nitelendirilebilirler.
Rezektabl evrede olduğu kabul edilen bir pankreas kanserli
hastaya yapılan standart pankreaotikoduedonektomi ameliyatı
ile damar invazyonu nedeniyle vasküler rezeksiyon yapılan bir
pankreaotikoduedonektomi ameliyatı arasında komplikasyon
spektrumu açısından anlamlı bir fark bulunmadığı saptanmıştır.
Standart bir ameliyattan farklı olarak vasküler rezeksiyon
ve greftleme yapılan hastalarda bu gruba ait olarak ortaya
çıkabilecek komplikasyonların başında, kullanılan greftte
tromboz gelişme riski sayılabilir. Yapılan uygulamalar sonucunda
bu oranın ise %1.7 ile %3.7 arasında olduğu saptanmıştır (6).
Radikal cerrahi tedaviler ve bu cerrahilerin sonuçlarına örnek
olarak Mosca ve Boggi’nin 1987- 2004 yılları arasında toplamda
1641 pankreatik kanserli hastada yaptıkları araştıma örnek
olarak gösterilebilir:
Mosca ve Boggi önderliğinde 743 hastaya (45.3%)
pankreaotektomi yapılmış. 138 hastada (8.3%) vasküler yapılar
rezeke edilmiş. 103 hastada (6.2%) ven rezeksiyonu yapılmış.
Bu hastalarda gelişen postop komplikasyon oranı 36/103
(%35.3) olarak saptanmış mortalite oranı ise 6/103 (%5.9)
olarak hesaplanmış. 1 yıllık survi oranı %58.3 iken 3 yıllık survi
%15, 5 yıllık survi ise %10.5 olarak sonuçlanmış. Bu çalışma
sonucunda mortalite ve morbidite oranlarında standart cerrahi
tedavilere oranla anlamlı farklılık saptanmaz iken 1,3 ve 5 yıllık
yaşam beklentilerinde artış olduğu saptanmıştır.
Portal ven invazyonu bulunduğu için radikal cerrahi tedavi
uygulanan bir grup hastada ise agresif cerrahi yaklaşımlara
rağmen, bu hastaların %35’ inde portal ven cerrahi sınırı
korunamamıştır. Dolayısıyla hangi hastaya radikal cerrahi
tedavi modalitelerinin uygulanması gerektiği iyi analiz
edilmelidir. Vasküler invazyonu olduğu bilenen hastalarda
pankreaotektomi sırasında uyulması gereken başlıca prensipler
şöyle sıralanabilir:
1. Proksimal SMA veya Çölyak bileşkenin tümör ile
ilişkili olduğu durumlarda genellikle mezenterik nöral
pleksuslarda tutulmuş olacağı için, tümör açısından negatif
bir retroperitoneal marjin imkansızdır.
TIBBI
ONKOLOJI
KONGRESI
91
2. SMV’nin veya SMPV bileşkesinin segmenter rezeksiyonu,
arteriyel rezeksiyona oranla daha güvenle uygulanabilir
3. SMPV tutulumunun kötü prognozla veya histopatlojik
tiplendirme ile ilişkisi bulunmamaktadır.
Pankreas kanserli hastaların tedavisinde agresif cerrahinin yeri
düşünüldüğünde yapılan çalışmalar göstermiştir ki; mikroskopik
invazyonu bulunmayan, negatif cerrahi sınır elde edilerek
vasküler rezeksiyon yapılan bir hastanın yaşam beklentisi
vasküler rezeksiyon yapılmayan bir hastanın yaşam
beklentisinden daha yüksektir (7, 8).
Standart bir pankreaotikoduedonektomide çıkartılan lenf nodu
istasyonları: 12b1, 12b2, 12c, 13a, 13b, 14a, 14b, 17a, 17b, 8a iken,
radikal olarak nitelendirilen pankreaotikoduedonektomilerde bu
istasyonlara ek olarak 8, 9, tüm 12, tüm 14, 16a2, 16b1 no’lu lenf
nodu istasyonlarının da eksize edilmesi gerekmektedir.
Sonuç olarak özetlemek gerekir ise, pankreas cerrahisinin
tedavisinde karşılaşılan en önemli sorun tümörün rezektabilite
oranının ve beş yıllık yaşam beklentisinin oldukça düşük
olmasıdır. Rezektabilite oranını arttırmak için neo- adjuvan
kemoradyoterapinin önemli bir yeri bulunmaktadır.
Yalnız kemoradyoterapi verilen hastaların tedavi rejimleri
belirlenirken hastalığın progresif seyirli olduğu göz önünde
bulundurulmalıdır. Yaşam beklentisini arttırmanın yolu
ise ileri evre tümörlerde rezektabilite oranını arttırmakla
mümkündür. Rezektabilite oranını arttırmada neo-adjuvan
kemoradyoterapinin etkin rolünün yanı sıra radikal cerrahi
prosedürlerin uygulanmasının da rolü azımsanmayacak
derecede büyüktür.
DR. ERHAN HAMALOĞLU
PANEL - Destek Tedaviler ve Semptom Yönetimi
K54
BULANTI-KUSMA
Kemoterapiye bağlı bulantı ve kusma birçok faktöre bağlı
olarak gelişen karmaşık bir problemdir.Kanser hastalarının
çoğu küratif tedavi ya da palyatif kanser bakımı süresince
bulantı ve/veya kusma yaşayabilir. Araştırmalarda antiemetik
profilaksisine rağmen kemoterapiye bağlı %90 .radyoterapiye
bağlı %67 hastada ortaya çıkmaktadır.Bu hastalarda uygun
medikal yaklaşımlar ile %70-80 oranında tam kontrol
sağlanabilmektedir. Onkoloji hemşireleri kemoterapiye
bağlı bulantı-kusmanın tedavisi konusunda bilgili ve proaktif
olmalıdır. Bulantı ve kusmayı önleme, kontrol ve tedavi için
başarılı girişimler semptomla ilişkili sıkıntıyı azaltır, hasta ve
ailesinin yaşam kalitesini geliştirir.
Risk Etmenleri
Kemoterapiye Bağlı:
• Bir günden fazla kemoterapi
• Kemoterapi siklus sayısı
• Doz dense kemoterapi
• Yüksek doz kemoterapi
• İntravenöz kemoterapi
• Kısa süreli infüzyon
• Rejimin emetojenik potansiyeli
Primer Etmenleri
• İlaç tedavisi (Antibiyotik,NSAİD,opioidler)
• Tedavi (Cerrahi,RT vb.)
• Üremi
• Hiperkalsemi
• Karaciğer işlev bozukluğu
• Kafaiçi basınç artışı
• Gastrointestinal sorunlar
• Hiperkalsemi
• Kafaiçi basınç artışı
• Gastrointestinal sorunlar
Sekonder Risk Etmenleri
• Kadın cinsiyet
• Önceki KT tedavileri
• Düşük performans durumu
• 50 yaşından genç olma
• Gebelikte hiperemezis
• Az alkol alımı
• Tat ve kokulara duyarlılık
• Taşıt tutması
• Kaygı
FİZYOPATOLOJİ
Bulantı-kusmanın meydana gelmesinde birçok etken rol oynar.
1.ETKEN: Kimyasal uyarı sonucu kemoreseptör ateşleme
alanının uyarılması ve burdan seretonin(5-HT3), dopamin,
noradrenalin, histamin, asetilkolin, substance P maddesi gibi
nörotransmiterlerin kusma merkezini uyarması,
2.ETKEN: Gastrointestinal sistem irritasyonu sonucu GİS
mukozasından seretonin salınımı ve seretonin yoluyla kusma
merkezinin uyarılması,
3.ETKEN: Hareket ve duruş değişikliği ile iç kulak reseptörlerinin
uyarılması,uyarının kemoreseptör ateşleme alanına taşınarak
92
burdan seretonin,dopamin salınımı ve kusma merkezinin
uyarılması,
4-ETKEN: Klasik Şartlanma: Koku ya da tada bağlı olarak
serebral korteks ve limbik sistem uyarılarının kusma merkezine
gitmesiyle oluşur. Gidiş yolu tam anlaşılabilmiş değildir.
KEMOTERAPİYE BAĞLI BULANTI-KUSMA TÜRLERİ
Başlangıç zamanına göre 3 şekilde incelenmiş,daha sonra
semptom tedavisi ile ilişkili 2 tipi daha tanımlanmıştır.
•
Akut Bulantı-Kusma:Genellikle tedaviyi takiben birkaç
dakika ya da saatler içerisinde görülen ve 24 saat
içerisinde geçen/iyileşen türdür.
•
Gecikmiş(Delayed)Bulantı-Kusma:Kemoterapi
uygulamasından 24 saat sonra sıklıkla 48-72.
saatlerde ortaya çıkar.
•
Beklenti(Anticipatory)Bulantı-Kusması:Kemoterapi
uygulaması sırasında ya da öncesinde ortaya çıkar.
•
Dirençli(refrakter)Bulantı-Kusma:Daha önceki
kürlerde profilaktik antiemetik kullanımına rağmen
önleyici ve/veya tedavi edici girişimlere yanıt
vermeyen türdür.
•
Breakthrough Bulantı-Kusma:Optimal antiemetik
tedaviye rağmen kemoterapiyi takiben ilk 24 saat
içerisinde tekrar ortaya çıkanve ek tedavi gerektiren
durumdur.
KOMPLİKASYONLAR
•
Yaşam kalitesinde azalma
•
Dehidratasyon
•
Beslenme bozukluğu
•
Sosyal izolasyon
•
Aspirasyon pnomonisi
•
Elektrolit bozukluğu
•
Tedavi uyumsuzluğu
•
Günlük yaşam aktivitelerinde bozulma
•
Anoreksi ve kilo kaybı
•
Kuvvetli öğürmelerde özefagus yırtıkları,kanama
olabilir.
KEMOTERAPİ İLAÇLARININ EMETOJENİK POTANSİYELLERİ
Yüksek risk ( >%90 sıklık)
AC veya EC Kombinasyonları
Altretamin
Carmustin > 250mg/m² (BCNU)
Cisplatin ≥ 50mg/m²
Dacarbazin (DTIC)
Mekloretamin (Nitrojen Mustard)
Prokarbazin (Matulan,Natulan)
Siklofosfamid ≥ 1500mg/m²
Streptozosin (Zanosar)
Orta risk (30-90% sıklık)
Aldesleukin>12-15 MU/m²
Azacitidin (Vidaza)
Busulfan >4mg/gün
Carboplatin
Carmustin ≤ 250mg/m²
Cisplatin < 50mg/m²
Dactinomisin (Cosmegen)
Daunorubisin
Doxorubisin
Epirubisin
İdarubisin (Zavedos)
İfosfamid
İmatinib (Glevec)
İrinotekan (Campto)
Lomustin (CCNU)
Melfalan >50mg/m²
Methotrexat >1000mg/m²
Siklofosfamid ≤ 1500mg/m²
Siklofosfamid (oral)
Sitarabin >1gr/m² (ARA.C)
Oxaliplatin>75mg/m² (Eloxatin)
Temozolomid (oral-Temodal)
Vinorelbin (oral-Navelbin)
Düşük Risk (10-30% sıklık)
Capecitabin (Xeloda)
Docetaxel (Taxotere)
Etoposid
Etoposid(oral)
Everolimus (Afinitor)
Fludarabin(oral)
Gemsitabin (Gemzar)
Lenalomid
Lipozomal Doksorubisin (Caelyx)
Methotrexat <250mg/m²
Mitomisin
Mitoksantron (Novantron)
Sitarabin 100-200mg/m²
Paclitaxel(Taxol,Ebetaksel,Anzatax)
Paclitaxel-albumin (Abraxane)
Pemetrexed (Alimta)
Tegafur-Urasil (UFT)
Topotekan(Hycamtin)
Vorinostat(Zolinza)
Minimal Risk(<10% sıklık)
Alemtuzumab(Campath)
Asparaginaz (L-Aspa)
Bevacizumab(Altuzan)
Bleomisin
Bortezomib (Velcade)
Busulfan
Cetuximab (Erbitux)
Cladribin
Desitabin (Dacogen)
Dasatinib (Sprycel)
Erlotinib (Tarceva)
Fludarabin
Gefitinib (İressa)
Gemtuzumab (Mylotarg)
Hidroxiurea (Hydrea)
Lapatinib (Tykerb)
Klorambucil (Leukeran)
Melfalan (oral düşük doz)
Methotrexat≤50mg/m²
Rituximab (Mabthera)
Sorafenib (Nexavar)
Sunitinib (Sutent)
Thalidomid
6-Thioguanin (oral-Lanvis)
TIBBI
ONKOLOJI
KONGRESI
93
Trastuzumab(Herceptin)
Vincristin
Vinblastin (Velbe)
Vinorelbin (Navelbin)
Farmakolojik Tedavi
Kemoterapiye bağlı bulantı-kusmada ilk seçenek farmakolojik
tedavidir.Hasta faktörleri ve ilaç emetojenitesine göre en
uygun antiemetik şema seçilmelidir.
1-
Seretonin Reseptör Antagonistleri
2-
Kortikosteroidler
3-
Prokinetik Ajanlar
4-
Fenotiyazinler
5-
Butirofenonlar
6-
Benzodiyazepinler
7-
NK-1 Reseptör Antagonistleri
8-
Antihistaminikler
9-
Kannabinoidler
10-
Non- Farmakolojik Yöntemler
Kemoterapiye bağlı bulantı- kusmanın kontrolünde kullanılan
non-farmakolojik yöntemlerin başında “hastanın eğitimi”
gelmektedir. Hasta bulantı ve kusmanın önlenmesine
ve azaltılmasına yönelik özbakım önlemleri konusunda
bilgilendirilmelidir. Hasta olumlu deneyimler yaşadıkça bulantı-
kusmasıyla daha iyi baş edebilir .
Etkili olabilecek girişimler
Akupunktur
Akupresür
Hayal/düş kurma (Guided imagery)
Müzik terapisi
Progresif kas gevşeme (Progressive muscle relaxation)
Psiko-eğitimsel destek ve bilgi
Etkinliği henüz kanıtlanmamış
Egzersiz
Hipnoz
Masaj ve aromaterapi
Kol bandı ile elektriksel uyarım
Zencefil (Ginger)
MİNE BULUŞ
K55
LENFÖDEM KONTROLÜ
Meme kanseri kadınlarda en sık görülen kanser türü olup,
görülme oranı her geçen gün artmaktadır. Meme kanserinin
cerrahi tedavisinde halen en yaygın uygulanan ameliyat şekli
modifiye radikal mastektomidir. Modifiye radikal mastektomi
sonrası en sık görülen ve ameliyat sonrası dönemde hastaları
etkileyen en önemli sorunlardan birisi de LENF ÖDEM’dir.
Lenfatik sistem interstiyel sıvıdan kan dolaşımına sıvı transferi
sağlayan ve immün sistem ile birlikte çalışarak yabancı cisim
invazyonuna karşı koruyucu filtre görevi gören bir sistemdir.
Modifiye radikal mastektomi sonrası lenf ödem gelişimindeki
temel neden aksiler diseksiyon sonucu koldan gelen lenfatiklerin
kesilmesi ve bu drenajın yetersiz hale gelmesidir. Bu durum
interstiyel sıvıdaki proteinlerin yeterince temizlenememesine,
protein konsantrasyonun ve kolloid basıncın artmasına, bunun
sonuncunda da kapiller alandan hücrelerarası aralığa sıvı
geçişine neden olur. Sonuç olarak, hastanın etkilenen kolu
kalınlaşarak sertleşir. Lenf sıvısının birikimine bağlı olarak
göğüs bölgesinde, kolda, elde ve parmaklarda ödem olabilir.
Koldaki hücresel bağışıklığın bozulması ile de enfeksiyona
yatkınlık artar.
94
LENFÖDEM BELİRTİLERİ NELERDİR;
•
Ekstremitelerde gerginlik, şişme ve ağırlık hissi
•
El bileği ve parmak hareketlerinde azalma
•
Giysi kolunun dar gelmesi
•
Ağrı (Ağrı yoktur, ağırlık hissi vardır. Ağrı varsa venöz
hastalık veya enfeksiyon düşünülmelidir.)
•
Ekstremitelerde iğnelenme hissi
•
Ekstremitede kızarıklık olmaksızın ısı artışı
•
Cilt değişiklikleri (duyarsızlaşma, deri gerginliği,
çukurluk, selülit vb.)
•
Stemmer bulgusu (parmak köklerindeki deri
kalınlaşmıştır ve iki parmakla derinin yakalanması
güçleşmiştir), ve kare şeklinde parmaklar görülebilir.
Lenf ödem Gelişmesini Etkileyen Risk Faktörler Nelerdir;
•
Meme kanseri tedavisi sırasında veya sonrasında lenf ödem
gelişmesinde rol oynayan en önemli etmenlerden biri cerrahi
tedavinin türüdür. Schunamann ve Willich RT’siz lenfödem
görülme oranını radikal mastektomi sonrası %22,3, MRM
sonrası %19,1 MKC sonrası %6,7 olarak bildirmişlerdir. Gürsoy
(2005) makalesinde oblik (çapraz) insizyonu olan hastalardaki
lenfödem görülme oranının diğer insizyon türlerine göre daha
yüksek olduğunu belirtmektedir. Meme kanserine erken tanı
koymak beraberinde meme kanserini daha az invaziv cerrahi
ile tedavi edebilmeyi (mastektomi yerine MKC, ALND yerine
SLNB )getirmiştir.
•
Hastanın radyasyon alma durumu lenf ödem gelişiminde
çok etkilidir. Radyoterapi, hem lenf nodlarına zarar vermekte,
hem de uygulandığı bölgenin çevresinde lenf damarlarının
büzülmesine ve fibrozise yol açarak hasarlı dokularda yeni
lenfatik damarların gelişmesine engel olmaktadır. Bu nedenle
aksilla diseksiyonu geçiren ve RT alan hastalarda lenfödem
görülme oranı iki kat daha fazladır.
•
Obezite; Beden kitle indeksi 25’in üzerinde olan aşırı kilolu ya
da obez meme kanseri olan hastalar lenf ödem yönünden risk
altındadır. Obezite mastektomi sonrası hem hastaların gerekli
egzersizleri yapmalarını hem de ameliyatla bozulan beden
imajını daha da olumsuz etkilemektedir. Obezite ayrıca basınçlı
elbiselerin ve elastik bandajların etkinliğini azaltabilmektedir.
Bu nedenle beden kitle indeksi 25’in üzerinde olan hastalar
ideal kiloya ulaşabilmeleri konusunda cesaretlendirilmeli ve
diyetisyenle görüşmesi sağlanmalıdır.
•
İleri yaş; Kocak ve Overgaard(2000), yaşlanma ile birlikte
lenfatik anastomozların azalmasına bağlı olarak lenfödem
görülme sıklığının arttığını bildirmişlerdir.
•
Ameliyat sonrası drenaj miktarı ve drenajın süresi, Seroma
oluşumu; Drenaj miktarı ve seroma oluşumunun artmaması
için drenler çekilinceye kadar sadece parmaklar, el bileği ve
dirseğe yönelik egzersiz yaptırılmalıdır.
•
Kanserin ileri evre olması; Kocak ve Overgaard (2000),
Schunemann ve Willich(1997)’in çalışmalarında lenfödem
görülme oranını karsinoma insi-tu evresindeki hastalarda %6,7,
T1 evresindeki hastalarda %16,9, T4 evresindeki hastalarda
%24,8, N3 evresindeki hastalarda %44,4 olarak saptadıklarını
belirtmektedir. Çalışmaya katılan ve lenf nodu negatif (N0) olan
hastaların %17,9’da da lenf ödem geliştiği saptanmıştır.
•
Çıkarılan lenf nodu sayısı arttıkça lenf ödem gelişme riski
artar. Son zamanlarda erken evre meme kanserinde aksiller
evreleme için sentinel lenf nodu biyopsisi rutin aksiler
diseksiyona alternatif olarak uygulanmaya başlanmıştır.
Sentinel lenf nodu biyopsisi aksilla negatif hastalarda aksiller
diseksiyonun morbiditesini dramatik olarak düşürmektedir.
Lenf ödem sıklığının sentinel lenf nodu biyopsisinde aksiler
diseksiyona göre 5-7 kat daha düşük olduğu bildirilmektedir.
Sentinel nod yaklaşımında aksiler lenf nodu metastazı
olmayan meme kanserli hastaların %70’inde aksiller lenfatik
anatomi korunmaktadır. Aksiller anatominin korunması
lenf ödem riskini ve postoperatif ağrı sendromunu ortadan
kaldırmaktadır. Fakat gelişmekte olan ülkelerde meme
kanserli hastaların önemli bir bölümü lokal ileri evre olup
aksiller diseksiyon sıklıkla gerekmektedir.
•
Enfeksiyon(Lenfatik drenajı kesintiye uğratan enfeksiyonlar;
lenfanjitis, selulitis, filiarizis, yara enfeksiyonları)
•
Ameliyat olan taraftaki kolun hiç kullanılmaması ya da fazla
kullanılması; Uzun süre hareketsiz kalma omuz ekleminde
değişikliklere yol açmakta ve bu durum omuz sertliği ya
da donmuş omuz sendromu olarak adlandırılmaktadır.
Egzersizlere ne zaman başlanacağına ve hangi egzersizlerin
ne zaman yapılacağına karar vermek önemlidir. Çünkü omuz
hareketlerine erken başlanması aksiler drenajı arttırabilir
ve yara iyileşmesini geciktirebilir. Geç kalındığında ise kas
kısalmaları ve kontraktürler gelişebilir. Postoperatif erken
dönemde sınırlı hareketlere başlanması önerilmektedir.
Bu nedenle sınırlı ROM (eklem hareket açıklığı) egzersizleri
(dirseğin ekstansiyonu, fleksiyonu, bilek hareketleri ve
parmak hareketleri, top sıkma) postoperatif erken dönemde
öğretilir. Cerrahla görüşülerek daha aktif olarak omuz kol
egzersiz programının başlama zamanı (genellikle dikiş ve
drenlerin alınmasından 5-7 gün sonra) belirlenir. Mastektomi
sonrası önerilen omuz-kol egzersizlerinin (duvara tırmanma,
ip çevirme, makara hareketi, ellerini başının arkasında
tutma v.b.) yapması için desteklenir, sayısı ve çeşidi arttırılır.
Hastanın lenf ödemi önlemeye yönelik tek başına yapabileceği
TIBBI
ONKOLOJI
KONGRESI
95
egzersizlerden bazıları A-Saç tarama egzersizi B-Değnek
egzersizi C-Duvara tırmanma egzersizi.
Hastaya egzersiz programını düzenli uygulaması ve en az 6 ay
süre ile yapmasının önemi açıklanır. Bu süre bazı hastalarda
2 yıla kadar uzayabilmekte, bazı hastalarda ömür boyu
sürmektedir. Uygulanacak egzersiz programı postoperatif
dönem ve radyoterapi tedavisini izleyen dönemde gelişebilecek
lenf ödemin önlenmesinde de etkilidir.
• Riskli bölgenin travmaya uğraması (Bölgesel lenf nodlarının
veya damarlarının hasara uğraması)
• Lokal veya genel sıcak uygulama.
• Mastektomi sonrası meme rekonstrüksiyonu amacıyla
kullanılan silikon implantlarında yerleştirildikleri bölgede
venöz dönüşü engellemeleri halinde lenf ödem açısından
risk oluşturabilir.
• Diğer Etmenler; Beslenme yetersizliği, obezite, albumin
düzeyinin düşük olması, diyabet, böbrek yetmezliği,
hipertansiyon, konjestif kalp yetmezliği, karaciğer
hastalıkları, yeterli oral alamama (bulantı- kusmanın
olması, depresyon, anksiyete, kemoterapi gibi nedenlerden
dolayı), barsaklardan protein emiliminin azalmasına ve
aşırı protein kaybına yol açan durumlar ve ekstremitelerin
paralizisi diğer risk faktörlerdir.
Lenf ödem Nasıl Erken Fark edilir;
Literatürde bu konuda değişik yöntemler bulunmakla birlikte
en yaygın kullanılan yöntem her iki kolun dirsek(olekranon)
hizasının 10cm alt ve 10cm üst bölüm çevresinin ölçülmesi
ve karşılaştırılmasıdır. Çift taraflı mastektomi olan ve
aksilla diseksiyonu geçiren hastalarda mümkünse ameliyat
öncesi de ölçüm yapılarak her iki kol çevresi ilk ölçümleriyle
karşılaştırılarak lenf ödem takibini yapabiliriz.
Hastaların kol ölçümleri takibine göre;
0-1,5cm lenf ödem yok
1,5-3cm minimal lenf ödem
3-5cm orta derecede lenf ödem
5cm üzeri ciddi lenf ödem olarak sınıflandırılmıştır.
Hastaya lenf ödemi değerlendirmeye yönelik kol ölçümlerinin
nasıl yapılacağı ve yapılma sıklığı konusunda bilgi verilmelidir.
Hastaya kullanacağı ölçme yöntemi göstererek anlatılmalıdır.
Bu ölçümleri tarihle birlikte kayıt tutmasının lenf ödem
kontrolünde önemi anlatılmalıdır. Etkilenen koldaki alan düzenli
olarak ani ya da sürekli şişlik, sızı, ağırlı hissi, karıncalanma,
kızarıklık, döküntü, ısı artışı gibi lenf ödem belirti ve bulguları
açısından değerlendirilmelidir. Hastaya lenf ödeme bağlı olarak
görülebilecek belirti ve bulguları fark edebilmesi için haftada
iki kez aynanın karşısında kendisini muayene etmesi gerektiği
anlatılmalıdır. Hasta lenf ödemin ilk dönemlerinde görülen
karıncalanmanın, kol çevresinde ya da ağırlığındaki artmanın
zamanla ilerleyerek lenf ödeme dönüşeceği konusunda
bilgilendirilmelidir.
Hasta lenf ödem riskinin zamanla artacağı konusunda
uyarılmalıdır. Toplam lenf ödem insi dansı cerrahi takip süresi
arttıkça artmaktadır. Petrik ve ark. 20 yıllık takiplerinde lenf
ödemin %77’sinin ilk 3 yılda geliştiğini ve daha sonrasında
her yıl için %1 oranında artış gösterdiğini bildirmişlerdir. Lenf
ödem açısından hastanın sürekli ve düzenli takibi erken tanı ve
alınacak konservatif önlemler açısından çok önemlidir.
Lenf ödem Kontrolü Açısından Meme Protezi Seçiminde Ve
Kullanımında Dikkat Edilmesi Gerekenler;
Dış görünümün düzeltilmesi hastanın kendine olan güvenini
kazanmasında ve yaşamdan zevk almasında önemli bir adımdır.
Ameliyat bölgesi tamamen iyileştiği zaman hasta doktorunun
onayını alarak meme protezi kullanabilir. Lenf ödem riskini
arttırmamak için doğru meme protezi, doğru sutyen ile güvenli
olarak takılmalıdır. Sıkma, sürtünme ve ya sınırlama olmamalıdır.
Sutyenin hastanın bedenine tam uygun olması gerekir. Protez
mümkün olduğu kadar hafif olmalı, ameliyat yapılan bölgeyi ve
omuzu baskıya maruz bırakmamalıdır. Sutyen rahat bir uykuya
engel olmamalı ve tel takviye içermemelidir.
Radyoterapi Tedavisi Sırasında Dikkat Edilmesi Gerekenler;
Radyoterapi lenf ödem gelişimi açısından önemli bir risk teşkil
etmektedir. Bu yüzden radyoterapiye bağlı gelişen deriye
ilişkin yan etkilerin önlenmesi önemli bir konudur. Alınabilecek
önlemler;
• Tedavi saatleri genellikle her gün aynı saattir. Dinlenmeye
mutlaka zaman ayrılmalıdır. Hastanın uyku sorunu varsa
mutlaka çözüme kavuşturulmalıdır.
• Nemli ve kirli deride deri bütünlüğünün bozulması ve
enfeksiyon riski fazla olduğundan radyoterapi bölgesinin
temiz ve kuru tutulması çok önemlidir.
• Tedavi sırasında radyoterapi bölgesi yıkanmamalıdır.
Çizilen alanlar silinebilir ve cilt tahriş olabilir. Tedavi
bitiminde radyoterapi alınan bölge yumuşak bir havlu ve
sabunla silinebilir. Nemli kalmamasına dikkat edilmelidir.
• Koltukaltı kıl temizliği radyoterapiye başlanmadan
yapılmalıdır.
• Radyasyon alan derideki kesikler yavaş iyileştiğinden
ve enfeksiyona eğilim arttığından tahriş ve enfeksiyonu
önlemek için talk pudrası, losyon ve deodorant
kullanılmamalıdır.
• Deri hassas olduğu için radyoterapi bölgesi
ovuşturulmamalı ve kaşınmamalıdır.
• Radyoterapi alınan bölge aşırı sıcak ve soğuktan, direk
güneş ışığından korunmalıdır. Cilde doğrudan sıcak ve
soğuk termofor uygulamasından, hamam ve saunadan
kaçınılmalıdır.
• Dengeli beslenmeye ve bol sıvı almaya dikkat edilmelidir.
Dostları ilə paylaş: |