber ile Cebrâil arasında gerçek-
leştiğini, diğer görüş ise, yaklaşmanın doğrudan Allah’la peygamber arasında
olduğunu kabul eder. Rivayetlerde sidretü’l-müntehâya sadece peygamber ve
meleklerin ulaşabildiği ve orayı geçmenin yalnız Hz. Peygamber’e özgü ol-
duğu söylenir. Yaklaşmanın mi‘râc gecesinde gerçekleşmesi ihtimaline bağlı
olarak, o gece Hz. Peygamber’in Allah’ı görüp görmediği konusunda da görüş
ayrılığı vardır
4
.
Mi‘râc, mucize olarak kabul edilmekle birlikte, mucizenin tanımı ve pey-
gamberliği kanıtlama işlevi açısından bakıldığında, klasik mucize ölçüleri dı-
3
Yavuz, a.g.m. s.132.
4
Yavuz, a. g. m., s. 134.
508
Geçmişten Geleceğe Hoca Ahmed Yesevî
şında Hz. Peygamber’in manevî dünyasında gerçekleşen olağanüstü bir olay
olduğu anlaşılır. Kur’an’da ve sünnette namazın öneminin vurgulandığı bi-
linir. Namaz, görünen şeklinin ötesinde müminin ruhî mi‘râcı kabul edilir
5
.
Isrâ ve mi‘râc olayı bazı eserlere de konu olmuştur. Hz. Peygamber’in
mi‘râcını konu alan eserlere genel olarak mi‘râciyye adı verilir
6
. Mi‘râc muci-
zesi, hemen bütün Müslüman toplumların edebiyat, musikî, minyatür, hat ve
kitap sanatlarında çeşitli şekillerde yansıtılmıştır. Ancak, bu konudaki eserle-
re mi‘râciyye veya mi‘râcnâme
7
adı verilmesinin Iranlılar ve Türklerde yaygın
olduğu bilinmektedir. Mi‘râciye konulu eserler arasında en çok edebî eserle-
rin bulunduğu, edebiyatı minyatür, hat ve kitap sanatlarının izlediği, musiki
alanında ise, sadece Osmanlılarda mevlid gibi bir mi‘râciye okuma geleneği
oluşturulduğu görülmektedir
8
.
Bazı şairlerin, Hz. Peygamber hakkında yazdıkları şiirlerdeki sınırlı örnek-
ler dışında, Arapça yazılmış mi‘râciye konulu eserler, edebî eser olmaktan çok
mi‘râcı dinî bilimler açısından ele alan çalışmalardır. Bu eserlerin yazarları
da genellikle büyük mutasavvıflardır. Fars edebiyatında mi‘râc edebî eserlere
konu olmuş, mi‘râciye türü eserlerin bağımsız bir eser niteliğinde olanların-
dan çok, hamse ya da mesnevilerde bir bölüm olarak yer alan örnekleri ilgi
görmüştür. Ferîdüddin Attâr’ın İlâhînâme ve Esrârnâme mesnevilerindeki ya
da Molla Câmî, Hüseyin Vâiz-i Kâşifî’nin farklı eserlerinin içinde yer alan
örnekler gibi
9
.
Mi‘râc, Türkçe eserlerde sık işlenen bir konudur. Bağımsız mi‘râciye türü
eserlerin dışında siyer, mevlit, mu‘cizât-ı nebî gibi eserlerde ele alınmış ya da
Muhammediyye ve Garibnâme gibi eserlerin bir bölümü mi‘râca ayrılmıştır. Ayrı-
ca, divanlarla din dışı mesnevilerde de mi‘râciyelere yer verilmesi bir gelenek
olmuş, zaman içinde kaside şeklinde yazılanların mi‘râciyye, mesnevilerin ise
5
Yavuz, a. g. m., s. 135.
6
Mi‘râciyyeler konusunda ayrıntılı bilgi için; Metin Akar, Türk Edebiyatında Manzum Mi’râc-
nâmeler, Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları, Ankara, 1987 adlı çalışmaya bakılabilir.
7
Mi‘râciyye ve mi‘râcnâme tanımları için; Mehmet Aça, Halûk Gökalp, Isa Kocakaplan, Başlan-
gıçtan Günümüze Türk Edebiyatında Tür ve Şekil Bilgisi, Kriter Yay. , Istanbul, 2009, s. 355-359;
Ahmet Mermer, Lütfi Alıcı, Muvaffak Eflatun, Yavuz Bayram, Neslihan Koç Keskin, Üniversite-
ler için Eski Türk Edebiyatına Giriş, Akçağ Yay., 2. Baskı, Ankara, 2007, s. 284-290 adlı çalışma-
lara bakılabilir.
8
Mustafa Uzun, “Mi’râciyye”, DİA, C. XXX, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, Istanbul, 2005,
s.135.
9
Uzun, a. g. m., s. 135.
Geçmişten Geleceğe Hoca Ahmed Yesevî
509
mi‘râcnâme olarak adlandırıldığı edebî tür gelişmiştir. Bu tür eserlerde, ko-
nunun dinî kaynaklara dayanılarak didaktik amaçlı anlatıldığı, yazarın sanatçı
yönünün ağır basmadığı, tasavvufî konulu mesnevi ve kasidelerde ise, daha
lirik ve sanatlı bir üslûbun öne çıktığı, şairlerin hayal dünyalarının zenginliği-
ne göre olaya kimi zaman kişisel yorumlarını da kattıkları görülür
10
.
Kaside şeklinde yazılan mi‘râciyyelerde konu, ortalama elli-altmış beyit
içinde özetlenirken mesnevilerde 2000’e yaklaşan beyit hacmine bağlı ola-
rak çok ayrıntılı işlenmektedir. Kasidelerin nesîb kısmı, mi‘râc gece meydana
geldiği için bu anlamdaki Arapça ve Farsça kelimelerle yapılmış söz sanatla-
rıyla başlar; küfür karanlıklarını ortadan kaldıran nûrânî ve ilâhî bir mucize
kabul edilerek gecenin önemi vurgulanır. Ardından gece ve gökyüzü tasvirine
geçilir. Bazen de mi‘râc öncesi yine gece gerçekleşmiş olan “şakk-ı sadr” mu-
cizesinden söz edilir ve mi‘râcın safha safha tasviri yapılır. Ümmü Hânî’nin
evinden başlayan bu yolculukta Cebrâil’in Burak’ı cennetten getirişi anlatılır.
Burak’ın ayrıntılı tasviri mi‘râciyyelerin en önemli konularındandır. Hz. Pey-
gamber’in Mescid-i Aksâ’ya gidişi, orada diğer peygamberlere namaz kıldır-
ması ve onlardan üstünlüğü vurgulanır. Kudüs’ten tekrar semaya yükselişi
sırasında sahrenin Hz. Peygamber’in ardından harekete geçmesi ve “dur” ih-
tarıyla havada asılı kalması mucizesi telmihler, tecâhül-i ârifler, hüsn-i ta‘lîl-
lerle süslenerek anlatılır. Bunu gökyüzünde dolaşma, sema katlarında diğer
peygamberlerle tanışma, cennet, tûbâ, hûriler, köşkler, ırmaklar ve cehennem
hayatı tasvirleri takip eder. Hz. Peygamber’in “kabe kavseyn” makamına ulaş-
ması, Allah ile mülâkatı ve Allah katındaki değeri anlatılarak, sanatçının bakış
açısına göre, farklı yorumlarla dile getirilir. Namazın mi‘râcda farz kılınması,
Hz. Peygamber’in dönüşte hadiseyi ashabına müjdelemesi, müminlerin kabu-
lü ve müşriklerin inkârı gibi konular işlenir. Mesnevilerde ise tevhid, na‘t ve
münâcâtın ardından yukarıdaki konuların her biri bir kaside hacmine ulaşan
bölümler halinde bazen Isrâiliyat’a dayanan rivayetlerle anlatılır
11
.
Mi‘râc, Türk edebiyatında ilk kez bir motif olarak Satuk Buğra Han Desta-
nı’nda görülür. Çağatay sahasında XII. yüzyılda Hakîm Ata’nın yazdığı ka-
bul edilen 122 beyitlik “Mi‘râcnâmetü’l-hazret” türün ilk örneği olup hece
vezniyle ve sade bir dille yazılmıştır. Mîr Haydar’ın “mi‘râcnâmesi” Anadolu
dışında yazılmış bir diğer örnektir
12
.
10
Uzun, a. g. m., s. 135-136.
11
Uzun, a. g. m., s. 135-136.
12
Uzun, a. g. m., s. 136.
510
Geçmişten Geleceğe Hoca Ahmed Yesevî
Anadolu sahasındaki ilk müstakil mi‘râciyyeyi XV. yüzyılın başında Ahme-
dî yazmıştır. Tahkîk-i Mi‘râc-ı Resûl başlıklı 497 beyitlik eser, şairin divanındaki
kısa mi‘râciyyelerden farklı olduğu gibi İskendernâmesi’ndeki mevlid bölümün-
den de ayrıdır. Anadolu’da yazılan mi‘râciyye türü eserler farklı özelliklere
sahiptir. Zamanla özellikleri belirginleşen mi‘râcnâmeler, XV. yüzyıldan baş-
layarak daha çok ilgi görmüş, manzum, mensur veya çoğu manzum-mensur
karışık metinler şeklinde gelişmeye devam etmiştir. Dinî-tasavvufî manzum
eserlerde mi‘râca bir bölüm ayrılması da yine XV. yüzyılda yaygın hâle gel-
miştir. XVI. yüzyıldan sonra divanların içindeki mi‘râciyyeler artmış, XVII. ve
XVIII. yüzyıllarda ise, hemen her şairin divanında bir veya birkaç mi‘râciyye
yer almıştır. XVIII. yüzyılda tasavvufî içerikli, mi‘râc kandillerinde okunmak
için yazılıp bestelenmiş veya didaktik yönü ağır basan örnekler yazılmıştır.
XIX. yüzyılda da önceki yüzyıllara benzer türde mi‘râcnâme ya da mi‘râciyye-
lerin yazımı devam etmiştir. Balıkesirli Fatma Kâmile Hanım’ın mi‘râciyyesi
bir kadının yazdığı bilinen tek eserdir. Mi‘râciyyeler na‘tlar gibi derlenerek,
mi‘râciyye veya na‘t-mi‘râciyye mecmuaları düzenlenmiştir
13
.
Kaynaklarda, mi‘râc kandilinde mi‘râciyye okuma âdetinin XVIII. yüzyılda
Nâyî Osman Dede’nin mi‘râciyyesiyle başladığı görüşü hâkimdir. Ancak, Türk
edebiyatında ilk mi‘râciyyenin XII. yüzyılda yazıldığı, ilk müstakil mevlid ve
mi‘râciyyenin de XV. yüzyılda yazılıp okunduğu düşünülürse bu tarih geç bir
tarihtir. Ayrıca, XIV. yüzyılda Muînü’l-mürîd ile Hârizmî’nin Muhabbetnâme’si
dinî toplantılarda okunmaktaydı. Yazıcıoğlu Mehmed’in Muhammediyye’si de
yazılışından itibaren mevlid gibi okunduğuna göre bu eserdeki mi‘râc faslının
da mi‘râc kandillerinde okunmuş olması mümkündür. Tekkelerin kapatılma-
sından sonra dinî musikinin zayıflamasıyla birlikte mi‘râciyye okuma geleneği
de unutulmaya yüz tutmuştur
14
.
Islâm ve Türk minyatür sanatında da mi‘râc minyatürleri ayrı bir grup
meydana getirebilecek çeşitlilikte olup mi‘râcnâme adıyla anılır
15
. Siyer-
13
Uzun, a. g. m., s. 136.
14
Uzun, a. g. m., s. 137.
15
Miraç minyatürleri konusunda; Akar, a.g.e. s.76-78; Başak Burcu Tekin, “Islam Sanatı Resimli
El Yazmalarında Hz. Muhammed’in Aslan Tasvirli Mirâç Sahneleri”, Erciyes Üniversitesi Sosyal
Bilimler Enstitüsü Dergisi, Kayseri, 2001a, s. 336-351; Başak Burcu Tekin,“Istanbul Süleymaniye
Kütüphanesi Resimli El Yazmalarındaki Miraç Tasvirlerine Bakış”, Prof. Dr. Zafer Bayburtlu-
oğlu’na Armağan, (Editörler: Mustafa Denktaş- Yıldıray Özbek), Kayseri, 2001b, s. 537-550;
Başak Burcu Tekin, “Safevî Dönemi 16. Yüzyıl Aslan Tasvirli Mi‘râc Minyatürleri: Şah Ismail
Hatâî’nin Yaklaşımı Açısından Bir Değerlendirme”, Türk Kültürü ve Hacı Bektaş Velî Araştırma
Geçmişten Geleceğe Hoca Ahmed Yesevî
511
i nebî, kısas-ı enbiyâ ve mi‘râcnâmelerde, içinde mi‘râciyye bulunan divan,
hamse ve mesnevilerde, acâibü’l-mahlûkât ve fal-nâmelerde mi‘râc konulu
minyatürler yer alır. Mi‘râc minyatürlerinin sanatçının hadisleri anlama ve
yorumlamasından kaynaklanan farkların yanı sıra dönemin ve coğrafyanın
kompozisyon, resim, şekil, nakış ve renk anlayışının da etkisi vardır. Bu ne-
denle Iran, Arap, Hint ve Türk minyatür üslûplarının mi‘râc minyatürlerine
değişik şekillerde yansıdığı görülür. Özellikle Türk ve Iranlı minyatür ustala-
rının yaptığı mi‘râc minyatürlerinin, XIV. yüzyılda en gelişmiş örneklerinin
ortaya konulduğu bilinir
16
.
Mi‘rac minyatürlerinin en eskisi Câmi‘u’t-tevârîh’te bulunan, Hz. Peygam-
ber’in Burak’ın üzerinde meleklerle beraber gökyüzünde uçarken tasvir edil-
diği minyatürdür. Nizâmî, hamsesinin ilk mesnevisi “Mahzenü’l-esrâr”da
mi‘râca yer verdiği için eserin minyatürlü nüshalarında mi‘râc minyatürleri
vardır. Mi‘râc minyatürleriyle dikkat çeken önemli bir eser de Darîr’in Sîre-
tü’n-nebî’sinin Osmanlı kitap sanatlarının en üst seviyede olduğu dönemin
son başarılı örneklerinden sayılan minyatürlü nüshasıdır. Eserin mi‘râcın an-
latılmasıyla başlayan III. cildinde beş minyatür bulunur. Mi‘râc, halk resmin-
de de işlenmiştir. Burak insan yüzlü, tavuskuyruklu, yeşil kanatlı, başında
ayyıldızlı bir taç bulunan kırat görünümünde resmedilmiştir. Mi‘râcla ilgili
ayet ve hadislerle süslenen levhaların bir tarafında Mekke, diğer tarafında
Mescid-i Aksâ çizilmiş, araya da Burak yerleştirilmiştir
17
.
Hat sanatında, mi‘râcın anlatıldığı Isrâ ve Necm surelerinin tamamı veya
bazı ayetleri, farklı surelerde yer alan ilgili ayetler, bu konudaki hadisler yahut
bunların belirli bölümleri mushaflarda, cüzlerde, ayrıca murakka‘ ve levhalar-
da, özellikle de camilerin kuşak yazılarında süsleme unsuru olarak kullanıl-
mıştır. Kûfî hatla yazılan ilk mushaf örneklerinden itibaren Isrâ ve Necm su-
relerinin başındaki tezhipli ser levhalar ayrı bir estetik ve değer kazanmıştır.
Ekol sahibi büyük hattat ve sanatkârlar eliyle yazılmış mushafların bu konuda
önemli etkisi olmuştur. Kubbetü’s-sahre ile yakınındaki Mescid-i Aksâ’nın
içinde, gerek kuşak gerek levha olarak mi‘râcla ilgili ayet ve hadislerin, çoğu
Osmanlı hattatları tarafından yazılmış, değerli örnekleri bulunmaktadır
18
.
Dergisi, S.64, 2012, Ankara, s. 97-114 adlı çalışmalara bakılabilir.
16
Uzun, a. g. m., s. 139.
17
Uzun, a. g. m., s. 139.
18
Uzun, a. g. m., s. 139.
512
Geçmişten Geleceğe Hoca Ahmed Yesevî
Ahmet Yesevî, dinî-tasavvufî halk edebiyatının ilk ve önemli temsilcilerin-
den biri olarak kabul edilmektedir. Menkıbelere dayalı hayatı ve kurucusu ol-
duğu Yesevîlik tarikatı dolayısıyla Türk dünyasındaki etkisi yüzyıllar boyunca
devam etmiştir. Hoca Ahmet Yesevî’nin hayatı hakkında kaynaklarda çeşitli
bilgiler verilmiş, menkıbelerine ve düşünce sistemine dair çeşitli kitaplar ya-
zılmıştır. Orta Asya Türkleri’nin dinî-tasavvufî hayatında geniş etkisi olan
“pir-i Türkistan” diye anılan mutasavvıf şair, Yeseviyye tarikatının kurucusu
Ahmet Yesevî’nin tarihî kimliği ve hayatına yönelik bilgiler sınırlı ya da az-
dır. Bilgilerin büyük bir bölümü de menkıbelerle karışmış durumdadır. Elde
bulunan bilgilerden yola çıkılarak kesin bir sonuca varılması zor, hatta bazı
konularda da imkânsızdır. Ancak, hikmetlerinden, bazı tarihî kaynaklardan
ve menâkıbnâmelerden elde edilecek bilgiler, çıkarılacak sonuçlar, menkıbevi
ağırlıklı da olsa hayatı, edebî yönü, eseri ve etkisi hakkında fikir vermektedir.
Daha çok hikmetleriyle tanınan Ahmet Yesevî’nin hikmetlerinde Müslüman-
lığın esasları, şeriat hükümleri, tasavvufun incelikleri, tarikat âdâb ve erkânı-
nı müritlere öğretmeye yönelik bilgilere yer verilmiştir. Hikmetlerin içeriği,
biçimi ve dil özellikleri Yesevî’nin yetiştiği çevre, hayatı, kişiliği, amacı ve
seslendiği topluluğun sosyal, kültürel yapısıyla yakından ilgilidir
19
.
Ahmet Yesevî’nin hikmetleri arasında bulunan, “Hikâyet-i Mi‘râc” başlık-
lı mi‘râciyyeden, görebildiğimiz kadarıyla, konuyla ilgili bilgi veren kaynak-
larda ve mi‘râciyyeleri ya da mi‘râcnâmeleri konu alan bibliyografyalarda
20
söz edilmemiştir. Aslında, türün ilk örneklerinden sayılabilecek bu şiirden
de mi‘râciyyelerin anlatıldığı kaynaklarda söz edilmesi beklenirdi. Yesevî’nin
şiiri, Kemal Eraslan’ın hazırladığı Ahmed-i Yesevî Divan-ı Hikmet Seçmeler adlı
kitapta yer almaktadır. Bu çalışmada söz konusu kitaptaki metin esas alındı.
Metnin aslının yanı sıra bu günün diline çevirisi de kitapta verilmiştir.
19
Ahmet Yesevî’nin hayatı, hikmetleri ve hikmetlerin özellikleri konusunda; Fuat Köprülü, Türk
Edebiyatında İlk Mutasavvıflar, 7. Baskı, Diyanet Işleri Başkanlığı, Ilmi Eserler, S.11, Ankara,
1991, s.27-180; Eraslan, Kemal, “Ahmed Yesevî”, mad. DİA. ,C.II, Türkiye Diyanet Vakfı Ya-
yınları, Istanbul, 1989, s.159-161; Ahmed-i Yesevî, Dîvân-ı Hikmet Seçmeler,(haz. Kemal Eras-
lan), Kültür Bakanlığı 1000 Temel Eser/98, Ankara, 1991; Kurnaz, Cemal- Mustafa Tatçı,
Yesevilik Bilgisi, MEB. Basımevi, Ankara, 2000 adlı çalışmalara bakılabilir.
20
Gülüm, Emrah “Türk Edebiyatı’nda Mi’râcnâmeler Üzerine Hazırlanmış Çalışmalar Hakkında
Bibliyografya Denemesi” Uluslararası Sosyal Araştırmalar Dergisi, The Journal of International
Social Research, C. 7, S. 35, Sinop, 2014, s. 105-112.
Geçmişten Geleceğe Hoca Ahmed Yesevî
513
Ahmet Yesevî’nin hikmetleri içinde bulunan “Hikâyet-i Mi‘râc”
21
adlı
manzumesi içeriği ve biçimsel özellikleri bakımından ele alındığında, şiirde
Eski Türk şiiri ve halk şiirinin etkileri görülür. Aynı zamanda, Ahmet Ye-
sevî’nin mi‘râciyesi tekke-tasavvuf edebiyatı ya da dinî-tasavvufî halk edebi-
yatı geleneğinin özelliklerini de yansıtır niteliktedir
22
. Biçim ve içerik açısın-
dan bu geleneğin başlangıç dönemi örneklerinden biri olarak kabul edilebile-
cek özelliklere sahiptir. 4+4+4=12’li hece vezni ve dörtlükler hâlinde yazı-
lan şiir, yirmi sekiz dörtlüktür. Kafiye şeması halk şiiri örneklerinden koşma
tipinde olduğu gibi, abab, ccca, ddda, fffa… şeklinde devam eder. Divan şiiri
örnekleri dikkate alındığında mütekerrir murabbalara benzer şekilde ilk dört-
lük dışında kalan bütün diğer dörtlüklerde son dize aynen tekrar edilir. Yani
ilk dörtlükte 1. ve 3. dizeler kendi içinde 2. ve 4. dizeler de yine kendi içinde
kafiyelidir. Diğer dörtlüklerde ilk üç dize birbiriyle kafiyeli, dördüncü dizeler
nakarat olarak tekrar edilmektedir.
Şiirin içeriğine dair fikir vermek için anlatılanları kısaca özetleyecek olur-
sak; şiir Hz. Peygamber’in “âlemlere rahmet olarak gönderildiği” ayetinden
alıntıyla başlar. Arkasından, Hz. Peygamber’e mi‘râc mucizesinin bağışlandı-
ğı, rahmet denizinin dolup taşması, dalgalanması, Hz. Peygamber’in başına
taç konulması, Cebrail’in gelmesi, Burak’a binen Hz. Peygamber’in uçup ha-
valanması, Hind el Irak’a, Aksâ’ya ulaşması, ruhların toplanması, Hz. Pey-
gamber’in orada ruhlarla bir olması, Cebrail’in tekrar Hz. Peygamber’i alarak
Sidretü’l-müntehâ’ya çıkarması, Cebrail’in Hz. Peygamber’i yüceltmesi, Ceb-
rail’in daha ileri gidemeyip Burak’ın yularını Mikail’e teslim etmesi, o yoru-
lunca Israfil’in Hz. Peygamber’i alıp cennete uçması, o makamda dolaşması,
kalması, arşa bakıp ayak koyması, nalınlarını terk etmek istemesi, gelen nida
dolayısıyla nalınlarıyla ayak basması, Hak tarafından nida gelmesi, “habibim
bana yakın gel seni sırlarıma mahrem kılayım” denmesi, Hz. Peygamber’in
Allah’la baş başa olması, kimsenin bu makama ulaşmadığı, ulaşamayacağı,
Allah’ın Hz. Peygamber’e onun isteğini yerine getireceğini söylemesi, Hz.
Peygamber’in ümmeti için kırk yaşa ulaşanlara rahmet kılmasını istemesi,
Allah’ın bu dileği kabul etmesi, başka dileği varsa çok dilek dilemesini ve
onu kabul edeceğini bildirmesi üzerine, Hz.Peygamber’in Allah’tan sırayla
21
Ahmed-i Yesevî, Dîvân-ı Hikmet Seçmeler, Haz. Kemal Eraslan, Kültür Bakanlığı 1000 Temel
Eser/98, Ankara, 1991, s. 256-257.
22
Güzel, Abdurrahman, “Tekke Şiiri”, Türk Dili, Türk Şiiri Özel Sayısı III, Halk Şiiri, Miraciye, S.
445-450, Ankara, 1989, s. 297-302.
514
Geçmişten Geleceğe Hoca Ahmed Yesevî
kırktan öte elli yaşı istemesi, elli yaşın kabul edilmesi, sonra altmış yaşın
istenmesi, Allah’ın Peygamber’den hoşnut olduğunu Hz. Peygamber’in de
hoşnut olması gerektiğini söylemesi, Hz. Peygamber’in yetmiş yaşı dileme-
si, Allah’ın yetmiş yaşına kadar Hz. Peygamber’e ümmet olan ve geçimi için
sıkıntı çeken kuluna zahmet vermeyeceğini bildirmesi, ardından kulun yet-
miş, seksen, doksan yaşa ulaştığında Allah’ın kulun günahını bağışlayacağını
söylemesi, ümmetin ve Hz. Peygamber’in üzülmemesi, gamının giderilmesi,
kul yaşlanınca ona berat verileceğinin bildirilmesi, Hz. Peygamber’in sevin-
mesinin istenmesi, münafıkların yanlışları, onların kara bahtlı olup kendileri-
ne gelmedikleri, onlardan uzak durulması gerektiği ve çevrelerine zararlarını
dokunduğunun söylenmesi vb. anlatılmıştır. Son dörtlükte;
Kul hâce Ahmed Mirac sözünü hikmet kıldı;
Allah’a şükür, Mustafa’ya evlat kıldı;
Arslan Baba’m hurma verip sevindirdi;
Gerçek ümmetseniz, işitip selam verin dostlar23
sözleriyle şiir tamamlanır. Bu son dörtlükte sözü edilen Arslan Baba, ashâ-
bın önde gelenlerinden ve Yesevî’nin mürşitlerindendir. Bir menkıbeye göre,
yedi yaşında yetim kalan Ahmet Yesevî’yi irşat için Hz. Peygamber’in manevî
yönlendirmesiyle Sayram’a gelmiştir. Rivayete göre dört yüz ya da yedi yüz yıl
yaşadığı söylenen Arslan Baba’nın Türkistan’a gelmesi de bir başka menkı-
bede anlatılır. Hz. Peygamber’in gazâlarından birinde aç kalan ashâb huzura
gelip yiyecek ister. Hz. Peygamber’in duası üzerine, Cebrail cennetten bir ta-
bak hurma getirir. Yere düşen bir hurmanın Ahmet Yesevî’nin kısmeti olduğu
bildirilir. Hz. Peygamber emaneti sahibine kimin vereceğine dair teklifte bu-
lunur, kimse cevap vermez. Arslan Baba bu görevi kabul eder. Hz. Peygam-
ber hurmayı Arslan Baba’nın ağzına koyar. Ahmet Yesevî’yi nasıl bulacağını
anlatarak onun terbiyesiyle meşgul olmasını ister. Arslan Baba Yesî’ye gelerek
henüz çocuk olan Ahmet Yesevî’yi bulup emanet teslim ederek terbiyesiyle il-
gilenir. Bir yıl sonra da Arslan Baba vefat eder
24
. Arslan Baba şiirde bir telmih
unsuru olarak yer almıştır.
Ahmet Yesevî’nin mi‘râciyyesinde Hz. Peygamber’in mi‘râcda Allah’tan
ümmeti için ömür ve ümmeti yaşlandıkça, Allah’ın rahmetinin, bağışlayıcılı-
23
Eraslan, a. g. e. , s. 267.
24
Eraslan, a. g. e. , s. 356-357.
Geçmişten Geleceğe Hoca Ahmed Yesevî
515
ğının ümmetinin üzerine olmasını dilediği anlatılmıştır. Kulun yaşı ilerledik-
çe ve ilahî emirler dışına çıkmadıkça, Allah’ın o kullarına daha çok merhamet
edeceği bildirilmiştir. Hz. Peygamber’in talebi de bu yönde olmuştur. Burada,
ilk talebin olgunlukta kırk yaşla başlaması, sonra yetmiş yaşa kadar sırayla
devam etmesi, Allah’ın da seksen ve doksan yaşa ulaşan kullarına ayrıcalık
tanıyacağını, berat hattı vereceğini bildirmesi dikkat çekicidir. Şiirde en geniş
yer -yaklaşık on bir dörtlük- Hz. Peygamber’in Allah’la konuşmasına ve üm-
meti için taleplerine ayrılmıştır.
Ayrıca,“Hikâyet-i Mi‘râc” da Hz. Peygamber’in sözlerinin iyi öğrenilmesi
gerektiği ve bu sözlerin ümmet için bal gibi faydalı olacağı, münafıklara ise
iyi gelmeyeceği bildirilmiştir. Münafıkların şüpheli davranıp reddedildikleri,
cehennem ateşinde yanacakları ve geç gelen pişmanlıklarının onlara bir fay-
da sağlamayacağı söylenmiştir. Hz. Peygamber’in mi‘râcına kulak tutanların,
işittiklerinin sudan ak olduğu ve gerçek ümmetin pınar gibi gözyaşı dökeceği
belirtilmiştir.
Metinde bulunan seslenmeler, hitaplar bir nevi nasihat amaçlı hitap gele-
neğinin sonucudur. Hitaplar arasında yer alan, “eyâ dostlar, ey habibim, ey
Hudayâ, yâ Hak resul, yâ ilâhî, ey birâder” vb. bu tür örneklerdir. Şiirde ay-
rıca, dedim-dedi kalıbının “Hudâ aydı, resul aydı” biçimindeki arkaik hâlinin
yer yer tekrar edildiği görülmektedir.
Her dörtlüğün sonunda tekrarlanan, “gerçek ümmetseniz işitip selam ve-
rin dostlar” sözleri, insanları Hz. Peygamber’in gerçek ümmeti olmaya ça-
ğırmanın yanı sıra ona selam vermenin önemini ve gerekliliğini de vurgula-
maktadır. “Ey birâder” seslenmeleri insanları kötülükten ve münafıklıktan
uzaklaştırmaya, doğru yola götürmeye, tavsiyelerde bulunmaya yönelik uyarı
hitaplarıdır.
Şiirde; “Rahmeten li’l-âlemin” (Âlemlere rahmet olarak, Enbiyâ 21/107),
“Erinî” (Rabbim bana kendini göster Araf 7/142) gibi ayetlerden iktibaslara
yer verilmiştir. Ayrıca mi‘râcla ilgili olarak, Cibrîl, Burak, Hind el-ırak, Aksâ,
Sidretü’l-müntehâ, Mikail, Israfil vb. telmih unsurlarından yararlanılmıştır.
“Le-amrük” “ömrün hakkı için” anlamında Türkçedeki “başın hakkı için”
Arapçada “dinin hakkı için” anlamındaki ifadeye yer verilmiştir
25
.
Genel olarak konuyla ilgili terminoloji ya da ayetler dışında sade bir dil-
le yazıldığını söyleyebileceğimiz mi‘râciyyede, bazı benzetmelere, deyimlere
ve telmih unsurlarına rastlanır. Benzetmeler arasında “rahmet denizi ve bu
25
Eraslan, a. g. e. , s. 349.
516
Geçmişten Geleceğe Hoca Ahmed Yesevî
denizin dalgalanması”, “sözün bal olması”, “sudan ak olmak”, “pınar gibi
ağlamak”; deyimler arasında da “ayak koymak, ayak basmak, kulak salmak,
boyun sunmak, kara bahtlı olmak” vb. sayılabilir.
Içerik açısından metne bakıldığında, mi‘râciye metni olmanın gereği,
mi‘râcın yanı sıra din ve tasavvufla ilgili unsurların varlığı da dikkati çeker.
“Hak, Resul, ümmet olmak, cüz, kül, Hüdavend, münafık, kıyamet günü, rah-
met saçmak, günah, cehennem, cennet” vb. bu unsurlardandır.
Dostları ilə paylaş: |