2.5.1.2 Çukurova ve Çocukluk
Yaşar Kemal, Antik Çağlardaki adı Kilikya olan Çukurova’da 1923 yılında dünyaya
gelmiştir. Ortaokuldan sonra eline geçen nüfus cüzdanında, her ne kadar doğum bilgisi 1926
olarak işaret edilse de bu tarihin doğru olmadığını kendisi saptamıştır.
530
Çukurova, Seyhan ve Ceyhan nehirlerinin binlerce yıldan beri Toroslardan taşıdıkları
alüvyonlarla oluşmuş uçsuz bucaksız bir düzlüktür. Akdeniz’in Toroslara uzaklığı yer yer
120-150 kilometreyi bulurken ailenin yerleştiği Hemite köyü, kuşbakışı Akdeniz’e otuz
kilometre mesafededir. Çukurova’daki pek çok yerleşim yeri gibi Hemite, 1865’te -yani Yaşar
Kemal doğmadan yaklaşık 60 yıl evvel- Ahmet Cevdet Paşa tarafından kurulmuştur. Bir
Türkmen aşireti olan Bozdoğan Aşireti buraya cebren yerleştirilmiştir. Yaşar Kemal’e göre
Osmanlı Devleti 19. yüzyılın ikinci yarısında yörüklerden vergi ve asker alabilmek için
zorunlu iskân politikasını devreye sokmuş ve göndermiş olduğu büyücek bir ordu (Fırka-i
Islahiye) ile sayıları bir milyonu geçen yörüğü toprağa bağlamıştır.
Türkmenler yerleşik hayata alışık olmadıklarından bir de Çukurova’nın sıcağı-
sıtmasıyla baş edemeyeceklerini bildiklerinden buna karşı durmuşlardır. Bölgede Kozanoğlu
Aşireti önderliğinde ayaklanan ova Türkmenleri Osmanlı Devleti’ne başkaldırmış ancak
savaşı dağda değil de ovada kabul edince yenilgiye uğramışlardır.
531
İsyan başarısız olunca da
çaresiz mecburi iskâna boyun eğmek zorunda kalmışlardır. Dolayısıyla Yaşar Kemal’in köyü
de bir başkaldırmanın yenilgisiyle oluşturulmuştur. Aziz Şeker, Yaşar Kemal’in edebiyat
geleneğindeki başkaldırı olgusunda bu yörenin ve bu yöredeki başkaldırı türkülerinin etkin rol
oynadığını dile getirir:
… yöresinin başkaldırı türküleri doğduğu köyde yaşam penceresinden süzülenlerle
birlikte ilerleyen yıllarda özellikle başkaldırı olgusu olarak Yaşar Kemal’in edebiyat
geleneğinde temel belirleyici olacaktır.
532
529
Yaşar Kemal, Kimsecik 1 Yağmurcuk Kuşu, Yapı Kredi Yayınları, Ankara, 2016, s.56.
530
Yaşar Kemal, A.g.e., s.25.
531
Yaşar Kemal, A.g.e., s.24.
532
Aziz Şeker, Homeros’tan Binboğalara Yaşar Kemal, Sabev Yayınları, Ankara, 2014, s.5.
151
1939-1942 yılları arasında Çukurova ve Toros köylüklerinden derlediği Ağıtlar Yaşar
Kemal’in ilk eseridir. Eser 1943’te yayımlanır. Bu derlemede Kozanoğlu başkaldırısı apayrı
bir yer tutar. Çünkü bu başkaldırı bütün bir bölgeyi sarsmış, Güney Türkmenlerinin yaşamını
altüst etmiştir. Yazara göre bu başkaldırının büyük şairi Dadaloğlu’dur. Yaşar Kemal
Dadaloğlu’nu dilimizin en büyük başkaldırı şairi
533
olarak nitelendirir.
Türkiye’de onun aşağı yukarı herkesçe bilinen bir şiiri daha belleklerdedir.
“Hakkımızda devlet vermiş fermanı/Ferman Padişahınsa dağlar bizimdir.” Ben bu
başkaldırının onurunda, bu yenilginin acısı içinde doğdum, büyüdüm.
534
Bu Türkmen köyündeki tek Kürt aile Yaşar Kemal’in ailesidir. Köyde onlardan başka
Kürtçe konuşan hiç kimse yoktur. Kürtçe ailede yalnızca bu evde konuşulur. Çocuklarsa
Kürtçeyi evde de dışarıda da hiç konuşmazlar. Bu yüzden yazar, Kürtçeyi anlayabilmekte ise
de bir hikâye anlatacak kadar konuşamamaktadır. Üstelik bu Türkmen köyü yazara göre
“belki de Türkçenin en zengin konuşulduğu yer”dir. Köydeki her kadın bir şairdir ve ağıt
yakmasını bilmeyen bir kadın ya delidir ya da aptal. Öyle ki köyde bir Karacaoğlan şiiri
bilmeyen hiç kimse yoktur.
535
Şifahi kültürü bu kadar ileri olan köyünde dini sohbetlerin
gündelik yaşamda pek fazla yer kaplamadığı yazar tarafından şöyle dile getirilir:
Bizim köyde dinsel söz çok az edilirdi. Köyün bir camisi vardı minaresi olmayan.
Cumadan cumaya, o da yaşlı köylüler namaz kılarlardı. Başka din üstüne bir şey
anımsamıyorum. Geçenlerde Suriyeli bir şair bana soru, sizde, sizin romanlarınızda, dedi,
insanlar çok az namaz kılıyorlar, ya da hiç kılmıyorlar, acaba sizin halk Müslüman değil mi?
Bizim halk Müslümandı ama din onlar için yaşamın hep aşağısındaydı.
536
Köyün inanç durumu genel hatlarıyla bu şekilde olsa da yazarın babası Sadık Bey dini
ritüellerini yerine getirmek için gayret sarf eder. Öz yaşam öyküsel romanında (Kimsecik 1
Yusufçuk Yusuf) pek çok yerde babasının namaz kıldığı vurgulanır. Yine Alain Bosquet’e
İslam dininin ülke insanını etkilemesinin kaçınılmaz olduğunu dile getirirken “Bu etki benim
romanlarımda belli olmuyorsa, yanlışlık benimdir.”
537
ifadesini kullanacaktır.
Yaşar Kemal, doğduğunda babasının çok yaşlı -belki elli yaşın üstünde- olduğunu,
buna mukabil annesinin ise on yedi yaşında olduğunu dile getirmektedir.
538
Ancak bu bilgiler
İrfan Can’a göre hatalıdır. Bu konuda ya yazar yanılmakta ya da Alain Bosquet’e çeviri
533
Yaşa Kemal, Ağıtlar, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 1993, s.23.
534
Yaşar Kemal, Yaşar Kemal Kendini Anlatıyor, Alain Bosquet ile Görüşmeler, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul,
2013, s.121.
535
Yaşar Kemal, A.g.e., s.35.
536
Yaşar Kemal, A.g.e., s.70.
537
Yaşar Kemal, A.g.e., s.112.
538
Yaşar Kemal, A.g.e., s.25.
152
yapılırken bir yanlışlık yapılmaktadır. Çünkü Yaşar Kemal’in kardeşi olan Recep Songül’ün
hanımı Fatma Songül, Sadık Bey’in yedi yıl çocuğu olmadığını, Yaşar Kemal’in yedinci yılın
sonunda doğduğunu ve bunun üzerine Sadık Bey’in kurbanlar kestirdiğini bildirmektedir.
Fatma Hanım kendisiyle yaptığım görüşmede aynı bilgileri bana da vermiştir. Yaşar Kemal’in
annesine ölene kadar kendisinin baktığını dile getirmiştir. Nigâr Hanım’ın yedi yıl çocuğu
olmadığı hesaba katılırsa Sadık Bey’in Nigâr Hanım’la on yaşında evlenmiş olması gerekir ki
bu bilgiler gerçek dışıdır.
539
Zaten Nigâr Hanım’ın Kadirli Asri Mezarlıktaki kabrinde yer
alan kitabede doğum tarihi 1890 ölüm tarihi ise 1966 olarak geçmektedir. Bu durumda 76
yaşında vefat eden Nigâr Hanım, Yaşar Kemal doğduğu vakit 33 yaşındadır.
Köydeki tek Kürt aile olmasına rağmen Türkmenler asla onları dışlamamışlardır.
Yaşar Kemal, 2013’te –vefatından iki yıl evvel- dönemin Osmaniye Valisi Celalettin Cerrah
ile Hemite köyünde açılışına katıldığı “Yaşar Kemal Kültür Evi”nde yaptığı konuşmada orada
bulunanlara şöyle seslenmiştir:
Bana bir kez bile “Kürtsün” demediler. Hiçbir köylü beni Kürdüm diye dışlamadı. Biz
cennette büyüdük. Hiçbir kötülük görmedim, anadan, babadan, dededen. Şimdi bağırıyorum
yine buradan ve Türkiye bunu dinlesin, bunu bilsin, bütün Türkiye desin ki “Bütün Türkiye
Yaşar Kemal’in köyü gibi olsun” ben de bunu yazayım.
540
Hemite Köyü’ne yaptığım ziyarette bu durumu ben de gözlemledim. Yaşar Kemal’in
babasının öldürüldüğü caminin hemen yanındaki çay ocağında oturan köylüler, yazarın babası
Sadık Bey’in kısa sürede köyün ileri gelenleri arasına katıldığını ve büyüklerinden
öğrenebildikleri kadarıyla da bir müşkülleri olduğunda mutlaka ona fikir danıştıklarını
söylediler. Anlaşılan o ki Sadık Bey, ahlakı, sağlam mizacı, dürüst kişiliği ile kısa sürede
köylünün güvenini kazanabilmişti. Ancak yazar dört buçuk yaşında iken onu derinden
etkileyen bir hadise gerçekleşti. Göç sırasında yolda bulup evlat edindikleri Yezidi çocuk
Yusuf, camide namaz kılarken Yaşar Kemal’in gözleri önünde babasını öldürdü:
Ben babamın camide, o, namaz kılarken yanındaydım, hançerlendiği akşamdan sonra,
sabaha kadar “yüreğim yanıyor”, diye ağladım. Ardından da kekeme oldum ve on iki yaşıma
kadar zor konuştum.
541
539
Bkz.
http://www.iha.com.tr/haber-annesi-yasar-kemali-dunyaya-getirdiginde-kac-yasindaydi-561664
, 22.03.2017
.
540
http://www.radikal.com.tr/hayat/yasar-kemal-bana-bir-kez-bile-kurtsun-demediler-1135079
;
http://www.yeryuzuhaber.com/yasar-kemal-akil-insanlar-teklifini-kabul-etmedim-haberi-57917.html
, 22.03.2017.
541
Yaşar Kemal, Yaşar Kemal Kendini Anlatıyor, Alain Bosquet ile Görüşmeler, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul,
2013, s.26; Ayrıca Bkz. Kimsecik serisinin birinci cildi olan Yağmurcuk Kuşu’nun sonunda ve ikici cildi olan
Kale Kapısı’nın başında bu cinayet anlatılmaktadır. Y. Kemal, Kimsecik 1 Yağmurcuk Kuşu, Yapı Kredi
Yayınları, İstanbul, 2016; Y. Kemal, Kimsecik 2 Kale Kapısı, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 2015.
153
Cinayet ile ilgili Zülfi Livaneli’nin tespiti dikkat çekicidir. Livaneli, 1980 yılında
henüz yeni çıkan yazarın öz yaşam öyküsel romanı Kimsecik hakkında bir yazı kaleme
almıştır. Ona göre Sadık Bey’i öldüren şey, oğulluğu Yusuf’un ona duyduğu sevgidir. O
zamanlar bütün dünyayı şoke eden bir başka cinayet daha işlenmiştir. Ünlü müzisyen John
Lennon, Marc Chapman adındaki bir hayranı tarafından öldürülmüştür. Livaneli’ye göre bu
iki cinayet arasındaki benzerlik şaşırtıcıdır. Çünkü her iki cinayette de katil, kurbanına
hayrandır:
Adam sürekli olarak Lennon müziği dinliyor, duvarlarına onun resimlerini asıyor ve
hayatının tek kahramanı olarak müzik adamına sarsılmaz bir hayranlık duyuyordu.
Dünyasında başka kimseye yer yoktu. Ama Marc Chapman ne yaptı? Gidip John Lennon’ı,
yani kahramanını öldürdü. Bütün dünyayı şaşırtan bir eylemdi bu ve herkes cinayetin sebebini
arıyordu. Oysa cevap, Yaşar Kemal’in bu olaydan yıllarca önce yazmaya başladığı ve
cinayetle aynı günlerde yayımlanan “Kimsecik” romanındaydı.
542
Livaneli’nin böylesi bir analojiyi kurmasındaki sebep, Yusuf’un Sadık Bey’e olan
hayranlığıdır. Yaşar Kemal, Kimsecik serisinin birinci cildi olan Yağmurcuk Kuşu’nda cinayet
anına kadar bu hayranlığı işler. Yusuf, bu eserde Salman karakteri ile özdeşleştirilmiştir:
Salman’ın sevgisiyse bambaşkaydı, onun sevgisi bir tapınma, bir sonsuz hayranlıktı.
Salman’ın dünyası yalnızca oydu. Salman bu dünyada ondan başka hiçbir şeyi düşünmüyor,
her adımını onun için atıyor, her devinimi onun için oluyordu. Onun için soluk alıyor, onun
için yapıyordu. Salmanın ne Tanrısı, ne anası babası, ne hiçbir kimsesi, ne köyü, ne köylüsü,
ne kardeşi, ondan başka hiçbir şeysi yoktu. Bundan dolayı da kanının her damlasında onu
yaşıyor, onu duyuyordu.
543
Livaneli, “İnsanın başına gelen en önemli iki olay doğum ve ölümse, yaşamını en
derinden etkileyen, değiştiren iki kişi de anası ve katilidir. Mark Chapman, Lennon’ın
hayatının en önemli kişisiydi, hayatını sona erdiren adamdı.”
544
der. Sadık Bey için de aynı
durum söz konusudur. Yusuf, onun hayatının en önemli kişisi olmak istedi ve Sadık Bey’i
öldürdü. Hem de bunu, sevgisini paylaştığı öz oğlu Yaşar Kemal’in gözleri önünde yaptı.
Ancak onu öldürmedi, bu acıyla yaşattı. Sadık Bey’in kabri köy mezarlığındadır. Mezar
taşındaki kitabenin bir yüzünde, Sene 927 Van muhaciri Hacı Sadık ruhuna Fatiha
542
Zülfü Livaneli, Gözüyle Kartal Avlayan Yazar Yaşar Kemal, Doğan Kitap Yayınları, İstanbul, 2016, s.53-54.
543
Yaşar Kemal, Kimsecik 1 - Yusufçuk Yusuf, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 2016, s.185-186.
544
Livaneli, A.g.e., s.56.
154
yazmaktadır. Tarih, Yaşar Kemal’in beyanıyla uyuşmaktadır. Kitabenin diğer yüzünde ise bir
kubbe ve altında kare figürü ile cami simgesi yer almaktadır. Bununla cinayetin camide
işlendiği anlatılmak istenmiştir.
545
Babasının öldürülüşü Yaşar Kemal’in hayatındaki kırılma
anlarından birisi olmuştur:
Babamın ölümü de beni çok üzdü. Babamın ölümüne uzun yıllar inanmadım ve onun
mezarına hiç gitmedim. Uzun yıllar mezarlığın yanından bile geçmedim. Öldüğünden dolayı
da ona derinden kırıldım, küstüm. Herkesin babası yaşarken benim babam neden
öldürülmüştü, bunu da bir türlü anlayamıyordum.
Sadık Bey öldürülmeden bir yıl evvel Yaşar Kemal adına kestiği kurban da yazarın
yaşamını etkileyen bir başka hadise olacaktır. Yazarımız, bir gözünü bu kurban kesilirken
kaybedecektir:
Babam ölmeden bir yıl önce de, babam benim için her yıl kurbanlar kestiriyordu, o yıl
da kurbanlar evin avlusuna getirilmiş, koyunların ayakları bağlanmıştı. Halamın kocası da
bir koyunu kesmiş karnını yarıyordu ki, bıçak deriden kaydı, ben karşısında duruyordum,
bıçak benim sağ gözümün üstüne saplandı, o gözüm görmez oldu.
546
Altan Gökalp, Yaşar Kemal’in yetim, kekeme ve tek gözlü olmasından ötürü onu
İskandinavların en görkemli tanrısı olan Odin’e benzetir. Gökalp, kahramanları güçlüler,
düşmanlar ve doğaüstü güçlerle savaşıma girişmeye itecek “eksikliklerin” kökeninde yer alan
bu özellikler, eşsiz bir yazar olacak olan Yaşar Kemal’de de bulunmaktadır.
547
Sadık Bey’in
ölümünden sonra aile için rüzgâr tersine dönmeye başlar. Çok iyi bir adam olmasına rağmen
amcası Tahir, dört yılda ailenin bütün birikmişini tüketir. Kimsecik serisinde Hasan karakteri
ile özdeşleştirilen amcası Tahir ve Zero karakteri ile özdeşleştirilen annesi Nigar Hatun katili
bulup öldürtmek için ellerinde neleri var neleri yoksa har vurup harman savururlar. Bu durum
aile içinde yaşanılanların bir yansımasıdır. Çünkü Tahir amcası, Sadık Bey’i öldürenden
intikam almak için her yolu deneyecektir:
Tahir amcam yüzlerce ağıt çıkardı. Yıllar yılı her yerde ağabeyinin ağıtların söyledi.
Onun ölümünü hiç unutmadı. Derdi günü babamı öldüren Yusuf’u öldürmekti. Babamın bütün
servetini diyemeyeceğim ama, paranın büyük bir kısmını bu yolda harcadı, Diyarbakır
545
http://cezmyurtsever-kadirlitarihi.blogspot.com.tr/2010/10/yasar-kemalin-babasinin-mezar-tasinda.html
546
Yaşar Kemal, Yaşar Kemal Kendini Anlatıyor, Alain Bosquet ile Görüşmeler, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul,
2013, s.26.
547
Altan Gökalp, Yaşar Kemal’i Okumak, Adam Yayınları, İstanbul, 1999, s.11.
155
hapishanesine, suç işletip adam soktu, adam birkaç kere yaralandı ama ölmedi. Sonra adam
on sekiz yıl hapiste yatıp çıkınca bizim köye gelmiş, amcam bunu haber aldı, çok yaşlı ve
hastaydı artık, ama gene de durmuyor, tabancasını beline takıp onu öldürmeye gitmek için
yola düşüyordu.
548
Amcası Tahir, babasının ölümü üzerine dul kalan annesi Nigâr Hanım’la ikinci eş
olarak evlenir. Gelenek aile için bu evliliği meşru kılar. Böylece evde hır gür de başlamış
olur. Yengesi ve annesi bir türlü anlaşamazlar. Nigâr Hanım, amcası Tahir’le evlense de onu
pek sevmez. Anlaştıkları tek ortak nokta, ikisinin de Sadık Bey’in katili Yusuf’u öldürtmek
istemeleridir. Nigâr Hanım, Yusuf öldürülünceye kadar Yaşar Kemal’den onu kendisinin
öldürmesini ister. Ancak yazar bu fikre hiçbir zaman sıcak bakmaz. Nihayetinde Yusuf, bir
akrabaları olan Osman tarafından on sekiz yıl sonra köye döndüğü vakit öldürülür. Fakat yine
de Nigâr Hanım, bütün ömrü boyunca etrafındakilere Yusuf’u Yaşar Kemal’in öldürdüğünü
söyleyecektir:
Osman’ın babamın katilini öldürmesi çok zoruna gitti ve Yusuf’u benim öldürdüğüme
ve Osman’ın üstüne attığıma kendisini inandırdı ve herkese de bunu anlatmaya başladı.
Bereket versin ona kimse inanmıyordu. Çünkü Yusuf öldürüldüğünde ben Çukurova’da
değildim.
549
Yazarın, öldürülen öz babasından bir, amcası Tahir’den de iki erkek kardeşi dünyaya
gelir, fakat üç kardeşi de sıtmadan ölür.
550
Bütün bu yaşananlar neticesinde Yaşar Kemal git
gide evden uzaklaşır; asi, başına buyruk bir karaktere bürünür. “Başıma buyruk bir çocuktum,
etki falan dinlediğim yoktu sanırsam. Babamı bilmiyorum, eve başkaldırmıştım, köye de öyle.
Durmadan kaçıyordum.”
551
der. Çukurova’daki toprak düzenini kavrayıp buna ilk başkaldırışı
da yine bu döneme rastlayacaktır. En yakın arkadaşı olan Mehmet’in (Şahin) babası İsmail
Ağa’nın tarlasında yarıcı olarak çalışırlar:
İsmail Ağa tarlasını veriyor, biz ekiyor biçiyor, hasat ediyor, ürünün yarısını ona
veriyorduk. Mehmet de ben de buna başkaldırıyorduk ya elimizden bir şey gelmiyordu.
552
548
Yaşar Kemal, A.g.e., s.71.
549
Yaşar Kemal, A.g.e., s.72.
550
Yaşar Kemal, A.g.e., s.64.
551
Yaşar Kemal, A.g.e., s.69.
552
Yaşar Kemal, A.g.e., s.27.
156
2.5.1.3. Yazmaya Merak: Okul Yılları
Yaşar Kemal sekiz yaşlarında iken yazı ile tanışır. Köye gelen bir çerçi, köylü
kadınların isteklerini onlara verip karşılığında alacaklarını bir deftere kaydetmektedir. Sözün
uçup yazının kaldığını bu şekilde anlayan yazar bu durumdan çok etkilenir. Çünkü her ne
kadar annesi karşı çıksa da o, halk şairleri gibi şiirler söylemeye yeni yeni merak salmıştır;
ama ortada bir sorun vardır, söylediği şiirleri bir türlü aklında tutamamaktadır. Şiirleri kalıcı
hale getirmenin tek yolu ise tıpkı bu çerçi gibi okuyup yazmaktır.
Abdale Zeyniki Kürtlerin dengbej adını verdikleri büyük saz şairlerindendir. Bu büyük
zatın Van’da iken ailenin evine gelip destan söylemesi aile için bir övünç kaynağıdır. Yazar
kendisine anlatılanları: “Benim gözümde Abdale Zeyniki bir ermiş olmuş çıkmıştı.”
553
ifadesi
ile dile getirir. Yaşar Kemal, bu dönemde hiç kimseyi dinlemediği gibi anasını da dinlemez,
şiir söylemeye devam eder. Ünü de git gide yayılır, çıkardığı türküler “Âşık Kemal” adıyla
dillere düşmüştür. Toroslardan gelen ve iki gözü de görmeyen Âşık Ali ile henüz çocuk
denilecek yaşta olmasına rağmen bir gece sabaha kadar çakışır. Çakışma iki âşık arasındaki
atışmadır. Çocuktaki yeteneği fark eden Âşık Ali, daha sonradan ünü topraklarımızı aşacak
olan yazara: “Sen bu yaşta bu kadarsan sonunda Karacaoğlan gibi olacaksın”
554
der.
En yakın arkadaşı Mehmet, köye bir saat uzaklıktaki Burhanlı Köyü İlkokuluna
gitmektedir. Onula birlikte okula başlar. Kararlıdır, üç ay kadar kısa bir sürede okuma
yazmayı öğrenir. 1928’de –yani yazar doğduktan beş yıl sonra- harf inkılabı ile Arap
alfabesinden Latin alfabesine geçilmiştir. Bu yıllarda yeni alfabeyi okuyup yazanların sayısı
oldukça azdır. Köyün imamı dâhil hiç kimse okur-yazar değildir. Bu yüzden köyün ilk
okuryazarları da bu iki kafadar olur.
555
İkinci sınıfa Kadirli’deki akrabalarının yanında devam
eder. Aynı sınıfta okuduğu ve kendisinden daha ünlü bir şair olan Âşık Mecid’e hayranlık
duyar, onun çıraklığını gönüllü olarak kabul eder. Ne var ki Mecid, beşinci sınıfa
geçtiklerinde vefat eder. Babasının vefatından sonraki ikinci sarsıntıyı yaşayacaktır:
Âşık Mecit ne yazık ki ilkokul beşteyken öldü ve babamın ölümünden sonra en büyük
acımla karşılaştım. Bütün bir yıl, nasıl olur, nasıl olur, diye söylendim durdum. Onun üstüne
çok ağıtlar yaktım, duyanı ağlatan.
556
553
Yaşar Kemal, A.g.e., s.27.
554
Yaşar Kemal, A.g.e., s.28.
555
Yaşar Kemal, A.g.e., s.90.
556
Yaşar Kemal, A.g.e., s.29.
157
Aynı yıl, yukarı Torosların ünlü destancısı Âşık Rahmi ile tanışır. Onunla da atışır.
Âşık Rahmi de tıpkı Âşık Ali gibi Yaşar Kemal’deki söz ustalığını fark eder, ona hayran kalır
ve küçük bir de saz hediye eder. Âşık Rahmi, Yaşar Kemal’e ilkokulu bitirince kendisiyle
gelmesini, bütün Anadolu’yu köy köy dolaşıp birlikte destanlar, türküler söylemeyi teklif
eder. Bu teklif yazarın hayatındaki dönüm noktalarından biridir. Uzun süre bunun
muhasebesini yapar, kararsız kalır ve bir hayli düşünür. Neticede çok istemesine rağmen Âşık
Rahmi’nin teklifini kabul etmez ve ortaokula devam kararı alır. Lakin ailenin ekonomik
durumu artık onun daha fazla okumasına müsaade etmez.
İlkokul öğretmeni Abdullah Zeki Çukurova, yazarın okuması için kasabanın
zenginlerinden para toplar, yazar bu parayı almamak için onun gözüne görünmez. “Oysa ben,
Abdale Zeyniki’nin diz çöküp destanlar söylediği bir evdendim. Böyle bir parayı nasıl kabul
edebilirim!”
557
diye düşünür. Kasabanın Belediye Başkanı Hakkı Çözeli, toplanan parayı
yazar ortaokula başladığı vakit kendisine götürüp elden teslim etmek ister. Çok diller dökse
de bir türlü bu parayı kabul ettiremez. Toplanan para, fakir bir göçmen çocuğuna verilir.
Çocuk bu parayla okur ve üniversiteyi bitirir. Yazarın anlattığı bu hadiseyi kasabada bilen bir
diğer kişi ise Fehmi Gürkan adlı soylu bir zattır. Bu zat, aynı zamanda Yaşar Kemal sosyalist
savaşıma girdiğinde kasabada ona sırtını dönmeyen tek kişi olacaktır:
Ben sosyalist savaşıma girdiğimde hiçbir kasaba soylusu, zengini benimle
konuşmazken Fehmi Gürkan bana eski dostluğunu her zaman gösterdi. Benim de her
kasabaya gidişimde hala ilk aradığım insan bu soylu kişidir. Daha da bir çocuğun bu
direnişine şaşar.
558
Yaşar Kemal için tek çıkar yol vardır, başının çaresine bakmak. O da öyle yapar.
Amcasının izni ile evdeki tek tosunu satıp Adana’ya çalışmaya gider. Bu dönemde ilkokulu
yeni bitirdiği hesaba katılırsa on üç-on dört yaşlarında olmalıdır. Belçikalılara ait bir çırçır
fabrikasında çocuklar da çalıştırılmaktadır, burada işe başlar. Fabrikanın müdürü Aslan Bey
ona sahip çıkar. Yaz boyunca bu fabrikada çalışıp para biriktirir. Biriktirdikleri ile de
Adana’da ortaokula başlar.
Bütün eserlerinin şaşmaz parçası olan doğa, henüz çocukluk yıllarında kişiliği ile
özdeşleşmiştir; bu tutku ileride siyasetinin de olmazsa olmazı olacaktır. Tıpkı Hanry David
Thoreau gibi bir tabiat aşığıdır. Aziz Şeker, “Yaşar Kemal’in doğaya olan insanca tutkusu onu
557
Yaşar Kemal, A.g.e., s.30.
558
Yaşar Kemal, A.g.e., s.31.
158
yıllar sonra politikaya atılacağı Türkiye İşçi Partisinde doğa ve toprak sorunlarını sık sık
gündeme taşımasıyla anlam bulacaktır.”
559
der. Yazar, “Doğadaki her yaratık, her renk, koku
beni sevinçten delirtiyor, kendimden geçirtiyordu.”
560
deyişi ile doğaya hayranlığını dile
getirir. Makineleşmeden, yani değişim ve dönüşümden önceki Çukurova’da yaşamış olmanın
bahtiyarlığını duyumsar. Ne var ki bu bahtiyarlık, kapitalizmin götürdükleriyle onda bir
yıkıma dönüşecektir. Çünkü tek bir rengin solmasına, eksilmesine; tek bir hayvanın yitmesine
yüreği el vermeyen yazar, tabiata sonsuz bir hayranlık beslemektedir. Çocukluğunun dünyası,
kendi deyişiyle anlatılamayacak kadar zengindir:
Köyün yakınında Anavarza kayalıklarından başlayan büyük Akçasaz bataklığı vardı.
O bataklıkta yüzlerce kuş türü vardı. Köyümün kayalıklarında da yüzlerce kartal uçuşurdu.
Kara kartallar, kızıl kartallar. Ben Akçasaz’da çok çok filamingo gördüm. Renk renk büyüklü
küçüklü kuşlar, kelebekler bulutlar gibi uçuşuyorlardı. O kadar çok kelebek vardı ki
buralarda bütün bahar, bütün sonbahar kuşlar, kelebekler rüzgârlar gibi esiyorlardı. Dünya
öylesine bir renk cümbüşünde çalkalanıyordu ki, inanmak olası değil… O gün bu gündür
bütün düşlerim ak bulutlu ve renklidir. Doğa alabildiğine zengin ve verimliydi. Bir de daha
düşlerime hep pamuk tarlaları girer. Ovada, bütün köycek pamuk toplamaya giderdik. Bir de
arılara merak sardırmıştım…
561
Ortaokulu bitirebilmek için birkaç yaz da Kadirli’de bostan tarlalarında bekçilik yapar.
Bu tarlaları beklerken kimi geceler eşkıyalarla karşılaşır. Pamuk çapalama, pamuk toplama,
ekin biçme, traktör şoförlüğü gibi çeşitli işleri de yürütür. Çevresinde gördüklerini en ince
ayrıntısına kadar inceler, müthiş bir gözlem yeteneği vardır: “Bir şeye gözümü dikip günlerce
durmadan seyretmek benim çocukluk huylarımın başlıcalarındandı.”
562
der. Yitirdiği insanlar
kadar çevresinde can veren hayvanlar için de aynı acıyı duyumsar: Çok keklik besledim.
Ölümleri benim için korkunç bir acıydı.
563
ifadesi bu durumun bir yansımasıdır.
“Çocukluğumun krallığı” olarak nitelendirdiği yıllar Yaşar Kemal için düşle gerçek arası bir
masal diliminden ibarettir. Bu krallığı şöyle tarif eder:
Bir yanım kan içinde, bir yanım düşlerin büyüsündeydi. Bir yanımda çangal bıyıklı
kanlı eşkıyalar, at hırsızları, bir yanımda büyük destancılar, bir yanımda tüyden ince
559
Aziz Şeker, Homerostan Binboğalara Yaşar Kemal, Sabev Yayınları, Ankara, 2014, s.25
560
Yaşar Kemal, A.g.e., s.37.
561
Yaşar Kemal, A.g.e., s.31.
562
Yaşar Kemal, A.g.e., s.32.
563
Yaşar Kemal, A.g.e., s.34.
159
Karacaoğlanlar, bir yanımda 1865 Kozanoğlu başkaldırısının şiirini söyleyen Türk tarihinin
en büyük başkaldırı şairi Dadaloğlu…
564
Sanatçı, bu yıllarda ilk şiirlerini de yayımlamaya başlar. 1939’da yani on altı yaşında
iken ilk şiiri olan “Seyhan”, Adana Halkevi Dergisi Görüşler’de yayımlanır. Bir taraftan da
Çukurova’nın köylerini dolaşıp köylülere Karacaoğlan destanını anlatır; onlardan ağıt,
tekerleme, türkü, halk hikâyesi gibi folklor ürünleri derler. Bu nedenle halk bilimi ürünlerinin
onun sanatçı kişiliğini, yazarlığını belirlemedeki etkisi çok büyüktür.
Ben Türk destanları ve Kürt destanları ile büyüdüm. Çocukluğumda edebiyata şiirle
başladım. On altı yaşlarımda bir destan anlatıcısıydım. Köy köy dolaşıp destan anlatır, sonra
da folklor derlemeleri yapardım.
565
1941’de ekonomik nedenlerle ortaokul son sınıftan tasdiknameyle ayrılır.
566
Artık
yavaş yavaş kişiliği oturmaya başlamıştır, iç sesini dinleyerek kendi hayatında seyirci değil
başrol oynamaya karar verir. 1950 yılına kadar pek çok işte çalışır. İnşaat kontrol memurluğu,
ırgat kâtipliği, arzuhalcilik, pamuk tarlalarında amelebaşılık, pirinç tarlalarında, Savrun
Çayı’nda su bekçiliği, çiftliklerde kâtiplik, öğretmen vekilliği, traktör sürücülüğü, Adana
Halkevine bağlı Ramazanoğlu Kütüphanesi’nde hademe kadrosunda memurluk gibi sayısı
kırka varan işlere girip çıkar. Bu kadar çok işe girip çıkmasının nedeni ise siyasi eğilimi
nedeniyle sürekli takip edilmesindendir.
Bir de beni Çukurova’da köpek gibi kovaladılar yıllarca. Bir işe giriyordum, izimi
yitirtiyordum. Bir hafta on gün sonra polis mi jandarma mı ne zıknabutsa geliyorlar beni
işten çıkartıyorlardı. Batos ırgatlığı yapıyordum. Günde on beş saat, kırk, kırk beş derece
sıcak altında. Orada bile beni rahat bırakmıyorlardı. Elli yedi kiloydum. Belki otuzdan fazla
işe girdim çıktım birkaç yılda. Sonunda arzuhalciliği buldum da rahat bir iki lokma ekmek
yiyebildim. Bir de traktör şoförlüğünde izimi yitirdiler.
567
Dostları ilə paylaş: |