A- Babür Hükümdarı Hümayun’a Hint Hâkimiyetinin Müjdelenmesi
F. Köprülü’nün naklettiği üzere Cevahiru’l-Ebrar’da, Yesevî’nin Hümayun
hakkındaki bir kerametinden söz edilir. Yesevî halifelerinden Seyyid Mansur
Ata, Hoca’nın türbesini ziyaret etmek için Türkistan’a, yani Yesi’ye gelmiş
ve onunla manen mülakat etmiştir. Mülakat esnasında Hoca Ahmed Yesevî
ona şöyle demiştir: “Çağatay Padişahı – yani Babür Şah’ın oğlu Hümayun – Se-
merkand’ın hâkimiyetini ele geçirmek istiyor; lakin iyi ruhlar buna razı değil, onu
Hindistan’a yönlendiriyorlar. Hümayun’un o havalideki zaferleri için, türbemizden bir
alem al, ona götür.” Hoca’nın bu emri üzerine Seyyid Mansur, alemi alarak Hü-
mayun’un hükümet merkezi olan Kabil şehrine gitmiştir. Hakikaten Hüma-
yun, dedesi Timur’un medfun olduğu Semerkand’ı alıp Cengizhan’ın soyunu
ortadan kaldırmak istiyordu. Padişahın kardeşi Hendal Mirza, Kabil’de Seyyid
Mansur ile uzun bir süre görüşmüş ve onun büyüklüğünü anlayarak müridi
olmuştur. Hendal Mirza, Hümayun’un yanına gittiği zaman, ona, başından
geçenleri anlatmıştır. Hümayun rüyasında bunu işaret eden acayip bir olay
görmesi üzerine Seyyid Mansur’u makamına davet etmiştir. O da Ahmed Ye-
sevî’nin verdiği alemle beraber gelmiştir. Padişah da onu karşılamış ve konuş-
muşlardır. Sonra zikir halkası kurulmuş, Türkistan pirlerinin Hikmet’lerinden
manzumeler okunmuştur. Bundan sonra Seyyid Mansur Ata, Padişah Hüma-
yun’a şöyle demiştir: “Maveraünnehir evliyası, size Hint fethini müjdeliyorlar. Haz-
ret-i Ahmed Yesevî de fethinize yardımcı olması için size bunu gönderdi. Kabul buyuru-
2
M. Fuad Köprülü, Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar, ALFA, Istanbul, 2014, s. 94; Hammet
Arslan, “Islam’ın Hint Kültürüne Etkisi: Ahmed Yesevi, Kabir ve Guru Nanak Örneği”, Ulus-
lararası Hoca Ahmet Yesevi Sempozyumu, Basılmamış Bildiri Metni, 28-30 Nisan 2016, An-
kara.
490
Geçmişten Geleceğe Hoca Ahmed Yesevî
nuz.” Bunun üzerine Hümayun Padişah bu müjdeden çok memnun olmuş ve
Hindistan’a yönelerek orayı fethetmiştir.
3
B- Emir Timur’un Yesevî Türbesini İnşa Ettirmesi
Menkıbede anlatıldığına göre, Timur’un, Yesevî’nin mezarı üzerine bir
türbe ve cami inşa ettirmesi, Yesevî’nin bir kerametine dayanmaktadır. Köp-
rülü’nün aktardığı menkıbeye göre Emir Timur, Hızır Aleyhisselam ile be-
raber Buhara’ya gitmeye niyet etmiş, yolculuğu esnasında Yesevî’nin şehri
Türkistan’a uğramıştır. Burada, Hoca Ahmed Yesevî, Emir Timur’un rüyasına
girmiş ve ona şöyle demiştir: “Ey yiğit! Çabuk Buhara’ya git, Allah’ın izniyle ora-
daki şahın ölümü senin elinden olacaktır. Senin başından çok şeyler geçecektir. Zaten
bütün Buhara halkı seni bekliyor.” Timur, bu rüyayı gördükten sonra uyanmış ve
Allah’a şükretmiştir. Ertesi gün Türkistan hâkimi Nogaybak Han’ı huzuruna
çağırtmış, Ahmed Yesevî’nin kabrine büyük bir tekke yaptırması için ona yük-
lü miktarda para vermiştir. Türkistan hâkimi Nogaybak Han da halen bütün
güzelliğiyle ayakta olan süslü ve muhteşem bir âsitane yaptırmıştır.
4
II- Timur’un Yesevî’ye Olan Hayranlığı ve Bağlılığı
Kanaatimize göre, Yesevî düşüncesinin Hint alt kıtasına intikalinde, Ti-
mur’un Ahmet Yesevî’ye olan saygısının ve hürmetinin önemli bir payı vardır.
Zira Emir Timur, bir takım eleştirel bakış açısı olmakla birlikte, Yesevî’ye olan
saygısını onun eskimiş ve yıkılmaya yüz tutmuş türbesinin üzerine görkemli
bir yapı inşa ettirerek göstermiştir. Timur, bu saygı ve hürmete binaen, 1398-
1399’da gerçekleştirmiş olduğu Hint seferi ile onun düşüncelerini büyük ola-
sılıkla Hint alt kıtasına götürmüştür.
Ahmed Yesevî’nin türbesi günümüzde Kazakistan’ın Türkistan şehrinde
yer almaktadır. Yesevî’nin türbesini de içinde barındıran külliye geçmişten
günümüze Türk-Islam dünyasının en önemli dinî merkezlerinden birisi ola-
gelmiştir. Ölümünden sonra onun kabri Müslümanların sıklıkla ziyaret ettiği
manevi bir yer olmuştur. Ahmed Yesevî’nin mezarının üzerinde önceden kü-
çük bir türbenin varlığından söz edilir. Timur’un daha sonra buraya muhte-
şem bir yapı inşa ettirdiği bilinmektedir. Burayı ziyaret eden insanların dualar
ettiği, dileklerde bulunduğu, adaklar adadığı, şükür kurbanı kestiği gözlem-
lenmektedir.
3
Cevahiru’l-Ebrar min Emvaci’l-Bihar, s. 308-314’den aktaran M. Fuad Köprülü, Türk Edebiyatında
İlk Mutasavvıflar, s. 96.
4
Risale-i Tevarih-i Bulgariye, s. 26’dan aktaran M. Fuad Köprülü, Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıf-
lar, s. 94-95
Geçmişten Geleceğe Hoca Ahmed Yesevî
491
Timur’un inşa ettirdiği Yesevî Türbesi, o dönemde Türkistan bölgesinde
yapılan mimari yapıların bütün karakteristik özelliklerini taşımaktadır. Timur
inşa ettirdiği yapılarda kendinin ve devletinin gücünü göstermeyi hedeflemiş-
tir. Bu yüzden yapılardaki geniş kubbeler, sağlam portaller, göz kamaştırıcı
süslemeler, zengin mozaikler dikkat çekmektedir. Yesevî için inşa edilen tür-
be sadece bir anıt eser olmamış, aynı zamanda bir ibadet ve eğitim merkezi
olmuştur.
Timur, 1396 yılının Eylül ayında Ahmet Yesevî’nin kabrini ziyaret etmek
için Seyhun nehrini geçerek Yesi’ye gelmiştir. Yesevî’nin kabrinin başında du-
alar okumuş ve türbedar ile türbede ikamet eden Yesevî dervişlerine birçok
armağan vermiştir. Yesevî’nin kabrinin üstüne on ikinci yüzyılda yapılan tür-
benin zamana yenik düştüğünü ve eskidiğini fark etmiştir. Bunun üzerine
Yesevî’nin kabrinin üstündeki eski türbenin yıkılarak yerine yeni ve görkemli
bir türbenin inşa edilmesini ferman buyurmuştur.
5
Timur, Sultan Bayezid ile harp için Anadolu’ya sefere çıkmadan evvel Ye-
sevî’den bir işaret aramıştır. Bu arayış içerisinde Yesevî’nin Makamat’ından
müjde verici şu rubaiyle karşılaştığını ifade etmektedir:
Yelda giceni şem’-i şebistan itkan
Uzun geceyi kandil gibi aydınlatan
Bir lahzada ‘alemni gulistan itkan
Bir anda cihanı gül bahçesi eden
Bes muşkil işim tuşubdur asan itkan
Ne zaman güç işim düşse kolay eden
Ey barcanı muşkilini asan itkan.
Ey herkesin güçlüğünü kolay eden Allah’ım.
Timur, bu rubaiyi ezberlediğini ve Anadolu’da Bayezid’in ordusuyla karşı-
laştığında yetmiş defa okuduğunu ve böylelikle zafere ulaştığını ifade etmek-
tedir.
6
H. Bice’nin ifade ettiği üzere Timur’un bu sözleri, onun Ahmet Ye-
sevî’ye duyduğu saygı ve hayranlığın göstergesidir. Timur, Ahmet Yesevî’nin
manevi tasarrufuna sonsuz bir inanç duymaktadır. Timur, bir Allah dostu
olarak Yesevî’ye büyük bir güven ve itimat beslemektedir. Bu manevi güç sa-
yesinde Timur ve ordusu büyük başarılara imza atmıştır.
5
Bilgi için bkz., Hayati Bice, “Hoca Ahmed Yesevi ve Divân-ı Hikmet Üzerine”, Divân-ı Hikmet,
Haz. Hayati Bice, TDV, Ankara, 2009, s. 46-47
6
Metinde Beyazıd’ın ordusu “Kayser-i Rum askeri” diye zikredilmektedir. Kadı Mahdum Nebi
Can Hatif, Vakı’at-ı Timur, Taşkend, 1308’den aktaranlar: M. Fuad Köprülü, Türk Edebiyatında
İlk Mutasavvıflar, s. 95, 30 no’lu dipnot; Hayati Bice, “Hoca Ahmed Yesevi ve Divân-ı Hikmet
Üzerine”, Divân-ı Hikmet, Haz. Hayati Bice, TDV, Ankara, 2009, s. 47-48
492
Geçmişten Geleceğe Hoca Ahmed Yesevî
Batı seferinde zafer kazanan Timur, başşehri Semarkand’a dönerken türbe-
nin yapımına dair esasları belirlemiştir. Türbenin ölçülerinin de bizzat Timur
tarafından belirlendiği ifade edilmektedir. Türbenin yerinin belirlenmesi,
projenin düzenlenmesi ve temelin atılmasına fiilen katıldığı belirtilmektedir.
Türbe inşaatının koordinatörlüğünü Mevlana Abdullah Sadr’a vermiş, baş
mimar olarak da Türkistan’ın en ünlü mimarı Hüseyin Şirazi’yi görevlendir-
miştir.
7
Bu muazzam binanın yapılmasından sonra, Timur, şehirdeki fakir ve
muhtaçlara birçok ihsan ve sadakada bulunmuştur.
8
Bütün bunlar dikkate alındığında Yesevî’nin düşüncelerinin Hindistan’a
naklinde büyük bir ihtimalle Timur’un katkısı söz konusudur. Timur’un, Ku-
zey Hindistan’a yaptığı seferlerde Hindulara karşı hoşgörülü davrandığı görü-
lür. Özellikle kendisinden eman isteyenlere karşı olumlu bir tavır sergilediği
anlaşılmaktadır. Timur, Hindistan’da bir bölgeye girmeden önce yöneticilerin
ve halkın kendisine itaat etmelerini istemiş, bunun karşılığında can, mal ve
namuslarının garanti altında olacağını beyan etmiştir. Hatta kendisinin ha-
beri olmadan Delhi, Siri ve Cihanpenah’da yapılan savaşın sonucunda Hindu
halkına zulüm yapıldığından haberdar olan Timur, buna çok üzülmüştür.
9
Bu durum, Timur’un Hint alt kıtasındaki diğer din mensuplarına yönelik tu-
tumunu ortaya koymaktadır.
III- Yesevî Düşüncesinin Hint Alt Kıtasına Girişi
Yeseviyye’nin Hindistan’a girişi, Orta Asya’nın Moğollar tarafından işgal
edildiği döneme kadar gider. Birçok Müslüman, Moğol zulmünden Anado-
lu’nun yanı sıra Hindistan tarafına da kaçmıştır. Orta Asyalı dervişlerden
Şeyh Muhammed Türk ve Şah Hızır 13. yüzyılın başlarında Türkistan’dan
yola çıkıp Hindistan’a gelmişler ve Narnaul’a yerleşmişlerdir. Yesevî derviş-
leri Afganistan, Mâverâünnehir, Horasan, Azerbaycan’ın yanı sıra Hint alt
kıtasında yer alan Sind ve Pencab tarafında da mevcuttur. Bu yüzden Yesevî
dervişlerinin Hindistan’a 16. yüzyıldan daha erken bir tarihte girdikleri tah-
min edilmektedir.
10
7
Hayati Bice, “Hoca Ahmed Yesevi ve Divân-ı Hikmet Üzerine”, ss. 48-49
8
E. Schuyler, Türkistan Seyahatnamesi, Çev. Kolağası Ahmed, ss. 94-96’dan nakleden M. Fuad
Köprülü, Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar, s. 144
9
Nizamüddin Şami, Zafernâme, Çev. Necati Lugal, TTK, Ankara, 1987, ss. 206-253.
10
Yesevi dervişlerinin Hindistan’a girişi ve bölgedeki uygulama ve faaliyetleri hakkında ayrıntılı
bilgi için bkz., Thierry Zarcone, “Turkish Sufism in India: The Case of the Yasawiyya”, Conf-
luence of Cultures: French Contribution to the Indo-Persian Studies, Ed. Françoise Nalini Delvoye,
Geçmişten Geleceğe Hoca Ahmed Yesevî
493
Keşmir vadisi coğrafi konumu itibarıyla Orta Asya ve Horasan tarafından
gelen dervişler aracılığıyla Islamileştirilmiştir. 14. yüzyılda Türkler bu böl-
geye gelmeye başlamışlar ve vadi halkının sosyal ve kültürel hayatı üzerinde
önemli ölçüde etkide bulunmuşlardır. Keşmir vadisinin Müslümanlaştırılma-
sında Bülbül Şah isminde mutasavvıf bir dervişin büyük katkısından bahse-
dilmektedir. Ali Şir Nevâi dervişlerin hayat hikâyelerini ele alan kitabında, Is-
mail Ata’nın (ölümü 1302?) torunu Hoca Bahâeddin’in karşılaştığı zorluklar
neticesinde Orta Asya’dan kaçtığını ve Keşmir’e yerleştiğini ileri sürer. Hoca
Bahâeddin orada şöhret kazanmış, bölge halkı kendine mürid olmuş ve vadiyi
Islamileştirmiştir. Ayrıca, hem Hacı Bektaş hem de Ahmed Yesevî’ye bağlı
olan Şeyh Şerif Mehmed adında birinin Babür hükümdarlığının bir dönem
başşehri olan Agra’ya yerleştiği, burada kendine, özel danışman (sadr-ı âsaf)
unvanını veren Hümayun’un hizmetinde bulunduğu belirtilir.
A- Hoca Hafız Ahmed Yesevî
Köprülü, Hoca Ahmed Yesevî’nin çocukları ve torunlarını ele aldığı bö-
lümde Hindistan’da Hoca Hafız Ahmed Yesevî Nakşbendi diye birisinden
bahsetmektedir. Bu kişi, XVII. yüzyıldan sonra Ahmed Yesevî’ye mensup
olduğunu iddia etmiş bir mutasavvıf olarak tanımlanmaktadır. Bu derviş,
kaderin yönlendirmesiyle vatanından ayrı düşerek Mekke, Medine, Kudüs,
Şam, Irak, Rum, Rus memleketlerinde bulunduktan sonra Hindistan’ın Keş-
mir yöresine gelerek insanlardan uzak bir yaşamı seçmiştir. Hiçbir kimse
ile görüşmediği, sadece arada bir Şeyh Ağa Molla Şah’ın tekkesine geldiği
belirtilir. Birkaç sene sonra Hoca Nizamuddin b. Muinu’ddin, onun manevi
üstünlüğünü fark ederek onun hizmetine girmiş ve onu kendisi ile beraber
şehre gelmeğe razı etmiştir. Nizamuddin’in ölümünden sonra Hoca Nureddin
Muhammed Aftab, onun hizmetine girip, müridi olmuş ve bu sayede Keşmir
bölgesinde çok büyük bir ün kazanmıştır. Ahmed Yesevî’nin torunlarından
olan bu Yesevî-Nakşıbendi şeyhi, tahminen 1702 veya 1704’te vefat etmiş ve
Keşmir’e defnedilmiştir.
11
Manohar, Delhi, 1994, ss. 82-92. Bu makalenin Türkçe çevirisi için bkz., “Hindistan’da Türk
Tasavvufu: Yesevilik Örneği”, Dergah, Nisan 1993, Istanbul, ss. 19-20.
11
Hazinetu’l-Asfiya, I.657’den aktaran M. Fuad Köprülü, Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar, s.
141. Köprülü bu aktarımı verdiği yerde eserin yazarının Yesevileri daima Nakşıbendi olarak
zikrettiğini ifade etmektedir.
494
Geçmişten Geleceğe Hoca Ahmed Yesevî
B- Hac Yolculuğu Yapan Dervişler
Maveraünnehirli dervişlerin, Hac yolculuğuna çıktıkları zaman doğrudan
Hazar’ın güneyine yönelmek yerine Afganistan’daki geçitlerden geçerek Hin-
distan’ın Pencab hatta Bombay bölgesine kadar ulaştıkları ifade edilmekte-
dir. Pencab bölgesine kadar gelenlerin az bir ihtimalle batıya yönelerek kara
yolunu tercih etmeleri büyük bir ihtimalle Karaçi limanını kullanmaları söz
konusudur. Hindistan’ın daha güney kısımlarına inenlerin de Gucerat veya
Bombay’daki limanları kullanarak deniz yoluyla yolculuklarına devam ettiği
düşünülebilir. Hacı adaylarının Hindistan yolunu tercih etmelerinin sebeple-
ri arasında değişik derviş gruplarının yaşadığı farklı coğrafyaları ve bölgeleri
ziyaret etmek, güvenlik temini, ticari hareketlilik için idarecilerin daveti, ida-
recilerin ve dindaşların misafirperver davranışları, Müslümanlardan haberdar
olma, yolculuk için gerekli temel ihtiyaçların karşılanması, yani lojistik yar-
dım sayılabilir.
Orta Asya’yı Pencab bölgesine bağlayan yol, miladın ilk yıllarından bu
yana Hintli tüccarların Ipek yoluna ulaşmak için kullandıkları bir güzergâh-
tır. Bu güzergâhı Hintli tüccarlardan önce Budist keşişler Hindistan’dan Orta
Asya ve Çin’e geçerken, daha sonra da Çinli hacılar Hindistan’a giderken yıl-
lardan bu yana kullanmaktaydılar. Bu yüzden Orta Asya’yı Pencab’a bağlayan
yol güzergâhında güvenlikli ve çeşitli ihtiyaçların karşılanabileceği yerleşim
ve konaklama noktaları oluşmuştur. Müslüman hacılar da bu imkânlardan
istifade etmek için bu güzergâhı kullanmış olabilirler.
C- Hindistan’da Yesevîlik-Nakşibendilik
Ahmed Yesevî kendine dört halife tayin etmiştir. Bunlardan Süleyman Hâ-
kim Ata (ölümü 1183) Türkler arasında en meşhur olanı idi. Orta Asya ta-
savvufunun en önde gelen temsilcisi Ahmed Yesevî, Süleyman Hâkim Ata ve
Halil Ata’nın halifesi, Bahaüddin Nakşibend’dir.
12
Bu durum Nakşibendiyye
tarikatının silsilesinin Hâcegâna dayandığı manasına gelmektedir. Nakşiben-
diliğin müstakil bir tarikat olarak ortaya çıkıp gelişmesi Yeseviyye’nin etki
alanını ve gücünü azaltmıştır. Ancak bu durum, Yeseviyye’nin yok olduğu
veya tamamen geri planda kaldığı anlamına gelmez. T. Zarcone, Istanbul’da-
ki zaviyelerde, 15-20. yüzyıllar arasında kendilerini Nakşi olarak tanımlayan
bazı Hindistanlı ve Türkistanlı sufîlerin aslında Nakşibendî usulleri kadar
Yesevî usullerine de bağlı kaldıklarını gözlemlediğini belirtmektedir. Benzer
12
Yesevi silsilesi için bkz., M. Fuad Köprülü, Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar, s. 481
Geçmişten Geleceğe Hoca Ahmed Yesevî
495
durumun Hindistan’da da olma ihtimali göz önünde bulundurulmalıdır. Do-
layısıyla Hindistan’da yaygın olan Nakşibendiliğin içerisinde Yesevî gelenek-
lerinin de sürdürüldüğü ifade edilmektedir.
17. yüzyılın sonlarında Deccan’da kurulan Nakşi zaviyesinin takipçileri-
nin, zaviyenin kurucuları olan Bâbâ Pelangpost ve Baba Musafir gibi Orta
Asya’dan Hindistan alt kıtasına göç etmiş muhacirlerle yine aynı şekilde mu-
hacir olan ve asimile olmuş az sayıda Afganlı ile Keşmirliden oluştuğu belir-
tilmektedir. Zaviyenin müntesipleri arasında, Dekkan’a kadar ulaşmış Moğol
ordusunun askerlerinden bahsedilir.
Dergâh üyelerince geliştirilen âdab ve erkânın detaylı tetkikinden dergâh
mensuplarının inançlarının Kalenderiliğin yanı sıra Yesevîyye-Nakşibendiyye
olarak isimlendirilebilecek tarikatların karışımı olduğu ortaya çıkmaktadır.
O zaman Dekkan’daki Baba Pelangpost tekkesi ile Istanbul’daki Özbek veya
Hindiler Tekkesi diye isimlendirilen tekkedeki ortak olan eğilimler, Bahaed-
din Nakşibend’in tarikatının örtüsü altında Yesevîyye’nin hâlâ hayatını sür-
dürmesi mânâsına gelir. Orta Asya ve Türklerin yayıldığı bölgelerdeki Türk
tasavvufunun iç boyutlarını anlayabilmek için Yesevîyye, Kalenderiyye, Nak-
şibendiyye karışımını anlamak önemli bir adımdır.
Babür prenslerinden Dârâ Şukuh’un “Sefînetu’l- Evliya”sı Ahmed Ye-
sevî’nin hayat hikâyesini açık olarak vermektedir. Burada, Yesevî, Yusuf He-
madânî’nin bir Türk müridi olarak tasvir edilmekte ve Mansûr Atâ, Said Atâ,
Süleyman Atâ, Hakîm Atâ gibi Ata derviş kolunun ilk silsilesini temsil ettiği
ifade edilmektedir.
13
D- Zikr-i Erre
Yesevîliğin Hint alt kıtasında organize ve düzenli bir şekilde yayıldığını
gösteren net ifadeler yoktur. Ancak, Yesevîyye’nin Hindistan’daki Nakşibendî
kolları içinde varlığını sürdürdüğü ileri sürülebilir. Bunlara ilaveten, genellik-
le Yesevî dervişleri tarafından yapılan Bıçkı zikri (zikr-i erre) uygulamasının
tarifinin yer alması Hindistan tasavvufunun, Türk Yesevî tasavvufundan ha-
bersiz olmadığını gösteren önemli bir delil kabul edilebilir.
14
13
Thierry Zarcone,” Turkish Sufism in India: The Case of the Yasawiyya”, Confluence of Cultures:
French Contribution to the Indo-Persian Studies, Ed.Françoise Nalini Delvoye, Manohar, Delhi,
1994, ss. 82-92
14
Thierry Zarcone,” Turkish Sufism in India: The Case of the Yasawiyya”, Confluence of Cultures:
French Contribution to the Indo-Persian Studies, Ed.Françoise Nalini Delvoye, Manohar, Delhi,
1994, ss. 82-92
496
Geçmişten Geleceğe Hoca Ahmed Yesevî
Yeseviyye tarikatının hususiyetlerinden biri de Bıçkı zikri (zikr-i erre) adı
ile meşhur bir zikirdir. Zikredenden bıçkı sesine benzer birer ses çıktığı için
bu isim verilmiştir. Bıçkı zikrinin (zikr-i erre) Yesevîliğe girişi menkıbede
şöyle anlatılır: Hızır Aleyhisselam bir gün Ahmed Yesevî ile sohbet etmeye
gelmiş ve Hoca’yı her gün neşeli ve gönlü ferah bulurken, bu defa sıkıntı ve
üzüntü içinde görmüş; hayretle bunun sebebini sormuştur: “Böylesine yüce
hallere ve makamlara erişmiş iken kederinin sebebi nedir?” Hoca şu cevabı
vermiştir: “Insanların gönlünü kasvet kaplamış; bunun ortadan kalkmasını
imkansız gördüğüm için keder ve sıkıntı içindeyim.” O zaman Hızır Aleyhis-
selam, “Ah, ah!” diye zikre başlayınca bütün kasvetler yok olmuştur. Böylece
bu zikir, onun emirleri ile, bütün silsilede vird olmuştur.
15
Zikr-i erre’nin et-
kisi ve gücüne dair birçok rivayetler vardır.
Zikr-i minşari adı da verilen bu zikr tarzı hakkında Şeyh Muhammed Gavs
şu bilgiyi veriyor: Zikr-i minşari’nin yolu, iki elini iki uyluğunun üzerine ko-
yarak ve nefesini göbeğine doğru vererek “ha!” demeli; sonra nefesi göbek
altından kımıldatarak medd ile ve başı, beli, sırtı eşit gelecek surette şiddet
ile “Hay!” demeli ve bu suretle tekrar edilmelidir. Bir marangoz, tahtanın
üzerinden nasıl bıçkıyı çekerek seslendiriyorsa, zakir de kalbi düzelmek ve
safa peyda etmek için zikri, levh-i kalb üzere çekmelidir. Bazı şeyhler zikr-i
minşari’yi “Hu, Hay!” sözleriyle, bazıları ise “Allah!’’ sözüyle ifa ederler. Bu
zikrin yararının, uygulayan kimselere malum olacağı üzere sayılamayacak ka-
dar çok
16
olduğu ifade edilir.
Şeyh Salim ibn Ahmed Şeyhan Ba-‘alevi-i Hadrami’nin “zikr-i minşari”nin
ifa tarzı hakkında verdiği izahlar daha ayrıntılıdır. Zikr-i minşari beş suretle
ifa edilir. Hepsinde de zikreden kimse, karnını azıcık sıkarak nefesini göbeği-
nin altından yukarıya doğru çeker; sonra karnını azıcık gevşeterek ve nefesi-
ni göbeğine doğru uzatarak geriye verir. Bu adeta, marangozun bıçkıyı tahta
üzerinde itmesi ve çekmesi gibidir. Beş suretten birincisi, zikreden kimse, iki
dizinin üzerine oturur, ellerini iki uyluğunun üzerine koyar, nefesini göbe-
ğinden damağına doğru çekmeğe başlar, “Ha!” der. Sonra nefesini göbeğine
doğru uzatarak başı, beli, sırtı musavi olacak surette şiddetle aşağıya verir,
“Hay!” der. Bu sadalar adeta, marangozun bıçkıyı tahta üzerinde ileri geri
15
Cevahiru’l-Ebrar, s. 72-73’den aktaran M. Fuad Köprülü, Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar, s.
175-176
16
M. Fuad Köprülü, Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar, s. 176-177
Geçmişten Geleceğe Hoca Ahmed Yesevî
497
çektiği anda çıkan sese benzer. “Ha!” ile işaret, Ayel-i nefse; “Hay!” ile işaret,
Ayat-ı afaka’dır; ya da tersinedir. Bu cihet birincide vücubun imkan üzere gale-
besine, yahut Ikincide imkanın vücub üzerine galebesine göredir. Ikinci suret,
nefesini çekerken “ Hu!, aşağı verirken “Hay!” demek yahut her ikisinde de
“Allah” demektir. Üçüncü suret, nefesini çekerken “Allah”, aşağıya verirken
“ Hu!” demektir. Dördüncü suret, her iki halde de “Hay!” demektir. Beşinci
suret, her iki halde de daim, kaim, hazır, nazır, şahid demektir.
17
Dostları ilə paylaş: |