Liberaller, devleti toplum içinde rekabet ve mücadele eden sınıflar arasında sosyal düzeni sağlamak için gerek
li, tarafsız bir hakem olarak görürler. Klasik liberaller devleti gerekli bir kötülük olarak görürler ve minimal devleti
överler, modem liberaller özgürlüğü genişleten ve fırsat eşitliğini sağlayan devletin pozitif rolünü vurgularlar.
Muhafazakârlar, devleti otorite ve disiplini sağlayarak, toplumu kaos ve düzensizlikten koruma ihtiyacıyla
bağlantılı olarak gördükleri için geleneksel olarak güçlü bir devleti tercih ederler. Geleneksel muhafazakârlar dev
let ve sivil toplum arasında pragmatik bir dengeyi desteklerken, neo-liberaller bürokratik işlemlerle ekonomik
başarıyı engellediği için devletin etkisinin aşağı çekilmesini benimser.
Sosyalistler, devletle ilgili birbiriyle çatışan görüş açılarına sâhip olmuşlardır. Marksistler sınıflar arasındaki
mücadeleyi düzenleyen devlet ve sınıf sistemi arasındaki bağlantıyı vurgularlar. Diğer sosyalistler devleti ortak
faydanın somutlaşmış hâli olarak görürler ve bu yüzden sosyalizmin hem sosyal demokrat hem de devletçi-ko-
lektivist şekli, devletin müdaheleciliğini onaylar.
Anarşistler, devletin gereksiz bir kötülük olduğu kabul ederler. Devletin hâkim, baskıcı ve zorlayıcı otoritesi
güçlü, ayrıcalıklı seçkinlerin baskısından daha az masum değildir. Devlet doğal olarak baskıcı ve zâlim olduğu için
tüm devletlerin aynı karakteri vardır.
Faşistler, totaliteryanizme (bkz. s. 223) olan inançlarından ötürü, özellikle Italyan geleneğinde, devleti, ulusal
topluluğun bütünlüğünü yansıtan üstün etik ideal olarak görürler. Naziler devleti içinde ırk veya ulus bulunan bir
damar olarak görürler.
Feministler, devleti; kadınları kamusal veya siyasal hayattan dışlamaya veya bu alanda onları İkincil konuma
itmeye yarayan ataerkil devletin, erkek iktidarının bir aracı olarak görürler. Liberal feministler yine de devleti,
seçimlerle hayata geçirilebilecek reformların bir aracı olarak görürler.