Konuşma metinleri ve biLDİRİ Özetleri Kİtabi



Yüklə 6,44 Mb.
Pdf görüntüsü
səhifə59/73
tarix03.02.2017
ölçüsü6,44 Mb.
#7521
1   ...   55   56   57   58   59   60   61   62   ...   73

Sonuç:
Çalışmamızda TİK gelişiminde Doxorubisin ve Epirubisin grupları 
arasında  istatistiksel  olarak  anlamlı  fark  gözlenmemiştir.  6. 
aydan  sonra  Doksorubisin  grubunda  Epirubisin  göre  KDF 
görülmesi doksorubisinin  kronik kardiyotoksisite döneminde 
(ilk bir yıl), Trastuzumabın, Doksorubisinin kardiotoksik etkisini 
potansiyelize  ettiğini  düşündürmektedir.  TİK  de  bazı  kardiak 
risk  faktörlerinin  anlamlı  olmadığı,  radyoterapi,  obezite  ve 
menapozun  TİK’yi arttırdığı gözlenmiştir.
EP-238
METASTATİK MEME KANSERİNDE ORAL TEDAVİ KULLANIMI: 
TEK MERKEZ DENEYİMİ
ÖZGE KESKİN 
1
, MUSTAFA SOLAK 
1
, H. İBRAHİM PETEKKAYA 
1

DENİZ YÜCE 
2
, MUSTAFA KADRİ ALTUNDAĞ 
1
 
 

HACETTEPE ÜNİVERSİTESİ ONKOLOJİ HASTANESİ MEDİKAL 
ONKOLOJİ BİLİM DALI 

HACETTEPE ÜNİVERSİTESİ ONKOLOJİ ENSTİTÜSÜ PREVANTİF 
ONKOLOJİ ANABİLİM DALI
Amaç:
Metastatik meme kanseri, nadir olgular hariç kür sağlanabilen 
bir durum değildir. Bu nedenle, yaygın hastalıkta tedavinin amacı 
hastalıklabağlantılı  semptomların  palyasyonudur.  Hormon 
reseptör pozitif hastalıkta tek ajan hormonoterapi kullanılırken, 
metastatik  hastalıkta  kullanılan  kemoterapötiklerle  ilgili 
standart  bir  yaklaşım  yoktur.  Biz  çalışmamızda,  metastatik 
evrede  oral  CMF  (siklofosfamid,  metotreksat,  5-FU)  kullanan 
hastaları inceledik.
Gereç ve Yöntem:
Hacettepe  Üniversitesi  Onkoloji  Hastanesi  Medikal 
Onkoloji  polikliniğinde  2002-2011  yılları  arası  takip  edilen 
2262  meme  kanserinden  15  tanesine  oral  CMF  tedavisi 
uygulandı.  Bu  hastaların  demografik  verileri,  tümör 
histolojisi,  östrojen  (ER)-progesteron  (PR)  ve  c-erbB2  (HER2) 
reseptör durumları, oral CMF kullanma süreleri kaydedildi.
Bulgular:
Bu  hastaların  ortalama  yaşı  48,73±3,73  olarak  bulundu.  En 
sık  gözlenen  histolojiler  sırasıyla  %73,3  oranında  infiltratif 
duktal karsinom, %13,3 oranında miks infiltratif karsinom idi. 
Hastalarda ER ve PR durumu sırasıyla %76,9 ve %61,5 pozitif; 
%23,1 ve %38,5 negatif saptandı. Hastalar sıklıkla (%92,3) HER2 
negatif  idi.  Oral  CMF  tedavisi  en  sık  olarak  5.,4.,6.  ve  7.  sıra 
tedavi olarak kullanıldı. Kullanılan kür sayısı medyan 3 idi. CMF 
tedavisi  sonrası  gözlenen  yanıtlar  %73,3  oranında  progressif 
hastalık, %6,7 stabil hastalık idi. Hastaların %20’sinde parsiyel 
yanıt  gözlendi.  Bu  tedavi  altında  progresyon  görülme  süresi 
ortalama 13 hafta olarak bulundu.
Sonuç:
Oral CMF tedavisi;kombinasyon rejimi olmasına rağmen,toksik 
etkileri düşük olduğundan tercih edilmektedir. Bazı çalışmalarda, 
hastalıkla  bağlantılı  komplikasyonların  palyasyonunda  %35.9-
59,7  arasında  etkinlik  gösterdiği  ve  bu  etkinin  en  az  24  ay 
süre  ile  devam  ettiği  saptanmıştır.  Biz  çalışmamızda,daha 
düşük oranda ve daha kısa süreli cevap oranı elde ettik.Daha 
fazla  hasta  ile  yapılacak  çalışmalarda,  etkinlik  ile  ilgili  daha 
net yanıtlar elde edilebilir.
EP-239
MEME KANSERLİ HASTALARDA PLAZMA D-DİMER 
DÜZEYLERİNİN TÜMÖR YÜKÜ VE METASTAZI İLE İLİŞKİSİ
LEYLA KILIÇ 
1
, FATMA ŞEN 
1
, İBRAHİM YILDIZ 
1
, SERKAN 
KESKİN 
1
, MELTEM EKENEL 
1
, MURAT SERİLMEZ 
2
, DERYA 
DURANYILDIZ 
2
, FARUK TAŞ 
1
 
 

İSTANBUL ÜNİVERSİTESİ, ONKOLOJİ ENSTİTÜSÜ, MEDİKAL 
ONKOLOJİ BİLİM DALI  

İSTANBUL ÜNİVERSİTESİ, ONKOLOJİ ENSTİTÜSÜ, TEMEL 
ONKOLOJİ BİLİM DALI
Amaç:
Kanser  hastalarının  büyük  çoğunluğunda  aktive  olan 
koagülasyon  ve  fibrinolitik  sistem  tümör  stroması  ve 
metastaz  potansiyeli  ile  ilişkilidir.    Bu  çalışmanın  amacı  basit 
koagülasyon  testlerinin  meme  kanserli  hastalarda  klinik  ve 
patolojik  faktörlerle  ve  tümörün  invazif  davranışı  ile  ilişkisini 
araştırmaktır.
Gereç ve Yöntem:
Çalışmaya  daha  önce  kemoterapi/hormon  tedavisi  almamış 
olan 123 kadın meme kanseri dahil edildi. Tedavi öncesi alınan 
plazma  örneklerinde  koagülasyon  testlerinden  protrombin 
zamanı (PT), aktive parsiyel tromboplastin zamanı (aPTT), INR, 
D-Dimer ve fibrinojen düzeyleriyle trombosit sayısı incelendi.
Bulgular:
Şubat 2010 ve Haziran 2011 tarihleri arasında polikliniğimize 
başvuran  123  meme  kanseri  hastası  çalışmaya  dahil 
edildi.  %  22’si  metastatik  meme  kanseri  hastalarından 
oluşturmaktaydı.  Hasta  ve  kontrol  grubunun  koagülasyon 
testleri  karşılaştırıldığında  PT  dışındaki  testler  için  iki  grup 
arasında  istatistiksel  olarak  anlamlı  fark  saptandı  (PT  için 
p=0.08 diğerleri için p<0.001). Metastatik hastalarda D-dimer 
düzeyleri  erken  evreye  göre  göre  belirgin  yüksekti  (p=0.04). 
İleri tümör evresi yüksek INR düzeyleri ve düşük protrombin 
aktivitesiyle ilişkili bulundu ( p=0.05 ve p=0.02).
Sonuç:
Plazma D-Dimer düzeyleri metastatik evredeki hastalarda 
daha yüksek saptanmıştır. Günlük uygulamalarda D-dimer 
yüksekliği ileri evre/metastatik hastalık varlığına işaret ederek 
ayrıntılı evreleme incelemelerinin yapılması konusunda 
yönlendirici olabilir.
EP-240
MEME KANSERİNDE ENDOMETRİAL METASTAZ VARLIĞI; 
VAKA TAKDİMİ
ARZU AKŞAHİN 
1
, DİLŞEN ÇOLAK 
2
, HASAN MUTLU 
5
, MUSTAFA 
GÜRELİ 
3
, FATMA AYKAŞ 
4
 
 

KAYSERİ EAH TIBBİ ONKOLOJİ KLİNİĞİ 

DIŞKAPI YILDIRIM BEYAZIT EAH TIBBİ ONKOLOJİ KLİNİĞİ 

KAYSERİ EAH PATOLOJİ KLİNİĞİ 

TIBBI
ONKOLOJI
KONGRESI
251

KAYSERİ EAH DAHİLİYE KLİNİĞİ 

ACIBADEM HASTANESİ TIBBİ ONKOLOJİ KLİNİĞİ
Amaç:_Pankreas_adenokarsinomunda_tanı_aşamasında_yapılan_tetkiklerle_endoskopik_ultrasonografinin_karşılaştırılmasıdır._Gereç_ve_Yöntem'>Amaç:
Meme  kanseri  en  sık  karaciğer,  kemik  ve  akciğere  metastaz 
yaparken,  uterus  ve  overlere  metastaz  oldukça  nadir 
görülmektedir. Kadın genital organlarına en sık metastaz yapan 
ekstragenital tümörler sıralamasında ise meme kanseri birinci 
sıradadır.  Tamoksifen,  hormon  reseptör  pozitif  olan  meme 
kanseri tedavisinde, çalışmalarla anlamlı katkısı ortaya konmuş 
bir  ajandır.  Tamoksifenin  endometrium  üzerindeki  östrojen 
agonistik  etkisi  dolayısı  ile  sekonder  endometrial  kanser 
gelişimi  açısından  hastalar  düzenli  takiplere  alınmalıdır.  Bu 
vakalarda ayrıca nadir olmakla birlikte endometrial metastaz 
ihtimali de göz önünde tutulmalıdır.
Gereç ve Yöntem:
Burada  tamoksifen  tedavisi  altında  endometrial  ve  over 
metastazı tespit edilmiş bir meme kanseri vakası sunulmaktadır.
Bulgular:
Vaka: 45 yaşında premenapozal hasta sol memede3 cmlik kitle 
şikayeti  ile  başvurdu.  Soygeçmişinde  annede  meme  kanseri 
öyküsü mevcuttu. Sol modifiye radikal mastektomi uygulanan 
hasta,  patolojisi  ve  yapılan  tetkikler  sonrası  pT2N2M0 
meme  kanseri  olarak  evrelendirildi.  Adjuvan  kemoterapi  ve 
radyoterapisini  tamamlayan  hastaya  tamoksifen  tedavisine 
geçildi. Tedavinin 9. ayında endometriumda kalınlaşma dolayısı 
ile küretaj uygulandı ve polip olarak raporlandı. Üç ay sonrasında 
vajinal kanama ile başvuran hastaya, kendisi ile de görüşülerek, 
TAH+BSO  uygulandı.  Patolojik  incelemesinde,  myometriumla 
overlerde taşlı yüzük hücrelerinden oluşan bir karsinom tespit 
edildi. PR, CK7 ve GCDFP-15 ile pozitif, CK20, östrojen, cerbB2 
ile negatif boyanma paterni gözlendi. Operasyondan sonra PET-
CT ve endoskopi ile ek primer yada krukenberg olasılığı ekarte 
edildi. Hasta meme kanserinin uterin ve over metastazı olarak 
değerlendirildi  ve  letrozol  tedavisine  geçildi.  Hasta  tedavinin 
11. ayında hastalıksız takip edilmektedir.
Sonuç:
Literatürde  meme  kanserinin  uterin  ve  over  metastazına  ait 
bildirilmiş vaka ve küçük vaka serileri bulunmaktadır. Dolayısı 
ile  bu  hastaların  prognozu  konusunda  net  yorum  yapmak 
henüz  mümkün  gözükmemektedir.  Özellikle  tamoksifen 
tedavisi  altında  olan  hastalarda  bu  ihtimal  de  göz  önünde 
bulundurulmalıdır.
EP-241
PANKREAS ADENONKARSİNOMUNDA ENDOSKOPİK 
ULTRASONOGRAFİNİN YERİ
HASAN ÜSTÜN 
1
, PINAR ULUBAŞOĞLU 
2
, CEMİL BİLİR 
2

HÜSEYİN ENGİN 
2
, YÜCEL ÜSTÜNDAĞ 
3
 
 

ESKİŞEHİR OSMAN GAZİ ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ TIBBİ 
ONKOLOJİ BL 

ZONGULDAK KARAELMAS ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ TIBBİ 
ONKOLOJİ BL 

ZONGULDAK KARAELMAS ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ 
GASTROENTEROLOJİ BL
Amaç:
Pankreas  adenokarsinomunda  tanı  aşamasında  yapılan 
tetkiklerle endoskopik ultrasonografinin karşılaştırılmasıdır.
Gereç ve Yöntem:
Zonguldak Karaelmas Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde izlemi olan 
pankreas  adenokarsinomlu  hastaların  dosyaları  tarandı  ve 
endoskopik  ultrasonografi  yapılan  hastaların  klinikopatolojik 
bilgileri kaydedildi.
Bulgular:
Olgularımızın 26’sına tanısal amaçlı endosonografi uygulandığı, 
bu 26 hastanın 11’inin Evre 2, 2’sinin Evre 3, 14’ünün Evre 4 
olduğu izlendi. EUS yanısıra BT anjiyografi tetkiki yapılmış olan 
5 hasta vardı. Bu olgulardan 20’sinin pankreas ve çevre dokuya 
ait  patoloji  sonuçları  mevcuttu.  Olgularımızın    EUS  ile  BT 
anjiyografi ve/veya  BT sonuçlarının tanı ve evrelerinin benzer 
olduğu ve patoloji sonuçlarının bunlarla uyumlu olduğu izlendi.
Sonuç:
Pankreas  adenokarsinomunda  endoskopik  ultrasonografi 
hastayı daha hızlı evrelemek için uygun bir girişimdir.
EP-242
TANI ANINDA KEMİK İLİĞİ TUTULUMU İLE GELEN 
METASTATİK HER2 POZİTİF MEME KANSERİ
MEHMET ARTAÇ 
1
, LOKMAN KORAL 
1
, ÇAĞLAYAN GEREDELİ 
1

DİDEM TAŞTEKİN 
1
, MUSTAFA KARAAĞAÇ 
1
, TUNÇ GÜLER 
1

HATİCE TOY 
2
, CEM BÖRÜBAN 
1
, KADRİ ALTUNDAĞ 
3
 
 

KONYA ÜNİVERSİTESİ MERAM TIP FAKÜLTESİ TIBBİ ONKOLOJİ 
BD 

KONYA ÜNİVERSİTESİ MERAM TIP FAKÜLTESİ PATOLOJİ ABD 

HACETTEPE ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ TIBBİ ONKOLOJİ BD
Amaç:
Tanı anında kemik iliği tutulumu ile gelen meme kanserli 
hastaların tedavi alternatiflerinin iyi değerlendirilmesi 
gereklidir.
Gereç ve Yöntem:
Burada  tedaviye  tam  yanıt  veren  ve  halen  idame  tedavisi 
devam eden metastatik meme kanserli bir olgu sunulmuştur.
Bulgular:
Mayıs 2007’de 49 yaşında kadın hasta myom nedeniyle tetkik 
edilirken trombositopeni ve sağ aksiler kuyrukta yaklaşık 2 cm 
çapında lenfadenopati nedeniyle merkezimize başvurdu. Kemik 
iliği  biopsi  sonucunda  küçük  solid  adalar  oluşturan  tümöral 
hücreler görüldü.  İmmünohistokimyasal analizde GCDFP-15, ER 
,PR ve CerbB2 pozitif boyanınca primer meme kanseri metastazı 
olarak  değerlendirildi.  Tam  kan  sayımında  trombosit:25.000 
idi.  Tümör  belirteçlerinden  CEA:6.1  ng/ml,  CA-125:48  U/ml, 
Ca-15.3:  680  U/ml  olarak  saptandı.  Hastamıza  paklitaksel-
carboplatin-herceptin  haftalık  protokolü  ve  zolendronik  asit 
başlandı. 8 hafta sonra yapılan değerlendirmede subjektif ve 
objektif belirgin yanıt olmaması üzerine  cisplatin-etoposide-
herceptin protokolüne geçildi. Toplam 9 kür cisplatin-etoposide-
herceptin  protokolü  uygulandıktan  sonra  trombositopeni 
düzelmiş ve CA-15.3 düzeyi normale gelmiş idi. Haziran 2008’de 

252
hastalığın  halen  remisyonda  olduğu  görüldü  ve  kemoterapi 
kesilerek letrozol-herceptin ile devam edilmesine karar verildi. 
Şubat  2012  yapılan  kontrollerinde  aktif  şikayeti  ve  hastalık 
bulgusu olmayan hastamız halen tedavisine devam etmektedir.
Sonuç:
Metastatik  meme  kanserli  hastalarda  tedaviye  tam  yanıt 
alınması  durumunda  idame  trastuzumabın  ne  kadar  süreyle 
uygulanacağı belirsizdir. Olgumuzda letrozole-trastuzumab ile 
4 yılı aşan bir hastalıksız sağ kalım söz konusu olmuştur.
EP-243
KLİNİĞİMİZDE MEME KANSERİ TANISI OLAN İNFİLTRATİF 
LOBÜLER KARSİNOM VAKALARINDA ÖSTROJEN VE 
PROGESTERON RESEPTÖR SIKLIĞI
MUSTAFA ALTINBAŞ , G. İNANÇ İMAMOĞLU , DİLŞEN ÇOLAK , 
UĞUR ERSOY , SEMİHA URVAY , İLHAN HACIBEKİROĞLU , NAZİYET 
KÖSE  
 
DIŞKAPI YILDIRIM BEYAZIT EAH, TIBBI ONKOLOJİ KLİNİĞİ
Amaç:
Meme kanseri tüm dünyada kadınlardaki en sık kanser türüdür. 
İnfiltratif lobüler karsinoma (ILK) ensık rastlanan ikinci meme 
kanseri tipidir ve meme kanseri vakalarının  %10-15’ini kapsar. 
ILK  ‘nın  yüksek  oranda  hatta  %100  hormon  reseptör  pozitif 
olabileceği  literatürde  yer  almaktadır.  Kliniğimizde  takip 
ettiğimiz  ILK  vakalarında  östrojen  ve  progesteron  reseptör 
sıklığı sunulmuştur
Gereç ve Yöntem:
Merkezimizde  2008-2011  yılları  arasında  takip  edilen  ILK 
olgularının  verileri  retrospektif  olarak  incelendi.  Östrojen  ve 
progesteron reseptör sıklığı belirlendi.
Bulgular:
Bu  dönem  içinde  toplam  279  meme  karsinomu  tanısı  almış 
hastanın  28  ‘i  (%10)ILK    olarak  belirlendi.  Bu  hastaların 
19’u(%67) ER pozitif ,5’i (%18)ER negatif idi  ve 4’ünün (%14) ER 
statüsü belirsizdi. Dokuz hasta(%32) PR pozitif ,11 hasta(%39) 
PR    negatif  olarak  belirlendi  ve  8  hastanın(%28)  PR  statüsü 
belirsizdi.
Sonuç:
Göreceli  daha  iyi  prognoza  sahip  olan  ve  yüksek  oranda 
hormon  reseptör  pozitifliği  gösteren  ILK  olgularımızdaki 
hormon reseptör pozitifliği literatürün aksine  infiltratif duktal 
karsinomlarla benzer sıklıkta tespit edilmiştir. 
EP-244
ANJİOTENSİN RESEPTÖR BLOKER KULLANMININ MEME 
KANSERİNİN KLİNİK VE PATOLOJİK ÖZELLİKLERİ ÜSTÜNE 
ETKİSİNİN DEĞERLENDİRİLMESİ
MEHMET ALİ NAHİT ŞENDUR 
1
, SERCAN AKSOY 
1
, ŞEBNEM 
YAMAN 
1
, ZAFER ARIK 
2
, NURİYE YILDIRIM ÖZDEMİR 
1

NURULLAH ZENGİN 
1
, KADRİ ALTUNDAĞ 
2
 
 

ANKARA NUMUNE EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ, TIBBİ 
ONKOLOJİ KLİNİĞİ, ANKARA  

HACETTEPE ÜNİVERSİTESİ ONKOLOJİ ENSTİTÜSÜ, MEDİKAL 
ONKOLOJİ BİLİM DALI, ANKARA 
Amaç:
Renin-anjiotensin  sistemi  tümör  progresyonu  ve  metastaz 
biyolojisinin  önemli  bir  düzenleyicisidir.  Yakın  zamanda 
yayımlanan meta-analizde ARB’lerin kullanımı ile kanser riskinin 
arttığı rapor edimiştir. Ancak ARB kullanımının meme kanserinin 
klinik  ve  patolojik  özellikleri  üstüne  etkisi  bilinmemektedir. 
Bu  çalışmada,  ARB  kullanımının  meme  kanserinin  klinik  ve 
patolojik özellikler üstüne etkisinin incelenmesi amaçlanmıştır.
Gereç ve Yöntem:
Merkezimize 2004-2011 yılları arasında başvuran 2078 meme 
kanserli  hastanın  verileri  retrospektif  olarak  incelenmiştir. 
Oniki  ay  ve  daha  uzun  süre  ARB  kullanım  öyküsü  olan  112 
hasta ile aynı yaş grubunda ARB kullanım öyküsü olmayan 402 
hasta eşleştirildi. Hastaların demografik ve patolojik özellikleri 
karşılaştırıldı. 
Bulgular:
Her  iki  gruptaki  hastaların  ortanca  tanı  yaşı  56  (27-89)  idi. 
Ortalama  ARB  kullanım  süresi  26±13.2  idi.  Aynı  şekilde 
ARB  grubunda  triple  negatif  ve  HER2  pozitifliği  daha  düşük 
saptanırken,  östrojen  ve  progesteron  reseptör  pozitifliği  ise 
daha yüksek olarak saptandı.  Ortalama takip süresi 23 ay idi. 
Anjiotensin reseptör bloker kullanım öyküsü olan hastaların 3 
yıllık  hastalıksız  sağkalım  81.8%  iken  kullanmayanların  83.0% 
olarak saptandı (P = 0.092). Üç yıllık genel sağkalım ise, ARB 
kullanım öyküsü olan hastalarda 95.8% iken kullanmayanlarda 
91.6% idi (P = 0.13).
Sonuç:
Bu  çalışmada  da  ARB  kullanımı  olan  hastalarda  istatistiksel 
anlamlılığa  ulaşmasa  da  daha  iyi  klinik  ve  patolojik  özellikler 
izlendi.  Bu  nedenle,  ARB’lerin  klinik  ve  patolojik  özellikler 
üzerine  etkisini  incelemek  için  randomize  kohort  çalışmalara 
ihtiyaç vardır.
EP-245
HER2 POZİTİF MEME KANSERİNDE PTEN, AKT, MAPK, 
P53 EKSPRESYONUNUN NEOADJUVAN TEDAVİ SONRASI 
PATOLOJİK TAM YANITA VE SAĞKALIMA ETKİSİ
BERNA BOZKURT DUMAN 
1
, BERKSOY ŞAHİN 
2
, MELEK ERGİN 
3

MERAL GÜNALDI 
2
, ÇİĞDEM USUL AFŞAR 
2
, VEHBİ ERÇOLAK 
2

SUZAN ZORLUDEMİR 
3
, ARBİL AÇIKALIN 
3
 
 

ADANA NUMUNE EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ 
MEDİKAL ONKOLOJİ 

ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ MEDİKAL ONKOLOJİ 
B.D. 

ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ PATOLOJİ A.B.D.
Amaç:
Epidermal  growth  faktör  reseptör  ailesinin  aktive  ettiği  en 
önemli sinyal yolakları fosfotidilinositol-3kinaz(PI3K), mitogen-
activated  protein  kinaz(MAPK)  yolaklarıdır.    HER2  reseptör 
aktivasyonu  bu  yolaklar  aracılığıyla  hücre  proliferasyonu, 
anjiyogenez, invazyon, ve metastaza neden olur. HER2, PTEN 
ve  p53,  PI3K-Akt  yolağının  regulasyonuyla    hücre  sağkalım, 

TIBBI
ONKOLOJI
KONGRESI
253
proliferasyon  ve  apopitozisini  düzenler.  Bizde  çalışmamızda 
HER2 pozitif lokal ileri, metastatik meme kanserinde PTEN, Akt, 
MAPK, p53 ekspresyonunun sağkalım üzerine ve neoadjuvan 
tedavi alan grupta tam yanıt üzerine etkisini araştırdık.
Gereç ve Yöntem:
Meme  kanseri  tanısı  almış  2004-2010  yıları  arasında  takip 
edilmiş 90 hasta çalışma için değerlendirildi. Dışlama kriterleri 
ışığında  25  hasta  çalışmaya  alındı.  HER2  pozitif  hastalar 
çalışmaya  alındı.Çalışmaya  alınan  tüm  hastalar  trastuzumab 
tedavisi  almıştı.  Antrasiklin  ve  taksan  içeren  rejimleri  tüm 
hastalar  kullanmıştı.Parafin  bloklar  immunohistokimyasal 
olarak  PTEN,  Akt,  MAPK,p53  ekspresyonu  açısından 
değerlendirildi.
Bulgular:
Hastaların ortalama yaşı 54±12 idi. Ondört hasta Evre III(%56), 
11 hasta (%44) Evre IV idi. Ondört  hasta(%56)’da neoadjuvan 
tedavi  uygulanmıştı.  Oniki  hasta(%48)    premenapozal, 
13  hasta(%52)  postmenapozaldi.  PTEN,  Akt,  MAPK,p53 
ekspresyonu  ile  genel  sağkalım  oranlarına  bakıldı(Tablo 
-1’de) ve gruplar arasında istatiksel olarak anlamlı fark yoktu. 
Neoadjuvan  kemoterapi  alan  grupta  subgrup  analizi  yapıldı. 
Üç  (%21,4)  hastada  patolojik  tam  yanıt  elde  edilmişti.Tam 
yanıt oranları ile PTEN, Akt, MAPK,p53 ekspresyonları arasında 
ilişki araştırıldı. p53 ekspresyon durumu ile patolojik tam yanıt 
arasında anlamlı ilişki saptandı (p=0,02).
Negatif'>Tablo-1: Genel Sağkalım Oranları                                                         
 
GS 
ay(%95 CI)
 p
PTEN
Negatif
Pozitif
39(26-51)
27(16-37)
0,55
 
AKT
Negatif
Pozitif
39(7-70)
31(24-37)
0,65
MAPK
Negatif
Pozitif
39(19-58)
27(14-39)
0,209
P53
Negatif
Pozitif
39(19-58)
27(14-39)
0,209
Sonuç:
Biz  çalışmamızda  sağkalım  ile  PTEN,  Akt,  MAPK,  p53 
ekspresyonu  arasında  ilişki  saptamadık.  Neoadjuvan  tedavi 
almış  hastlarda    p53  ekspresyon  durumu  patolojik  tam 
yanıtı  öngörmede  kullanılabilecek  bir  faktör  olarak  karşımıza 
çıkmaktadır.
EP-246
KLİNİĞİMİZDE TAKİP EDİLEN MEME KANSERLİ HASTALARDA 
CERBB2 SIKLIĞI VE AKSİLLER LENF NODU TUTULUMU İLİŞKİSİ
UĞUR ERSOY 
1
, G. İNANÇ İMAMOĞLU 
1
, DİLŞEN 
ÇOLAK 
1
, MUSTAFA ALTINBAŞ 
1
, SEMİHA URVAY 
1
, İLHAN 
HACIBEKİROĞLU 
1
, MÜÇTEBA CAN 
2
 
 

DIŞKAPI YILDIRIM BEYAZIT EAH, TIBBI ONKOLOJİ KLİNİĞİ 

DIŞKAPI YILDIRIM BEYAZIT EAH, DAHİLİYE KLİNİĞİ
Amaç:
C-erbB2  meme  kanserlerinde  sık  eksprese  edilen  bir  gendir. 
Aşırı ekspresyonu, invaziv meme karsinomlarının  %10-30’unda 
saptanmaktadır Yapılan çalışmalarda özellikle aksiler lenf nodu 
(ALN)  tutulumu  olan  hastalarda  bağımsız  negatif  prognostik 
bir faktör olduğu kabul edilmektedir. Burada kliniğimizde takip 
ettiğimiz meme kanserli hastalarda c-erbB2 sıklığını ve ALN ile 
ilişkisini belirlemeyi amaçladık.
Gereç ve Yöntem:
Merkezimizde  2008-2011  yılları  arasında  takip  edilen  meme 
kanseri  tanısı  alan  280  hastanın  verileri  retrospektif  olarak 
incelendi. C-erbB2 sıklığı ve ALN durumu belirlendi.
Bulgular:
Merkezimizde  2008-2011  yılları  arasında  takip  edilen  meme 
kanseri  tanısı  alan  280  hastanın,  238’i  (%85)  erken  ve  lokal 
ileri  evre,  42’si  (%15)  metastatik  idi.  280  hastanın  78’inde 
(%27.5) c-erbB2 pozitif, 189’unda (%67.5) negatifti. Hastaların 
14’ünde(%5)  c-erbB2  statüsü  bilinmiyordu.  238  hastanın 
155’inde  (%65)  aksiller  lenf  nodu  tutulumu  mevcuttu.  83 
(%35)  hastada  aksiller  lenf  nodu  tutulumu  negatifti.  Aksiller 
lenf  nodu  tutulumu  mevcut  olan  hastaların  43’ünde  (%27.7) 
cerbB2 pozitif, 112’sinde (%72.3) cerbB2 negatifti. Aksiller lenf 
nod tutulumu negatif olan 83 hastanın 16’sında (%19.2) cerbB2 
pozitif, 67’sinde (%80.8) cerbB2 negatif olarak tespit edildi.
Sonuç:
Kliniğimizde  takip  edilen  hastaların  %15’i  metastatik  evrede 
tanı  almıştı.  Metastaz  olmayan  hastalarda,  aksiller  lenf  nodu 
tutulumu  pozitif  grupta,  cerbB2  pozitifliği,  aksiller  lenf  nodu 
negatif  olan  grupla  karşılaştırıldığında  daha  yüksekti  ancak 
istatistiksel  olarak  anlamlı  değildi.  (%27.7’ye  karşılık  %19.2)
(p:0.099)
Yüklə 6,44 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   55   56   57   58   59   60   61   62   ...   73




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©azkurs.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin