Siyasi. İDeolojiler



Yüklə 11,67 Mb.
Pdf görüntüsü
səhifə24/240
tarix11.08.2023
ölçüsü11,67 Mb.
#139183
1   ...   20   21   22   23   24   25   26   27   ...   240
1723-Siyasi Ideolojiler-Andrew Heywood-Chev-K.Bayram-O.Tufekchi-H.Inac-2011-345s (1)

Rasyonalizm / Akılcılık [Rationalism ]
a
Rasyonalizm, dünyanın rasyonel bir yapısı olduğu ve bu yapının insan aklı ve eleştirel soruşturmayla ifşa edile­
bileceği inancıdır. Felsefî bir teori olarak da rasyonalizm, emprisizmin aksine bilginin, tecrübeden ziyade akılla 
edinildiği inancıdır. Ancak genel bir ilke olarak rasyonalizm, insanların dünyalarını anlama ve açıklama ve de so­
runlara çözüm bulma kapasitelerine aşırı derecede vurgu yapar. Rasyonalizm, insanların tutumları ile ilgili olarak 
birtakım amaçlar öngörmese de, bu amaçların peşinden nasıl gidilmesi gerektiğini kesinlikle belirler. Rasyona­
lizm, gelenek veya göreneğe dayalı ya da rasyonel olmayan güdü ve dürtülerin aksine, ilke ve aklın yönlendirdiği 
davranışları vurgular.
zamanda, başkaları için sorumluluk yüklenmiş kişilerin kendi konumlarını (yine kendi) amaçları 
uğruna kötüye kullanma ihtimâlini de yaratır.
Rasyonalizmin bir diğer mirası da, liberallerin, güçlü bir şekilde ilerlemeye inanma eğilimle­
ridir. İlerleme tam anlamıyla gelişmek, ileriye doğru hareket etm ek demektir. Liberal bakış açısına 
göre, özellikle bilim sel devrim marifetiyle ortaya çıkan bilgi artışı, sadece insanlara dünyalarını 
anlama ve açıklamayı mümkün kılmakla kalmadı; bu dünyanın daha iyi şekillendirilmesine de yar­
dımcı oldu. Kısaca aklın gücü insanoğluna, kendi hayatlarının sorumluluklarını yüklenme ve kendi 
yazgılarını belirleme kapasitesi bahşetmiştir. Sonuçta rasyonalizm, insanlığı geçmişin pençesiyle 
beraber gelenek ve görenek yükünden de kurtarmıştır. Beşerî bilgi ve anlayış envanteri ilerlemeci 
bir tarzda arttığından her bir kuşak, kendinden öncekinden daha ileriye gidebilmektedir. Bu aynı 
zamanda eğitim üzerindeki karakteristik liberal vurguyu da açıklamaktadır. İnsanlar kendilerini 
bilgi edinmeyle ve önyargıyla beraber bâtıl inancı terk etme yoluyla geliştirebilirler. Özellikle m o­
dern liberal anlayışta eğitim, kendi başına, özünde iyidir. Eğitim, kişisel olarak kendini geliştirme 
ve geniş ölçekte de tarihsel ve sosyal ilerlemenin hayatî aracıdır.
Ayrıca akıl; tartışma, münazara ve akıl yürütmenin önemine ışık tutma açısından hayatî önem 
taşır. Liberaller, insanları, aklın rehberliğindeki yaratıklar olarak görme çerçevesinde, insan doğa­
sı hakkında genellikle iyimser bir görüşe sahip olsalar da, insan mükemmelliği şeklindeki ütopik 
amentüyü nâdiren desteklerler. Çünkü liberaller, bencil çıkarı ve bencilliğin gücünü kabul ederler. 
Bunun kaçınılmaz sonucu da rekabet ve çatışmadır. Bireyler kıt kaynaklar için mücadele ederler; 
iş dünyası kâr artırmak için rekabet eder; devletler güvenlik veya stratejik avantaj için çarpışırlar 
vs. Liberal tercih bu çatışmaların kesinlikle, tartışma ve müzakere yoluyla giderilmesi tarafındadır. 
Aklın en büyük avantajı, çatışan iddia ve taleplerin değerlendirilebileceği bir zemin sunmasından 
kaynaklanır -b u iddialar analizler karşısında durabiliyor mu? Bu iddialar “makûl” mü? Bunun yanın­
da akıl, çatışmaların barışçı yollardan çözümlenmemesinin ortaya çıkaracağı maliyeti, yani şiddeti, 
kan dökmeyi ve ölümü de gözler önüne serer. Tüm bunlardan dolayı liberaller, zor kullanma ve sal­
dırganlığa başvurmayı onaylamazlar; örneğin savaş her zaman, gündeme getirilecek son çare olarak 
görülür. Şiddet, sadece aklın iflâsının bir göstergesi değil, aynı zamanda irrasyonel olan kan şehveti


ve kendi başına bir amaç olarak iktidar arzusunun da salıverilmesi demektir. Liberaller, güç kullanı­
mının sadece nefsî müdafa durumunda veya baskıya karşı koyma aracı olarak haklılaştırılabileceğine 
inanırlar. Ancak bu kullanım her zaman sadece akıl ve muhakemenin başarısız olması durumunda 
söz konusu olabilir.
Adâlet
Adâlet, özel bir ahlâkî yargı tipini çağrıştırır; bu yargı da özellikle ödül ve cezaların paylaştırılma- 
sıyla ilgilidir. Kısaca adâlet herkese, “gereken” ne ise onun verilmesiyle ilgilidir. Dar anlamda sosyal 
adâlet, toplumda ücret, kâr, konut, tıbbî bakım, sosyal yardım vs. gibi ödül ve nimetlerin paylaştı­
rılması demektir. Liberal adâlet teorisi, çok çeşitli alanlardaki eşitlik inancına dayanır. Her şeyden 
önce bireycilik (bkz. s. 4 5 ), temel bir eşitliğe teslimiyeti ifade eder. Her bireyin eşit ahlâkî değer­
de olduğu anlamında, tüm insanların eşit olarak “doğdukları” kabul edilir. Doğal haklar veya insan 
hakları nosyonunda içkin olan fikir de budur. İkinci olarak, temel eşitlik, biçimsel eşitlik inancını 
da bünyesinde barındırır. Buna göre tüm bireyler, özellikle hak dağılımı açısından toplumda aynı 
biçim sel statüden faydalanmalıdırlar. Sonuçta liberaller; cinsiyet, ırk, renk, inanç, din ya da sosyal 
arka plan gibi etkenler temelinde bazılarının sosyal imtiyaz veya avantajlardan yararlanıp diğerleri­
nin ise dışlanmasına şiddetle karşı çıkarlar. Haklar; erkekler, beyazlar, Hıristiyanlar veya zenginler 
gibi hiçbir grubun tekeline verilmemelidir. Biçim sel eşitliğin en önemlileri yasal eşitlik ve siyasî 
eşitliktir. Yasal eşitlik, “hukuk önünde eşitliği” vurgular ve yasal çerçeveyle ilgili olmayan tüm et­
kenlerin, kesinlikle yasal karar alma süreciyle ilgili olmadığını ısrarla belirtir. Siyasî eşitlik ise “tek 
kişi, tek oy; tek oy, tek değer” fikrinde içkindir ve demokrasiye yönelik liberal sadakâtin temelini 
oluşturur.
Üçüncü olarak liberaller, fırsat eşitliği inancım benimserler. Her bir bireyin toplumda yükseli­
şi ve düşüşüyle ilgili eşit şansı olmalıdır. Bu anlamda hayat oyunu, aynı düzeydeki oyun sahasında 
oynanmalıdır. Bu, tüm ödül ve sonuçların eşit olması gerektiği ya da hayat ve sosyal şartların herkes 
için aynı olması gerektiği anlamına gelmez. Liberaller, sosyal eşitliği arzulanabilir bir şey olarak 
görmezler, çünkü insanlar aynı doğmamıştır. H er insanın farklı yetenek ve becerileri vardır ve ba­
zıları, diğerlerinden çok daha fazla çalışmaya hazırdır. Liberaller, liyakatin, becerinin ve çalışma 
arzusunun ödüllendirilmesi gerektiğine inanırlar. Aslında liberallere göre, eğer insanlar doğuştan 
getirdikleri becerileri geliştirme ve potansiyellerini gerçekleştirme güdüsüne sahip iseler, bu ödül­
lendirme gereklidir. Bir liberal için eşitlik, bireylerin sahip oldukları eşit olmayan beceri ve yete­
neklerini geliştirmek için eşit fırsata sahip olmaları demektir.
Bu da, tam anlamıyla yetenekli veya beceriklilerin yönetimi anlamına gelen meritokrasi anla­
yışına yol açar. Liyakat yönetiminin hâkim olduğu toplumda, servet ve sosyal konum eşitsizlikleri, 
insanlar arasında eşitsiz beceri ve değer dağılımının yansımasından başka bir şey değildir ya da bu 
eşitsizlikler, talih veya şans gibi insan kontrolünü aşan etkenlere dayanırlar. Böylesi bir toplum, sos­


yal olarak âdildir. Çünkü bu toplumda insanlar, cinsiyetlerine, derilerinin rengine veya dinlerine 
göre değil, beceri veya çalışma arzularına göre; ya da M artin Luther King’in ifadesiyle, “karakterle­
rinin içeriği’ ne göre değerlendirilirler. Geniş anlamda, sosyal eşitlik âdil değildir. Çünkü bu eşitlik, 
eşit olmayan bireyleri eşitlermiş gibi telâkki eder.
Ancak liberal düşünürler adâletin bu türden geniş ilkelerinin pratikte nasıl uygulanması gerek­
tiği hususunda fikir ayrılığına düşmüşlerdir. Klasik liberaller, hem İktisadî hem de ahlâkî zeminlerde 
katı bir liyakat yönetimi benimserler. Klasik liberaller İktisadî olarak, özendirici, teşvik edici şeylere 
olan ihtiyacı aşırı derecede vurgulamışlardır. Geniş ölçekli bir sosyal eşitsizlik, hem zengin hem de 
yoksullar için çalışmaya yönelik çok güçlü bir özendirici etkendir: Zenginlerin daha fazla servet edi­
nebilme ihtimâli ve yoksulların sefaletten kurtulma yönündeki şiddetli arzuları. Bireyler servetlerini 
âdil bir şekilde edindiği veya aktardığı sürece, nihaî servet dağılımı ne kadar eşitsiz olursa olsun âdil 
olmalıdır. Daha yetenekli olanlar veya çok çalışanlar servetlerini “kazanırlar” ve tembellere ya da 
beceriksizlere göre daha müreffeh bir hayatı hak ederler. Bu adâlet teorisi, 17. Yüzyıl’da John Locke 
(bkz. s. 54 ) tarafından oluşturulmuş ve daha çok R obert Nozick’in (bkz. s. 107) fikirlerinden 
etkilenen neo-liberaller tarafından 20. Yüzyıl’ın sonlarından beri daha da geliştirilmiştir.
Modern liberaller ise sosyal adâleti bir dereceye kadar, sosyal eşitliği ima eder şekilde ele al­
mışlardır. Örneğin John Rawls, (bkz. s. 74) A Theory o f Justice (B ir A dâlet Teorisi, 1970) adlı ese­
rinde, İktisadî eşitsizliğin sadece toplumdaki en yoksulların menfaatine işlediğinde haklılaştırılabi- 
leceğini öne sürmüştür. Rawls gibi liberaller, âdil toplumun, bir refah sistemi aracılığıyla daha az 
iyi durumda olanların menfaatine refahın yeniden paylaştırıldığı toplum olduğu sonucuna varırlar. 
Sosyal adâletle ilgili böylesi farklı görüşler, liberalizm içindeki âdil toplumu gerçekleştirebilecek 
koşulların neler olduğuna ilişkin temel bir fikir ayrılığının yansımasıdır. Klasik liberallerin inancına 
göre, feodalizmin yerini alan piyasa ya da kapitalist ekonomi, her bireyin kendi değerlerine göre 
başarılı olabileceği sosyal koşulları yaratmıştır. Bunun aksine modern liberaller ise dizginlenmeyen 
kapitalizmin, bazılarına ayrıcalık bazılarına da zarar verecek şekilde yeni sosyal adâletsizlik biçim ­
lerine yol açtığı inancını taşırlar.

Yüklə 11,67 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   20   21   22   23   24   25   26   27   ...   240




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©azkurs.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin