Yayılmacı Milliyetçilik
Pek çok ülkede milliyetçiliğin baskın imajı, millî self-determinasyonun getirdiği olumlu havanın ak
sine, saldırganlık ve militarizmdir. Milliyetçiliğin saldırgan boyutu, 19. Yüzyıl’ın sonlarında bâriz bir
biçimde ortaya çıktı; çünkü Avrupalı güçler, millî görkem ve “güneşteki yerini koruma” uğruna, “Af
rika kapışması’ na tutuştular. 19. Yüzyıl’ın sonlarında baş gösteren emperyalizm, halk destekli milli
yetçiliğin iklimiyle desteklenmesinden dolayı daha önceki sömürgeci yayılmalardan farklılaşır. Millî
prestij, imparatorluk sahibi olmakla artar ve her sömürgeci zafer, kamusal desteği ve tasvibi artırır.
İngiltere’de bu tarz milliyetçilik yeni bir kavram olarak “aşırı milliyetçilik”in (jingoism) kullanılması
na yol açmış; saldırgan, yayılmacı ve sömürgeciliği esas alan bu milliyetçilik tarzı, “aşırı milliyetçilik”
olarak adlandırılmıştır. 20. Yüzyıl’ın başlarında Avrupa’nın büyük güçleri arasında gittikçe büyüyen
rekabet kıtayı iki silâhlı kampa böldü: İngiltere, Fransa ve Rusya “Üçlü İtilaf (Triple Entente)” ve
Almanya, Avusturya ve İtalya ise “ Üçlü İttifak (Triple Alliance)” olarak adlandırılan kategoriyi oluş
turmaktaydı. Nitekim Dünya Savaşı Ağustos 1914’te, ard arda gelen uluslararası krizlerin akabinde,
Avrupa’nın tüm büyük şehirlerinde yaşayan halkları galeyana getirdi. Saldırgan ve yayılmacı milli
yetçilik, iki dünya savaşı arası dönem de de zirveye çıktı. Bu süreci tetikleyen olaylar, Japonya, İtalya
ve Almanya’nın faşist, sömürgeci, baskıcı ve dünya hâkimiyeti kurma amacına yönelik şiddet yanlısı
politikalarını ortaya koymaları ve 1939’da savaşa yol açmalarıydı.
Bu kabil milliyetçiliğin, liberal milliyetçilikten en önemli farkı, üstünlük ve baskı inancından
kaynaklanan şovenist karakteriydi. Şovenizm terimi, kendini fanatik bir biçimde Napoleon’a ada
yan bir Fransız askeri olan Nicolas Chauvin’den türemiştir. Milletlerin kendi kaderlerini tayin hak
larında eşit olmadıkları, bazı milletlerin ötekilere karşı üstünlüklerini kaçınılmaz ve zorunlu kılan
nedenlere ve niteliklere sahip oldukları inancı şovenizmin belkemiğini oluşturur. Bu fikirler, bir
ırksal ve kültürel üstünlük ideolojisince haklılaştırılan Avrupa emperyalizminde açıkça görülüyor
du. 19. Yüzyıl Avrupası’nda Avrupa ve Amerika’nın “ beyaz” halklarının, Afrika ve Asya’nın “siyah”,
“sarı” ve “kahverengi” halklarından entelektüel ve moral açıdan kıyas kabul etmeyecek derecede
üstün oldukları inancı, geniş ve yaygın ölçüde kabul gördü. Avrupalılar sömürgeciliği, gerçekten
de, ahlâkî ve dinî bir misyon gibi üstlendiler: Onlara göre sömürge halkları “beyaz insanın yüküy
düler ve sömürgecilik uygarlığın ve özellikle Hıristiyanlığın güzellik ve nimetlerini dünyanın geri
kalan şanssız ve câhil halklarına götürmek gibi ulvi bir amaca hizmet etmekteydi.
Millî şovenizmin daha belirgin şekilleri, Rusya ve Almanya’da gelişti. 19. Yüzyıl’ın sonlarında ve
20. Yüzyıl’ın başlarında, Rusya’da hayli güçlü olan bu milliyetçilik, “pan-Slavizm” ya da “Slavophile”
milliyetçilik şeklini aldı. Buna göre, Ruslar Slavdır ve Doğu ve Güneydoğu Avrupa’nın Slav toplumla-
rıyla dilsel ve kültürel birlikleri siyasî bütünleşmeyi zorunlu kılmaktadır. “Pan” ön eki “ hepsi”, “tüm”,
“tümü” veya “her” anlamına gelmekte ve böylelikle “pan-Slavizm”, Rusların tarihsel bir misyon olarak
kabul ettikleri Slav birliği hedefini yansıtır. 1914 öncesi dönemde, bu fikirler Rusya’yı Balkanların de
netimi hususunda Avusturya-Macaristan’Ia gittikçe artan şiddette bir çatışmanın içine itti. Pan-Sla-
vizmin şovenist karakteri, Rusların Slav halklarının doğal lideri ve Slavların kültürel ve mânevî an
lamda, orta ve Batı Avrupa halklarından daha üstün olduğu inancından kaynaklanır. Bundan dolayı
pan-Slavizm Batı karşıtı ve anti-liberal bir siyasî harekettir. Pan-Slavizmin çeşitli şekilleri 1991’den ve
Sovyetler Birliği’ndeki komünist yönetimin çöküşünden bu yana yeniden uyandırılmıştır.
Geleneksel Alman milliyetçiliği de, Napoleon Savaşlarında yaşadığı hezimetten sonra dik
katleri çeken bir şovenizme kendini bıraktı. Fichte ve Jahn gibi yazarlar, Fransa’ya karşı şiddetle
tepki gösterdiler ve özellikle Fransız İhtilâline reaksiyonun ideolojisi olarak Alman kültür ve dili
nin biricikliğine vurgu yapan ve Alman halkının ırksal arılığını yansıtan provokatif bir düşünceler
dizisi oluşturdular. 1871’deki birleşmeden sonra Alman milliyetçiliğinin şovenist yapısı, Almanca
konuşan Avusturya ve Almanya’nın “güneşteki yeri” olan bir Alman İmparatorluğu için kampanya
düzenleyen pan-Alman Ligi ve Donanma Ligi gibi, birtakım baskı gruplarının oluşumuna yol açtı.
Pan-Germenizm, Almanların mutlak hâkim olduğu bir Avrupa hayâliyle tasarlanmış yayılmacı ve
saldırgan bir milliyetçilik şeklidir. Alman şovenizmi en yüksek ifadesini Naziler tarafından geliştiri
len anti-Semitik (bkz. s. 228) ve ırksalcı söylem ve doktrinde buldu. Naziler pan-Germenizmin ya
yılmacı hedeflerini büyük bir tutkuyla benimsediler ve bu hedefleri siyasî söylemlerin yanı sıra biyo
lojik verilerle de desteklemeyi ihmâl etmediler. (Faşizmin irdelendiği Yedinci Bölüm’de bu konunun
detaylarına ulaşabilirsiniz). 1945’ten sonra, D oğu Almanya geçmişin yayılmacı ideallerinden uzak
ve farklı bir milletal gelenek benimsedi. Bununla birlikte 1990’daki yeniden birleşme aşırı sağcı ey
lemlerin ve anti-Semitik saldırıların yeniden ortaya çıkmasına yol açtı ve bazılarının çağdaş Alman
milliyetçiliğinin henüz tarihin derinliklerine gömülmediğini iddia etmelerine de zemin hazırladı.
Millî şovenizm, yoğun, hatta histerik milliyetçi bir tutkudan beslenir. Ayrı, özerk ve rasyonel
bir varlık olarak birey, vatansever duygularla silinip saldırganlık, şiddet, yayılma ve savaş arzularıy
la kendini ifade edebilir hâle gelir. Bu bağlamda Fransız sağcı milliyetçi Charles Maurras (1868-
1952) bu yoğun vatanseverliği, “ bütünleyici milliyetçilik” ( integral nationalism) olarak adlandırır.
Zirâ bireyler ve bağımsız gruplar kimliklerini, bireyin ötesinde bir varlığı ve anlamı alan mutlak
kudret sahibi ‘millet’in içinde eriterek kaybederler. Bu tarz, militan milliyetçilik, sıklıkla militariz
min eşliğinde var olabilir. Askerî başarılar ve fetihler, millî büyüklüğün nihaî delilidir ve milliyetçi
bağlılığın yoğun duygular üretebilmesinin de garantisini oluşturur. Aslında sivil nüfus köklü bir
biçimde askerîleşmiştir: Mutlak sadakâtin, tam adanmanın ve gönüllü fedakârlığın savaşçı değer
leriyle bütünleşir. Milletin şeref ve bütünlüğü söz konusu olduğunda, sıradan vatandaşların hayatı
önemsiz hâle gelir. Bu tarz duygusal yoğunluk, Ağustos 1914’te gösterildi ve belki de İslâmî gruplar
açısından mukaddes savaş demek olan “cihad” için yeter şartların temelini oluşturur.
Millî şovenizm, yalnızlaşmış ve güçsüz insanlara güvenlik, özgüven, gurur ve onur vadeden
güçlü bir duygusal iksirdir. Militan ya da tamamlayıcı ya da bütünleyici ( integral) milliyetçilik, ayrı
ve özgün bir millî gruba güçlü ve yüceltilmiş bir aidiyet hissi gerektirir. Bu yoğun millî duygu, başka
bir millet ya da ırkı tehdit ya da düşman hâline getiren “negatif bütünleşme” ile teşvik edilir. Düş
manla yüzleşme hâlinde, millet bütünleşmeye güçlü bir şekilde sımsıkı sarılır ve kendi kimliğine ve
bu kimliğin önemine verilen iman pekişir. Bundan dolayı millî şovenizm “onlar” ve “ biz” ayrımını
keskinleştirir. “Biz” kimliğinin maslahata uygun bir biçimde yeniden şekillenebilmesi için “onlar” la
alay edilmesi ve hatta “onlar”dan nefret edilmesi gerekmektedir. Politikada millî şovenizm, daha
çok dünyayı “içinde bulunulması gereken ve istenen grup” ve “istenmeyen grup” olarak ikiye ayıran
ırksalcı ideolojilerde yer verilmiştir; “istenen grup”un mâruz kaldığı her türlü şanssızlık ve hayâl kı
rıklığının kaynağı olarak gösterilen ve şamar oğlanına çevrilen grup “istenmeyen grup”tur. Bundan
dolayı şovenist siyasî inançlar, ırksalcı fikirlerin üremesine uygun bir zemin hazırlar. Hem pan-Sla-
vizm ve hem de pan-Germenizm, örneğin, nefret dolu ve zehirli anti-Semitizm (bkz. s. 228) ta
rafından şekillendirilmiştir.
Dostları ilə paylaş: |