Tarihçe
Mizaç bozukluklarından M. Ö. 400 senesinde Hipokrat mani ve melankoli kelimelerini
kullanmak suretiyle bahsetmiştir. Daha sonra melankoli hastalığının kara safradan mey-
dana geldiği üzerinde durulmuş, takip eden yıllarda Areatus ise manik depresif durumların
birbirleriyle alakalı durumlar olduğu üzerinde durmuştur.
1854 senesinde Falret mani melankoli hastalığını aynı hastalığın değişik görülüş
şekilleri olarak tarif ederken, 1863 senesinde Kahlbaum ise mani–melankoli hastalığını;
paranoya durumu dışındaki akıl hastalıklarının farklı bir hali olarak tarif etmiş ve “Sik-
lotimi” adını kullanmıştır. Baillarger ise hastalığı değişik mizaç ve düşünce bozukluğunun
oluşturduğu üzerinde durarak hastalığa “folie a double forme” adını vermiştir. 19. asrın
sonlarında Kraepelin hastalığın seyir ve belirtiler bakımından “Demantia Preacox” tan
farklı oluşu üzerinde durmuş ve DSM-IV tanı kriterlerine kadar değişik tasnifl ere tutulan
hastalık; en son tanıtım şeklini almıştır.
Duygudurum bozukluklarının alkol ile madde kötüye kullanımının artışıyla ve diğer
komorbid durumların (eşzamanlı görülen hastalıklar) da etkisiyle arttığı bilinmektedir.
Günümüzde çocuklarda ve gençlerde de görülebileceğinin bildirilmiş olması, depresyon
vakalarında kronikleşme, tekrarlama ve tedaviye direnç durumlarının oldukça yüksek
bulunuşu hastalığın sıklığındaki artışı yansıtır.
Son çalışmalarda çocuklarda sık görülmekte olan DEHB (Dikkat Eksikliği ve Hiper-
aktivite Bozukluğu) ile, iki uçlu (Bipolar) duygu durum bozukluğu arasında ehemmiyetli
derecede ilişki olduğunu yansıtan veriler bulunmaktadır.
İ.Ü. Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Sürekli Tıp Eğitimi Etkinlikleri
59
TÜRKİYE’DE SIK KARŞILAŞILAN PSİKİYATRİK HASTALIKLAR
Sempozyum Dizisi No:62 •Mart 2008 S:59-84
DUYGUDURUM BOZUKLUKLARI
Prof. Dr. Müfi t Uğur
Duygudurum Bozuklukları
60
Tanımlar
Duygudurum bozukluklarını “Nöbetler halinde ortaya çıkan, kişinin işlevselliğini ileri
derecede bozan, nöbetlerin iyileşmesi ve nöbetler arasında iyilik dönemlerinin bulunması
ile karakterize olup, seyrinde hastanın affeksiyon durumunda her zaman bir artmaya
sebep olarak döngüsel veya dönemsel biçimde tekrarlayan sendromlardır” şeklinde
tanımlayabiliriz.
Duygudurum bozukluklarının içinde en önemli olanlarından Majör Depresif Bozuk-
luk unipolar tipte bir durumdur. Major depresyon nöbetlerinin iyileşmelerine rağmen
hastaların büyük çoğunluğunda ortaya çıkan relapslar ile hastalık hayat boyu devam eder.
Oysa Bipolar Bozukluk seyrinde birden çok nöbet türünü bünyesinde bulundurması ile
tanınır. Bunlar manik nöbetler, depresif nöbetler hipomanik nöbetler ve karışık nöbetler
şeklinde olur. Bipolar bozuklukların seyrine hezeyan ve hallusinasyon da eklenebilir. Sik-
lotimi durumları ise iki yıl süreyle ve belli aralıklar ile manik nöbetleri takip eden depresif
nöbetlerin mevcudiyeti ile karakterize durumları oluştururlar.
Melankoli Soranius’a göre sürekli bir uyanıklık hali olup, öfke ve neşe dönemlerindeki
dalgalanmalara üzüntü ve değersizlik halinin eşlik ettiği durumlar olarak bildirilir.
Kraepelin klinik depresyonda ana patolojinin duygudurumda çökkünlük ile fi ziksel
ve zihni süreçlerdeki yavaşlama hali olduğunu, manik hastalarda ise duygudurumda can-
lanma ile fi zik ve zihni melekelerde artma olduğunu bildirmiştir. Kraepelin aynı zamanda
aşırı kaygı, sinirlilik, ajitasyon ve hezeyan gösteren ve elli (50) yaş üzerindeki hastaları in-
volusyonel melankoli adı altında tanımlamış ve bu durumu manik depresif hastalıklardan
ayırmıştır.
Endojen Depresyon kavramı ile bir takım biyolojik bozuklukların yol açtığı depres-
yon durumlarına işaret edilmiş, psikojenik depresyonlar ise daha çok dış streslere bağlı
olduklarından, bunlar bazı araştırmacılar tarafından eksojen depresyon olarak tarif
edilmiştir.
Duygudurum bozukluklarının epidemiolojisi:
Duygudurum Bozukluklarının yaygınlığının Şizofreni hastalığının yaygınlığından bi-
raz daha fazla olduğu bilinir. Etkilediği kişilerin günlük yaşam kalitesini önemli ölçüde
bozan durumlardır. Ciddi bozulmanın olmadığı durumlara subsendromal durumlar denir.
Bu yüzden ilerleme, kronikleşme riski taşıyan subsendromal durumların mutlaka erken ve
dikkatli tedavi edilmelerinde büyük fayda vardır. Subsendromal durumların ilerlemesiyle
alkol ve madde bağımlılığı ortaya çıkmakta ve iyi tedavi edilmemiş vakalarda ciddi ölçüde
intihar girişimleri ile ölümler olmaktadır.
En sık tek kutuplu bozukluk (Unipolar bozukluk-Unipolar Depresyon) ve çift kutuplu
bozukluk (Bipolar Bozukluk) şeklinde görülmektedirler. Tek kutuplu depresyonun deği-
şik alt gruplarının yaşam boyu prevelansı %20 civarında bulunurken, yıllık prevelansı
%10 civarında bulunur. Batı toplumlarında Tek uçlu–Unipolar depresyon daha yaygın bu-
lunurken, Uzak Doğu toplumlarında bu oran daha düşük bulunur. Bu yaygınlık oranına
Prof. Dr. Müfi t Uğur
61
toplumların psikososyal stresörler ile başa çıkma durumları, hayattan beklentileri, kül-
türel değerleri ile alkol ve madde tüketiminin yaygın oluşu olumsuz etki etmektedir. Buna
rağmen yapılan çalışmalar iki uçlu-Bipolar Bozukluğun bütün formlarının toplam görülüş
sıklığını %3 civarında olduğu, iki uçlu tip 1 in sıklığının ise % 1 civarında bulunduğu
bildirilmektedir.
Demografi k Faktörler:
Cinsiyet: Tek uçlu (Unipolar) majör depresyon vakaları kadınlarda yaklaşık iki kat
fazla görülür. Bu farklılık erken erişkinlik döneminde başlar ve 30-45 yaşlar arasında
belirginleşir. Hayat boyu da aynı oranda devam eder .Burada kadınların hayat boyu
karşılaştıkları hormonal değişikliklerin daha fazla oluşu ve ani oluşları ( menstrüel sik-
luslar, gebelik dönemlerindeki değişimler, post partum dönemlerdeki ani değişiklikler ile
menopoz dönemleri) etkili görülmektedir. Aynı zamanda kadınların stres olaylarına karşı
artmış duyarlılık hallerinin mevcudiyeti , daha çok maladaptif başa çıkma yöntemlerini
kullanmaları, buna karşılık erkeklerin madde ve alkol kullanımına baş vurmak suretiyle
daha çok depresif belirtilerini baskıladıkları gerçeği yatar.
İki uçlu bozuklukta (Bipolar Bozuklukta) cinsiyet oranı bütün alt grupların da
değerlendirilmesi ise, her iki cinste de aynı oranda bulunduğunu göstermektedir. Tek uçlu
(Unipolar mani) mani; depresyon olmaksızın ortaya çıkan bir durumdur ve erkeklerde
belirgin miktarda fazla bulunmaktadır.
Yaş: 45 yaş öncesi grupta bulunanlarda daha çok yaşam boyu devam eder. Tekrarlayan
tek uçlu majör depresyon vakalarında ortalama yaş sıklıkla 30-35 yıl arasındadır. Tek hec-
meli ( tek atak) majör depresyon vakalarında ise ortalama yaş biraz fazla bulunur. Gene-
tik yatkınlık halinin söz konusu olduğu durumlarda ise biraz daha erken yaşlarda görü-
lür. Sosyal stresörler gençlerde daha etkili olduğundan reaktif depresyonlar daha erken
yaşlarda görülürken, izolasyon, kişiler arası iletişim kaybı , tıbbi hastalıklara ve düşkünlük
durumlarına bağlı olan durumlara bağlı depresyonlar ileri yaşlarda ortaya çıkar. Erken
başlangıçlı depresyon türlerinde daima kadın - erkek oranı kadınlardan yana bir artış gös-
termektedir. İki uçlu durumlar için başlangıç yaşı 20 yıl civarındadır.
Irk ve etnik köken: Irk ve etnik kökenin duygudurum bozukluklarının görülüş sıklığı
üzerine önemli bir etkisinin olmadığı bilinmektedir.
Sosyal yapı: Sosyal yapıda ortaya çıkan değişikliklerden bekarlık ve dul kalma depres-
yon için bir risk faktörü oluşturur. Özellikle bekar ya da dul kalmış olan erkeklerde daha
sık depresyonlar görülürken , bekar bayanlarda; evli bayanlara göre daha düşük depresyon
oranlarının mevcut olduğu bildirilmektedir. Ancak erkeklerdeki majör depresyon atakları
bazen çok ağır seyrettiğinden; dul kalmış olan yaşlı erkekler arasında gerçek intiharların
frekansı da daha çok bulunur. Boşanarak birbirlerinden ayrılan bay ve bayanlar arasında
daha çok duygu durum bozukluğunun alt tiplerine rastlanmaktadır.
Aile parçalanmalarında (eşlerin ayrı ülkelerde, ayrı şehirlerde yaşamalarında, ölüm ve
ayrılıklarda) daha çok distimi vakalarının frekansında bir artış gözlenir.
Duygu durum bozuklukları işsizlik, boşanma ve gelir seviyesinde de azalmalara sebep
Duygudurum Bozuklukları
62
olduklarından bu durumlar insanların sosyal seviye ve ilişkilerinde de bir gerilemeye yol
açar.. Maniden çok hipomaninin olduğu durumlarda, özellikle hipomani ile birlikte sey-
reden iki uçlu tip II bozukluk durumunda akademik başarı ve sosyal ilişkiler ortalamanın
üzerinde bulunur.
Mevsimsellik: Ayrıca mevsimsel faktörlere bağlı olarak; güneş ışığından mahrum kal-
ma da depresif durumlara yol açar ve bunlara da mevsim depresyonları denilir. Sonba-
har mevsiminde güneş ışığından faydalanamamanın sonucunda; insanlarda beyinde bazı
merkezler (Nucleus Raphe) uyarılamadığından serotonin yapımı çok azalır ve bu durum-
larda melotonin artışı ile seyreden depresyon durumları yaşanır. Bu insanlara özellikle son-
bahar mevsimlerinde imkan bulduklarında ve gördüklerinde sabah doğan ve akşam batan
güneşi seyretmeleri tavsiye edilir. Bu saatlerde alçakta olan güneşe bakılabilir, zayıf olduğu
için retinaya zarar vermez ve ışıklar kırılmadan göze gelir, kırılmadan gelen ışıkların daha
faydalı olduğu bildirilmektedir. Oysa diğer zamanlarda görülen güneşe bakılmaz çünkü
tepeye çıktıkça kuvvetlenir ve retinaya zarar verebilir ,diğer şekilde algılanan ışıklar ise
kırılarak gelen güneş ışığıdır. Ülkelerin yerküre üzerinde bulunuş yerlerine göre senenin
belli zamanlarında insanların gördükleri güneş ışığı miktarı artarken, belli zamanlarda
azalmaktadır Azalması depresif durumlara sebep olurken; artığı durumda ise iki kutuplu
hastalığı olanlarda mani ya da hipomani durumlarına kayışlarda artma olur.
Çevre faktörü: Duygu durum bozukluklarında çevre faktörünü oluşturan, çocuğun
geliştiği ve büyüdüğü çevre, o çevrede kurduğu arkadaş ilişkileri, ebeveynden gördüğü
sevgi, şefkat ve güven duyguları ile çevresinden gördüğü sosyal destekler, çocukluk döne-
minde yaşadığı ortamın aşırı kalabalık oluşu, ekonomik mahrumiyetler, yakın aile fertleri-
nin kötü alışkanlıkları veya ciddi fi zik ya da psikiyatrik hastalıkları ile; “yüksek genetik
risk durumuna sahip olma halinde”, çevre faktörünün kötü gidişi önemlidir. Kalabalık
ortamlarda yaşamanın ortaya çıkardığı stres etkisinin dahi etkisinin olumsuz yönleri
kaçınılmaz olarak kendini belli eder. Burada düzensiz ve sıkıntılı yaşanan bir şehir hayatı
bile etkisini olumsuz gösterir. Bunların yanı sıra ani yaşanan mutluluk verici durumların
da hassas kişilerde; manik veya depresif atakları tetiklediği bilinir
Duygu durumu bozukluklarında genetik:
Duygu durumu bozukluklarının seyrinde genetik ön yatkınlık halinin mevcudiyeti ve
kromozomlar üzerindeki sorumlu gen sahalarının aydınlatılması için çalışmalar sürmek-
tedir.
Yapılan aile çalışmalarında farklı derecelerdeki akrabalıklarda, hastalık oranlarını
belirleyen çalışmaların mevcudiyeti duygudurumu bozukluklarının ailevi ve genetik
geçişi hakkında önemli bilgiler verir. Yapılan aile çalışmaları birinci dereceden akrabalar
arasında iki uçlu (Bipolar) bozukluk olması halinde, bunların çocukları ve biyolojik yakın-
ları arasında iki uçlu bozukluk frekansı normal populasyondan % 8 daha fazla bulunurken,
tek uçlu bozukluk (Unipolar bozukluk) olduğunda, bunların birinci dereceden akrabaları
arasında Unipolar bozukluk normal populasyondan %15 ila %23 kadar daha fazla bulunur.
Tek yumurta ikizlerinde iki uçlu bozukluğun görülüş sıklığının %35 civarında bulunması
Prof. Dr. Müfi t Uğur
63
genetik intikalin önemini gösterir.
Yapılan evlat edinme çalışmaları da oldukça önemli sonuçlar vermektedir. Bu
çalışmalarda evlat edinen aile sosyal ortamı ve çevre faktörünü temsil ederken, çocuğun
biyolojik ebeveynleri ise genetik ortamı temsil ederler. Evlat edinilen vakaların hastalıkları
halinde; bunların biyolojik ebeveynlerinde tek uçlu bozukluğun (Unipolar bozukluk) nor-
mal populasyondan iki kat fazla, görüldüğü bildirilmektedir. Diğer çalışmalarda bu tür
çocukların biyolojik akrabaları arasında intihar vakalarının altı kat daha fazla görülüşünün
bildirilmesi, tek uçlu bozukluk oranında üç ila dört katlık bir artışın oluşu genetiğin önem-
ini yansıtmaktadır.
Bütün bulgular duygudurumu bozukluklarının epidemiolojisinde genetik geçişin
önemli olduğu; ancak bu konuda hala daha çok genom çalışmasının yapılmasına ihtiyaç
bulunmaktadır.
Duygu Durumu bozukluklarında Nörobiyoloji
Merkez Sinir Sistemindeki kognitif fonksiyonlarda önemli derecede bozulmaların
oluşu duygudurumu bozukluklarının nörobiyolojisini karşılamaktadır. Duygudurumu
bozukluklarında olumsuz yorumlar ve olumsuz düşüncenin egemenliği vardır. Hafıza
ise ileri derecede bozulmuştur. Ağır durumlarda hezeyanlar ve hallüsinasyonlarla birlikte
gerçeği değerlendirme de ileri derecede bozulur. Ortaya çıkan bu değişiklikler hipokam-
pus, prefrontal korteks ile limbik sistemin bozulduğunu gösterir. Aynı zamanda duygudu-
rum bozukluklarında ilgiler ve tepkiler ya çok azalmış, ya da çok aşırı artmış biçimdedir.
Ağır depresyon durumlarında iştah ve libido gibi temel fonksiyonlarda da önemli bozul-
malar olur. Yaşanan anhedoni hali ile, nihilizm düşünceleri talamus, hipotalamus, nukleus
akumbens ve prefrontal korteks faaliyetlerinin bozulduğunu gösterir.
Ağır depresyon durumlarında motor hareketlerin başlatılması ve sürdürülmesinde de
bozulmalar olur. Ortaya çıkan psikomotor retardasyon hali ile ajitasyon hali birlikte görü-
lebilir. Yürüyüşü bozulmuş, alın kaslarındaki gerginlikten adeta iki kaş arasında vertikal
biçimde iki hat belirgin hale gelmiştir. Yüz kaslarını tutan; motor retardasyon sonunda
ortaya çıkan atoniden dolayı yüzün alt kısmı ile üst kısmı arasında mimik uyumsuzluk
hali meydana gelir ve bu duruma mimik diskordans adı da verilir. Yürüyüşün bozulması
,postürde kifotik durumun gözlenmesi, ile saç çekiştirme, dudak ısırma, tırnak yeme gibi
bir dizi istemdışı stereotipik hareketler ortaya çıkmakta, davranışların durgunlaşması ile
birlikte kompulsif bir takım kaşınma durumlarına rastlanmaktadır.
Yaş ilerledikçe psikomotor retardasyon ve anhedoni halinde bir artma gözlenir. Sey-
rinde çok kez uykusuzluk olurken, ara sıra da aşırı uyumadan bahsederler. Her zaman
kendilerinin ileri derecede yorgun oluşlarından ve sabah dinlenememiş olmaktan şikayet
ederler. Yaş ilerledikçe de uykuyu sürdürmeleri güçleşir. Uykuları erkenden sonlanır;
depresyonluların büyük çoğunluğunda ortaya çıkan bu duruma terminal insomni denir.
Endojen depresyonlularda (Melankoli) belli bir tetikleyici olmadan ortaya çıkan anhe-
doni, duygusal tepkisizlik, psikomotor bozukluk, kilo kaybı, erken uyanma ve sabah ken-
dini kötü hissetme durumları egemen olurken, reaktif depresyonlularda stres durumlarından
Duygudurum Bozuklukları
64
etkilenerek, genç yaşta ortaya çıkan depresyon durumları kastedilir. Depresyonların erken
yaşta başlaması hastaların aynı zamanda kişilik yapıları üzerinde de olumsuz etkiler gös-
terir. Nörovejetatif belirtiler ile seyreden reaktif depresyon vakaları aşırı iştah artışı, kilo
alımı ve aşırı uyuma (hipersomni) yatkınlığı gösterirler. Bunlara atipik depresyonlar adı
da verilir. Trisikliklere az cevap veren bu vakalar M.A.O.İ ‘lerine ve Elektroşok tedavisine
oldukça iyi cevap verirler.
Depresyonda Nörotransmisyon
Norepinefrin, serotonin. dopamine ile asetil kolin beyin sapından salgılanarak bütün
beyin fonksiyonlarını kontrol eden nörotransmitterlerdir. Birçok devre arasındaki iletiyi
ortaya çıkardıklarından, bu biyojenik aminlerin fonksiyonlarının bozulması değişik bozuk
davranışlar ve ruhsal bozukluk hali olarak çevreye yansır. 1965 senesinde ileri sürülmüş
olan Monoamin hipotezi günümüzde hala değerini korumaktadır. Bu hipoteze göre depres-
yon vakalarında serotonin ve Norepinefrin isimli monoamin nörotransmitterler yetersiz
bulunur.
a-Norepinefrin: Beyin sapında bulunan Locus ceruleusta yapılmaktadır. Depresyon
vakalarında bu maddenin hem azlığı hem de aşırılığı depresyon durumundan sorumlu
olurken; depresyonlarda merkezi noradrenerjik aktiviteyi bozarak hipotalamus, bazal
ganglionlar, limbik sistem ve değişik korteks bölgeleri ve otonom sinir sistemi ile olan
haberleşmelerde de bir düzensizliğe sebebiyet verir.
Depresyonlarda azalmış aktivite ve motivasyon azalması, yaşamdan zevk almanın
ortadan kalkması, libidoda zayıfl amanın ortaya çıkması noradrenerjik tonus ile ilgilidir.
Bazı durumlarda depresyonlarda da noradrenerjik aktivite artışına rastlanır. Bu sirkadian
ritimlerde kayma ile kendini gösteren, otonom sinir sisteminin sempatik bölgesini aşırı
uyarmak suretiyle organizmada bir sempatik tonus artışı meydana getirip adrenal medulla
üzerine olan etkisinin de sonucu olarak kortizol üretimini arttırıp; davranışsal olarak aşırı
yavaşlamış ve baskılanamayan Deksametozon Supresyon Testi veren depresyonlularda
görülür.Bu maddenin methyl hydroxy phenyl ethylenoglycol (M.H.P.G) isimli metabo-
litini ölçerek plazma seviyesi hakkında bilgi sahibi olmak mümkündür. İdrar ile atılan ve
beyin norepinefrinine ait bir metabolit olduğundan, ölçülmesi ile hastanın beyin Nore-
pinefrin seviyesi hakkında bilgi edinilir. Norepinefrinin aynı zamanda diğer nerotransmit-
ter sistemlerine de alfa–heteroseptörler aracılığı ile 5-HT inhibitör nöronlarını harekete
geçirmek suretiyle kontrol edici bir etki gösterir. Böylece ortaya çıkan uyarılmaların aşırı
boyutlara varmadan kontrol edilip durdurulması sağlanır.
b-Serotonin: Beyin sapında bulunan Raphe çekirdeği tarafından imal edilen bir
nörotransmitterdir. Buradan bütün beyin sahalarına; özellikle hipokampus, septum, bazal
gangliyonlara ve hipotalamusa projekte olur. Diğer nöronlar üzerinde kurduğu sinaptik
bağlantılar sayesinde bir oto reseptör görevini de yüklenerek diğer sistemlerin nörotrans-
mitter salgılamalarını kontrol ederek serotonin değişik mizaç durumları, anksiyete,
uyanıklık, irritabilite, düşünce, yüksek zihni melekeler (cognition), iştah, sirkadian ritim-
ler-uyku, beden ısısı ve mevsimsel ritimler, ağrı duyumu ile nöro-endokrin fonksiyonları
Prof. Dr. Müfi t Uğur
65
(metabolizma ve cinsel fonksiyonlar) da kontrol eder ve düzenler. Serotonin çok zaman
içe döndürülen öfke kontrolü üzerinde frenleyici bir rol oynar ve insanın kendi öfkesini
kendine yönlendirmesine engel olur.
Serotonin bu geniş spektrumlu etkisini değişik ikinci reseptör sistemlerini uyararak or-
taya çıkarır. Böylece günümüzde değişik etkilerinin bilindiği 15 e yakın ayrı serotonin
reseptörünün mevcudiyeti bilinmektedir.
İntihar vakalarının yapılan postmortem tetkiklerinde bu vakaların beyin dokularında
artmış serotonin reseptörünün bulunması bu insanların serotonin azlığı içinde, bu reseptör-
lerini arttırdıklarını yansıtır (upregulasyon). Bu vakaların daha çok depresyonlu olanlarının
intihar ettiklerinin bilinmesi; depresyonda serotonin azlığını kanıtlamaktadır.
Serotonerjik nöronlar locus ceruleus üzerindeki noradrenerjik nöronları kontrol ede-
rek beta adrenerjik fonksiyonları düzenlerlerken alfa ve beta adrenerjiklerin de serotonin
nöronları üzerine etkileri vardır. Aynı zamanda mezolimbik ve nigrostriatal dopaminerjik
nöronları da kontrol ederek dopamıne salışını kontrol altında tutarlar. Striatum ve nukleus
akkumbenste serotoninin ile kontrol edilirler. Glukokortikoid reseptörlerine etki ederek
stresin kontrolünde da önemli rol üstlenen serotonin, gen sunumunu da kontrol eder .
c- Dopamine: Hipodopaminerji sonunda hedefe yönelik davranışların icrasında bo-
zulma olur, depresyonlarda düşmüş motivasyonu, ilgisizliği ve hareket yavaşlamasını izah
etmektedir. Dopaminerjinin artması da manik durumları yansıtır.
Salgılanmakta olan dopamine ise bazal ganglionlara etki etmek suretiyle istem dışı
hareketleri yöneterek ayna zamanda öğrenme, hafıza ve affeksiyon durumlarını yöne-
tir. Mezo-kortikal dopamın; ventral tegmentum ile orbito frontal korteks üzerinden
motivasyonları konsantrasyonu, karmaşık kognitif fonksiyonların yürütülmesini sağlar..
d- GABA: Gaba major bir inhibitör nörotransmitterdir. Bunun noradrenerjik sistem
üzerindeki inhibitör etkisinin ortadan kalkması ,noradrenerjik nöronların aşırı etki altına
girdiklerinde kontrol edilemeyip ,nasıl bir takım huzursuzluk., ajitasyon ve irritabilite hal-
lerine sebep olduklarını yansıtır.
e- Asetilkolin: Asetilkolin beyinde yaygın bulunur. Kolinerjik nöronların Norepinef-
rin, Serotoninin, Dopamine nöronları ile karşılıklı bağlantıları bulunur. Kolinerjik ileti
depresyonda artarken, manik durumlarda azalır. Kolinerjik aktivite beyindeki mükafat ve
cezalandırma merkezlerinde yoksunluk belirtilerine sebep olarak depresyon yapar. Keza
altikolinerjiklerin aniden kesilmesinin akabinde görülen kolinerjik rebound hali ile de
depresyon gelişir. Keza serotonerjik ve Adrenerjik reuptake blokajı yapan antidepresif i-
laçlar kendi Antikolinerjik etkileri sayesinde depresyonda ortaya çıkmış olan Kolinerjik
aktivitenin azaltılmasında yardımcı olurlar. Tedavi ile düzelen depresyonlu hastaların bi-
rinci dereceden yakınları üzerinde kullanılan Kolinerjik agonistler ciddi yan etkilere sebep
olarak, gizli duran depresif durumları süratle harekete geçirebilmektedir.
Depresyonda Hormonsal Durumlar
a-H.P.A aktivitesi= Depresyon durumlarında gözlenen hiperkortizolemi neticesinde
idrar ile atılmakta olan serbest kortizol miktarında da artma olur. Sentetik glukokortikoid
Dostları ilə paylaş: |