olmuşlardı.
Milli Eğitim Müdürü, sanki eski iki dostmuşlar gibi, tatlı bir dille çilingire
sordu:
– “Siz bu çocuğun babasısınız, değil mi?” ve cevabı beklemeden: “Onunla
iftihar ediyorum. Bakın: Elli dört çocuğun içinden yalnız o ikinci ödülü
kazandı. Bunu hem kompozisyondan, hem de aritmetikten, her şeyden
kazandı. Çok akıllı, iyi niyetli bir çocuk, ileride büyük adam olacak. Çok iyi
bir çocuk, bütün arkadaşları onu sevip, sayıyorlar onunla ne kadar övünseniz
azdır.”
Bütün bu söylenenleri ağzı açık dinleyen çilingir bir Milli Eğitim
Müdürüne, bir müdüre baktı, bir de titreyerek, gözleri yere eğik, önünde
duran oğluna baktı. Sanki şimdiye kadar zavallı küçüğe çektirdiği acıları,
onun iyiliğini, sessizce ızdırap çekişini şimdi ilk kez hatırlıyor ve anlıyormuş
gibi birden yüzü aydınlandı, gözlerinde büyük bir sevinç belirdi, sonra bütün
bu yaptıklarını hatırlamanın verdiği acı yüzünü kararttı, birden oğluna karşı
içinde büyük bir sevgi dalgası uyandı ve ani bir hareketle çocuğu başından
yakaladığı gibi bağrına bastırdı. Hepimiz sevinçten çılgına dönmüştük.
Perşembe günü Garrone ve Crossi’ye gelmesi için onu bize davet ettim;
diğerleri onu tebrik ediyorlar, bir kısmı onu okşuyor, bir kısmı da ödül olarak
verilen madalyasını elliyordu. Herkes ona tatlı bir iki söz söyledi. Baba da
hala hıçkırarak ağlayan çocuğunu bağrına bastırarak şaşkın gözlerle bize
bakıyordu.
Dostları ilə paylaş: