TÜRK HALK İNANÇLARINDA “ÖLÜM” ANLAYIŞINDA YAŞAYAN ŞAMANİST UYGULAMALAR
LIVING SHAMANIC APPLICATIONS IN “DEATH” CONCEPT OF TURKISH FOLK BELIEFS
Zekiye TUNÇ1
Özet
İlkel dönem insanları, ölümün tam olarak bir yok oluş anlamına gelmediğine; ölen kişinin yaşamını herhangi bir şekilde sürdürdüğüne, geride bıraktıklarıyla ilişkiler kurduğuna, hatta onların günlük yaşantılarını olumlu ya da olumsuz yönde etkileyebildiğine inanmışlardır. Ölenin hem geri dönerek insanlara zarar verebileceği korkusu hem de anılmaya, yiyeceğe, giyeceğe vb. şeylere ihtiyaç duyabileceği inancı, “ölü kültü” nün ortaya çıkmasına neden olmuştur. Ölen kişiye karşı duyulan bu iki yanlı duygu yani korku ve sevgi, ölüleri gömme şekillerini de etkilemiş, bazı yerlerde ceset, vakit geçirilmeden gömüldüğü ya da ıssız yerlere bırakıldığı gibi bazı yerlerde evin içine, avluya veya köy meydanına gömülmüş, mezarına yiyecek, içecek, giyecek vb. bırakılmıştır. Türkler arasında da ölüm olayı, doğum ve onu takip eden evlilik gibi en önemli geçiş aşamalarından biri olarak kabul edilmiştir. Bu geçiş dönemlerinden sonuncusu olan ölüm, bir son gibi görünse de gerek eski Türk dinlerinde gerekse Türklerin mensubu bulundukları İslâm dininde bir yok oluş olarak algılanmamış; ölümle her şeyin bitmediğine sadece bu dünyadan öbür dünyaya geçildiğine inanılmıştır. Eski Türklerde doğum olayı çeşitli uygulamaları kapsadığı gibi ölen bir kişi için de çeşitli uygulamalar vardır. İnsan hayatı “sonsuza kadar değildir/ dünyaya gelen canlılar için ebediyet yoktur” felsefesini hayat tarzlarına uygun bulan Türkler ölümü doğal karşılamakla birlikte, ölen kişinin ardından bazı inançların getirdiği uygulamaları günümüze kadar yaşatmışlardır. Şamanizmde ölüm, ölüm karşısında duyulan hissiyat ve ölüm sonrası yapılan ayinler Türk halk inançları içerisinde uygulanmıştır. Şaman, yaşam için mücadele eder ve kötü ruhların tesiriyle gelen ölüm olayını ortadan kaldırmak için ayinler düzenler. Söz konusu bildiride Türklerde ölüm anlayışında yaşayan Şamanist uygulamalar üzerinde durulacaktır.
Anahtar Kelimeler: Ölüm, Türk, Şamanizm, İnanç.
Abstract
The primitive period of humans believed that the death isn’t the meaning of perishing precisely; those dying have a contact to the the survivals; they are able to continue their lives in any kind of way, even those dying, will be able to affect the people daily lives in a negative or positive way. The fear of the death returning to this world and the possibility of giving harmful to people living at this world with remembering them in the thought of needing food and clothes… etc caused the concept of “Cult of the death’’. Those bileteral senses felt for the dyings, in other words, fear and love affected the ways of burials, and at some places the corpse was buried immediately or abandoned at deserted land, or some of them were buried at the yard or village square. Some drinks, food and clothes are left to the grave of them. Through Turks, the death event was accepted as birth and wedding in important having passed phase. Through the death, the end of having crossed phases be seen the last destination, it was not perceived as being absent through Islam affiliated of Turks and old religion (of them). They were believed that everything was not finished by death, but only passed from this world to another world. In old Turks, the birth as having included various applyings has also various applyings for the dead one. With accepting the philosophy of “Life is not eternal, those coming that world have no eternality accepted as the styles of lives Turks welcomed the death as natural. They had also made the practice of which was brought by some faiths happen to life to these days. In Shamanism, the death and feelings in front of the demise and ceremonies made after being dead were applied. Shaman struggles for life and organizes ceremonies to remove the death come with the effect of evil souls. In very that topic report, the shamanistic practices will be focused on through Turks that used to live with them.
Key words: Death, Turk, Shamanism, Faith.
Giriş
Ölüm kavramı ya da gerçeği her toplumda algılama açısından farklılık gösterir. Ölüm olayı bilinen gerçekliğiyle ruhun bedeni terk etmesidir. Ruh kavramı Eski Türklerde tin sözcüğüne karşılık gelir ve bütün canlılarda ruhun var olduğu düşüncesi mevcuttur. Altay Türkleri bu amaçladır ki ruhla ilgili çeşitli kategoriler meydana getirmişlerdir: Buna göre tin bütün canlı varlıklarda bulunan ruhu ifade ederken, "süne" nin yalnızca insanda ve "kut" un her şeyde bulunduğuna inanılmıştır. Ayrıca Altaylılar insanda "yula" denilen bir eşin bulunduğunu, bu eşin uykuda ve rüyada bedeni terk edebildiğini düşünmektedirler. Altaylılar buna "üzüt", Yakutlar "üöz", Kazan Türkleri ise "ürek" demekteydiler (Gülensoy, 2011: 214).
Türkler, ölümü doğrudan hatırlatan kelimeler kullanmamışlardır. Ölüm olayını, “can verdi”, “uçtu” gibi; birinin ölümünü ise “anamı kaybettim” gibi dolaylı ifadelerle bildirmişlerdir (Roux, 1994: 211). Eski Türkçe’de “öldü” demek için “kergekbuldi: gerekenle buluştu” sözünün çok sık kullanıldığı tespit edilmiştir (Roux, 1999: 65). Eski Türkler ölümün “kötü ruhlar” dan kaynaklandığı düşüncesine sahiptiler. Altay Türkleri “yeraltı dünyası” nın Tanrısı Erlik’in yeryüzüne gönderdiği “üzüt” adı verilen görevlileri aracılığı ile ruhlarını alarak hayatlarına son verdiğine inanırlardı. Yakutlar insan ruhlarının “iör” adı verdikleri kötü ruhlar tarafından kapılarak yenmesi sonucunda “ölüm” olduğuna inanmışlardır. Eski Türkler ölen kişinin ruhu kam tarafından özel bir törenle “yeraltı dünyası” na götürülünceye kadar, çadır ya da ev içinde başıboş çalıştığına, bu sırada yakınlarına ve akrabalarına zarar verebileceğine inanırlardı. Onun için ölü, düzenlenen törenlerle etkisiz hale getirildi (Gülensoy, 2011: 214). Eski Türklerde öte dünya inanışı gereği, ölen kişiye en güzel elbiseleri giydirilmiş, sevdiği eşyaları, silahları, çeşitli yiyecekler, hatta atı da kendisiyle gömülmek suretiyle ölümden sonraki yaşam için bir tür hazırlık yapılmıştır. Ölüm çevresinde kümelenen ve ölüyle toplum bireylerini kuşatan bu inanmalar, âdetler, törenler ve kalıplaşmış davranışlar başlıca üç gruba ayrılmaktadır. Bunlardan birincisini ölenin öte dünyaya gidişini kolaylaştırmak; onun hem geride bıraktıklarının gözünde hem de öte dünyada mutlu ve saygın bir ölü olmasını sağlamak için yapılan uygulamalar oluşturmaktadır. İkinci gruptakiler, ölenin geri dönüşünü engellemek, yakınlarına kötülükte bulunmasını önlemek için yerine getirilen uygulamalardır. Diğer grupta toplananlar ise, ölenin yakınlarının ruhsal durumlarını düzeltmek ve onları yeniden topluma dâhil etmek amacıyla yapılmaktadır (Çıblak, 2002: 607).
Eski Türklerin kendilerine özgü yas adetleri olduğu gibi, yine kendilerine göre defin merasimleri de vardır. Bu konu ile ilgili bilgileri Çin kaynakları vermiştir. Çin kaynaklarına göre, Eski Türk kavimlerinde yakma, ağaca asma, toprağa gömme gibi çeşitli ölü gömme adetleri vardır. Eski Türk kavimlerinde ölümden sonra öteki dünyada hayatın devam edeceği düşüncesine bağlı olarak, ölen şahsın mezarına ölünün gerekli elbiseleri, çeşitli eşyaları, silahları ve atları da gömülüyordu. Pazırık, Berel, Noin Ula ve Başadar kurganlarının açılması ile bunlara ait buluntular ortaya çıkarılmıştır. Altay dağları eteklerinde, Pazırık’ta açılan M.Ö. IV. ve III. yy’dan kalma kurganlarda Hunlar’dan birçok eşya ve bunlar içinde binlerce yıl bozulmayan insan ve hayvan ölüleri bulunmuştur (İltar, 2003: 3).
Eski Türklerde, insan ruhları genellikle “kuş” biçiminde düşünülmüştür. İnsanlara can vermeden önce bu ruhlar, gökte kuş olarak yaşarlar. İnsanlar ölünce de göğe uçarlar. İslamiyet’ten sonra dahi “sunkarboldı-sungur kuşu oldu” denilir. Şamanın gökyolculuğunda yardımcı ruhları, kuş ya da kanatlı hayvanlar olarak temsil edilmiştir (Artun, 2007: 3).
-
Şamanizm’de Ölüm
Şaman için ölüm kaçınılan bir olay gibi görünmektedir. O, yaşam için mücadele eder ve kötü ruhların etkisiyle gelen ölüm olayını ortadan kaldırmak için ayinler düzenler (Gülensoy, 2011: 214). “Lamalar yalnızca ölümle ilgili şeylerden söz ederken şamanlar yaşamla ilgili şeylerden söz eder” (Roux, 1999: 29), cümlesinden anlaşıldığı gibi şaman yaşama değer verir, ölüm kavramını hoş karşılamadığı gibi dile dahi getirmez. Örnek olarak Altay Türklerinde konuya dair tespitler vardır. Altay toplumlarında ölmeme arzusu çok güçlüdür. Yaşama arzusunun doğal bir sonucu olarak ölüm, büyük bir felaket ve derin üzüntülere yol açan bir olaydır. Bu sebeple ölüm karşısında korkuya kapılınarak, tüm imkânlar kullanılarak ölüme çareler aranmıştır (Ölmez, 2008: 13-14). Altay bayramı olan beyaz bayram sırasında bu durum söz konusudur. Yapılan dualardan sonra şaman şunları dile getirir: “Tanrı efendimizi korusun ve uzun süre mutluluk ve neşe içerisinde muhafaza etsin”. Tatarlar da doğum günlerinde bayram yapar ve inançları ne olursa olsun tüm topluluklar, papalar, Hıristiyanlar, Museviler, Müslümanlar ve diğerleri efendilerinin korunması, muhafaza edilmesi ve neşe, sağlık, güvenlik, refah içerisinde uzun bir ömür geçirmesi için övgüler, şarkılar söyleyerek tütsüler ve ateşler yakarak putlara ya da tanrılara dualar eder, yakarırlardı. Kırgızlar için ölüm felakettir ki şöyle ifade edilmiştir: “Çok mutluyum, her şey iyi gidiyordu. Sonra başıma bir felaket geldi. Öldüm. Bak bu çok üzücü” (Roux, 1999: 50, 62-63). Ölüm karşısında yapılan bir uygulama ise son derece göze çarpar niteliktedir: “Ölülerin akrabaları ve onun evinde yaşayanlar ateşle arıtılırdı… İnsanlar, hayvanlar ve çadırlar iki ateş arasından geçmek veya geçirilmek zorundaydı. Biri bir yanda, diğeri öteki yanda, iki (şaman) kadın su serperek büyülü sözlerle şarkı söylerdi” (Roux, 1999: 101-102). Şamanın ölümden kaçması Dede Korkut’la da temsil edilmiştir. Bununla ilgili olarak şamanın ölümden kaçma mücadelesini Dede Korkut kendisi için yapmaktayken; şaman, topluma yönelik olarak hareket etmektedir. Deli Dumrul’un Azrail ile mücadelesinde ölümden kaçan şamanı simgeler (Feyzioğlu, 2004: 54).
Ölülerin ruhları da göğe yükselebilen varlıklar arasında yer alır. Şamanist düşünceye göre, sadece kozmik düzen değil insanın kaderi de Tengri’ye bağlıdır; çünkü kıtlık, sel gibi birtakım kozmik işaretlerle hoşnutsuzluğunu belirtebilir veya düşmana boyun eğdiği, kağana isyan ettiği, bir elçiyi öldürdüğü, vb. için lanetlediği insanı ölümle cezalandırabilir. Onun bu kararı ölümlü insanı eşikte olma konumuna sokar ve her an yaşayanların dünyasından ölülerin dünyasına geçebilir. Bir başka şekliyle insan bilerek veya bilmeden yaptığı bir şeyden dolayı Tengri tarafından cezalandırılabilir ve onu ölümün eşiğine getirebilir. Bu eşik konumundan çıkıp eski konumuna dönmek için doğaüstü dünyalara yolculuk ederek doğaüstü varlıkları (tanrılar, cinler) görebilen şamanın yardımıyla dualarla, kurbanlarla Tengri’yi yatıştırmaya çalışır ve kendisine kut (hayati güç, şans, uzun ömür anlamlarına gelir) vermesi için yakarır. Aynı zamanda kötü ruhların da ölüm içerisinde bir yeri vardır; çünkü insanın ruhunu ele geçiren veya bedene giren kötü bir ruh (ya da aşağı düzeyde bir tanrı) onun ölümüne yol açabilir. Şamanlar bunu engelleyici bir rol üstlenerek onu eşik konumundan çıkarmaya çalışırlar (Altuntek, 2010: 26).
Şaman, ölüm ötesi yaşama gidişinde ölünün ruhunun ona koruyuculuk yapacağı büyüleyici psikolojik bir tören yapar. Bu pek çok kültürde önemli bir noktadır. Amur nehrindeki Goldi kabilesi arasında ölüler için seremoniyi şaman yönetir. Kayıp ruh terapisinde olduğu gibi, şaman kendi ruhunu ölüye eşlik etmesi için gönderir (Hultkrantz, 2009: 4). Şamanın ritüel ölüm anını yaşaması ve yeniden dirilmesi bütün insanların yaşadığı maddi mekandan öteki aleme geçirmeye hizmet eden bir vasıta olarak görülmesine neden olmuştur. Şaman bu vasıtayı gözle görülmeyen, akılla kabullenmeyen, bilimle onaylanmayan bir dünyayı öğrenmek için kullanır. Ölüp dirilme, şaman olmanın ana temasıdır. Ölüp-dirilmede çekilen çile, şaman dünya görüşüne yeni bir anlam kazandırır. Ritüel ölüm, şamanın kutsal bilimlerine sahip olması, yani sırra ermesidir. Ölüp dirilme töreni ölümün insan yaşamını bir dereceden daha yüksek bir dereceye çıkarmayı sağladığı düşüncesi ile ilgilidir. Ölüp dirilme, yaşamda yeni bir statüye geçişle olduğu için (mesela toplumda erginlik olarak bilinen belli bir yaş grubundan diğerine geçiş, gençler statüsüne veya gizli cemiyetlere alınma vs.) şamanlar bu arada bir dizi ritüel özellikli olgulara bağlıdırlar. Yani ölüp dirilme, şaman adayının varlığın bir alt aşamasından bir üst aşamasına geçişini ruhsal olarak gerçekleştirmesidir. Asıl olarak ölüp dirilen şaman, canlıdan daha çok bir ruh şeklindedir. Nitekim ruhlarla konuşan, onları gören, onların yanına giden, onlarla pazarlık yapan şamanın vücudu değil, ruhudur (Bayat, 2006: 50-51). Ölen bir şamanın davulu ve giysileri mezarın yakınındaki bir ağaca asılır ve şamanın ölüsü ise gece zamanı ya da akşamüzeri defnedilerek; mezarın bulunduğu yere bir daha uğranılmamaya çalışılır (Gülensoy, 2011: 284).
-
Halk İnançlarında Şamanizm’deki Ölüm İle İlgili
Uygulamalar
2.1. Mezar Yerlerinin Seçimi
Türkler, mezar kelimesiyle aynı anlamda “kereksür, kegür, kurgan, oba, bark, kümbet, türbe vs.” gibi isimleri kullanmışlardır. Eski geleneksel dinlerinden kalan bu anlayışlarını, kabul ettikleri pek çok yeni inanışları da birlikte devam ettirmişlerdir (Talas, 2009: 60-61). Türkler ve Moğollar, han mezarlarını, yüksek dağ başlarında gizli yerlere yaparlardı. Erişilemeyen, yanına yaklaşılması yasak olan bu han mezarlarına, Türkçe "kuruk" adı verilir, bekçilerine de "kurukçu" denirdi. Cengiz Han’ın ve bazı torunlarının mezarına, "büyük kuruk", Moğolca "yehe koruk" denirdi. Mezarların başka adlarla da anıldıkları biliniyor: Kurgan (höyük- tepe), kurgan- iv (ölü ev), kök kasana türbesi, sın- tübe (sıntepe), sın (resim, suret). Bu mezarlardaki heykellerde sığın (erkek geyik) ve at resmi bulunduğundan, bunlara sıntaş, sığıntaş, attaş da denir (Eröz, 1987: 282).
Orta Asya Hun Türkleri ölen atalarını, boy beylerini mezara gömerken, altın sırmalı elbiseler giydirip tabuta koyarlardı. Tabut daha sonra bir sanduka içine sonra mezara yerleştirilirlerdi. İki katlı olan Hun mezarlarında bir oda bulunurdu. Bu odada tabut, sanduka güney-kuzey istikametine göre yerleştirilirdi. Batı Hun Türkleri hakanı Atilla, ölümden sonra, altın, gümüş ve demirden bir tabut ve sanduka içine yerleştirildikten sonra, geceleyin gizlice bir yere gömülmüştür. Bu gizlilik ata ruhunun düşman eline geçmemesi, ona bir fenalık edilmemesi endişesi ve inancından kaynaklanmaktaydı. Atilla’nın mezarına düşmandan aldığı silahlar, kıymetli taşlarla süslü at takımları konmuştur. Gömüldüğü yeri kimse bilmesin diye, onu gömen köleler de öldürülmüştür (Kalafat, 1990: 102-13).
Mezara ağaç dikilmesi eski Türklerde yaygın olarak görülen ağaç kültüyle ilgilidir. Ağaç, yerin dibindeki kökleri, göğe doğru yükselen gövdesi ve gökyüzüne dağılan dal, budak ve yapraklarıyla olduğu kadar mevsimden mevsime kendini yenilemesi ve daha birçok özelliğiyle en eski dönemlerden bu yana dinî bir yapıya sahip olmuştur. Ayrıca çoğu zaman hayatın ve ebediliğin sembolü olarak kabul edilmiştir. Özellikle meyvesiz ve ulu ağaçlar kutsal kabul edilmiştir. Orta Asya Hun Türklerinin Ötüken’in dağlık arazisindeki kutsal sayılan bir çam ağacının etrafında özel bir âyin düzenledikleri ve kötü ruhlardan temizlenmek istenen yerlere ağaç diktikleri; bu tür uygulamaların Göktürklerde de bulunduğu kaynaklardan edinilen bilgiler arasındadır. Çeremisler, Buryatlar, Yakutlar, Başkurtlar, Kazaklar ve Kırgızlar arasında çam, kayın, ardıç, servi ve çınar ağaçlarına adaklar adanıp, kurbanlar kesilir. Her şamanın özel bir ağacı olup dilekte bulunulur. Yakut Türklerinde ise kayın ağacı önemlidir ve şamanla ağacı arasında bir bağ olduğuna; birinin hayatının ötekinin varlığıyla süreceğine inanılırdı. Günümüzde mezar başlarına ağaç dikme geleneğinin kökeni de söz konusu eski Türk inanışlarına kadar uzanmakta olup dikilen ağaçla ölen kişinin günahlarının affedilmesinde yardımcı olunacağına, böylelikle ölünün ruhunun memnun edileceğine inanılmaktadır (Çıblak, 2002: 612-613). Anadolu’da mezarlıklara bağlı bir başka uygulama ise ölünün defnedildiği günün gecesinde mezarın başında ateş yakma geleneğidir. Harput’ta ölünün yırtıcı hayvanlar tarafından mezarının eşilerek çıkarılmaması için mezarın başında ateş yakılır. Adana’da mezarın başında ilk üç gün, Ankara’nın Haymana ilçesinde ise bir gün ateş yakılır. Mezarda ateş yakma geleneğine Mersin’de ve Artvin’in köylerinde de rastlanmaktadır.
Halk arasında mezarda bir gün ya da üç gün ateş yakma geleneğinin vahşi hayvanları uzaklaştırmak için uygulandığı düşüncesi yaygın olsa da aslında bu durum ateşin Türkler tarafından kutsal kabul edilmesiyle açıklanabilir. Şamanist Türklerde ateşin her şeyi temizlediğine, kötü ruhları kovduğuna inanılır. Ateş ruhu için okunan şaman ilahilerinden anlaşıldığına göre aile ocağı ile ateş kültü birbirinden ayırt edilemeyeceği gibi ocak kültü de atalar kültüyle birbirine bağlıdır. Ocağın tütmesi, ateşin sürekli olarak yanması, ataların o ocakta, o yurtta sürekli bulunması anlamına gelir. Ataların canlarının ateşin içinde tecelli ettiğine inanıldığı için Türkler, ocağı ve ateşi kutsal saymışlardır. Mezar başında ateş yakma geleneğine Altay ve Yenisey Türk boylarında da rastlanılır. Bu yönüyle defin işleminin yapıldığı günün akşamı mezar başında ateş yakılması da söz konusu eski Türk inanışlarının günümüzdeki izleridir (Çıblak, 2002: 613).
Tatarların bazıları tarafından yas aşı başlamadan mezara gidip ölenin kendisini de aşa davet etme ve sonra onu geri mezara uğurlama gibi şamanizmden kalan en eski törenler de yerine getirilmektedir. Aynı tören şamanizm geleneklerini koruyan Çuvaş, Mari ve Udmurtlarda da vardır. Çuvaşlar ve Marilerde yas aşı mezara konularak doğrudan ölenin kendisine sunulmaktadır (Çetin, 2004: 1-16).
Altay Türkleri, Abakan Tatarları ölülerini dağ üzerindeki gizli yerlerde toprağa gömerek ölüyü tam giyinmiş durumda mezara bırakarak; yanına yol için bir torba yiyecek yerleştirirler. Oğuzlar ise ölüye elbise giydirme adetlerinin yanı sıra yayını kuşandırıp eline içki dolu ağaç bir kadeh ve önüne de içki dolu bir kap koyma adetleri mevcuttu. Kişisel eşyalarını da yanına bırakarak ölüyü çukurda oturtup, üzerini tavanla örtüp, mezar üzerinde de çamurdan kubbe gibi bir tümsek yapma adetleri vardır. Muğla, Milas ve Aydın’ın Söke ilçesine bağlı bazı köylerde ölünün elbiseleriyle, ayakkabıları, başlık-kavuk ve şapka ile genç kızların da gelinlikleriyle gömüldüklerine tanık olunmuştur (Talas, 2009: 64).
2.2. Ölüm (Defin) Sonrası Uygulamalar
Yapılan araştırmalarda, Türk ölüm adetleri temelde şamani inanca dayandırılmıştır. İnanca göre ise, hanın öldürdüğü ve onun için öldürülen adamlar öteki dünyada ona hizmet edeceklerdir. Türklerde bu inanç han tarafından öldürülen adamların heykelini (balbal) dikme şeklindedir. Bu şekilde öldürülen adamlara "bizim hakanımıza hizmet etmek için öteki dünyaya git!" diyorlardı (Barthold, 1947: 527).
Türklerde ölümle ilgili önemli uygulamalardan biri ölülerin defini sırasında yaptıkları törenlerdir; bunlara yuğ töreni denir. Bu törenlere yuğcı, sığıtcı adı verilen özel kişiler katılırdı. Bunların ilki, ölenin maceralarını hikâye edip anlatır, ikincisi ağlayıcılık görevini yerine getirirdi (Kalafat, 1990: 109). Türklerle ilgili bir yuğ töreninde aktarılan bilgiler şu şekilde verilmiştir: "…bir adam ölünce cesedini çadırına koyarlar. Oğulları, yeğenleri, ana, baba cihetinden akrabası hepsi birer koyun, birer at ya da çok sayıda sığırlar ve atlar öldürerek ona kurban ettiklerini göstermek üzere çadırın önüne uzatırlar. Sonra onun etrafında acıklı feryatlar kopararak atla yedi defa dönerler ve çadırın kapısına gelince bir bıçakla yüzlerini çizerler; o çiziklerden çıkan kanın gözyaşlarıyla karışarak aktığı görülür. Bu yedi defa dönmek bitince artık dururlar ve uğurlu bir gün seçerek ölünün bindiği atı, kullandığı bütün eşyayı yakarlar. Bunların külleri toplanır ve ölü belirli zamanlarda gömülür. Mesela, bir adam ilkbaharda veya yaz mevsiminde ölürse, yaprakların çıkması ve ağaçların çiçeklenmesi zamanına kadar bekletilir. Muayyen zaman gelince, bir çukur açılarak ceset oraya gömülür. Cenaze merasiminin icrası gününde, ölünün ilk vefat gününde olduğu gibi anne, baba ve akrabası bir kurban keserek atla koşarlar ve yüzlerini çizerler. Gömülme merasiminden sonra mezarın yakınına taşlar konulur ve bir kitabe dikilir. Dikilen taşların âdeti ölünün hayatı boyunca öldürdüğü düşman sayısına eşittir. Eğer bir kişi öldürülmüşse bir taş dikilir, kendilerine yüz veya bir taş dikilenler yok değildir. Bir babanın, bir büyük kardeşin yahut bir amcanın vefatından sonra, oğul küçük kardeş ve yeğenler, ölenin dulları veya kız kardeşleri ile evlenirler" (Orkun, 1994: 15). Cenaze törenleri şaman davullarının müziksel ritim düzeyinde çalınmasıyla da yapılırdı. Bunun Tatarlarda bir örneği vardır: “Tatarlar, öldüklerinde şeytanın ruhlarını almasından korkuyorlar ve bunun önüne geçmek için kam büyülü davulunu çalarak ve kandırarak şeytanı kovmaya çalışıyor” (Roux, 1994: 247).
Göktürk yazıtlarında belirtildiğine göre Türk halk inancında insanın ruhu öldükten sonra kuş yahut böcek şekline giriyormuş. Ölen hakkında uçtu denilmekle beraber Batı Türklerinde İslamiyeti kabulden sonra "öldü yerine; şunkar boldu" yani "şahin oldu" deyimi kullanılmıştır (Orkun, 1994: 15). Yakutların inancına göre ölüm halinde kut (can) bedeni terk ederek, kuş şeklini alır ve kâinatı kaplayan dünya ağacının dalları üzerine konar. Yakutlarda ruh, hayvan şekline de girmektedir (Eröz, 1992: 68).
Türklerde yasla ilgili inançlarda ölüm karşısında duyulan acı büyük bir üzüntüyle dışa vurma, eski Türklerde yaygın bir tavır olarak kendini göstermektedir. Çin kaynakları yas tutanların bağıra çağıra ağladıklarını, saçlarını dağıttıklarını ve elbiselerini yırtıklarını bildiriyor. Göktürklerin yas tutarken saçlarını kestiklerini, kulaklarını biçtikleri ve yüzlerini bıçakla çizip yaraladıklarını Kültigin ve Bilge Kağan’a düzenlenen matem törenleri bildirmektedir. Kırgız-Kazakların yas tutma tören ve adetleri de Göktürkler ve Oğuzlarınkine benzemektedir. Yas alameti olarak saç kesme ve yüzü yaralama adetlerinin Hunlarda da mevcut olduğu anlaşılmakta; Hunlardan kalma kurganlardan, kıymetli eşyanın yanı sıra saç örgüleri de çıkmaktadır. Noyin Ula’da Hunlara ait bir mezardan, ipek örtülere sarılı 17 saç örgüsü çıkmıştır. Kaynaklar Atilla’nın cenaze töreninde de saçların kesildiğini bildiriyor. Pazırık kurganlarında da saç örgüleri çıkmıştır. Sagaylar defin sonrası eve döndüklerinde ölünün dul kalan eşinin saç örgüsünün yarısını kesmektedirler. Kırgızlarda bu uygulama ölenin zevcesinin yanı sıra kızlarını kapsamaktadır (Eröz, 1992: 87; Başbuğ, 1986: 47-48). Türkler arasında görülen yas adetlerinden biri ise ölenin bindiği atın kuyruğunun kesilmesidir. Pazırık mezarından çıkan donmuş atların kuyrukları kesik ve yelelerinin de örtülü olması Türklerde bu uygulamanın çok eskillere uzandığını göstermektedir. Eski Oğuzlar, Kazaklar ve Kırgızlarda atın kuyruğunun yas alameti olarak kesilmesi âdeti vardır. Oğuzlarda bu âdetin Müslüman olduktan sonra da sürdüğü görülmekte; ayrıca onlarda karalar giyinmek ve yaslı çadıra bayrak asmak âdetinin de bulunduğu anlaşılmaktadır. Kırgız- Kazaklarda yaslı çadıra kara bayrak asılmakta; ölen şehitse yas alameti beyaz bayrağa dönüşmektedir. Yine Kırgız-Kazaklarda kadınlar matem sırası ağıt söylerken ters oturmakta ve elbiselerini ters giymektedirler (Ünay ve Güngör, 1988: 88). Ölünün gömülmesi adetlerinden en dikkat çekici olanı “cenaze töreninde elbiselerin ters giyilmesi” dir. Bu konuda ilk tespiti İbn Batuta, Sinop’ta bulunduğu sırada, İbrahim Bey’in annesinin cenaze töreninde elbiselerin ters giyilmesi âdetiyle karşılaşmıştır. Altay dağlarındaki Türk göçebelerinde ve Kırım Türklerinin yanı sıra Dede Korkut hikâyelerinde de bu adet vardır (Talas, 2009: 64).
2.3. Halk İnançlarındaki Bazı Şamanist Uygulamalar
Eski Türklerde göklere çıkan iyi ruhların dünyadaki akrabaları için tanrıdan şefaatte bulunmaları ve yeraltına giden kötü ruhların insanlara fenalık yapabileceği inancı vardır. Öyle anlaşılıyor ki geleneksel Türk dini içerisindeki iyi ve kötü ruh ayırımı ile ölümden sonraki hayat ve iyilerin göğe yükselmesi inançları oldukça eskidir (Görkem, 2001: 87). Türklerde ata mağaraları, ata mezarları, yani ölenlerin defnedildiği yerler, Türkler için kutsaldır. Ata mezarları belirli dönemlerde ziyaret edilir ve bu mezarlarda ataların ruhlarını memnun edecek şekilde ayinler yapılır, kurbanlar kesilirdi (Kalafat, 1990: 104). Doğu Anadolu yöresinde, mezarlık olan yerlere karşı büyük saygı gösterilir. Türkler mezarlara ölenin, savaşlarda öldürdüğü veya öbür dünyada hizmetindeki insanları temsil eden balbal adı verilen taşlar dikerlerdi. O insanların, bu şekilde ölünün ruhuna öbür dünyada da hizmet edeceklerine inanılırdı. Elazığ yöresinde Kocaköy’de balbal taşlarının olduğu tespiti vardır. Yine inançlara göre, koruyucu ruhları temsil eden kutlu hayvan heykelleri de mezar etrafına dikilirdi. Bunlardan bir tanesi de koç/koyun heykelleridir. Bu heykellerin Doğu Anadolu sahası mezarlarında yaygın biçimde kullanılmış olduğu görülmektedir. Bingöl, Bitlis, Erzincan, Erzurum, Diyarbakır, Kars, Van, Tunceli ve Malatya illerinde koç ve koyun heykeli mezarlara sık sık rastlanır. Bu buluntular Türk inançlarının yörede, İslami bir kimlik hüviyetinde devam ettiğinin göstergeleridir (Kalafat, 1990: 105).
Anadolu’da Tahtacılar arasında kazayağı biçiminde damgalar vardır. Bu damgayı üzerine almadan herhangi bir iş yapılmayacağı gibi mezarlara dikilen taş ve tahta parçalarına bu damga işlenmiştir (Yörükân, 2005: 20). Tunceli’de, ata mezarlarına, Orta Anadolu’da olduğu gibi büyük saygı gösterilir. Mezarlar orman içinde veya dağ tepelerindedir. Halk bu mezarları ziyaret edip kurbanlar kestikten sonra saz eşliğinde ağıtlar yakılır. Bu da eski Türk hayatında ata ruhlarını memnun etme inancının Tunceli’deki izleridir. Muş’ta özellikle Varto yöresinde buna benzer inançlar mezar kaldırma adı altında ata mezarı ziyaret edilerek devam etmektedir. Halktan kişiler mezar başına davet edilerek beraberinde söğüş kapama, helva, peynir getirirler. Delikanlı ve kızlar en güzel elbiselerini giyerek mezara çiçek bırakırlar. Sonra, mezarın üstü sökülür ve taşlarla etrafı düzeltilir, daha önce hazırlanmış mezar taşları dikilir, dua edilir. Kurulan sofralarda yemekler yenilerek dua ile tören bitirilir. Bu adet Orta Asya yuğ törenlerinin bir kalıntısıdır (Kalafat, 1999: 41). Doğu Anadolu’da mezar taşına yapılan hayvan, kuş, silah, bitki ve benzeri resimler ve hayat sahnelerini gösteren kabartmalar, yine eski Türk inançlarının bir devamıdır. Bunların bir kısmı, asıl adı ve fonksiyonları unutularak yapılmış olsa bile onlar ata ruhlarını memnun etmek, yardıma çağırmak düşmanla mücadeleye giderken silahlarını yanında bulundurmak inancından kaynaklanan semboller olarak yapılmışlardır. Elazığ’da evden cenaze çıkınca, evin içinde su kaynatılır ve buhar dumanın bütün evi kaplaması sağlanması yanı sıra cenazenin ardından da su dökülür. Böylelikle ölenin ruhunun dönüp sevdiklerini beraberinde getirmesine engel olunmak istenmektedir (Kalafat, 1999: 41).
Ölenin ardından definden sonra unutulmadığını ve öbür dünyada rahat etmesi, arandığını anıldığını göstermek için ölümünün üçünde, yedisinde, dokuzunda, kırkında ve yıl dönümlerinde tören yapılır ve ziyafet verilir. Ölü aşı dökülür ve ölü aşına çeşitli isimler verilir. Bunlar arasında kırk ekmeği, kazma takırtısı, kırk yemeği, can aşı, kazma kürek hakkı, hayat yemeği gibi isimler sayılabilir. Bu aşa çokça insan çağırılır. Kars ilinde ölü aşı için hayvan kesilir. Bunu yapamayacak derecede imkânları kıt olan ölü sahibine akrabaları ve komşuları yardım eder veya koç/koyun verir. Böylece ölenin memnuniyet duyacağına, ruhunun rahat edeceğine inanılır (Kalafat, 1990:112-113). Karakeçili Türkmenlerinde kansız kurban kapsamına giren bir uygulamada bilhassa kırsal kesimlerde mezarlara adak bezi bağlandığı görülmektedir. Adak bezleri türbedeki ağaç ve çalıların dallarına ve demir parmaklıklara bağlanmaktadır. Bütün Türk dünyasında yaygın olan bu uygulama için, Buhara şehrindeki Nakşibendî hazretleri türbesinin dış duvarına Arap ve Kril harfleriyle “İslamiyet’e hurafe katmayınız. Sadece Allah için dua edip ondan isteyiniz” tarzında levha asılmış olmasına rağmen, halk çaput bağlamak suretiyle bu tür uygulamalara itibar etmektedir (Kalafat, 1990: 41). Tuva ve Hakas Türklerinde ölenin ruhunun iyi yaşaması için bozuk para atılır. Haycı denilen Hakas destan anlatıcıları, üç gün boyunca ölü evinde destan icra ederken evde kalanlar uyumadan otururlar. Uyuyan olursa, ölenin ruhunun üzerinde dolaşacağından ve kısa süre sonra öleceğinden korkulduğu için hemen uyandırılırlar. Hakas Türklerinin inancına göre bir kişinin ruhu kırk gün insanların arasında gezinir. Ölen kişinin ve evinin kötülük ve felaketlerden korunması için haycı sabaha kadar kahramanlık destanı okumalıdır (Özkan, 2002: 607).
Tuva ve Hakaslar ölümün üçüncü gününden sonra mezarlık ziyareti ederler. Bunlar belirtilen şekilde bu ziyareti gerçekleştirirler: “Mezarlık ziyareti sırasında ateş yakarlar. Ateş, mezarın batı tarafında yakılır. Herkesin yemeğinde birer lokma ve içkisinden birer damla alıp ayrı ayrı çanaklara koyduktan sonra, mezarın üzerindeki taş yığınına atarlar. Bu sırada ölüye seslenerek, "bu içkiyi iç, bu yemeği ye, bunlar sana kısmet olsun" derler. Sonra taşın üzerine koydukları et ve şarabı ateşe atarlar. Şarabın tamamını, çanaktaki etlerden üç avuç alıp tekrar ataşe atarlar. Arta kalan etten birer lokma ölenin akraba ve komşularına veririler. İçki içip et yedikten sonra ölü evine gelirler. Geride kalanların mutsuz olacağı inancından dolayı yedi gün boyunca ölü evinden hiçbir şey dışarı çıkarılmaz. Ölünün ruhu için yirmi gün sonra evde, kırk gün sonra mezarlıkta, altı ay ve bir yıl sonra yine mezarlıkta yenilip, törenler düzenlenir. Tıpkı yedinci gün mezarı başında yapılanlar her defasında tekrarlanır, ateşe et ve içki atılır” (Özkan, 2002: 607). Altay Türkleri, öldükten sonra insanın başka bir hayata geçtiğine, Tuva Türkleri ise, ölünün ruhunun Erlik Han’a gittiğine inanırlar. Onun yeni hayatında güçlüklerle karşılaşmaması için yıkanan ölüyü mezara koyarken yanına yiyecek, tütün ve şahsi eşyalarını da koyarlar (Özkan, 2002: 605-606).
SONUÇ
Ölüm olayı tam bir yok oluş değildir. Eski zamanlardan itibaren ölüm sonrası ikinci hayat düşüncesi vardır. Buna yönelik olarak ölünün ruhunun rahat etmesi için çeşitli uygulamalar tespit edilmiştir. Ölünün mezarına yiyecek, giyecek bırakılması bu uygulamalara yöneliktir. Konumuz itibarıyla ele alındığı takdirde eski Türklerde ölüm gerek İslam öncesi ve gerekse de İslam sonrası bir yok oluş olarak algılanmamıştır. Şamanizmde ise ölüm hoş karşılanmaz. Ölüm olayı karşısında şaman önlemler alabilen kişi konumundadır. Aynı zamanda ölüm sonrası ruhun ortalıkta gezinip kötü tesirini önlemek için şaman ayinler düzenler. Kısaca belirtmek gerekirse ölüme dair yapılan uygulamalarda amaç ölünün, akrabalarının, dostlarının kötü ruhların etkisinden korunmasıdır.
KAYNAKÇA
Altuntek, N. Serpil. (2010). “A Symbolic Anthropological Analysis on “Flying” and “Gate” Metaphors on the Epitaphs of Bediüzzaman Grave in Şanlıurfa Province (Turkey)”, Journal of Faculty of Letters, Vol. 27, (1), s.15-32.
Artun, Erman. (2007). “Türklerde İslamiyet Öncesi İnanç Sistemleri-Öğretiler-Dinler”, s.1-23 http://turkoloji.cu.edu.tr
/HALKBILIM/erman_artun_inanç_sistemleri. pdf (3.04.2007).
Barthold, V. V. (1947). “Türklerde ve Moğollarda Defin Merasimine Dair ”. çev: Abdülkadir İnan, Belleten, C.XI, (43), s.515-539.
Başbuğ, Hayri. (1986). Aşiretlerimizde At Kültürü, İstanbul: Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı Yayını.
Çetin, Ç. Zaripova. (2004). “Tatar Türklerinde Cenaze Merasimleri”, Uluslararası Türk Kültüründe Ölüm. 25-26 Kasım, İstanbul: Marmara Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Merkezi, s.1-16.
Çıblak, Nilgün (2002), “Anadolu’da Ölüm Sonrası Mezarlıklar Çevresinde Oluşan İnanç ve Pratikler”, Türk Kültürü, Y.XL, (474), s.605-614.
Eröz, Mehmet. (1987). Atatürk Milliyetçilik Doğu Anadolu, İstanbul: Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı Yayını.
Eröz, Mehmet. (1992). Eski Türk Dini (Gök Tanrı İnancı) ve Alevilik Bektaşilik, İstanbul: Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı Yayını.
Feyzioğlu, Nesrin. (2004). “Dede Korkut Hikâyelerinden Duha Kocaoğlu Deli Dumrul Hikâyesi İle Basat’ın Tepegöz’ü Öldürdüğü Hikâyeye Simge ve İmgeler Bakımından Bir Yaklaşım”, Atatürk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, C.4, (2), s.51-60.
Görkem, İsmail. (2001). Türk Edebiyatında Ağıtlar, Ankara: Akçağ Yayınları.
Gülensoy, Tuncer. (2011). M.Ö. 4500-M.S. XIII. Yüzyıllar Arasında Barbar Türkler, Ankara: Akçağ Yayınları.
Günay, Ünver ve Güngör, Harun. (1998). Türk Din Tarihi, İstanbul: Lâçin Yayınları.
Hultkrantz, A. (2004). “Şamanizmin Çevresel ve Olgusal Yönleri”. çev. Ali Osman Abdurrezzak, Türk Kültürü ve Hacı Bektaş Veli Araştırma Dergisi, S.29, s.1-9.
İltar, Gazanfer. (2003). “Eski Türklerde Mezar Kültü ve Günümüze Yansımaları”, Türk Kültürü ve Hacı Bektaş Veli Araştırma Dergisi, S.27, s.1-8.
Kalafat, Yaşar. (1990). Doğu Anadolu’da Eski Türk İnançlarının İzleri, Ankara: Atatürk Kültür Merkezi Yayınları.
Kalafat, Yaşar. (1999). “Halk İnançları Çerçevesinde Karakeçililer”, Türk Kültüründe Karakeçililer Uluslar Arası Bilgi Şöleni Bildirileri. 3 Haziran 1999, Ankara: Atatürk Kültür Merkezi Yayınları, s.34-43.
Orkun, H. N. (1994). Eski Türk Yazıtları, Ankara: Türk Dil Kurumu Yayınları.
Ölmez, Özlem. (2008). Türk Folklorunda Ölüm Üzerine Sosyolojik Bir Çalışma, Yayınlanmamış yüksek lisans tezi, Sakarya Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü.
Özkan, Fatma. (2002). “Sibirya Türklerinde Geçiş Törenleri”, Uluslar Arası Türk Dünyası Halk Edebiyatı Kurultayı Bildirileri. 26-28 Mayıs 2000, Ankara: Kültür Bakanlığı, s.205–206.
Roux, J. Paul. (1999). Eskiçağ ve Ortaçağda Altay Türklerinde Ölüm. çev. Aykut Kazancıgil, İstanbul: Kabalcı Yayınları.
Roux, Jean-Paul. (1994). Türklerin ve Moğolların Eski Dini. çev: Aykut Kazancıgil, İstanbul: İşaret Yayınları.
Talas, Mustafa. (2009). “A Research on Traditions of Death in Mehmet Eröz”, ZfWT, Vol.1, (2), s.57-69.
Yörükân, Yusuf Ziya. (2005). Müslümanlıktan Evvel Türk Dinleri. haz. Turhan Yörükân, Ankara: Yol Yayınları.
Dostları ilə paylaş: |