Eylül 2016 İstanbul/Türkiye


A- Babür Hükümdarı Hümayun’a Hint Hâkimiyetinin Müjdelenmesi



Yüklə 6,61 Mb.
Pdf görüntüsü
səhifə43/59
tarix18.01.2017
ölçüsü6,61 Mb.
#5811
1   ...   39   40   41   42   43   44   45   46   ...   59

A- Babür Hükümdarı Hümayun’a Hint Hâkimiyetinin Müjdelenmesi

F. Köprülü’nün naklettiği üzere Cevahiru’l-Ebrar’da, Yesevî’nin Hümayun 

hakkındaki bir kerametinden söz edilir. Yesevî halifelerinden Seyyid Mansur 

Ata,  Hoca’nın  türbesini  ziyaret  etmek  için  Türkistan’a,  yani  Yesi’ye  gelmiş 

ve onunla manen mülakat etmiştir. Mülakat esnasında Hoca Ahmed Yesevî 

ona şöyle demiştir: “Çağatay Padişahı – yani Babür Şah’ın oğlu Hümayun – Se-



merkand’ın  hâkimiyetini  ele  geçirmek  istiyor;  lakin  iyi  ruhlar  buna  razı  değil,  onu 

Hindistan’a yönlendiriyorlar. Hümayun’un o havalideki zaferleri için, türbemizden bir 

alem al, ona götür.” Hoca’nın bu emri üzerine Seyyid Mansur, alemi alarak Hü-

mayun’un hükümet merkezi olan Kabil şehrine gitmiştir. Hakikaten Hüma-

yun, dedesi Timur’un medfun olduğu Semerkand’ı alıp Cengizhan’ın soyunu 

ortadan kaldırmak istiyordu. Padişahın kardeşi Hendal Mirza, Kabil’de Seyyid 

Mansur ile uzun bir süre görüşmüş ve onun büyüklüğünü anlayarak müridi 

olmuştur.  Hendal  Mirza,  Hümayun’un  yanına  gittiği  zaman,  ona,  başından 

geçenleri anlatmıştır. Hümayun rüyasında bunu işaret eden acayip bir olay 

görmesi üzerine Seyyid Mansur’u makamına davet etmiştir. O da Ahmed Ye-

sevî’nin verdiği alemle beraber gelmiştir. Padişah da onu karşılamış ve konuş-

muşlardır. Sonra zikir halkası kurulmuş, Türkistan pirlerinin Hikmet’lerinden 

manzumeler okunmuştur. Bundan sonra Seyyid Mansur Ata, Padişah Hüma-

yun’a şöyle demiştir: “Maveraünnehir evliyası, size Hint fethini müjdeliyorlar. Haz-



ret-i Ahmed Yesevî de fethinize yardımcı olması için size bunu gönderdi. Kabul buyuru-

2

  M. Fuad Köprülü, Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar, ALFA, Istanbul, 2014, s. 94; Hammet 



Arslan, “Islam’ın Hint Kültürüne Etkisi: Ahmed Yesevi, Kabir ve Guru Nanak Örneği”, Ulus-

lararası Hoca Ahmet Yesevi Sempozyumu, Basılmamış Bildiri Metni, 28-30 Nisan 2016, An-

kara.


490  

Geçmişten Geleceğe Hoca Ahmed Yesevî



nuz.” Bunun üzerine Hümayun Padişah bu müjdeden çok memnun olmuş ve 

Hindistan’a yönelerek orayı fethetmiştir.

3

B- Emir Timur’un Yesevî Türbesini İnşa Ettirmesi

Menkıbede  anlatıldığına  göre,  Timur’un,  Yesevî’nin  mezarı  üzerine  bir 

türbe ve cami inşa ettirmesi, Yesevî’nin bir kerametine dayanmaktadır. Köp-

rülü’nün  aktardığı  menkıbeye  göre  Emir  Timur,  Hızır  Aleyhisselam  ile  be-

raber  Buhara’ya  gitmeye  niyet  etmiş,  yolculuğu  esnasında  Yesevî’nin  şehri 

Türkistan’a uğramıştır. Burada, Hoca Ahmed Yesevî, Emir Timur’un rüyasına 

girmiş ve ona şöyle demiştir: “Ey yiğit! Çabuk Buhara’ya git, Allah’ın izniyle ora-

daki şahın ölümü senin elinden olacaktır. Senin başından çok şeyler geçecektir. Zaten 

bütün Buhara halkı seni bekliyor.” Timur, bu rüyayı gördükten sonra uyanmış ve 

Allah’a şükretmiştir. Ertesi gün Türkistan hâkimi Nogaybak Han’ı huzuruna 

çağırtmış, Ahmed Yesevî’nin kabrine büyük bir tekke yaptırması için ona yük-

lü miktarda para vermiştir. Türkistan hâkimi Nogaybak Han da halen bütün 

güzelliğiyle ayakta olan süslü ve muhteşem bir âsitane yaptırmıştır.

4

II- Timur’un Yesevî’ye Olan Hayranlığı ve Bağlılığı

Kanaatimize  göre,  Yesevî  düşüncesinin  Hint  alt  kıtasına  intikalinde,  Ti-

mur’un Ahmet Yesevî’ye olan saygısının ve hürmetinin önemli bir payı vardır. 

Zira Emir Timur, bir takım eleştirel bakış açısı olmakla birlikte, Yesevî’ye olan 

saygısını onun eskimiş ve yıkılmaya yüz tutmuş türbesinin üzerine görkemli 

bir yapı inşa ettirerek göstermiştir. Timur, bu saygı ve hürmete binaen, 1398-

1399’da gerçekleştirmiş olduğu Hint seferi ile onun düşüncelerini büyük ola-

sılıkla Hint alt kıtasına götürmüştür.  

Ahmed Yesevî’nin türbesi günümüzde Kazakistan’ın Türkistan şehrinde 

yer  almaktadır.  Yesevî’nin  türbesini  de  içinde  barındıran  külliye  geçmişten 

günümüze Türk-Islam dünyasının en önemli dinî merkezlerinden birisi ola-

gelmiştir. Ölümünden sonra onun kabri Müslümanların sıklıkla ziyaret ettiği 

manevi bir yer olmuştur. Ahmed Yesevî’nin mezarının üzerinde önceden kü-

çük bir türbenin varlığından söz edilir. Timur’un daha sonra buraya muhte-

şem bir yapı inşa ettirdiği bilinmektedir. Burayı ziyaret eden insanların dualar 

ettiği, dileklerde bulunduğu, adaklar adadığı, şükür kurbanı kestiği gözlem-

lenmektedir.  

3

  Cevahiru’l-Ebrar min Emvaci’l-Bihar, s. 308-314’den aktaran M. Fuad Köprülü, Türk Edebiyatında 



İlk Mutasavvıflar, s. 96.

4

  Risale-i Tevarih-i Bulgariye, s. 26’dan aktaran M. Fuad Köprülü, Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıf-



lar, s. 94-95

Geçmişten Geleceğe Hoca Ahmed Yesevî 

 491


Timur’un inşa ettirdiği Yesevî Türbesi, o dönemde Türkistan bölgesinde 

yapılan mimari yapıların bütün karakteristik özelliklerini taşımaktadır. Timur 

inşa ettirdiği yapılarda kendinin ve devletinin gücünü göstermeyi hedeflemiş-

tir. Bu yüzden yapılardaki geniş kubbeler, sağlam portaller, göz kamaştırıcı 

süslemeler, zengin mozaikler dikkat çekmektedir. Yesevî için inşa edilen tür-

be sadece bir anıt eser olmamış, aynı zamanda bir ibadet ve eğitim merkezi 

olmuştur.

Timur, 1396 yılının Eylül ayında Ahmet Yesevî’nin kabrini ziyaret etmek 

için Seyhun nehrini geçerek Yesi’ye gelmiştir. Yesevî’nin kabrinin başında du-

alar okumuş ve türbedar ile türbede ikamet eden Yesevî dervişlerine birçok 

armağan vermiştir. Yesevî’nin kabrinin üstüne on ikinci yüzyılda yapılan tür-

benin  zamana  yenik  düştüğünü  ve  eskidiğini  fark  etmiştir.  Bunun  üzerine 

Yesevî’nin kabrinin üstündeki eski türbenin yıkılarak yerine yeni ve görkemli 

bir türbenin inşa edilmesini ferman buyurmuştur.

5

 

Timur, Sultan Bayezid ile harp için Anadolu’ya sefere çıkmadan evvel Ye-



sevî’den bir işaret aramıştır. Bu arayış içerisinde Yesevî’nin Makamat’ından 

müjde verici şu rubaiyle karşılaştığını ifade etmektedir:

Yelda giceni şem’-i şebistan itkan 

Uzun geceyi kandil gibi aydınlatan

Bir lahzada ‘alemni gulistan itkan 

Bir anda cihanı gül bahçesi eden

Bes muşkil işim tuşubdur asan itkan 

Ne zaman güç işim düşse kolay eden

Ey barcanı muşkilini asan itkan.  

Ey herkesin güçlüğünü kolay eden Allah’ım.

Timur, bu rubaiyi ezberlediğini ve Anadolu’da Bayezid’in ordusuyla karşı-

laştığında yetmiş defa okuduğunu ve böylelikle zafere ulaştığını ifade etmek-

tedir.

6

  H.  Bice’nin  ifade  ettiği  üzere  Timur’un  bu  sözleri,  onun  Ahmet  Ye-



sevî’ye duyduğu saygı ve hayranlığın göstergesidir. Timur, Ahmet Yesevî’nin 

manevi  tasarrufuna  sonsuz  bir  inanç  duymaktadır.  Timur,  bir  Allah  dostu 

olarak Yesevî’ye büyük bir güven ve itimat beslemektedir. Bu manevi güç sa-

yesinde Timur ve ordusu büyük başarılara imza atmıştır. 

5

  Bilgi için bkz., Hayati Bice, “Hoca Ahmed Yesevi ve Divân-ı Hikmet Üzerine”, Divân-ı Hikmet



Haz. Hayati Bice, TDV, Ankara, 2009, s. 46-47

6

  Metinde Beyazıd’ın ordusu “Kayser-i Rum askeri” diye zikredilmektedir. Kadı Mahdum Nebi 



Can Hatif, Vakı’at-ı Timur, Taşkend, 1308’den aktaranlar: M. Fuad Köprülü, Türk Edebiyatında 

İlk Mutasavvıflar, s. 95, 30 no’lu dipnot; Hayati Bice, “Hoca Ahmed Yesevi ve Divân-ı Hikmet 

Üzerine”, Divân-ı Hikmet, Haz. Hayati Bice, TDV, Ankara, 2009, s. 47-48



492  

Geçmişten Geleceğe Hoca Ahmed Yesevî

Batı seferinde zafer kazanan Timur, başşehri Semarkand’a dönerken türbe-

nin yapımına dair esasları belirlemiştir. Türbenin ölçülerinin de bizzat Timur 

tarafından  belirlendiği  ifade  edilmektedir.  Türbenin  yerinin  belirlenmesi, 

projenin düzenlenmesi ve temelin atılmasına fiilen katıldığı belirtilmektedir. 

Türbe  inşaatının  koordinatörlüğünü  Mevlana  Abdullah  Sadr’a  vermiş,  baş 

mimar olarak da Türkistan’ın en ünlü mimarı Hüseyin Şirazi’yi görevlendir-

miştir.

7

 Bu muazzam binanın yapılmasından sonra, Timur, şehirdeki fakir ve 



muhtaçlara birçok ihsan ve sadakada bulunmuştur.

8

Bütün  bunlar  dikkate  alındığında  Yesevî’nin  düşüncelerinin  Hindistan’a 



naklinde büyük bir ihtimalle Timur’un katkısı söz konusudur. Timur’un, Ku-

zey Hindistan’a yaptığı seferlerde Hindulara karşı hoşgörülü davrandığı görü-

lür. Özellikle kendisinden eman isteyenlere karşı olumlu bir tavır sergilediği 

anlaşılmaktadır. Timur, Hindistan’da bir bölgeye girmeden önce yöneticilerin 

ve halkın kendisine itaat etmelerini istemiş, bunun karşılığında can, mal ve 

namuslarının garanti altında olacağını beyan etmiştir. Hatta kendisinin ha-

beri olmadan Delhi, Siri ve Cihanpenah’da yapılan savaşın sonucunda Hindu 

halkına  zulüm  yapıldığından  haberdar  olan  Timur,  buna  çok  üzülmüştür.

9

 

Bu durum, Timur’un Hint alt kıtasındaki diğer din mensuplarına yönelik tu-



tumunu ortaya koymaktadır. 

III- Yesevî Düşüncesinin Hint Alt Kıtasına Girişi

Yeseviyye’nin Hindistan’a girişi, Orta Asya’nın Moğollar tarafından işgal 

edildiği  döneme  kadar  gider.  Birçok  Müslüman,  Moğol  zulmünden  Anado-

lu’nun  yanı  sıra  Hindistan  tarafına  da  kaçmıştır.  Orta  Asyalı  dervişlerden 

Şeyh  Muhammed  Türk  ve  Şah  Hızır  13.  yüzyılın  başlarında  Türkistan’dan 

yola çıkıp Hindistan’a gelmişler ve Narnaul’a yerleşmişlerdir. Yesevî derviş-

leri  Afganistan,  Mâverâünnehir,  Horasan,  Azerbaycan’ın  yanı  sıra  Hint  alt 

kıtasında yer alan Sind ve Pencab tarafında da mevcuttur. Bu yüzden Yesevî 

dervişlerinin Hindistan’a 16. yüzyıldan daha erken bir tarihte girdikleri tah-

min edilmektedir.

10

7

  Hayati Bice, “Hoca Ahmed Yesevi ve Divân-ı Hikmet Üzerine”, ss. 48-49



8

  E. Schuyler, Türkistan Seyahatnamesi, Çev. Kolağası Ahmed, ss. 94-96’dan nakleden M. Fuad 

Köprülü, Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar, s. 144

9

  Nizamüddin Şami, Zafernâme, Çev. Necati Lugal, TTK, Ankara, 1987, ss. 206-253.



10

  Yesevi dervişlerinin Hindistan’a girişi ve bölgedeki uygulama ve faaliyetleri hakkında ayrıntılı 

bilgi için bkz., Thierry Zarcone, “Turkish Sufism in India: The Case of the Yasawiyya”, Conf-

luence of Cultures: French Contribution to the Indo-Persian Studies, Ed. Françoise Nalini Delvoye, 


Geçmişten Geleceğe Hoca Ahmed Yesevî 

 493


Keşmir vadisi coğrafi konumu itibarıyla Orta Asya ve Horasan tarafından 

gelen  dervişler  aracılığıyla  Islamileştirilmiştir.  14.  yüzyılda  Türkler  bu  böl-

geye gelmeye başlamışlar ve vadi halkının sosyal ve kültürel hayatı üzerinde 

önemli ölçüde etkide bulunmuşlardır. Keşmir vadisinin Müslümanlaştırılma-

sında Bülbül Şah isminde mutasavvıf bir dervişin büyük katkısından bahse-

dilmektedir. Ali Şir Nevâi dervişlerin hayat hikâyelerini ele alan kitabında, Is-

mail Ata’nın (ölümü 1302?) torunu Hoca Bahâeddin’in karşılaştığı zorluklar 

neticesinde Orta Asya’dan kaçtığını ve Keşmir’e yerleştiğini ileri sürer. Hoca 

Bahâeddin orada şöhret kazanmış, bölge halkı kendine mürid olmuş ve vadiyi 

Islamileştirmiştir.  Ayrıca,  hem  Hacı  Bektaş  hem  de  Ahmed  Yesevî’ye  bağlı 

olan  Şeyh  Şerif  Mehmed  adında  birinin  Babür  hükümdarlığının  bir  dönem 

başşehri olan Agra’ya yerleştiği, burada kendine, özel danışman (sadr-ı âsaf) 

unvanını veren Hümayun’un hizmetinde bulunduğu belirtilir.

A- Hoca Hafız Ahmed Yesevî

Köprülü,  Hoca  Ahmed  Yesevî’nin  çocukları  ve  torunlarını  ele  aldığı  bö-

lümde  Hindistan’da  Hoca  Hafız  Ahmed  Yesevî  Nakşbendi  diye  birisinden 

bahsetmektedir.  Bu  kişi,  XVII.  yüzyıldan  sonra  Ahmed  Yesevî’ye  mensup 

olduğunu  iddia  etmiş  bir  mutasavvıf  olarak  tanımlanmaktadır.  Bu  derviş, 

kaderin  yönlendirmesiyle  vatanından  ayrı  düşerek  Mekke,  Medine,  Kudüs, 

Şam, Irak, Rum, Rus memleketlerinde bulunduktan sonra Hindistan’ın Keş-

mir  yöresine  gelerek  insanlardan  uzak  bir  yaşamı  seçmiştir.  Hiçbir  kimse 

ile  görüşmediği,  sadece  arada  bir  Şeyh  Ağa  Molla  Şah’ın  tekkesine  geldiği 

belirtilir. Birkaç sene sonra Hoca Nizamuddin b. Muinu’ddin, onun manevi 

üstünlüğünü fark ederek onun hizmetine girmiş ve onu kendisi ile beraber 

şehre gelmeğe razı etmiştir. Nizamuddin’in ölümünden sonra Hoca Nureddin 

Muhammed Aftab, onun hizmetine girip, müridi olmuş ve bu sayede Keşmir 

bölgesinde  çok  büyük  bir  ün  kazanmıştır.  Ahmed  Yesevî’nin  torunlarından 

olan bu Yesevî-Nakşıbendi şeyhi, tahminen 1702 veya 1704’te vefat etmiş ve 

Keşmir’e defnedilmiştir.

11

Manohar, Delhi, 1994, ss. 82-92. Bu makalenin Türkçe çevirisi için bkz., “Hindistan’da Türk 



Tasavvufu: Yesevilik Örneği”, Dergah, Nisan 1993, Istanbul, ss. 19-20.

11

  Hazinetu’l-Asfiya,  I.657’den  aktaran  M.  Fuad  Köprülü,  Türk  Edebiyatında  İlk  Mutasavvıflar,  s. 



141. Köprülü bu aktarımı verdiği yerde eserin yazarının Yesevileri daima Nakşıbendi olarak 

zikrettiğini ifade etmektedir.



494  

Geçmişten Geleceğe Hoca Ahmed Yesevî



B- Hac Yolculuğu Yapan Dervişler

Maveraünnehirli dervişlerin, Hac yolculuğuna çıktıkları zaman doğrudan 

Hazar’ın güneyine yönelmek yerine Afganistan’daki geçitlerden geçerek Hin-

distan’ın Pencab hatta Bombay bölgesine kadar ulaştıkları ifade edilmekte-

dir. Pencab bölgesine kadar gelenlerin az bir ihtimalle batıya yönelerek kara 

yolunu tercih etmeleri büyük bir ihtimalle Karaçi limanını kullanmaları söz 

konusudur. Hindistan’ın daha güney kısımlarına inenlerin de Gucerat veya 

Bombay’daki limanları kullanarak deniz yoluyla yolculuklarına devam ettiği 

düşünülebilir. Hacı adaylarının Hindistan yolunu tercih etmelerinin sebeple-

ri arasında değişik derviş gruplarının yaşadığı farklı coğrafyaları ve bölgeleri 

ziyaret etmek, güvenlik temini, ticari hareketlilik için idarecilerin daveti, ida-

recilerin ve dindaşların misafirperver davranışları, Müslümanlardan haberdar 

olma, yolculuk için gerekli temel ihtiyaçların karşılanması, yani lojistik yar-

dım sayılabilir.

Orta  Asya’yı  Pencab  bölgesine  bağlayan  yol,  miladın  ilk  yıllarından  bu 

yana Hintli tüccarların Ipek yoluna ulaşmak için kullandıkları bir güzergâh-

tır. Bu güzergâhı Hintli tüccarlardan önce Budist keşişler Hindistan’dan Orta 

Asya ve Çin’e geçerken, daha sonra da Çinli hacılar Hindistan’a giderken yıl-

lardan bu yana kullanmaktaydılar. Bu yüzden Orta Asya’yı Pencab’a bağlayan 

yol güzergâhında güvenlikli ve çeşitli ihtiyaçların karşılanabileceği yerleşim 

ve  konaklama  noktaları  oluşmuştur.  Müslüman  hacılar  da  bu  imkânlardan 

istifade etmek için bu güzergâhı kullanmış olabilirler.



C- Hindistan’da Yesevîlik-Nakşibendilik

Ahmed Yesevî kendine dört halife tayin etmiştir. Bunlardan Süleyman Hâ-

kim Ata (ölümü 1183) Türkler arasında en meşhur olanı idi. Orta Asya ta-

savvufunun en önde gelen temsilcisi Ahmed Yesevî, Süleyman Hâkim Ata ve 

Halil Ata’nın halifesi, Bahaüddin Nakşibend’dir.

12

 Bu durum Nakşibendiyye 



tarikatının silsilesinin Hâcegâna dayandığı manasına gelmektedir. Nakşiben-

diliğin  müstakil  bir  tarikat  olarak  ortaya  çıkıp  gelişmesi  Yeseviyye’nin  etki 

alanını  ve  gücünü  azaltmıştır.  Ancak  bu  durum,  Yeseviyye’nin  yok  olduğu 

veya tamamen geri planda kaldığı anlamına gelmez. T. Zarcone, Istanbul’da-

ki zaviyelerde, 15-20. yüzyıllar arasında kendilerini Nakşi olarak tanımlayan 

bazı  Hindistanlı  ve  Türkistanlı  sufîlerin  aslında  Nakşibendî  usulleri  kadar 

Yesevî usullerine de bağlı kaldıklarını gözlemlediğini belirtmektedir. Benzer 

12

  Yesevi silsilesi için bkz., M. Fuad Köprülü, Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar, s. 481 



Geçmişten Geleceğe Hoca Ahmed Yesevî 

 495


durumun Hindistan’da da olma ihtimali göz önünde bulundurulmalıdır. Do-

layısıyla Hindistan’da yaygın olan Nakşibendiliğin içerisinde Yesevî gelenek-

lerinin de sürdürüldüğü ifade edilmektedir.

17. yüzyılın sonlarında Deccan’da kurulan Nakşi zaviyesinin takipçileri-

nin,  zaviyenin  kurucuları  olan  Bâbâ  Pelangpost  ve  Baba  Musafir  gibi  Orta 

Asya’dan Hindistan alt kıtasına göç etmiş muhacirlerle yine aynı şekilde mu-

hacir olan ve asimile olmuş az sayıda Afganlı ile Keşmirliden oluştuğu belir-

tilmektedir. Zaviyenin müntesipleri arasında, Dekkan’a kadar ulaşmış Moğol 

ordusunun askerlerinden bahsedilir. 

Dergâh üyelerince geliştirilen âdab ve erkânın detaylı tetkikinden dergâh 

mensuplarının inançlarının Kalenderiliğin yanı sıra Yesevîyye-Nakşibendiyye 

olarak  isimlendirilebilecek  tarikatların  karışımı  olduğu  ortaya  çıkmaktadır. 

O zaman Dekkan’daki Baba Pelangpost tekkesi ile Istanbul’daki Özbek veya 

Hindiler Tekkesi diye isimlendirilen tekkedeki ortak olan eğilimler, Bahaed-

din Nakşibend’in tarikatının örtüsü altında Yesevîyye’nin hâlâ hayatını sür-

dürmesi mânâsına gelir. Orta Asya ve Türklerin yayıldığı bölgelerdeki Türk 

tasavvufunun iç boyutlarını anlayabilmek için Yesevîyye, Kalenderiyye, Nak-

şibendiyye karışımını anlamak önemli bir adımdır.

Babür  prenslerinden  Dârâ  Şukuh’un  “Sefînetu’l-  Evliya”sı  Ahmed  Ye-

sevî’nin hayat hikâyesini açık olarak vermektedir. Burada, Yesevî, Yusuf He-

madânî’nin bir Türk müridi olarak tasvir edilmekte ve Mansûr Atâ, Said Atâ, 

Süleyman Atâ, Hakîm Atâ gibi Ata derviş kolunun ilk silsilesini temsil ettiği 

ifade edilmektedir.

13

 



D- Zikr-i Erre

Yesevîliğin  Hint  alt  kıtasında  organize  ve  düzenli  bir  şekilde  yayıldığını 

gösteren net ifadeler yoktur. Ancak, Yesevîyye’nin Hindistan’daki Nakşibendî 

kolları içinde varlığını sürdürdüğü ileri sürülebilir. Bunlara ilaveten, genellik-

le Yesevî dervişleri tarafından yapılan Bıçkı zikri (zikr-i erre) uygulamasının 

tarifinin yer alması Hindistan tasavvufunun, Türk Yesevî tasavvufundan ha-

bersiz olmadığını gösteren önemli bir delil kabul edilebilir.

14

13



  Thierry Zarcone,” Turkish Sufism in India: The Case of the Yasawiyya”, Confluence of Cultures: 

French Contribution to the Indo-Persian Studies,  Ed.Françoise Nalini  Delvoye, Manohar,  Delhi, 

1994, ss. 82-92

14

  Thierry Zarcone,” Turkish Sufism in India: The Case of the Yasawiyya”, Confluence of Cultures: 



French Contribution to the Indo-Persian Studies,  Ed.Françoise Nalini  Delvoye, Manohar,  Delhi, 

1994, ss. 82-92



496  

Geçmişten Geleceğe Hoca Ahmed Yesevî

Yeseviyye tarikatının hususiyetlerinden biri de Bıçkı zikri (zikr-i erre) adı 

ile meşhur bir zikirdir. Zikredenden bıçkı sesine benzer birer ses çıktığı için 

bu  isim  verilmiştir.  Bıçkı  zikrinin  (zikr-i  erre)  Yesevîliğe  girişi  menkıbede 

şöyle anlatılır: Hızır Aleyhisselam bir gün Ahmed Yesevî ile sohbet etmeye 

gelmiş ve Hoca’yı her gün neşeli ve gönlü ferah bulurken, bu defa sıkıntı ve 

üzüntü içinde görmüş; hayretle bunun sebebini sormuştur: “Böylesine yüce 

hallere ve makamlara erişmiş iken kederinin sebebi nedir?” Hoca şu cevabı 

vermiştir:  “Insanların  gönlünü  kasvet  kaplamış;  bunun  ortadan  kalkmasını 

imkansız gördüğüm için keder ve sıkıntı içindeyim.” O zaman Hızır Aleyhis-

selam, “Ah, ah!” diye zikre başlayınca bütün kasvetler yok olmuştur. Böylece 

bu zikir, onun emirleri ile, bütün silsilede vird olmuştur.

15

 Zikr-i erre’nin et-



kisi ve gücüne dair birçok rivayetler vardır.

Zikr-i minşari adı da verilen bu zikr tarzı hakkında Şeyh Muhammed Gavs 

şu bilgiyi veriyor: Zikr-i minşari’nin yolu, iki elini iki uyluğunun üzerine ko-

yarak ve nefesini göbeğine doğru vererek “ha!” demeli; sonra nefesi göbek 

altından kımıldatarak medd ile ve başı, beli, sırtı eşit gelecek surette şiddet 

ile  “Hay!”  demeli  ve  bu  suretle  tekrar  edilmelidir.  Bir  marangoz,  tahtanın 

üzerinden nasıl bıçkıyı çekerek seslendiriyorsa, zakir de kalbi düzelmek ve 

safa peyda etmek için zikri, levh-i kalb üzere çekmelidir. Bazı şeyhler zikr-i 

minşari’yi “Hu, Hay!” sözleriyle, bazıları ise “Allah!’’ sözüyle ifa ederler. Bu 

zikrin yararının, uygulayan kimselere malum olacağı üzere sayılamayacak ka-

dar çok

16

 olduğu ifade edilir.



Şeyh Salim ibn Ahmed Şeyhan Ba-‘alevi-i Hadrami’nin “zikr-i minşari”nin 

ifa tarzı hakkında verdiği izahlar daha ayrıntılıdır. Zikr-i minşari beş suretle 

ifa edilir. Hepsinde de zikreden kimse, karnını azıcık sıkarak nefesini göbeği-

nin altından yukarıya doğru çeker; sonra karnını azıcık gevşeterek ve nefesi-

ni göbeğine doğru uzatarak geriye verir. Bu adeta, marangozun bıçkıyı tahta 

üzerinde itmesi ve çekmesi gibidir. Beş suretten birincisi, zikreden kimse, iki 

dizinin üzerine oturur, ellerini iki uyluğunun üzerine koyar, nefesini göbe-

ğinden damağına doğru çekmeğe başlar, “Ha!” der. Sonra nefesini göbeğine 

doğru uzatarak başı, beli, sırtı musavi olacak surette şiddetle aşağıya verir, 

“Hay!”  der.  Bu  sadalar  adeta,  marangozun  bıçkıyı  tahta  üzerinde  ileri  geri 

15

  Cevahiru’l-Ebrar, s. 72-73’den aktaran M. Fuad Köprülü, Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar, s. 



175-176 

16

  M. Fuad Köprülü, Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar, s. 176-177 



Geçmişten Geleceğe Hoca Ahmed Yesevî 

 497


çektiği anda çıkan sese benzer. “Ha!” ile işaret, Ayel-i nefse; “Hay!” ile işaret, 

Ayat-ı afaka’dır; ya da tersinedir. Bu cihet birincide vücubun imkan üzere gale-

besine, yahut Ikincide imkanın vücub üzerine galebesine göredir. Ikinci suret, 

nefesini çekerken “ Hu!, aşağı verirken “Hay!” demek yahut her ikisinde de 

“Allah” demektir. Üçüncü suret, nefesini çekerken “Allah”, aşağıya verirken 

“ Hu!” demektir. Dördüncü suret, her iki halde de “Hay!” demektir. Beşinci 

suret, her iki halde de daim, kaim, hazır, nazır, şahid demektir.

17


Yüklə 6,61 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   39   40   41   42   43   44   45   46   ...   59




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©azkurs.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin