2.2.2. Aiskhylos, Prometheus’u Zincire Vurduran Sebep: Başkaldırı
Azra Erhat ve Sebahattin Eyüboğlu tarafından Türkçeye çevrilen Aiskhylos’un
[Eshilos(d. yak. M.Ö. 525/524 - öl. yak. M.Ö. 456/455)]
281
Prometheus desmostes (Zincire
Vurulmuş Prometheus)
282
adlı eseri tıpkı Sofokles’in Antigone’si gibi bir üçlemenin
parçasıdır. Trajedi üçlemenin ilk oyunudur. Diğer ikisi ise (Kurtulmuş Prometheus ve Ateş
Taşıyan Prometheus) yine Antigone’de olduğu gibi zamanımıza ulaşmayı başaramamıştır.
Azra Erhat, Prometheus trajedisini bir politik dram olarak nitelendirir.
283
Ona göre
trajedide canlandırılan olayların hepsi bugün hükümet darbesi olarak nitelendirilen olaylar
zincirini akla getirmektedir. Bir kuşağın kendinden önceki kuşağı devirip yönetim gücünü ele
geçirmesi burada işlenen genel temadır. Eserde geçen “Gücü yeni elde eden sert olur.
284
ifadesi de Erhat’ın bu savını doğrular niteliktedir. Aynı temayı Aiskhylos’tan iki yüzyıl önce
278
Sofokles, A.g.e., s.95.
279
Bkz. Yasanın amaca uygun bir biçimde daha üstün bir yasa tarafından askıya alınabileceği fikri, bütün doğal
hukuk düşüncesinin de temelidir. Aykut Çelebi, Demokrasinin Derinleşmesi: Bir Yöntem Olarak Sivil
İtaatsizlik, Cogito Sivil İtaatsizlik, Sayı 67, Yaz 2011, s.82.
280
Bkz. Ökçesiz doğal hukuk’un iki önemli işlevine, özellikle direnme ve sivil itaatsizlik olguları karşısında
taşıdıkları anlama değinir. Kaufmann’dan mülhem sivil itaatsizlik’i diğer direnmelerden ayırarak “küçük bir
direnme hakkı” olarak görür. İki direnmenin tamamen ortak paydada buluştuğu nokta ise Kaufmann’ın
antropolojik bir tespitle dile getirdiği hukukun özü olmak niteliğidir. Hayrettin Ökçesiz, Sivil İtaatsizlik, Legal
Yayınları, İstanbul, 2011, s.161-166
281
https://tr.wikipedia.org/wiki/Eshilos
, 06.01.2016.
282
Aiskhylos, Zincire Vurulmuş Prometheus, Çev. Azra Erhat-Sebahattin Eyüboğlu, İş Bankası Yayınları,
İstanbul, 2013.
283
Azra Erhat, “Önsöz”, Aiskhylos, Zincire Vurulmuş Prometheus, İş Bankası Yayınları, İstanbul, 2013, s.VI.
284
Aiskhylos, A.g.m., s.2.
81
Hesiodos da işlemiştir.
285
Ve binlerce yıl sonra da Goethe, Prometheus adlı şiiri ile
286
bizlere
seslenir. Öyleyse trajedinin konusu her ne kadar karakterleri bakımından Tanrısal nitelikler
taşısa da her çağda karşımıza çıkabilecek türden insani bir temadır. Zira Erhat da
Prometheus’un Zeus’a başkaldırışını şöyle değerlendirir: Yönetimi ele geçirmiş nice iktidar
sahibi kişi ya da partiler vardır ki karşılarına dikilip direnen tek tük düşünce sahiplerini
susturup yok edebileceklerini sanırlar, oysa sonuç umduklarının tersi çıkar: İktidar sahipleri
devrilir gider, düşünce sahipleri yener ve kalır.
287
Bizim bu temayı doğru algılayabilmemiz
için Erhat’ın Önsöz’de değindiği mitolojiyi ana hatlarıyla bilmemiz yerinde olacaktır.
Prometheus, Titanlar soyundan gelme bir Tanrı’dır. Aynı zamanda geleceği görebilme
yetisine sahip bir kâhindir. İsminin etimolojik anlamı da bu yüzden “geleceği gören”dir. Akıl
gücünü kullanabildiği için de diğer üç kardeşi ile birlikte Zeus’un öfkesini üzerine çeker;
tavırlarıyla da bu öfkeyi körüklemekten geri durmaz.
288
Geleceği görebilmektedir. Kâhin
olmasından ötürü de Zeus’u sürekli tedirgin eder. Çünkü nasıl geçmişte Gaia, Kronos’un
devrileceğini haber verdiyse Prometheus da gelecekte Zeus’un tahttan indirileceğini
bilmektedir. Bu yüzden sivri aklını Zeus’u aldatmak, kuşkulandırmak ve küçük düşürmek için
kullanır.
289
Bu eylemine gerekçe olarak ise bütün tanrıların biat ettiği Zeus’un, despot oluşunu
gösterir.
Titanları yenip yönetimi ele aldıktan sonra kurduğu düzende diğer bütün tanrıları
buyruğu altında toplamış olan Zeus; onlara egemenlik alanları dağıtmış ve istediğini koşulsuz
yaptırmıştır. Ona tek başkaldıran ise Prometheus olmuştur. Bu nedenle kavga Zeus’la
Prometheus arasındadır ve bir özgürlük-kölelik kavgasıdır.
290
Bu hususa dikkat edilmesi
gerekir. Çünkü özgürlük-kölelik mücadelesi (bu trajediden iki bin beş yüz yıl sonra) Henry
David Thoreau’nun da sivil itaatsizlik kavramını temellendirmesine kapı aralayan genel tema
olarak karşımıza çıkacaktır. Öyleyse sorunun boyutu evrenseldir ve çağlar ötesine
taşınmaktadır. Şöyle ki; Prometheus’un despot Tanrı Zeus’a karşı olan itaatsizliği;
285
Erhat, Agm., s.VI-VII.
286
Goethe, “Prometheus” şiiri, Çev. Sebahattin Eyüboğlu, Aiskhylos, Zincire Vurulmuş Prometheus, Türkiye İş
Bankası Yayınları, İstanbul, 2013, s.59-61.
287
Erhat, A.g.m., s.XIV.
288
Bkz. Hesiodos’a göre Prometheus, İapetos’la Okeanos kızı Klymene’nin oğludur. Bu Titan çiftinin dört oğlu
olur: Atlas, Menoitios, Prometheus ve Epimetheus. Dördünün de kaderi tüyler ürperticidir. Zeus, Atlas’ı
dünyanın ucuna dikip gök kubbesini omuzlarına yükler, Menoitios’u yıldırımla çarparak yerin dibine kapatır,
Prometheus’u zincirlerle bir sütuna bağlar ve karaciğerini bir kartala yedirir, Epimetheus’un başına kadın
belasını salar. Erhat’a göre Zeus’un bu kardeşlere öfkesi onların Titan soyundan olmalarından ötürü değildir; bu
kardeşlerin dördü de akıl gücünden pay almışlardır, akıldan yana üstündürler ve bu üstünlükleriyle övünüp
Zeus’a karşı gelmeye yeltenirler. Akıl gücüyse Zeus’un tekelindedir; çünkü Zeus akıl gücünü kullanarak dünya
egemenliğini ele geçirmiştir. Agm, s.IX-X
289
Erhat, A.g.m., s.X
290
Erhat, A.g.m., s. XIII.
82
Thoreau’nun (kölelik hususunda) adil olmayan Amerikan yasalarına karşı vermiş olduğu
onurlu direnişine-sivil itaatsizliğine-dönüşecektir.
Prometheus, ölümsüzlere ait olan ateşi çalarak ölümlülere – yani insanlara- vermiştir.
Bir nevi kurulu düzeni çiğnemiştir. Bunun için Zeus tarafından şiddetle cezalandırılır:
PROMETHEUS:
İnsanlara iyilik edeyim derken
Bir gün bir rezene sapı içinde
Çaldım götürdüm insanlara ateşin tohumunu.
Bu tohum bütün sanatların anahtarı oldu,
Bütün yolları açtı insanlara.
Suçum bu işte benim tanrılara karşı,
Bu yüzden zincire vuruldum bu göklerin altında.
291
Kratos (Güç) ve Bia’nın (Zor) yardımıyla Hephaistos, Prometheus’u işlediği bu cürmü
nedeniyle dünyanın bir ucundaki okyanus dalgalarının yaladığı ıssız bir kayalığa prangalar.
Prometheus, Tanrı olmasından ötürü ölümsüzdür; cezası son bulmaz. Her gün yenilenen
karaciğerini bir kartal gelip didiklemekte, bu eyleminden ötürü ağır bedeller ödemekte;
işkencelere maruz kalmaktadır.
KRATOS:
…
Çalar da armağan eder mi ölümlülere
Senin şeref payını, kıvılcımlı ateşi,
Bütün sanatların kaynağı olan ateşi!
Böyle bir suçu cezasız bırakmaz Tanrılar.
Öğrensin Zeus’un buyruğuna girmeyi
292
Prometheus, ateşi insanlara vermekle bu ölümlü yaratıklara bir nevi Tanrısal güçler de
vermektedir. Çünkü Prometheus’tan önce kendi varlıklarının bile bilincinde olmayan insanlar
her şeyden habersiz hayvanlar gibi yaşamaktadırlar. Prometheus tabiri caizse insan sever bir
Tanrı’dır; Zeus’un onlara reva gördüğü kötü muamelelere karşı çıkar. Bütün sanatları
291
Aiskhylos, A.g.e., s.6.
292
Aiskhylos, Zincire Vurulmuş Prometheus, Çev. Azra Erhat-Sebahattin Eyüboğlu, İş Bankası Yayınları,
İstanbul, 2013, s.1
83
Prometheus verdi insanlara.
293
mısra’ında dile getirilmek istenen de budur. İnsanların henüz
farkında olmadıkları birtakım melekelerini gün yüzüne çıkaracak olan ateşi (Tanrısal yasalara
karşı da olsa) yine aynı gaye ile keskin zekâsını kullanarak onlara hediye eder.
PROMETHEUS:
… dinleyin ne kadar düşkündü ölümlüler
Ve ben bu ağızsız dilsiz, çocuksu varlıklara
Nasıl verdim aklı, düşünceyi,
Anlatayım bunu, insanları küçültmek için değil,
Onlara ne büyük iyilikler ettiğimi göstermek için,
Önceleri insanlar görmeden bakıyor,
Dinlediklerini anlamıyorlardı,
Uzun ömürleri boyunca düş görüntüleri gibi
Düzensiz, gelişigüzel yaşıyorlardı.
Bilmiyorlardı duvar örmesini.
İçine gün ışığı giren evler yapmasını,
Ağacı kullanmasını bilmiyorlardı.
Yerin altında, karanlık mağaralarda
Karınca sürüleri gibi yaşıyorlardı
Ne kışın geleceği belliydi onlar için.
Ne çiçekli baharın ne bereketli yazın
Bilinç yoktu hiçbir yaptıklarında
Ben gösterinceye kadar onlara yıldızların
Doğuş batışlarını kestirmenin yolunu.
Sonra sayı bilgisini verdim onlara,
Bu kaynak bilgiyi onlar için ben bulup çıkardım.
O diziler ki belleğidir her şeyin,
Anasıdır bilimlerin ve sanatların.
294
Hephaistos her ne kadar kendisi gibi Tanrı olan Prometheus’a üzülse de elinden bir
şey gelmez; kadercidir. Bu ediminin (itaatsizliğinin) nelere yol açtığını Prometheus’a şöyle
izah eder:
293
Aiskhylos, A.g.e., s.21.
294
Aiskhylos, A.g.e., s.20.
84
HEPHAİSTOS:
…
Çünkü seni kurtaracak yiğit doğmadı henüz.
İşte bunu kazandırdı sana insanseverliğin!
Tanrıyken tanrı öfkesinden korkmadın,
Şeref payını ölümlülere vermekle
Kurulu düzeni çiğnemiş oldun.
Gör işte bunun karşılığını şimdi
295
Trajedide Zeus dışında tüm varlıkların bir kaderle yükümlü olduğu Kratos’un
ağzından dinleyiciye aksettirilir. Ancak bir kâhin olan Prometheus, Zeus’un da olacakların
önüne geçemeyeceğini bildirir. O da yazgısına boyun eğecek ve zamanı geldiğinde yukarıda
bahsi geçen politik drama maruz kalacaktır. Geleceği görebilme yetisinden ötürü aslında
kendisine olacakları da bilen Prometheus, edimine devam etmiş; bile bile lades demiştir. O
halde bilerek ve isteyerek Zeus’un buyruğuna itaatsizlik etmiş ve bunun bedelini de ödemiştir:
PROMETHEUS:
Bütün bu işkencelerden sonra
Kurtulacak mıyım bir gün?
Ama neler söylüyorum, her şeyi önceden bilmiyor muydum?
Hepsini biliyordum başıma geleceklerin.
Payıma düşeni gönül ferahlığıyla taşımalıyım,
Kaderin önüne durulmaz, bilmeliyim bunu.
296
O halde Aiskhylos’un Zincire Vurulmuş Prometheus adlı eseri de tıpkı Sofokles’in
Antigone’si gibi Antik Çağ Yunan trajedisinde tema bakımından itaatsizlik konusunu işleyen
bir diğer metin olarak karşımıza çıkar. Ancak bu iki trajedi arasında itaatsizlik olgusunun ele
alınışı açısından dikkat çekici bir fark vardır. Şöyle ki:
Sofokles, Antigone’de eylemin gerekçesi olarak Kreon’un keyfi buyruğunu gösterir.
Polüneikes’in cesedinin defnedilmemesi bilindiği üzere Tanrı buyruğu değildir. Buyruk veren
Kreon’dur; Kreon insandır ve ölümlüdür. Eğer buyruk Tanrısal bir yasayı içerseydi Antigone
muhtemeldir ki buna karşı gelmeyecekti. Takdir-i İlahi deyip razı olacaktı. Öyleyse kendisi de
295
Aiskhylos, A.g.e., s.2
296
Aiskhylos, A.g.e., s.6.
85
bir ölümlü olan Kreon’un kararı keyfidir ve adil değildir; bu yüzden de Antigone buyruğa
itaat etmez ve kardeşini defneder.
Prometheus’ta ise Aiskhylos, itaatsizlik temasını Tanrısal buyruğa bir başkaldırı olarak
işler. Çünkü burada zorba, keyfî olarak diğer tanrılara ve insanlara adil davranmayan, tanrı
Zeus’un ta kendisidir. Bu durumda da Prometheus, hiyerarşide kendisinden üstün olan (aşkın)
ve emir almakla mükellef olduğu Zeus’a karşı gelir, bütün sanatların menşei olan ateşi çalarak
insanlara hediye eder. Her iki trajedinin ortak noktası ise faillerin (Antigone ve Prometheus)
işledikleri edimlerin sonuçlarına rıza gösteriyor oluşlarıdır.
2.2.3 Kur’an’da İtaatsizliğin Metafizik Temelleri
İslam, kendinden önceki şeriatlerin bir devamı; Yaratıcı tarafından taahhüt edildiği
üzere de sonuncusudur. Doğrudan ilahi kaynaktan beslenen dört kutsal kitaptan birisi olan
Kur’an-ı Kerim içlem ve kaplam bakımından İslam üzere indirilmiş sonuncu metindir. Bu
anlamda Hz. Âdem’den itibaren gönderilen vahiylerin en son şekli olup öncekilerin ana
temalarını (Tevhid-Nübüvvet ve Mead) vurgular. Cebrail vasıtası ile son peygamber olan Hz.
Muhammed’e iletilen vahiylerden müteşekkildir. İlahi kaynaktan neşet etmesi bakımından
Kur’an metafizik temellidir; ezeli ve ebedi hakikatin bilgisi insanlara kıssalar aracılığı ile
sunulmuştur.
297
Geçmiş milletlerin hayat tarzlarını ele almış; bu toplulukların güçlerini
kaybetmelerinin nedenini Allah’ın belirlediği yoldan sapma olarak belirlemiştir. Bunun için
sistem, Allah’ın yöntemine ve şeriatine uygun hale getirilen ilke ve esaslar çerçevesinde
yapılmalıdır. Bu ilke ve esaslar Mevlüt Uyanık’a göre adalet, eşitlik ve emanet’tir.
298
İnsanların dünyada refahlarını ahirette de felahlarını sağlayacak bilgiler/ilkeler bütünü
olan İslam, Kur’an’da kıssalar aracılığıyla insanlara bu sözünü ettiğimiz bilgileri/ilkeleri
sunmaktadır. Kıssalar söylenti değildir; hakikattir. Neyi yapıp neyi yapmamaları gerektiği
hususunda Yaratıcı, insanlara kıssalarla uyarılarda bulunmuştur. Geçmiş toplulukların
akıbetleri gözler önüne serilmiş ve dikey müdahaleyi gerektirecek kırılma anları bu dinin
müntesiplerine hatırlatılmış; aynı hatalara düşmemeleri için inananların önüne bir yol haritası
serilmiştir.
299
Bu bağlamda bize göre Kur’an’da işlenen en önemli konulardan birisi de
isyan/itaatsizlik’tir. Muhtelif kıssalar aracılığı ile Yaratıcı, insanlara bu konuda da birtakım
297
K.K, Maide.5, 44; Ahzab, 44; bkz. Mevlüt Uyanık, İslam’ın İnanç İlkeleri, Esin yay. Ankara. 1997, s.9-10
298
Bkz. Mevlüt Uyanık, İslam Siyaset Felsefesinde Sivil İtaatsizlik, Otorite Yayınları, İstanbul, 2014.
299
Kur’an’ın esatirul evvelin olmadığı çeşitli ayetlerde zikrolunmaktadır. Bkz. KK. el-Enfâl 8/31; KK. en-Nahl
16/24; KK. el-Muminûn 23/83; KK. el-Enam 6/25.
86
uyarılarda bulunmuştur. Ancak burada karşılık bulan ‘itaatsizlik’ (fiziki temeli olmayan)
seküler yapıdakinden oldukça farklıdır; doğrudan Yaratıcı’ya (müteal/aşkın olana)
isyanı/itaatsizliği
konu
edindiğinden muhatapları şiddetle cezalandırılmış yahut
cezalandırılacakları taahhüt edilmiştir. Çünkü Allah adildir ve yeryüzünde adaleti tesis etmek
adına kurallar koyar. İslam toplumlarının itaatsizlik algısına bakışının genel anlamda olumsuz
olmasının gerekçesi de işte burada yatmaktadır. Kanun koyucu olarak Allah, bu kanunların
uygulayıcılarına (yaratılmışlara) açık seçik beyan edilen ilkelerini (düşünmeyi değil ama)
sorgulamayı/tartışmaya kapatmıştır.
Bu metafiziğin fiziki düzlemde karşılık bulması; ilahi nizamın beşeri düzlemde nasıl
tezahür edeceği Kur’an’da anlatılmıştır. Buna göre yeryüzünde Allah’ın halifesi olarak
görülen Sultana/devlet başkanına itaatsizlik de bir anlamda Yaratıcı’ya itaatsizlikle eşdeğer
tutulmuş; bu nedenle de İslam toplumlarında (yöneticiye) itaatsizlik edimine pek de sıcak
bakılmamıştır. Kutsal metinde (Kur’an-ı Kerim) Nisa Suresi 59. ayette şöyle buyrulmaktadır:
“Ey iman edenler, Allah’a itaat edin, Peygambere de itaat edin, sizden olan yetkililere
de. Sonra bir şeyde anlaşmazlığa düştünüz mü, hemen Allah’a ve Peygamberinize arz edin
onu, eğer Allah’a ve ahiret gününe gerçekten inanan müminler iseniz. Bu hem hayırlı hem de
netice itibarıyla daha güzeldir.”
300
Ayette de görüleceği üzere Allah, zatının yeryüzündeki sözcüsü olarak resulü ile
birlikte (ondan sonra gelecekler için) kendilerinden olan yetkililere/yöneticilere de itaati salık
vermektedir. Ancak ayetten aldıkları güçle iktidarlarını kötüye kullanan; adaletten şaşan
yöneticiler için durumun ne olacağı hususu ayrı bir tartışma konusudur. Biz burada bu
tartışmalara derinlemesine inmeyeceğiz, zira bu husus çalışmamızın sınırları dışındadır; ancak
burada yüzeysel olarak Nişancı’nın incelemesiyle iktifa edelim. Meşru olarak hukuku ele
geçiren yöneticinin İslam hukukuna göre bir irade ortaya koyması gerekir. Nişancı’ya göre bu
iradeyi ortaya koyamayan yönetici otomatikman meşruluğunu da kaybedecektir. “Günahta
itaat yoktur.” hadisinden hareketle; yönetilenler “Yaratıcıya karşı yaratılana itaat edilmez.”
düsturuyla hareket edeceklerdir.
301
300
KK., Nisa, 4/59. Bkz. Elmalılı Hamdi Yazır, Kur’an-ı Kerim ve Yüce Meali, Sadeleştiren Sadi Cögenli-
Nevzat H. Yanık, Huzur Yayınevi, İstanbul.
301
Bkz. Bu prensiplerin devrimleri meşru kılacak bir yapıya kapı araladığını belirtmekle birlikte kötü yönetime
karşı çıkma hakkının pratik değerinin önünde iki önemli engel olduğunu düşünmektedir. Birincisi hukukçular
yöneticinin günahkârlığını sınayacak objektif kriterleri ortaya koymamışlardır; ikincisi ise yöneticilere karşı
hukuku zorlayacak hiçbir yasal prosedür ya da cihaz keşfedilmemiştir. Yine de XIV. yüzyıl kadısı el-Ici’nin
direnme hakkını iki şarta bağlayarak meşru kıldığını dile getirir. Bu şartlardan birincisi ‘fitne’ye kapı
aralamaması; ikincisi ise iktidarın yönetim kusurlarının araştırılıp bu kusurların meydana çıkarılma-ma-sıdır.
Nişancı’ya göre Kadı’nın belirlediği bu şartlar zaten direnmeyi pratikte imkânsız hale getirmektedir. İslam
tarihinden bir diğer örnek ise İbn Mukaffa’nın Halife Mansur’a mektubudur. İbn Mukaffa, Halife Mansur’a
Allah’ın buyruklarına aykırı hareket eden yöneticinin buyruklarına “Günahta itaat yoktur” diyerek hemen karşı
87
Fiziki düzlem olarak addettiğimiz coğrafyalarda farklı zaman ve zeminlerde ortaya
çıkmış olan İslam toplumlarında böylesi bir muhalefet kültürünün gelişmemesindeki en büyük
etken de Müslümanların bu ikilemde kalmış olmalarıdır.
Ünlü Özbek yazar Adil Yakubov (1926-2009), Uluğbey’in Hazinesi adlı romanında
sözünü ettiğimiz bu itaat kültürünü okuyucuya şöyle aksettirmiştir:
Ali Kuşçu’nun hayalleri, kapının açılmasıyla sona erdi. İçeriden tanıdık ince bir ses,
Şeyhülislam Burhaneddin’in sesi geldi:
- Essalatin zıllullahi fil ard. (Sultanlar yeryüzünde Allah’ın gölgesidir) Ân hazretleri
şer’i sultanımızdır. Sultanımızın fermanı, herkese emr-i vaciptir.
302
Pasajda da görüldüğü üzere Şeyhülislam, sultanın emrine dini bir vecibe yüklemiştir.
Fermandaki buyruğun adil olup olmadığının bir önemi yoktur; sultana itaatsizlik, dolaylı
yoldan Allah’a itaatsizlikle eşdeğerdir.
Doğu’nun geri kalış sebebinin bu epistemolojik temele dayandığını bildiren oryantalist
bakış açısını Şükrü Nişancı şöyle izah eder:
“Bu düşünüşe göre, despot ile toplum arasında aracı kurumlar olarak bağımsız
şehirlerin hiçbir zaman gelişmediği Doğulu toplumlar, bütünüyle merkezî despotik gücün
iradesi altında yaşamışlardır.”
303
Bu durumda sahip oldukları biat kültüründen ötürü Doğu toplumları hiçbir zaman tam
bir demokratik değere ulaşamayacaklardır. Çünkü oryantalist bakış açısına göre ancak ve
ancak içteki muhalefeti tepkiye dönüştürebilen, devrimci bir kültüre sahip olan Batı
toplumları demokratik değere ulaşabilirler.
304
Oryantalistlerin Doğu ve Batı arasındaki bu
anlayış farkını Nişancı şöyle açıklar:“… Batı kültürünün vatandaşlara direnme ve kötü
hükümetler konusunda açık haklar verdiği ileri sürülürken İslam’a tam tersi bir gözle
bakılmaktadır.”
305
Bunun tutarlı olup olmadığını müzakere etmek yine bu çalışmanın kapsamı
dışındadır. Fakat şunu da ifade etmeliyiz ki Tolga Yalur, oryantalistlerin yukarıdaki bakış
açısını sarsacak bir çalışmada bulunmuştur.
306
Yalur, tarihin en güçlü İslam devletlerinden
birisi olan Osmanlı Devletinde, yine tarihin en güçlü İslam hükümdarlarından birisi olan Fatih
gelmenin yanlış olacağını belirtmiştir. Diğer yandan mutlak itaatin de tasvip edilmeyeceği belirtilmiştir. Nişancı,
Age., s. 41-42.
302
Adil Yakubov, Uluğbey’in Hazinesi, İleri Yayınları, İstanbul, 2016, s.19
303
Şükrü Nişancı, Sivil İtaatsizlik, Etkileşim Yayınları, İstanbul, 2013, s.35.
304
Nişancı, A.g.e., s.35.
305
Nişancı, A.g.e., s.35.
306
Tolga Yalur, “Şarki Tarihsellik ve İtaatsiz Haller: Osmanlı’da Aktivist Bir Abdal”, Cogito Sivil İtaatsizlik,
Yapı Kredi Yayınları, Sayı 67, Yaz 2011, İstanbul, 2015, s.247.
88
Sultan Mehmet Han’a karşı gerçekleştirilen bir itaatsizliği konu edinen Otman Baba’nın
duruşunu itaatsizliğin tarihselleştirilmesinde bir başlangıç olarak görülebileceğini belirtir.
Halil İnalcık’ın “Velayetname-i Sultan Otman”
307
ı ele aldığı “Otman Baba ve Fatih Sultan
Mehmed” makalesine göndermede bulunan Yalur, Şarkiyatçıların (oryantalistlerin) ve
Avrupamerkezcilelerin Doğu’yu sınıfsız, yeknesak, durağan, despotik olarak lanse etmelerine
atıfta bulunarak Osmanlı’da insanların her zaman kanunnamelere ve “büyük adam”lara göre
hareket etmediğini, toplumun yeknesak ve durağan olduğu yönündeki kaynakların ötesinde
farklı bir hareketlilik olduğunu belirtir.
308
Yöneticiye itaatsizliğin/isyanın doğrudan Yaratıcıya isyan olup olmadığına dair
ayrıntılı çalışmaların da bulunulduğunu belirterek
309
çalışmamızın temellendirilmesi açısından
konuyla ilgili şu bilgilendirmeleri yapalım:
Dostları ilə paylaş: |