Konuşma metinleri ve biLDİRİ Özetleri Kİtabi



Yüklə 6,44 Mb.
Pdf görüntüsü
səhifə54/73
tarix03.02.2017
ölçüsü6,44 Mb.
#7521
1   ...   50   51   52   53   54   55   56   57   ...   73

Sonuç:
Literatürde  adjuvan  interferon  tedavisi  almakta  iken  vitiligo 
gelişen  hastalarda  hastalıksız  sağkalım  ve  genel  sağkalımın 
daha iyi olduğu dikkati çekmektedir. Ancak bizim hastamızda 
olduğu  gibi  temozolomid  alan  metastatik  malign  melanomlu 
hastalarda  vitiligo  gelişimi  ile  tedavi  yanıtı  arasındaki  ilişkiyi 
gösteren literatür bilgisi yoktur. Malign melanomlu hastaların 
tedavisi  ve  takibinde  gözlenen  vitiligonun  prognostik  ve 
prediktif bir önemi olabilir.
EP-195
TUBEROSKLEROZ VE MALİGN MELANOM BİRLİKTELİĞİ
MERAL GÜNALDI , SEMRA PAYDAŞ , ÇİĞDEM USUL AFŞAR
VEHBİ ERÇOLAK , BERNA BOZKURT DUMAN , FİGEN DORAN  
 
ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ TIBBİ ONKOLOJİ 
BİLİM DALI
Amaç:
Tuberoskleroz  kompleksi    multipl  hamartomlarla  karakterize 
otozomal  dominant  geçişli  bir  nörokutanöz  sendromdur. 
Asemptomatik veya tanı konulmamış olgular nedeniyle tahmini 
prevalansı    1/6000-1/9000’dir.  Tuberosklerozda  multipl 
hamartomlar  özellikle  beyin,  deri,  böbrek,  retina,  kalp  ve 
akciğerde görülür. Klasik triadı; Mental retardasyon, nöbet ve 
fasiyal anjiofibromlardır. Biz bu olgu sunumu ile Tuberoskleroz 
ve Malign Melanom birlikteliğini tartışmayı amaçladık.
Gereç ve Yöntem:
Malign Melanom ve Tuberoskleroz birlikteliğinin araştırılması.
Bulgular:
31  yaşında  erkek  hasta  ereksiyon  problemi  için  tetkik 
edilirken  karaciğerinde  multipl  lezyonlar  nedeniyle 
polikliniğimize  yönlendirildi.  Hastanın  4  yaşında  başlayan 
epilepsi,  soygeçmişinde  annede  meme  kanseri  vardı. 
FM  de  yüzünde    (Resim  1)  ve  gövdesinde  depigmente 
nodüler  lezyonlar,  ensede  depigmente  nevüs  (konjenital),  

230
tırnak  etrafında  ve  sırtta  tuberom,  karaciğeri  15-16cm 
palpabldı.    Trifazik  karaciğer  BT’sinde:  Karaciğerde  25cm 
hipervasküler  malign  kitle,  bilateral  böbrekte  multipl  kistler, 
sol  surrenal  kitle,  dalakta  malign  kitle  izlendi.  Karaciğerdeki 
kitleye  biyopsi  yapıldı:  Malign  melanom  metastazı,  HMB  45 
(+), Melan A: (+), S100: (+), Heppar: (-), Keratin: (-) saptandı. 
Göz Konsultasyonunda; Makulada pigmentasyon artışı, papilla 
doğal saptandı. Lisch nodülü görülmedi. Serebral MR da: Sol 
ventrikülde subepandimal nodül izlendi (Resim 2). PET-BT’de: 
Karaciğerde düşük F-18 FDG aktiviteli dev solid kitle (Resim3). 
Hastaya  kemoterapisi  verildi.  Progresyonu  olması  üzerine 
İpilimumab için erken erişim programına alındı.
Sonuç:
Tuberosklerozda; 
%10 
subepandimal 
astrositomlar, 
%2-3  renal  karsinomlar  olmaktadır.  Malign  melanom  ve 
Tuberoskleroz  birlikteliği  literatürde  oldukça  az  sayıda  rapor 
edilmiştir.  Tuberoskleroz,  melanom  için  bir  risk  faktörü 
olarak  tanımlanmamış  olsa  da  Tuberosklerozun  oluşum 
mekanizması ile tümör gelişim mekanizmaları arasında kesişen 
yollar  olduğu  bilinmektedir.  Ayrıca  konjenital  nevüslerin 
melanoma  transformasyonu  bir  başka  nedeni  olabilir. 
Bu  nedenle  Tuberosklerozlu  hastalardaki  deri  ve  internal 
organ  lezyonlarının  sadece  Tuberoskleroz  bulgusu  olduğu 
düşünülmemeli, kanser gelişme riski nedeniyle, bu hastalarda 
farklı malignite kliniklerinin oluşabileceğini, malign melanoma 
kliniği  ile  vurgulamak  istedik.  Ayrıca  tuberozsklerozdaki 
lezyonların yakından takip edilerek erken dönemde melanoma 
teşhisi konulmasının prognozda etkili olacağı kanaatindeyiz.
EP-196
MEDİASTİNAL RADYOTERAPİ İLE EŞ ZAMANLI 
TRASTUZUMAB KULLANIMININ WİSTAR ALBİNO TÜRÜ 
SIÇANLARDA VASKÜLER HASARA ETKİSİ
GÜLER YAVAŞ , FERAH YILDIZ , SEBİLE GÜLER , MUSTAFA FEVZİ 
SARGON , DEMET YILDIZ , TALİP YOLCU , MERAL TUNCER , 
FADIL AKYOL  
 
HACETTEPE ÜNİVERSİTESİ
Amaç:
Bu  çalışmanın  temel  amacı  mediastinal  RT  ile  eş  zamanlı 
trastuzumab kullanımın torasik aortadaki  hasara olan etkisini 
araştırmaktır.
Gereç ve Yöntem:
Bu  çalışmada  250–300  gr  ağırlığında  72  adet  Wistar  türü 
dişi  albino  sıçanlar  kullanılmıştır.  Sıçanlar  6  gruba  ayrılmıştır: 
Grup 1 (G1) kontrol grubudur ve bu gruptaki sıçanlara genel 
anestezi altında yalancı RT uygulanmıştır. G2 trastuzumab (T) 
kontrol grubudur. G3’teki sıçanlara 8 Gy, G5’teki sıçanlara ise 
15 Gy RT uygulanmıştır.G4 ve G6 ise sırasıyla; 8 Gy RT+T ve 15 
Gy RT+T gruplarıdır. T, RT’den 2 saat önce 6 mg/kg dozda her 
sıçanın  ağırlığına  göre  hesaplandıktan  sonra  intraperitoneal 
olarak enjekte edilmiştir. RT tek fraksiyonda sadece ön alandan 
2  cm  derinliğe  normalize  edilerek  6  MV  foton  enerjisi  ile 
uygulanmıştır.
Her  gruptan  4’er  adet  sıçan  RT  ardından  6.  saat,  21.  gün  ve 
70. günde sakrifiye edilmiştir. Sıçanların torasik aortalarından 
alınan halkalar yapısal ve/veya fonksiyonel olarak incelenmiştir. 
Altıncı  saatte  ve  70.  günde  her  grup  için  sadece  elektron 
mikroskopu  ile  ultrastriktüel  inceleme  yapılırken;  21.  günde 
hem  ultrastriktürel  inceleme  hem  de  fonksiyonel  inceleme 
yapılmıştır.  Fonksiyonel  incelemede  sıçan  aorta  halkalarının 
fenilefrin aracılı kasılma ve asetilkolin aracılı gevşeme yanıtları 
değerlendirilmiştir.  Fonksiyonel  verilerin  istatistiksel  analizi 
iki  yönlü  varyans  analizi  (ANOVA)  ile  yapılmıştır.  Elektron 
mikroskobu  ile  inceleme  sonuçları  ise  her  bir  gruptaki 
ultrastriktürel farklılıklara göre değerlendirilmiştir.
Bulgular:
Yapılan  fonksiyonel  incelemelerde  G5  ve  G6  diğer  gruplara 
kıyasla istatistiksel olarak anlamlı derecede daha fazla kasıldı 
(p<0,05). T eklenen grupların (G4 ve G6) torasik aortalarından 
alınan  örneklerde  gevşeme  yanıtları  daha  az  gözlendi  (p: 
0,0502).  Elektron  mikroskopu  ile  ultrastriktürel  inceleme 
sonucunda  RT  sonrası  21.  günde  G5  ve  G6’da  endotel 
hücrelerde incelme, bazal membrandan ayrılma, subendotelial 
ödem ve tunika intimada dev vakuoler tespit edildi. G5 ve G6 
arasında anlamlı bir fark izlenmedi.  RT sonrası 70. günde G5 
ve G6’da ciddi endotelial hasar tespit edildi. Endotel hücreler 
ileri  derecede  incelmiş,  nukleus  ve  organelleri  tamamen 
kaybolmuştu.  Endotel  hücreler  yer  yer  bazal  membrandan 
ayrılmaktaydı. G6’daki ultrastriktürel değişiklikler G5’ten daha 
ciddi idi.
Sonuç:
Yüksek doz RT torasik aortadaki kasılma yanıtlarını arttırırken; 
trastuzumabın ise gevşeme yanıtlarını azalttığı gözlemlenmiştir. 
Elektron  mikroskopu  ile  ultrastriktürel  inceleme  sonucunda 
trastuzumabın RT ile eş zamanlı kullanıldığında ciddi morfolojik 
değişikliklere neden olduğu gözlemlenmiştir. RT ile T’ın torasik 
aortadaki etkileşimi en az aditiftir.
EP-197
TAMOKSİFEN VE AROMATAZ İNHİBİTÖRLERİNİN 
RADYASYONA BAĞLI GELİŞEN AKCİĞER FİBROZİSİNE OLAN 
ETKİLERİ AÇISINDAN KARŞILAŞTIRILMASI
GÜLER YAVAŞ 
1
, ÇAĞDAŞ YAVAŞ 
2
, HİLAL ACAR 
1
, HATİCE TOY 
1

DENİZ YÜCE 
3
, ÖZLEM ATA 
1
 
 

SELÇUK ÜNİVERSİTESİ 

KONYA EĞİTİM ARAŞTIRMA HASTANESİ 

HACETTEPE ÜNİVERSİTESİ
Amaç:
Radyasyona  bağlı  gelişen  akciğer  toksisitesi  meme  kanseri 
nedeni  ile  radyoterapi  (RT)  uygulanan  hastalarda  önemli 
bir  doz  kısıtlayıcı  faktördür.  Tamoksifen  RT  ile  eş  zamanlı 
kullanıldığında  pulmoner  fibrozisi  arttırmaktadır;  ancak 
aromataz  inhibitörlerinin  pulmoner  fibrozisi  etkileyip 
etkilemediği  bilinmemektedir.  Bu  çalışmanın  amacı,  RT 
ile  eş  zamanlı  kullanıldığında,  tamoksifen  ve  aromataz 
inhibitörlerinin  radyasyona  bağlı  gelişen  akciğer  toksisitesi 
üzerine olan etkilerinin karşılaştırılmasıdır.
Gereç ve Yöntem:
80  adet  dişi  Wistar-Albino  türü  sıçan  8  gruba  ayrıldı.  Grup 
(G)1 kontrol grubu, G2 RT kontrol grubu, G3,G4 ve G5 sırası ile 

TIBBI
ONKOLOJI
KONGRESI
231
tamoksifen, anastrozol ve letrozol kontrol gruplarıdır. G6, G7 
ve G8 ise sırası ile RT+tamoksifen, RT+anastrozol ve RT+letrozol 
gruplarıdır. RT, tek fraksiyonda bilateral akciğere 12 Gy olarak 
uygulanmıştır. Tamoksifen, anastrozol ve letrozol ise sırası ile 
20 mg/kg, 1mg/kg ve 2,5 mg/kg insan dozunda her bir sıçanın 
ağırlığına  göre  hesaplanarak,  RT’den  1  hafta  önce  başlanmış 
ve  RT  sonu  16.  haftada  sıçanlar  sakrifiye  edilene  kadar 
devam edilmiştir. 16 hafta sonunda sıçanların akciğerlerinden 
alınan  örnekler  pulmoner  Konjesyon,  inflamasyon  ve  fibrozis 
açısından  skorlanarak  karşılaştırılmıştır.  İstatistiksel  analizde 
Kruskal-Wallis ve Mann-Whitney U testleri kullanılmıştır
Bulgular:
Tüm  gruplar  karşılaştırıldığında  konjesyon,  inflamasyon 
ve  pulmoner  fibrozis  skorları  açısından  gruplar  arasındaki 
farklılıklar  istatistiksel  olarak  anlamlı  idi  (p  değeri  her  bir 
parametre için <0.001). Sadece RT grubu ile karşılaştırıldığında, 
RT+tamoksifen  grubunda  pulmoner  fibrozis  skoru  anlamlı 
olarak daha fazla idi (p: 0.005). RT+anastrozol ve RT+letrozol 
grubundaki  pulmoner  fibrozis  skorları  sadece  RT  grubu  ile 
istatistiksel  olarak  anlamlı  derecede  farklı  değildi  (p  skorları 
sırası  ile  0.768  ve  0.752).  RT+letrozol  grubunda  iki  sıçanda 
pulmoner abse gelişti; ancak sadece RT grubu ile RT+letrozol 
grubunun  inflamasyon  ve  konjesyon  skorları  arasındaki  fark 
anlamlı değildi (p değerleri sırası ile: 0.189, >0.99)
Sonuç:
Tamoksifen  RT  ile  eş  zamanlı  kullanıldığında  radyasyona 
bağlı  olarak  gelişen  akciğer  toksisitesini  olumsuz  olarak 
etkilemektedir; ancak anastrozol ve letrozolün böyle bir etkisi 
gözlemlenmemiştir.  Üç  ilaç  karşılaştırıldığında  anastrozol 
pulmoner toksisite açısından en güvenilir gibi görünmektedir. 
Ancak klinik çalışmalar ile sonuçlar kontrol edilmelidir.
EP-198
UZUN SÜRELİ SAĞKALIMA SAHİP ATİPİK SEYİRLİ BİR MEME 
KANSERİ OLGUSU
KEREM OKUTUR 
1
, ORHAN ÖNDER EREN 
1
, ÖZDEN 
KARAOĞLANOĞLU 
2
 
 

SAMSUN EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ TIBBİ ONKOLOJİ 
BÖLÜMÜ 

SAMSUN EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ RADYASYON 
ONKOLOJİSİ BÖLÜMÜ
Amaç:
Meme  kanserinde  tümörün  biyolojik  davranışı  ve  tedavi, 
hastalığın seyrinde önemli rol oynamaktadır.
Gereç ve Yöntem:
43  yaşında  premenopozal    kadın  hasta  sağ  memede  kitle  ve 
akıntı nedeniyle başvurdu. 1995 yılında  sağ memede 1.5 cm 
çapında kitle saptanan hastanın kitleden alınan tru-cut biyopsi 
sonucu  invaziv  duktal  karsinom  olarak  raporlanmış.  Cerrahi 
rezeksiyonu  kabul  etmeyen  ve  takibe  gelmeyen  hasta  2004’ 
de tümörün göğüs duvarı dışına çıkması üzerine tekrar doktora 
başvurmuş.  Cerrahiyi    kabul  etmeyen  hastaya  6  siklus  FEC 
kemoterapisi uygulanmış. Parsiyel cevap alınan hasta takiben 2 
yıl goserelin asetat ve 5 yıl süreyle tamoksifen kullanmış. 2009’ 
da kitlenin büyümesi üzerine 6 siklus dosetaksel ve kapesitabin 
uygulanmış. Parsiyel yanıt alınan hasta  sonrasında takiplerine 
gitmemiş.
Bulgular:
Hastanın fizik muayenesinde sağ memenin tamamını dolduran, 
kanama odakları içeren vegetan kitle ve sağ aksiler 1 adet 1 
cm çapında LAM mevcuttu (Resim 1A ve 1B). Meme MR’ ında 
sağ memedokusunu tama yakın dolduran ve göğüs duvarıyla 
sınırları ayırt edilemeyen multilobuler kitle mevcuttu. PET-CT’ 
de sağ memede primer tümöral kitle (SUV 8.1) ve sağ aksillada 
1  cm  çağında  hipermetabolik  LAM  (SUV  4.3)  saptandı,  uzak 
metastazı  yoktu.  Cerrahi  bölümüyle  konsülte  edilen  hastaya 
rezeksiyon  planlandı  ve  sağ  modifiye  radikal  mastektomi 
ile  beraber  sağ  uyluktan  cilt  otogrefti  uygulandı  (Resim  2A 
ve  2B).  Patoloji  sonucunda  invaziv  duktal  karsinom,  grad  3, 
tümör çapı: 9 cm, tümör ciltte çok katlı yassı epitele ve fasyaya 
infiltre,  lenfovasküler  invazyon  pozitif,  tüm  cerrahi  sınırlar 
negatif, aksilladan disseke edilen 3 adet lenf nodunda tümör 
saptandı;  ER  %90+,  PR%90+  ve  HER2  (-)  bulundu.  T4N1M0 
olarak değerlendirilen hastaya adjuvan 4 siklus dosetaksel ve 
siklofosfamid kemoterapisi ve adjuvan RT uygulandı, goserelin 
asetat ve tamoksifen başlandı. Hasta postop 7. ayında nükssüz 
olarak takip edilmektedir.
Sonuç:
Metastatik  meme  kanserinde  tedavi  ile  uzun  sağkalımlar 
bildirilmesine  karşın,  lokal  ileri  meme  kanserinde  cerrahi 
olmaksızın,  uzak  metastazsız  uzun  süreli  sağkalım  nadirdir. 
Vakamızda    yüksek  oranda  hormon  reseptörü  ekspresyonu 
bulunması  ve  uygulanan  tedaviler,  yüksek  grad  velenf  nodu 
metastazına  rağmen  tümörün  17  yıllık  seyri  boyunca  lokal 
invazyonla sınırlı kalmasına ve uzak metastaz geliştirmemesine 
etki eden faktörler olarak görünmektedir.
EP-199
TÜRK MEME KANSERİ HASTALARDA PROGNOSTİK 
FAKTÖRLER, MOLEKÜLER FENOTİPLER VE MENOPOZAL 
DURUM İLE FARKLILIKLARI
HASAN MUTLU 
1
, TANER ÇOLAK 
2
, MUSTAFA ÖZDOĞAN 
2
, ZEKİ 
AKÇA 
3
 
 

KAYSERİ EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ 

AKDENİZ ÜNİVERSİTESİ 

MERSİN DEVLET HASTANESİ

232
Amaç:
Türk  meme  kanserli  hastaların  menopozal  duruma  göre 
prognostik  faktörler  açısından  farklılığı  incelenmiştir.  Ayrıca 
moleküler  subgruplar  belirlendi  ve  moleküler  sungrupların 
menopozal durum ile farklılığı araştırıldı.
Gereç ve Yöntem:
Akdeniz  Üniversitesi  (n:986)  ve  Kayseri  Eğitim  ve  Araştırma 
Hastanesi ‘den (n:463)  toplam 1449 hasta çalışmaya alınmıştır. 
Moleküler gruplarda Basal Like ve Unclassified grup aynı grup 
içine alındı. ER (+) ve veya PR (+ ) , CerbB2 (-) ve grade 1-2 vakalar 
Luminal A, ER (+)  ve veya PR (+) ,  CerbB2 (-) ve grade 3 vakalar 
ile  ER (+) ve veya PR (+) ,  CerbB2 (+) vakalar Luminal B, ER(-
),PR(-) ve CerbB2(+) vakalar HER2 like tip olarak sınıflandırıldı. 
ER(-),PR(-)  ve  CerbB2(-)  vakalar  Basal  like+Unclassified  tip 
olarak sınıflandırıldı.
Bulgular:
Premenopozal  ve  postmenopozal  gruplar  arasında  östrojen 
reseptörü  ve  CerbB2  pozitifliği  için  anlamlı  fark  mevcuttu 
(p  değeri  0.003  ve  0.032).  Postmenopozal  grupta  östrojen 
reseptörü,  premenopozal  grupta  Cerb  B2  oranı  daha  yüksek 
idi. Luminal B moleküler alt tip baskın olan subgruptu. Diğer 
iki gruba oranla premenopozal grupta HER 2 Like ve Basal Like 
veya unclassified moleküler tiplerin oranı  daha fazla idi.
Sonuç:
Türk  meme  kanserli  hastalarda  Luminal  B  baskın  olan 
subgruptu. Moleküler tiplerin oranlarının menopozal status ile 
farklılık gösterdiği belirlendi.Bu farklılık premenopozal meme 
kanserli hastaların kötü prognozu ile uyumluluk göstermekte 
idi.
EP-200
MEME KANSERLİ HASTALARIN TAKİBİNDE BEDEN KİTLE 
İNDEKSİ ARTIŞI VE KARDİYOVASKÜLER HASTALIK RİSKİNE 
ETKİSİ
EVREN FİDAN 
1
, CÜNEYT BİLGİNER 
2
, HALİL KAVGACI 
1
, FEYYAZ 
ÖZDEMİR 
1
, MURAT TOPBAŞ 
3
, FAZIL AYDIN 
1
 
 

KARADENİZ TEKNİK ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ TIBBİ 
ONKOLOJİ BİLİM DALI 

KARADENİZ TEKNİK ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ İÇ 
HASTALIKLARI ANABİLİM DALI  

KARADENİZ TEKNİK ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ HALK 
SAĞLIĞI ANABİLİM DALI 
Amaç:
Meme kanserli hastalarda yaygın görülen BKİ’deki artışlar, bu 
hastaların ileriki yaşamlarında obezite ile ilgili sağlık sorunlarını 
artırmaktadır. Çalışmamızda bu konu değerlendirilmiştir.
Gereç ve Yöntem:
Çalışmaya  ‘‘Erken  evre  meme  kanseri’’  tanısı  almış  142 
hasta  dahil  edildi.  Takibe  gelen  hastaların  BKİ  ölçümleri 
tanı  sırasında  ölçülen  BKİ  ölçümleriyle  karşılaştırılarak  
değişiklikler kaydedildi. Hastaların tanıda ve takipleri sırasında 
gelişen  obezite  ile  ilişkili  sağlık  sorunları  (  Diabetes  mellitus 
(DM),  Hipertansiyon  (HT),  Koroner  Arter  Hastalığı    (KAH), 
Osteoartrit  (OA), Hiperlipidemi) kaydedildi.
Bulgular:
Hastaların  ortalama  yaşı  52,7  ±  1,1  olarak  tespit  edildi.  Tanı 
anında hastaların % 56,3 premenapozal, % 43,7 postmenapozal 
idi. Hastaların meme kanseri tanısı aldıklarında BKİ ortalaması 
27,9 ± 5,3 iken 2. değerlendirmede BKİ ortalaması 30,7 ± 5,7 
olarak  hesaplandı  (p<0,0001).  Hastaların  %90,8’inde  (n=129) 
BKİ’nde  artış  tespit  edildi.Yalnızca  BKİ’de  artış  olan  hastalar 
hastalık yıllarına göre incelendiğinde, istatistiksel açıdan anlamlı 
bir fark tespit edildi. Bu farkın; hastalığın ilk yılındaki hastalar 
ve hastalığın 5. yılı ve üzerinde olan hastalardan  kaynaklandığı 
saptandı  (p<0,017).  Tanı  anında  premenapozal  hastalarda 
BKİ’de  ortalama  3,6  ±  SD  3,2  kg/m²  artış  tespit  edilmişken; 
postmenapozal  hastalarda  BKİ’de  ortalama  1,6  ±  SD  2,2  kg/
m²  artış  olduğu  ve  aradaki  farkın  istatiksel  olarak  anlamlı 
olduğu  görüldü  (p<0,0001).  BKİ’nde  artış  tespit  edilen  grup 
incelendiğinde,  tanı  anında  DM’si  olmayan  120  hastanın 
20’sinde  DM,  HT’u  olmayan  100  hastanın  31  tanesinde  HT, 
hiperlipidemisi olmayan 121 meme kanserli hastanın 44’ünde 
hiperlipidemi,  OA  olmayan  108  hastanın  31’inde  yeni  OA 
vakaları geliştiği tespit edildi (p<0,0001). BKİ’ndeki değişim ile 
kardiyovasküler mortalite riski arasındaki ilişki incelendiğinde, 
hastalığının 1.yılındaki hastalarda kardiyovasküler hastalıklara 
bağlı  gelişebilecek  ölüm  riskindeki  rölatif  artış  %  8,6  iken,  2 
yılda % 24, 3.yılda % 16,  4.yılda % 17,3, 5.yılda % 20,8 olarak 
hesaplandı.
Sonuç:
Meme kanserli hastalarda yaygın görülen BKİ artışı, obeziteye 
bağlı gelişen kronik hastalıklarda anlamlı artışlara neden 
olmaktadır. Meme kanseri hastaları takip ederken medikal 
tedavinin yanı sıra, hastanın diet ve kilo alımı açısından da 
bilgilendirilmesi oldukça önemlidir.
EP-201
OTUZBEŞ YAŞ ALTI MEME KANSERLİ VAKALARIMIZ
YALÇIN KAYA 
2
, NALAN AKGÜL BABACAN 
1
, SAADETTİN 
KILIÇKAP 
1
, TURGUT KAÇAN 
1
, BİRSEN YÜCEL 
3
, YILLAR OKUR 
3

MEHMET FUAT EREN 
3
, EBRU ATASEVER AKKAŞ 
3
 
 

SİVAS CUMHURİYET ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ TIBBİ 
ONKOLOJİ BD 

CUMHURİYET ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ DAHİLİYE ABD 

CUMHURİYET ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ RADYASYON 
ONKOLOJİSİ ABD
Amaç:
Tüm dünyada meme kanserli hastaların %2’sini  ≤ 35 yaş grubu 
genç hastalar oluşturmakta ve bu grup hastaların daha agresif 
davranış  gösterme  eğiliminde  oldukları  bilinmektedir.  Biz  de 
bu  çalışmayla  merkezimizde  takipleri  yapılan  genç  meme 
kanserli  hastalarımızın  özelliklerini  ve  sağkalım  verilerini 
değerlendirmeyi planladık.
Gereç ve Yöntem:
2006-2011  tarihleri  arasında  merkezimizde  takip  edilen  ≤  35 
yaşında meme kanseri tanısı almış 18 hastanın dosya bilgileri 
ve sağkalım verileri incelendi.

TIBBI
ONKOLOJI
KONGRESI
233
Bulgular:
Onsekiz  hastanın  ortanca  tanı  yaşı  34  (24-35)  idi.  Histolojik 
olarak  hastaların  13’ünde  (%72.2)  invaziv  duktal  karsinom 
saptandı, ER durumu 13’ünde  (%72.2) pozitif, 5’inde (%22.2) 
negatifti, PR durumu 14’ünde (%77.8) pozitif, 4’ünde negatifti 
ve  HER-2  durumu  5’inde  (%27.8)  pozitif,  13’ünde  (%  72.2) 
negatifti. Hastaların 14’ü (%77.8) Luminal A/B grubundayken, 
2’si (%11.1)  HER-2 pozitif grupta, 2’si de (%11.1)  triple negatif  
gruptaydı.  Histolojik  gradı;  4  hastada  (%22.2)  I,  11hastada 
(%  61.1)  II  ve  1  hastada  III  olarak  belirlendi.  Onüç  (%72.2) 
hastanın tanı anında lenf nodu pozitifliği mevcut iken 5 (%27.8) 
hastanınki negatifti. Evrelerine bakıldığında 2 hastanın (%21.1) 
I, 5 hastanın (%27.8) II, 10 hastanın (%55.6) III ve 1 hastanın 
(%5.6) evre IV olarak tanı aldığı görüldü. Beş hastaya (%27.8) 
meme koruyucu cerrahi yapılırken, 12 hastaya (%66.7) modifiye 
radikal  mastektomi  uygulanmıştı.  Onbeş  (%83.3)  hastaya 
adjuvan tedavi uygulandı. Ortanca 42 aylık takip süresinde 6 
(%33.4)  hastada  nüks/metastaz  gelişti.  Bu  hastalarda  5-yıllık 
sağkalım oranı %90 idi.
Sonuç:
Genç  yaş  meme  kanseri  hasta  grubu  genellikle  triple  negatif 
oranı  yüksek  ve  agresif  seyretme  eğilimindedir.  Bizim  hasta 
grubumuzda ise ilginç olarak triple negatif oranı düşük, hormon 
reseptör pozitifliği de beklenenden yüksek bulunmuştur.
EP-202
MİXT  GERM  HÜCRELİ  TESTİS  KANSERİ  NEDENİ  İLE  TAKİP 
EDİLEN BİR HASTADA ERKEK MEME KANSERİ GELİŞİMİ
ÖZNUR BAL , ÜLKÜ YALÇINTAŞ ARSLAN , GÜLAY BİLİR DİLEK, 
TUĞBA ÖZÇEREZCİ , ONUR EŞBAH , BERNA ÖKSÜZOĞLU , 
AYŞEGÜL ÖZTÜRK  
 
DR.ABDURRAHMAN YURTASLAN ANKARA ONKOLOJİ EĞİTİM 
VE ARAŞTIRMA HASTANESİ 
Amaç:
erkek meme kanseri( emk) ve  testis kanseri(tk) farklı sıklıklarda 
ve farklı yaş gruplarında görülen tümörlerdir. Ortak hazırlayıcı 
neden  olarak  genetik  ve  endokrin  faktörler  sayılabilir.Tk 
sonrası  sağkalan  hastalarda  başta  özofagus,  akciğer  ve  kolon 
olmak üzere 2. Bir primer malignite görülme olasılığı normal 
populasyondan yüksektir.
Bulgular:
2000 yılında sol orşiektomi yapılarak mikst germ hücreli tümör 
tanısı  alan  hasta  2005  ve  2010  yıllarında  da  paraaortik  nüks 
nedeni ile operasyon geçirmişti. Daha önce BEP ve ifosfamid 
ile  karboplatin  rejimleri  uygulanan  hasta  kurtarma  tedavisi 
olarak gemsitabin ile oksaliplatin almıştı. AFP değerleri azalan 
ancak normal sınırlara inmeyen hastanın ağustos 2011 de AFP 
değerinde  tedrici yükselme başladı.Klinik ve radyolojik olarak 
nüks yada metastazı düşündüren  kitle tespit edilmedi. İzlem 
esnasında  yapılan  fizik  muayenede  sol  memede  kitle  palpe 
edildi. Ultrasonografide 16*8 mm’lik kitle saptanan  hastanın 
eksizyonel  biyopsi  sonucu;  invaziv  duktal  karsinom  olrak 
raporlandı.  Hormon  reseptör  pozitif  ve  her2  negatifti.  Sol 
modifiye radikal mastektomi ve aksiler lenf nodu diseksiyonu 
yapılan  hastada  rezidü  tümör  ve  ln  metastazı  saptanmadı.
T1N0M0  olarak  evrelenen  hastaya  tamoksifen  20  mg  /  gün 
başlandı.
Yüklə 6,44 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   50   51   52   53   54   55   56   57   ...   73




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©azkurs.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin