Son olarak, muhafazakâr Yeni Sağ, içeriden ve dışarıdan gelen tehditlere karşı ulusal kimliği
güçlendirme arzusu açısından da sivrilir. Neo-muhafazakâr bakış açısından ulusun değeri, ortak bir
kültür ve yurttaşlık kimliği vermek suretiyle, toplumu birbirine bağlamasından kaynaklanır. Bu bağ,
tarih ve gelenekte sağlam kökler saldığından en güçlü olandır. Uluslar, aralarında benzerlik olanları
birbirlerine katılmaya doğru sürükleyen, doğal eğilimin ürünü organik varlıklardır. Ulusa, “içeriden”
yönelen en önemli tehdit, çok-kültürlülüğün (bkz. s. 78) gelişmesidir. Artan kültürel farklılıklar,
siyasal topluluğu tehdit edecek şekilde hem ulusallık bağlarım zayıflatır hem de etnik ve ırksal ça
tışma kabusunu canlandırır. Bu nedenlerden dolayı neo-muhafazakârlar, göçlerle ilgili sıkı denetim
kampanyalarında ön saflarda yer alırlar ve bazen de “ev sahibi” topluluğun kültürü için ayrıcalıklı bir
konum talep ederler. Örneğin, A B D ’de Lâtin Amerikalı (özellikle Orta Amerika kökenli) nüfusun
artmasına tepki olarak neo-muhafazkârlar, İngilizcenin ülkenin “resmî” dili olarak kabul edilmesini
istemişlerdir. “Dışarıdan” tehditler ise çeşitli ve çok sayıdadır. İngiltere’nin mâruz kaldığı ana tehdit,
Avrupa bütünleşmesidir. Aslında, 1990’larda İngiltere muhafazakârlığı, Avrupa bütünleşmesine ve
özelde para birliğine karşı koyduğu dirençle neredeyse Avroşüphecilik (
Euroscepticism) ile özdeşleş
miştir. 1970 ve 1980’lerde A B D ’de ana tehdit olarak başta, Ronald Reagan için “bir şeytan impara
torluğu” konumundaki Sovyetler Birliği olmak üzere, dünyadaki komünizm görülüyordu. 11 Eylül
2 0 0 1 ’den bu yana ise küresel terörizm (bkz. s. 2 9 0 ), karşısında ABD ulusal kimliğinin tanımlan
dığı, en önde gelen stratejik, siyasal ve kültürel tehdittir. George W. Bush’un Afganistan ve başka
yerlerdeki “teröre karşı açılan savaş”ın parçaları olarak görülen tek taraflı ve ısrarlı dış siyasa, nihaî
olarak Amerikan değerleri ve hayat tarzının savunusu olarak resmedilir.
Dostları ilə paylaş: