Siyasi. İDeolojiler



Yüklə 11,67 Mb.
Pdf görüntüsü
səhifə74/240
tarix11.08.2023
ölçüsü11,67 Mb.
#139183
1   ...   70   71   72   73   74   75   76   77   ...   240
1723-Siyasi Ideolojiler-Andrew Heywood-Chev-K.Bayram-O.Tufekchi-H.Inac-2011-345s (1)

M uhafazakâr Yeni S a ğ
Muhafazakâr Yeni Sağ, ya da neo-muhafazakârlık en iyi şekilde, liberal reform ve “ilerlemeci” de­
ğerlerin yaygınlaşmasının bir sonucu olarak ortaya çıktığı düşünülen sosyal parçalanma korkusu 
çerçevesinde tanımlanabilir. Girdiği çeşitli kılıklarla otorite, parçalanma ve düzensizliğin çözümü 
olarak görülür. Çünkü otorite insanlara kim olduklarını ve onlardan beklentilerin neler olduğunu 
söyleyen ve onları birbirine bağlayan bir tür “sosyal yapıştırıcı” olarak işler. Sonuçta Yeni Sağ, ahlâkî 
standartların gevşediği ve toplumda otoritenin zayıfladığı şeklindeki yaygın endişeye tepki niteliğin­
deki “otoriter popülizmin (halkçılık)” bir şekli olarak yorumlanmaktadır (Hail ve Jacques, 1983). 
Toplumun kırılganlığına duyarlılık ile birleşen bu otorite vurgusu, geleneksel veya organik muhafa­
zakârlıktan beslenen neo-muhafazakârlık içinde açıkça ortaya çıkar. Ancak aynı organik fikirlerden 
yoğun biçimde yararlanan paternalist muhafazakârlıktan da oldukça farklıdır. Örneğin, tek millet 
muhafazakârları, yoksulluğun ve maddî eşitsizliklerin azaltılmasıyla toplumun en iyi şekilde ayakta 
tutulabileceğine inanırlarken; neo-muhafazakârlık toplumun güçlendirilmesi açısından otoritenin 
onarılmasına ve sosyal disiplini kabul ettirmeye bel bağlamıştır. Bu açıdan neo-muhafazakâr otori- 
teryanizm (bkz. s. 96) ile neo-liberal liberteryanizm (bkz. s. 101) tutarlılık arz ederler.
Muhafazakâr Yeni Sağ’ın üç ana ilgi odağı vardır: Yasa ve düzen, kamusal ahlâk ve ulusal 
kimlik. Neo-muhafazakârlar, artan suç ve toplum karşıtı davranışların, 1 9 6 0 ’lardan bu yana Batı 
toplumlarının çoğunu etkileyen otorite zayıflamasının genel bir sonucu olduğunu düşünürler. İn­
sanlar, “nerede durduklarını” bilmenin verdiği güvene muhtaçtırlar ve bunu isterler. Bu güvenli­
ği sağlayan şey, otorite kullanımıdır: Ailede babanın, okulda öğretmenin, işyerinde işverenin ve 
bütün olarak toplumda “yasa ve düzen’in kullandığı otorite. Müsamahakârlıkla beraber, birey ve 
“kendi işini yapma” hayranlığı, otoritenin sorgulanmasına yol açtıkları hatta cesaretlendirdikleri 
için toplumun yerleşik kuramlarını kemirirler. Bu açıdan neo-muhafazakârlık, bir tür sosyal otori- 
teryanizmi destekler. Bu durum, neo-muhafazakârların, ailenin güçlendirilmesi taleplerinde açıkça 
görülür. Burada “aile”, tam anlamıyla geleneksel terimler çerçevesinde anlaşılmaktadır. Yani, doğal 
olarak hiyerarşiktir: Çocuklar ebeveynlerini dinlemeli, onlara saygı duymalı ve itaat etmelidir; do­
ğal olarak ataerkildir: Koca, tedarik eden, karısı da yuvayı yapandır. Eğer bu otorite ilişkileri zayıf­
larsa, çocuklar iyi ahlâkî değerlerden yoksun ve yaşlılarına karşı saygısız olarak yetişirler.
Hukuk ve düzen açısından ödünsüz bir duruş olarak yansıyan güçlü devlet arzusu çerçevesin­
de, sosyal otoriteryanizmi ile devlet otoriteryanizmi eşleştirilebilir. İçkin ahlâkî yozlaşma fikrini


kabul etmekle neo-muhafazakârlar, düzensizliğin köklerinin sosyal adâletsizlikten çok insan ruhu­
nun derinliklerinde yer aldığına inanırlar. Bundan dolayı suça karşı ancak cezalandırma korkusuy­
la karşı durulabilir ve ceza sadece şiddetli olduğunda etkilidir. Bu, özellikle A BD ve İngilterede, 
“hapishane işe yarıyor” inancına dayalı olarak daha uzun hapis ve gözaltına alma cezalarının güçlü 
bir şekilde vurgulanmasına yol açmıştır. A B D ’deki neo-muhafazakârlar, 1960’larda Yüksek Mah­
keme tarafından “zâlimce ve ender cezalandırma” olduğundan kaldırılacağını duyurduğu ölüm ce­
zasının, tekrar uygulamaya konması için kampanyalar başlatmışlardır. 1980’lerin sonu itibariyle, 
eyaletlerin çoğunda ölüm cezası yeniden yürürlüğe girmişti. 1980’lerde İngiltere’de ise gençleri 
gözaltına alma merkezlerinde “kısa, keskin şok” rejimi uygulamaya kondu. 1 9 9 0 ’larda ise John 
M ajor’un yönetiminde asgarî hapis cezaları ve genç suçlular için ABD tarzı “bot (bacağı sıkıştıran 
işkence âleti) kampları” desteklenmiştir.
Muhafazakâr Yeni Sağ, birçok açıdan “müsamahakâr 1 9 6 0 ’lar”a tepki olarak, kamusal ahlâk 
meseleleriyle de ilgilenmişlerdir. 1960’larda savaş sonrası dönemde yükselen refah düzeyi, özellik­
le gençler arasında, geleneksel ahlâkî ve sosyal standartları eleştirme ve sorgulama yönünde büyük 
bir arzu doğurmuştur. Yeni Sağ’ın bakış açısından bu, toplumun istikrarının temelini oluşturan yer­
leşik değerler ve ortak ahlâka yönelik ciddî bir tehditti. Bu liberal ahlâk karşısında İngiltere’de That­
cher, “Viktoryen değerler’e destek verdiğini ilân etti. A B D ’de ise “aile değerleri”ne dönmek üzere 
Ahlâkî Çoğunluk (M oral M ajority) gibi mücadeleler başladı. Neo-muhafazakârlara göre, müsa­
mahakâr toplum iki tehlike barındırıyordu. Birincisi, insanın kendi ahlâkî değerleri ve hayat tarzı­
nı seçme özgürlüğü, ahlâksız ya da “şer” dolu fikirler tercihine yol açabilirdi. Özellikle A B D ’deki 
muhafazakâr Yeni Sağ anlayışında ciddî oranda dinî öğeler yer alır. 1970 ve 1980’lerde kendilerine, 
“geleneksel değerler”in çöküşünü dert edinmiş çeşitli gruplar ortaya çıkmıştır. Bu grupların çoğu, 
“born again” Christian (Hıristiyanlığı, özellikle de muhafazakâr Protestanlığı yeniden benimse­
me) hareketi olarak birleşmişler ve aslında “Hıristiyan Yeni Sağı” oluşturmuşlardır. Jerry Falwell 
tarafından 1979 yılında kurulan ve Reagan ile beraber Jessie Helms gibi güçlü Güneyli senatör­
ler tarafından desteklenen Ahlâkî Çoğunluk, bu hareketin şemsiye örgütü olmuştur. 1980’lerden 
beri enerjisinin çoğunu kürtaj karşıtı mücadeleye, özellikle de A B D ’de kürtajı yasallaştıran Yüksek 
Mahkemenin 1 9 7 3 ’te Roe v. Wade Davasında verdiği kararı bozmaya harcamaktadır. Homosek­
süellik, pornografi, evlilik öncesi seks ve en azından A B D ’de İncil’deki “yaratma” öğretisinden çok 
Darwinci evrim teorilerinin öğretilmesi, ahlâken “kötü” olarak nitelendirilip, kınanmaktadır. M ü­
samahakârlığın ikinci tehlikesi ise insanların yanlış ahlâkî değerler ve hayat tarzları benimseme­
lerinden çok, farklı ahlâkî konumları tercih etme ihtimâlleridir. Bir liberal için ahlâkî çoğulculuk 
(bkz. s. 51), sağlıklı bir şeydir. Çünkü bu çoğulculuk, farklılığı ve rasyonel tartışmayı besler. An­
cak bir neo-muhafazakâr için bu, kesinlikle bir tehdit unsurudur. Çünkü toplumun uyum içindeki 
beraberliğine zarar verir. Müsamahakâr bir toplum, etik normlar ve birleştirici ahlâkî standartlar­
dan yoksun bir toplumdur. Yani, ne bireylere ne de ailelerine kılavuzluk yapamayan “yolu, izi belli 
olmayan bir çöl”dür. Eğer bireyler her şeyi sadece diledikleri gibi yaparlarsa, medenî davranış stan­
dartlarını devam ettirm ek imkânsızlaşır.


Son olarak, muhafazakâr Yeni Sağ, içeriden ve dışarıdan gelen tehditlere karşı ulusal kimliği 
güçlendirme arzusu açısından da sivrilir. Neo-muhafazakâr bakış açısından ulusun değeri, ortak bir 
kültür ve yurttaşlık kimliği vermek suretiyle, toplumu birbirine bağlamasından kaynaklanır. Bu bağ, 
tarih ve gelenekte sağlam kökler saldığından en güçlü olandır. Uluslar, aralarında benzerlik olanları 
birbirlerine katılmaya doğru sürükleyen, doğal eğilimin ürünü organik varlıklardır. Ulusa, “içeriden” 
yönelen en önemli tehdit, çok-kültürlülüğün (bkz. s. 78) gelişmesidir. Artan kültürel farklılıklar, 
siyasal topluluğu tehdit edecek şekilde hem ulusallık bağlarım zayıflatır hem de etnik ve ırksal ça­
tışma kabusunu canlandırır. Bu nedenlerden dolayı neo-muhafazakârlar, göçlerle ilgili sıkı denetim 
kampanyalarında ön saflarda yer alırlar ve bazen de “ev sahibi” topluluğun kültürü için ayrıcalıklı bir 
konum talep ederler. Örneğin, A B D ’de Lâtin Amerikalı (özellikle Orta Amerika kökenli) nüfusun 
artmasına tepki olarak neo-muhafazkârlar, İngilizcenin ülkenin “resmî” dili olarak kabul edilmesini 
istemişlerdir. “Dışarıdan” tehditler ise çeşitli ve çok sayıdadır. İngiltere’nin mâruz kaldığı ana tehdit, 
Avrupa bütünleşmesidir. Aslında, 1990’larda İngiltere muhafazakârlığı, Avrupa bütünleşmesine ve 
özelde para birliğine karşı koyduğu dirençle neredeyse Avroşüphecilik (Euroscepticism) ile özdeşleş­
miştir. 1970 ve 1980’lerde A B D ’de ana tehdit olarak başta, Ronald Reagan için “bir şeytan impara­
torluğu” konumundaki Sovyetler Birliği olmak üzere, dünyadaki komünizm görülüyordu. 11 Eylül 
2 0 0 1 ’den bu yana ise küresel terörizm (bkz. s. 2 9 0 ), karşısında ABD ulusal kimliğinin tanımlan­
dığı, en önde gelen stratejik, siyasal ve kültürel tehdittir. George W. Bush’un Afganistan ve başka 
yerlerdeki “teröre karşı açılan savaş”ın parçaları olarak görülen tek taraflı ve ısrarlı dış siyasa, nihaî 
olarak Amerikan değerleri ve hayat tarzının savunusu olarak resmedilir.

Yüklə 11,67 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   70   71   72   73   74   75   76   77   ...   240




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©azkurs.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin