Konuşma metinleri ve biLDİRİ Özetleri Kİtabi


EP-179 KEMOTERAPİ İLİŞKİLİ PERİYODİK PARALİZİ



Yüklə 6,44 Mb.
Pdf görüntüsü
səhifə52/73
tarix03.02.2017
ölçüsü6,44 Mb.
#7521
1   ...   48   49   50   51   52   53   54   55   ...   73

EP-179
KEMOTERAPİ İLİŞKİLİ PERİYODİK PARALİZİ: 
SEREBROVASKÜLER BİR OLAYI TAKLİT EDEN HİPOKALEMİ
İBRAHİM PETEKKAYA , GAMZE GEZGEN , EMİR CHARLES 
ROACH , ŞUAYİB YALÇIN  
 
HACETTEPE ÜNİVERSİTESİ, ONKOLOJİ ENSTİTÜSÜ, MEDİKAL 
ONKOLOJİ BÖLÜMÜ, ANKARA, TÜRKİYE
Amaç:
Kemoterapide  kullanılan  ilaçların  vücudun  elektrolit  dengesi 
üzerindeki  yan  etkileri  iyi  bilinmektedir.  Oksaliplatin  verilen 
hastaların % 3’ünde hipokalemi geliştiği düşünülmektedir. 
Gereç ve Yöntem:
Bu yazıda oksaliplatin ve kapesitabin alan bir hastada gelişen 
ve  serebrovasküler  bir  olayı  taklit  eden  hipokalemiye  bağlı 
kemoterapi ilişkili paraliziyi sunuyoruz.
Bulgular:
81  yaşında  erkek  hasta  oksaliplatin  infüzyonu  sonrası 
hipoestezi,  konuşmada  bozulma  ve  motor  işlevlerde  kayıp 
ile  başvuruyor.  Hastaya  metastatik  kolanjiyoselüler  karsinom 
tanısıyla  oksaliplatin,  kapesitabin  verilmesinin  planlandığı 
öğreniliyor. İlk oksaliplatin dozunu aldıktan sonra hastada bilinç 
kaybı ile birlikte sol kolda kuvvet kaybı gelişiyor. Olay sonrası 
hastanın  klinik  bulguları  iskemik  serebrovasküler  bir  olay 
varlığını düşündürüyor. Kan biyokimyasında şiddetli hipokalemi 
varlığı göze çarpıyor. Hastanın nörolojik semptomlar nedeniyle 
hastaneye  ilk  başvurusunda  destek  tedavisi  verilerek  hasta 
evine  gönderiliyor.  Verilen  ikinci  doz  oksaliplatinin  ardından 
benzer nörolojik semptomlar tekrar ortaya çıkıyor. Hastada bu 
defa konuşmada bozulma, önce sağ, sonra sol kol ve bacaklarda 
hipoestezi  ve  motor  kayıp  gelişiyor.  Kan  biyokimyasında 
hipokalemi  varlığı  göze  çarpıyor.  Yapılan  diğer  testlerde 
başka bir patolojik durum izlenmiyor. Nöroloji konsültasyonu 
sonucunda  hastaya  hipokalemiye  bağlı  kemoterapi  ilişkili 
periyodik paralizi tanısı konuyor.
Sonuç:
Hastanemizin  acil  servisine  başvuran  bu  olguda  öncelikle 
serebrovasküler  bir  olaydan  şüphe  ediliyor.  Fakat  hastanın 
hikayesinden  oksaliplatin  aldığının  öğrenilmesi  hipokalemi 
ilişkili paralizi akla getiriyor ve diğer bulgular da bunu destekliyor. 
Nörolojik  semptomlarla  başvuran  kanser  hastalarında  ayırıcı 
tanıda kemoterapi ilişkili nöropatik durumlar da mutlaka göz 
önünde bulundurulmalıdır.
EP-180
KOLON KANSERİNDE PATOLOJİK PROGNOSTİK FAKTÖRLER
DİNÇ SÜREN 
1
, MUSTAFA YILDIRIM 
2
, MUSTAFA YILDIZ 
2
, CEM 
SEZER 
1
, RUKSAN ÇOPUROĞLU 
1
, NURULLAH BÜLBÜLLER 
3

RAMAZAN ERYILMAZ 
4
 
 

ANTALYA EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ, PATOLOJİ 
KLİNİĞİ 

ANTALYA EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ, TIBBİ ONKOLOJİ 
KLİNİĞİ 

ANTALYA EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ, 2. GENEL 
CERRAHİ KLİNİĞİ 

ANTALYA EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ, 1. GENEL 
CERRAHİ KLİNİĞİ
Amaç:
Kolorektal  kanserler  farklı  büyüme  ve  metastaz  paterni 
gösterebilen heterojen kanser hücrelerinden oluşmaktadır.
Bu  çalışmamızda  kolon  kanserinde  bağımsız  en  önemli 
prognostik faktör olduğu bilinen lenf nodu metastazı ile diğer 
patolojik prognostik faktörlerin ilişkisi araştırılmıştır.
Gereç ve Yöntem:
Çalışmaya  2008-2011  yılları  arasında  Antalya  Eğitim  ve 
Araştırma  Hastanesi  Tıbbi  Onkoloji  kliniğinde  histopatolojik 
olarak tanı konulan  kolorektal kanserli alınmıştır.
Hastalara  ait  parafin  bloklardan  elde  edilen  kesitlerden 
hazırlanan  örnekler  rutin  hematoksilen-eozin  ile  boyanarak 
aynı patolog tarafından tekrar değerlendirilmiştir.
Bulgular:
Nodal  tutulum  lenfovasküler  invazyon    istatatistiksel  anlamlı 
ilişki  saptandı.  (P<0,005)  Lenfovasküler  invazyonu  olan 
hastaların  %80’inde  lenf  nodu  tutulumu  tespit  edilirken 
lenfovasküler  invazyonu  olmayan  hastaların  %14’ünde  lenf 
nodu tutulumu tespit edildi.
Perinöral invazyon ile lenf nodu tutulumu arasında anlamlı ilişki 
saptandı. (p:0,015) perinöral invazyon olan hastaların %75’inde 
lenf  nodu  tutulumu  varken  perinöral  invazyon  olmayanların  
%48,12inde lenf nodu tutulumu tespit edildi.
Sonuç:
Kolon  kanserli  hastalarda  lenfovasküler  invazyonun  ve 
perinöral invazyonun değerlendirilmesinin hastalığın prognozu 
belirleme yanında lenf nodu tutulum riskinide gösterebileceğini 
düşünüyoruz.
EP-181
KOLOREKTAL KANSERDE TEDAVİ ÖNCESİ LENFOPENİ ÖNEMLİ 
BİR PROGNOSTİK GÖSTERGE OLABİLİR
DİLEK ERDEM , İDRİS YÜCEL , BAHİDDİN YILMAZ , GÜZİN 
DEMİRAĞ , YASEMİN KEMAL , FATİH TEKER  
 
ONDOKUZMAYIS ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ TIBBİ ONKOLOJİ 
BÖLÜMÜ
Amaç:
Metastatik  solid  neoplazmlarda  lenfositopeninin  kötü 
prognoz,  kemoterapi  ilişkili  toksisite  ve  artmış  febril 
nötropeni, trombositopeni ve aneminin bir göstergesi olduğu 
kanıtlanmıştır.Bu  çalışmanın  amacı,  tedavi  öncesi  lenfosit 
değerlerinin  ilk  defa  sistemik  kemoterapi  alacak  kolorektal 
karsinomlu  hastalarda  prognoz  ve  hematolojik  toksisite  ile 
ilişkili olup olmadığını incelemektir.
Gereç ve Yöntem:
02/1996-10/2011  tarihleri  arasında  Samsun  Ondokuzmayıs 
Üniversitesi  Tıbbi  Onkoloji  polikliniğine  başvuran;  kolorektal 
karsinom tanısı almış, daha önce kemoterapi, radyoterapi veya 
kemoradyoterapi almamış, primer profilaksi için G-CSF tedavisi 
verilmemiş, HİV ya da kemik iliği tutulumu olmayan, ikincil bir 
malignensisi olmayan, birinci basamak kemoterapi verilen 386 
hasta çalışmaya dahil edildi. Retrospektif olarak hasta dosyaları 

TIBBI
ONKOLOJI
KONGRESI
223
taranarak tüm hastaların tam kan sayımı parametreleri içinde 
lenfosit sayımı incelendi. Lenfopeni değeri laboratuvarımızda 
1300/µl’nin  alt  değerleri  olarak  tanımlandı.  Tüm  hastalar, 
hematolojik  ve  non-hematolojik  toksisite  açısından 
değerlendirildi  ve  toksisite  derecelendirilmesi  uluslararası 
rehberlere göre yapıldı. DFS, PFS ve OS değerleri hesaplandı. 
İstatistiksel değerlendirmeler Kaplan-Meier, Ki-kare, Student t 
testleri kullanılarak yapıldı.
Bulgular:
Hastanemiz  veri  tabanından  seçilen  uygun  özellikteki  386 
kolorektal  hastanın  160’ı  (%41,5)  kadın,  226’si  (%58,5) 
erkekti. Hastaların yaş ortalaması 57,4 ± 12,5 yıl (21-81 yıl) idi. 
Tümör  yerleşimine  baktığımızda;  hastaların  101’inde  (%26,2) 
rektumda, 97’sinde (%25,1) sigmoid kolonda, 97’sinde (%25,1) 
sağ  kolonda,  52’sinde  (%13,5)  sol  kolonda,  21’inde  (%5,4) 
rektosigmoid  bölgede,  18’inde  (%4,7)  ise  transvers  kolonda 
tümör vardı.  Hastalarımız içinde tanıda evre I olan hasta yoktu. 
Evre II olan 93 (%24,1) hasta, evre III olan 158 (%40,9) hasta, 
evre 4 olan 135 (%35) hasta vardı.
Hastalarımızda 1 yıllık survival %94, 3 yıllık survival %77, 5 yıllık 
survival  %66,  10  yıllık  survival  %53  idi.  Lenfosit  sayısı  tanıda 
1300  /µl’nin  altında  ve  üstünde  olan  hastalarımızın  survivali 
tablo  1  de  gösterilmiştir.  Tanıda  lenfosit  sayısı  1300  /µl’nin 
altında olan hastalarımızın OS daha kısa idi (p:0.033) (tablo1). 
DFS bakıldığında lenfosit >1300 olan hastalarda DFS daha iyi 
olmasına  rağmen  istatistiksel  anlamlılığa  ulaşan  fark  yoktu 
(p:0.058) PFS bakıldığında lenfopenisi olan ve olmayan hastalar 
arasında fark yoktu (p:0,55).
Cinsiyet,  yaş  ortalaması,  performans,  tanıdaki  metastaz 
durumu  veya  kemoterapinin  adjuvant  ya  da  palyatif  olması, 
hematolojik  toksite  gelişip  gelişmeme  durumu  ile  baseline 
lenfopeni sayısı arasında ilişki yoktu (p>0.05) (tablo 2).Grade 3 
veya 4 hematolojik toksisite 40 (%10,4) hastamızda gelişmişti.
Grade 3-4 toksite gelişen ve gelişmeyen hastalarımız arasında 
bazal  lenfopeni  olması,  yaş  ortalaması,  performans  durumu, 
bazal lökosit sayısı bakımından fark yoktu (p>0.05)( tablo 3). 
Palyatif  kemoterapi  alan  hastalarımızda  adjuvant  KT  alanlara 
göre  (p:0.001)  ve  bi  veya  tri  terapi  alanlarda  monoterapi 
alanlara göre (p:0.017) daha sık grade 3-4 toksisite gelişmişti 
(tablo3).
Sonuç:
Kolorektal kanser, tanı konan en sık dördüncü kanserdir . Tedavi 
öncesi lenfopeninin prognostik önemi;akciğer ve meme kanseri 
ile  lenfoma,  sarkom  ve  renal  hücreli  karsinom,melanom  gibi 
malignitelerde  gösterilmiştir.  Kolorektal  kanserde  de  benzer 
çalışmalar  yapılmıştır.  Çalışmalarda  tedavi  öncesi  lenfosit 
sayımı  basit  ama  önemsenmesi  gereken  bir  marker  olarak 
düşünülmüştür .  Çalışmamızda; 386 hastanın 87’sinde tanıda 
lenfopeni  görülmesi,  lenfopeninin  aslında  özellikle  yaygın 
hastalığı  olan  kanser  hastalarında  sık  bir  bulgu  olmasından 
kaynaklanmaktadır.  Lenfopenik  hastalarda  sağkalımın  daha 
az olduğunun  saptanması  gibi  pozitif  bir  bulgu;  çalışmamızın 
değerini  ortaya  koymaktadır.  Bu  çalışma;  kolon  kanseri-
lenfopeni  alanında  yapılmış  en  geniş  hasta  popülasyonuna 
sahip çalışma olarak da önemlidir.
Yorum: 
Kolon kanseri gibi sık görülen bir kanserde, basit bir kan sayımı 
sonucu görülen lenfosit düzeyindeki düşüş, belki de hastanın 
prognozunun  ve  toksisitenin  öngörülmesinde  önemli  bir 
gösterge ve aynı zamanda da tedavisini şekillendirmekte basit 
ama değerli bir unsur olarak görev yapabilecektir.
EP-182
KARACİĞER METASTAZLI REKTUM KANSERİ OLGUSUNDA 
MULTİMODAL TEDAVİ İLE UZUN DÖNEMLİ HASTALIKSIZ 
SAĞKALIM SAĞLANABİLİR Mİ?
A. SELMİN ATAERGİN , NURİ ARSLAN  
 
GÜLHANE ASKERİ TIP AKADEMİSİ
Amaç:
Karaciğer  metaztazlı  kolorektal  kanserli  hastalarda  sağkalım 
oranı  düşüktür.  Multimodal  tedavilerle  hastalıksız  sağkalım 
uzatılmakla birlikte, literatürde fazla sayıda olgu yoktur.
Gereç ve Yöntem:
55 yaşında bayan hastada yapılan rektoskopik biyopsi ile adeno 
karsinom tanısı konuldu.
Bulgular:
Lokal ileri hastalık olarak değerlendirilen hastaya neoadjuvan 
kemoradyoterapi  sonrasında  cerrahi  uygulandı.  Adjuvan 
kemoterapiden  bir  süre  sonra  karaciğerde  multipl 
metastazlar  saptanarak  6  kür  irinotecan,  5-FU,  leucoverin 
(IFL)  +  bevacizumab  tedavisi  verildi.  Kısmi  yanıt  gözlenen 
hasta  IFL  tedavisi  intoleransı  nedeniyle  parenteral  tedaviyi 
kabul  etmedi.  Böylece,  capecitabine  başlanarak  tedavi  8  ay 
sürdürüldü.  Sonrasında,  karaciğerdeki  metastatik  lezyonlarda 
kısmi  progresyon  gözlenerek  5-FU,  lecoverin,  oxaliplatin 
(FOLFOX-6) + bevacizumab kombinasyonu 6 kür olarak verildi. 
İyi kısmi yanıt olarak değerlendirilen hastada grad 2 nöropati 
ve subileus atakları gelişti, ancak pregabalin ile bu şikayetleri 
büyük oranda geriledi. Ardından capecitabine idame tedavisine 
geçildi.. 1 yıl sonraki incelemesinde çok iyi parsiyel yanıt olarak 
değerlendirilen  hastaya  metastazektomi  uygulandı.  Ancak, 
2  ay  sonra  karaciğerde  yeniden  multipl  metaztazlar  ortaya 
çıktı. Bunun üzerine, capecitabine, irinotecan ve bevacizumab 
tedavisine  başlandı.  3.kür  kemoterapinin  ardından  akut 
pulmoner emboli ve ileus gelişmesi üzerine kemoterapiye ara 
verilerek, hasta yoğun bakımda tedaviye alındı. Çekilen kontrol 
akciğer perfüzyon sintigrafisinde emboli ile uyumlu perfüzyon 
defektlerinin  saptanmaması  üzerine  düşük  molekül  ağırlıklı 
heparin  profilaksisi  ile  beraber  IFL  +  bevacizumab  tedavisine 
yeniden  başlandı.  2  kür  tedaviden  sonra  çekilen  PET/BT’de 
karaciğerde 4 odakta küçük çaplı metastatik lezyonlar izlendi. 
Bu  dönemde  irinotecan  tedavisine  intolerans  gelişmesi 
üzerine  capecitabine  +  bevacizumab  tedavilerine  yeniden 
devam edildi. 2 ay sonra çekilen PET/BT’de karaciğerde sadece 
2  küçük  odakta  metastatik  lezyonlar  izlendi.  Bu  lezyonlara 
yönelik olarak Ytrium-90 mikroküreler ile radyoembolizasyon 
işlemi  uygulandı.  İşlem  sonrası  kitle  lezyonlarının  bulunduğu 
bölgelerde  nekroz  geliştiği  gözlendi.  Hasta  halen  30.  ayında 
capecitabine  ve  bevacizumab  idame  tedavileri  altında 
hastalıksız ve iyi performansta izlenmektedir.
Sonuç:
Sınırlı  sayıda  karaciğer  metaztazlı  rektum  kanserlerinde 

224
multimodal tedavi yaklaşımları ve capecitabine + bevacizumab 
idame tedavisi uzun süreli hastalık kontrolünü sağlamada etkin 
bir tedavi yaklaşımıdır.
EP-183
OLGU SUNUMU: KOLOREKTAL KANSERE EŞLİK EDEN BENİGN 
FEOKROMOSİTOMA
TURGUT KAÇAN 
1
, NALAN AKGÜL BABACAN 
1
, SAADETTİN 
KILIÇKAP 
1
, BİRSEN YÜCEL 
2
, YILLAR OKUR 
2
, MEHMET FUAT 
EREN 
2
, EBRU ATASEVER AKKAŞ 
2
, ÖZGÜR DOĞAN 
3
 
 

CÜTF TIBBİ ONKOLOJİ 

CÜTF RADYASYON ONKOLOJİSİ 

CÜTF İÇ HASTALIKLARI
Amaç:
Kolorektal  kanserler  (KRK)  gastrointestinal  sistem  içinde  en 
sık  görülen  kanserlerden  olup  uzak  metastaz  yerleri  özellikle 
karaciğer ve akciğerdir. Adrenal kitle özellikle AC, meme, renal 
hücreli  kanserlerde  rastlanırken,  KRK’de  oldukça  nadirdir. 
İzole  adrenal  metastazı  olan  hastaların  opere  edilmesi  seçili 
hastalarda yaşam süresine katkı sağlamaktadır. Biz de rektum 
adenokarsinomu  ve  sol  surrenalde  kitle  nedeniyle  başvuran 
hastayı sunmayı planladık.
Gereç ve Yöntem:
Rektum  ca,  benign  feokromositoma  tanılı  hastanın  dosya 
bilgileri incelendi.
Bulgular:
Ellibeş  yaşında  bayan  hasta,  yaklaşık  bir  yıldır  ara  ara  olan 
karın  ağrısı,  son  bir  aydır  da  dışkılama  ile  tam  boşalamama 
şikayetleri  nedeniyle  bir  sağlık  kuruluşuna  başvurmuş  ve 
yapılan  kolonoskopisinde  anüsten  itibaren  15.  cm’de  lümeni 
tama  yakın  tıkayan  ülserovegetan  kitle  saptanmış.  Alınan 
biyopsinin adenokarsinom olarak raporlanması üzerine hastaya 
evreleme amaçlı yapılan abdominal USG ve üst abdominal MR 
incelemesinde sol surrenalde düzgün konturlü 35X30 mm kitle 
saptanmış. Takiben yapılan PET CT’de rektosigmoid bileşkede 
barsak  duvarında  sirküler  tarzda  olan  malignite  düzeyinde 
FDG  uptake’i  (SUV  max:23.7)  olan,  sol  sürrenal  glandda 
metastaz  ile  uyumlu  FDG  uptake’i  (SUV  max:12.0)  olan  kitle 
lezyonu saptanmış. Mevcut bulgularla hastanemize başvuran 
hastanın operasyon öncesi sol sürrenal kitleye yönelik yapılan 
hormon panelinde aktif olmadığı saptandı. Cerrahi operasyon 
sonrası sol sürrenal patoloji sonucu ‘benign feokromasitoma’, 
rektumda  ‘adenokarsinoma’  olarak  raporlandı.  Hastaya 
T3N2M0  opere  rektum  ca  tanısıyla  adjuvan  2kür  FOLFOX4 
tedavisi verildikten sonra kemoradyoterapi (KRT) programına 
alındı. KRT programında olan hastanın halen takip ve tedavisi 
devam etmektedir.
Sonuç:
Kanserli  hastalarda  izole  sürrenal  kitle  her  zaman  metastaz 
olmayabilir.  Bu  hastalarda  adrenal  kitle  eksizyonu  hastalık 
evresi ve tedavi yaklaşımını değiştirebileceği için önemlidir.
EP-184
KEMİK METASTAZININ AZ RASTLANAN ORJİNİ: KOLOREKTAL 
KANSER
GÜZİN DEMİRAĞ 
1
, DİLEK ERDEM 
1
, İDRİS YÜCEL 
1
, BAHİDDİN 
YILMAZ 
1
, ENGİN KUT 
2
, FATİH ÇİLİNGİR 
2
, YASEMİN KEMAL 
1

FATİH TEKER 
1
 
 

ONDOKUZMAYIS ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ TIBBİ 
ONKOLOJİ BÖLÜMÜ 

ONDOKUZMAYIS ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ İÇ 
HASTALIKLARI ANABİLİM DALI
Amaç:
Kemik,  kadın  ve  erkeklerde  en  sık  görülen  3.  kanser  olan 
kolorektal  kanserin  sık  metastaz  yaptığı  bölge  değildir.  Bu 
çalışmanın  amacı;  kemik  metastazı  olan  kolorektal  kanser 
vakalarında metastaz paterni ve diğer özellikleri incelemektir.
Gereç ve Yöntem:
Bu  çalışmaya  polikliniğimizde  değerlendirilen  13  kemik 
metastazlı  kolorektal  kanser  hastası  dahil  edildi.  Hastaların 
kolorektal tümör özellikleri, kemik metastazı varlığı ve yerleşim 
yeri, diğer metastatik odaklar,tedavi modaliteleri,  kemoterapi 
rejimleri  retrospektif olarak incelendi.
Bulgular:
13 hastanın alındığı çalışmada; hastaların 3’ü kadındı (%23.1). 
Yaş  ortalaması  61.1±10.8  yaş  idi.  Kolorektal  tümörlerin  9’u 
solda yerleşiyordu ve en sık tümörler 5 hastada sigmoid ve 4 
hastada rektum tümörü idi. Hastaların % 69.2’sinde tanıda evre 
IV hastalık görüldü.Kolorektal kanser-kemik metastazı intervali 
2-83 ay (ortalama 22.8 ay) idi. 13 hastanın toplam 15 kemik 
metastazı olayı incelendiğinde; en sık 3 kemik metastaz odağı 
sırasıyla lomber, pelvik ve torakal bölgelerdi. 2 hastada kemik 
metastazı  yaygındı.  Kemik  metastazlarının  6’sı  sklerotikti    ve 
yalnızca  1  tanesi  mikst  tipte  idi.  Hastaların  %  84.6’sında 
(n=11) diğer odaklarda da metastaz vardı: 8 hastada karaciğer 
metastazı,  4  hastada  akciğer  metastazı.4  hastada  birden 
fazla  metastatik  odak  görülürken  (kemik  metastazı  hariç)  1 
hastada kemik iliği metastazı saptandı. Tanı ensık sintigrafi+MR 
(n=4) ile doğrulandı. Hastaların büyük bir kısmı (% 61.5) için 
cerrahi+kemoterapi+radyoterapi  uygulandı.  Tüm  hastalar 
kemoterapi aldı. 1 hasta 4 basamak kemoterapi alırken 5 hasta 
1  basamak  kemoterapi    aldı.  8  hastada  karaciğer  metastazı 
vardı; karaciğer-kemik metastazı  intervali 1-53 ay idi. Akciğer 
metastazı olan 2 hastada ise akciğer  metastazı-kemik metastazı 
intervali  4-75  ay  idi.    13  hastanın  12’sinde  hastalık  progrese 
oldu ve 10 hasta öldü.
Sonuç:
Kolorektal  kanserde  kemiğe  metastaz  %  10’dan  daha  az 
gerçekleşir. İzole metastaz % 1.1 iken, büyük oranda multiple 
metastatik  hastalık  görülür.  Literatüre  göre  kolorektal  kanser 
en  sık  karaciğer  ve  akciğere  metastaz  yapar,  bu  da  2  şekilde 
açıklanır;  bu  organlardaki  dens  kapiller  yatakların  tümör 
hücresini  hapsederek  diğer  organlara  göndermesi  ve  bu 
organların yol açtığı tümör hücre adezyonu. Kemik metastazı 
ise  venler  yoluyla  olur,  özellikle  de  vertebral  venöz  pleksus 
aracılığıyla  gerçekleşir.Bizim  çalışmamızda  ise,  9  hasta  izole 
metastaz ile geldi, yaygın metastaz yalnızca 2 hastada görüldü. 

TIBBI
ONKOLOJI
KONGRESI
225
Yapılan  çalışmalarda  kolorektal  kanserin  kemik  metastazı 
potansiyelini, akciğer metastazının karaciğer metastazına göre 
daha iyi gösterdiği kanıtlanmıştır, çalışmamızda ise literatürün 
aksine kemik metastazlı hastalarda en sık karaciğer ardından 
akciğer metastazı ile birliktelik görüldü. Birbiriyle çelişen bazı 
çalışmalara rağmen genelde kolorektal kanser tanısı sırasında 
izole kemik metastazı olmayacağı düşünülmüştür, çünkü kemik 
metastazının kolorektal kanserin geç bir bulgusu olduğu ve diğer 
organ metastazları sonrası geliştiği gösterilmiştir. Çalışmamızda 
ise  2  hastada  tek  başına  kemik  metastazı  vardı.  Kolorektal 
kanserlerin  kemik  metastazlarının  sıklıkla  osteolitik  olduğu 
gösterilmiştir; çalışmamızda ise litik ve sklerotik lezyonlar aynı 
orandadır. Literatürle benzer şekilde en sık sigmoid ve rektum 
tümörü görüldü, hastalar sıklıkla tanıda IV. evrede idi ve en sık 
kemik metastazı odakları pelvis ve lomber bölge idi.    
Yorum:  Kemik,  kolorektal  kanser  için  olağandışı  bir  metastaz 
bölgesidir.  Diğer  bölgelerde  metastazı  olmayıp  şüpheli  kemik 
tutulumu  olan  kolorektal  kanserde  hastayı  değerlendirirken 
daha  az  agresif  yöntemlerle  kemik  incelenmelidir.  Kemik 
metastazı varlığı hastalığın geç bir bulgusu olup kötü prognozu 
gösterir.
EP-185
MEME METASTAZI İLE SEYREDEN KOLON KANSERİ OLGUSU
KEZBAN NUR PİLANCI , MUSTAFA BOZKURT , ESAT NAMAL , 
AKIN ÖZTÜRK , KÜBRA AYDIN , OSMAN GÖKHAN DEMİR  
 
İSTANBUL BİLİM ÜNİVERSİTESİ
Amaç:
Meme  dışı  primer  organdan  memeye  metastaz  oldukça 
nadir  bir  durumdur.  Memeye  metastazda  en  çok  sorumlu 
tutulan  primer  maligniteler;  lenfoma,  melanom  ve  bronşial 
karsinomdur. Primer kolorektal karsinomun memeye metastazı 
sık  bir  durum  değildir  ve  prognozu  oldukça  kötüdür.  Biz; 
memeye metastaz yapmış kolorektal kanser olgusu sunacağız.
Vaka:
59 yaşındaki kadın hastanın şubat 2011’de sağ kasık ve karın 
ağrısı şikayeti başlamış. Mart 2011’de yapılan kolonoskopisinde 
çıkan  kolon  distalinde  lümeni  daraltan  ülseroskiröz  lezyon 
saptandı.  Patoloji  sonucu  kolon  adenokarsinomu  gelen 
hastaya  mart  2011’de  subtotal  kolektomi  yapıldı.  Operasyon 
materyalinin  patolojisi;  taşlı  yüzük  hücreli  karsinom  ile 
uyumlu idi. Lenf nodu tutulumu 25/70 +, lenfatik invazyon +, 
venöz  invazyon  +,  perinöral  invazyon  +,  cerrahi  sınır  negatif 
idi. Hastaya nisan 2011’ de FOLFOX (5-florourasil, folinik asit, 
oksaliplatin), tedavisine başlandı. 12 siklus verildi. Takiplerinde 
aralık  2011’de  markır  progresyonu  (CA19-9:  257.64,  CEA: 
58.70)  saptanan  hastanın  abdominopelvik  MR  da  tutulum 
yoktu.  Toraks  tomografisinde  akciğer  tutulum  ihtimali  olan 
hastaya  bronkoskopik  biyopsi  yapıldı  ve  karsinom  hücreleri 
saptandı. (CK 20 fokal +, CDX2 +). Fizik muayenede; sol memede 
kızarıklık, ödem ve ısı artışı olması üzerine yapılan meme USG’ 
de saat 2 hizasında 13 mm’lik hipoekoik lezyon saptandı.   
Bulgular:
Biyopsi  sonucu;  taşlı  yüzük  hücreli  karsinom  metastazı  ile 
uyumlu geldi( CDW2 +, CD 20 +, CK 7 -, ER -, PR -, HER2 -, Ki 
67  %70).  Hasta;  kolon  kanserinin  meme  metastazı  olarak 
kabul edildi ve ocak 2012 de FOLFİRİ (5 florourasil, folinik asit, 
irinotekan) ve altuzan tedavisine başlandı.
Sonuç:
Kolorektal  kanserin  memeye  metastazı  oldukça  nadirdir  ve 
kötü  prognozludur.  Genellikle  sol  memeye  metastaz  olarak 
görülür  ve  kemoradyoterapiye  yanıtı  kötüdür.  Primer  meme 
kanserinde CK 7 +, CK 20 - iken, kolorektal kanser metastazında 
CK 7-, CK 20 + dir. Kolorektal kanserle beraber görülen memede 
kitlesel lezyonun mutlaka histolojik, klinik ve radyolojik olarak 
ayırımının yapılması gerekir.
Yüklə 6,44 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   48   49   50   51   52   53   54   55   ...   73




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©azkurs.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin