21. YÜ ZYILD A M İLLİYETÇİLİK Pek az siyasî ideoloji milliyetçilik kadar uzun bir süre öleceğine yönelik söylemlere rağmen varlığını
sürdürebildi. 1848’in hemen başlarında Marx “Millî farklılıklar ve zıtlıklar günden güne ortadan kalk
maktadır” iddiasında bulunmuştu. Benzer bir şekilde, millet inşa süreçleri projesi olarak milliyetçili
ğin ölümü, Avrupa’nın millî self-determinasyon ilkesiyle yeniden şekillenmesini takip eden Birinci
Dünya Savaşından sonra, Afrika ve Asya başta olmak üzere farklı coğrafyalarda kolonileşmenin sona
ermesinin bir sonucu olan İkinci Dünya Savaşından sonra da ilân ve iddia edilegeldi. Millî-devlet-
lerden müteşekkil bir dünyanın kurulmasıyla milliyetçiliğin daha sonraki rolü ne olacaktır? Bunun
ötesinde, 20. Yüzyıl boyunca, ekonomik ve siyasî hayatın ilerlemeci bir biçimde milletlerarasılaşma-
sıyla millet adedi de fazlalaştı. Uluslararası örgütler, -Birleşmiş Milletlerden Avrupa Birliğine, Dünya
Ticaret Örgütünden Uluslararası Para Fonuna (IM F )- birer birer yetkileri milletlerden alarak dünya
politikasına hâkim hâle geldi. Bu olgu yaygın olarak “küreselleşme” olarak tanımlandı.
Küreselleşme millî farklılaşma fikrinden kaynaklanan siyasî doktrinler ve millî-devlet üzeri
ne uzun vadeli bir etki yarattı. Örneğin, yatırım kararlarının millî hükümetlerin eylemleri yerine
ulus aşırı şirketler tarafından alındığı maddî refah anlamına gelen bütünleşmiş bir küresel ekonomi
bu algılayışların sonucunda ortaya çıktı. Kültürel açılardan, uçak seyahatlerinin artışı, dış turizm,
uydu televizyonu ve İnternet ve küreselleşme gibi parametrelerin anlamı, piyasa kökenli tüketim
toplumunun, başka bir ifadeyle dünyanın “M cDonald’slaşması’ nın yaygınlaşmasıydı. Dünyanın
farklı bölgelerinde farklı insanlar aynı filmleri izlerler, aynı yemekleri yerler, aynı sporlarla eğlenir
lerken acaba milletlerin hâlâ etkin ve anlamlı kategoriler olarak hayatiyetlerini sürdürebilecekleri
düşünülebilir mi? Tüm bu gelişmelerin umutsuz boyutu dikkate alındığında, 21. Yüzyıl siyasî mil
liyetçiliğinin nihaî çöküşüne tanık olacaktır.
Ne var ki, en azından iki faktör milletin siyasî öneminin devamını sağlamaktadır. Birincisi,
görünen o ki, geleneksel yurttaşlık ve millî bağların zayıflaması üzerine küreselleşme, etnik temelli
ve bazen de milliyetçiliğin saldırgan şekillerini ateşleyebilir. Uzlaşmacı millî-devlet anlamlı kolektif
kimlikler üretmede artık yetersizse yerini, din, dil, etniklik ya da ırka dayanan “partikülarizm’ e bı
rakabilecektir. Eski Sovyet Bloku’nun ve özellikle eski Yugoslavya’nın pek çok bölgesinde etnik ça
tışmaların patlaması henüz gerçekleşmişken, merkezkaç milliyetçilikler de İngiltere, İspanya, İtalya
ve Belçika gibi devletlerde köklerini bulmuşlardır.
İkincisi, küreselleşme, millî projeye, gittikçe globalleşen ve bağımsızlaşan dünya milletlerinin
geleceği adına bir yol haritası çizerek, yeni bir anlam ve önem katabilir. Bu açıdan küreselleşme,
toplumları kayganlaşan ve rekabete açılan bir düzlem de bir sosyal dayanışma ve kimlikle besle
yerek, milletlerin kendilerini yeniden inşa etmelerine imkân sağlayabilir. Farklı yollardan Singa
pur, Malezya, Avustralya, Yeni Zelanda ve Kanada gibi devletler, millî kimliklerini esas itibariyle
geleceğe yönelerek ama geçmiş bileşenlerini bir araya getirerek yeni bir benlik tazeleme sürecine
girmişlerdir