2.5.3 Sivil İtaatsiz Olarak Değerlendirme İmkânı
Çok yumuşak huylu bir insanım.
Çok da yürekli bir insan olmadığımı biliyorum.
Ama, karşı koymaktan başka elimden bir şey gelmiyor!
758
Y. Kemal
“
Bir insanın kendisine azıcık saygısı varsa yöresinde olan kötülüklere karşı koymadan
edebilir mi?”
759
diye soran yazar aynı zamanda neden onu sivil itaatsizlik açısından
değerlendirmeye aldığımızın da açıklamasını yapmış olur. Çünkü bu soru, bize göre
Sokrates’in, Gandhi’nin, Thoreau’nun, Martin Luther King’in, Rosa Parks’ın da başlangıç
noktalarındaki soru ile tıpa tıp aynıdır. Ahlak, bilinçli seçilen eylemler için söz konusudur ve
sivil itaatsizlik ahlaklı bir isyandır. İsmini zikrettiğimiz bu isimler haksızlıklara karşı
koydukları -başkaldırdıkları- için bedel ödemişlerdir.
Yaşar Kemal’in yukarıdaki sorusuna verilecek cevap -bedeli ne olursa olsun
kötülüklere karşı konmalı- ise pasif direnişin teorik safhası için temel atılmış olur. Kendisini
milyonlarca türdeşinden ayıracak olan sivil itaatsizlik edimi için kişi, bu haksızlığı nasıl
giderebileceğini sorgulamaya başlar. Teorikte kurguladıklarını pratiğe yansıtarak yoluna
devam eden kişi ilk önce kendisine, daha sonra da en yakınlarından başlamak üzere
çevresindekilere kararlılığını (saygısını) ispatlayacak; samimiyetini gösterecektir. Rustin’in
ifade ettiği gibi demokratik bir toplumda, ağır haksızlıklara karşı sivil itaatsizlik edimini
devreye sokarak çözüm arayışında bulunmak her bireyin yalnızca hakkı değil aynı zamanda
görevidir de. Yaşar Kemal sivil itaatsizliğin teorik kurgusundan haberdardır. Cem Erciyes’le
gerçekleştirdiği röportajda Gandhi’nin pasif direniş’ine ilişkin yorumları şu şekildedir:
…bir zamanlar silahlı emperyalistler dünyayı zapt etmişlerdi. Ülkeler
başkaldırıyorlardı. Emperyalistler isyancıları öldür babam öldür ediyorlar, sürgün et babam
sürgün ediyorlardı. Hindistan uygar bir ülkenin emrindeydi. Hindistan’ın bir de kahramanı
vardı. Kahraman iyi niyetliydi. Pasif direnişi Tolstoy’dan almış diyorlar. Emperyalistler pasif
direnmeciyi durmadan boyuna hapishaneye atıyorlardı. Pasif direnişçinin ayağında çarık,
sırtında da beyaz entari, hapislerden çıkınca halkın arasında dolaşıyordu. Kimi zaman
yanında keçisiyle İngiltere’ye, Güney Afrika’ya gidiyordu. Günler geçiyor, yıllar geçiyordu.
Bizim kahraman hapisliklerden vakit bulunca halkın arasında dolaşıyor, pasif direnmeyi
halka anlatıyordu. Sonra bir gün ne oldu ne olmadı İngilizler Hindistan’dan çekilmeye
758
Yaşar Kemal, Yaşar Kemal Kendini Anlatıyor Alain Bosquet ile Görüşmeler, YKY, İstanbul, 2013, s.114.
759
Yaşar Kemal, A.g.e., s.114.
218
başladılar. Bazılarına göre bu bir mucizeydi. İngilizler bu gücün nereden çıktığını
biliyorlardı.
760
Her ne kadar içinde bulunulan çağ Gandhi’nin pasif direnişindeki çağdan farklı olsa da
yazara göre bugünkü insanlar da çağa göre pasif direnişle kurtuluş için mücadele edeceklerdir.
İnsanlık açlıktan, yoksulluktan aşağılanmaktan kurtulacaktır.
761
Yaşar Kemal, gerek yurt içinde gerekse yurt dışında gördüğü, duyduğu haksızlıklara
tepkisiz kalmamıştır. 09.05.1967 tarihli “İnsanlığın Kahramanı Glezosun Elinde Üç Ak
Karanfil”
762
başlıklı yazısında, iki yüz kilometrelik “Atom aleyhtarı” yürüyüşüne katıldığını
dile getirirken yalnız ulusal değil uluslararası arenada da insanlığın geleceğini ilgilendiren
olaylara müdahil olarak bunu bizlere göstermiştir. Protesto ile ilgili izlenimlerini “Yürüyüşe
her milletten katılanlar var. Amerikalılar, Fransızlar, İsveçliler, Finliler, Araplar, Hintliler…
Kıbrıslılar da vardı. Ben de yürüyüşe katılan tek Türk olduğum için Kıbrıslılara katıldım.
Kıbrıslıların çoğunluğu Türk’tü.” şeklinde aktarırken neden onu ülkemizde yaşayan
milyonlarca türdeşinden ayırdığımızın nedenini de açıklamış olur.
1987’de Raşit Gökçeli ile gerçekleştirdiği görüşmede “Ne olursa olsun, her biçim
sanatın birinci işi başkaldırıdır. İşte kökeninde başkaldırı olan sanat, çağımızın ilerici
insanlığıyla birlikte başkaldırdıkça kalıcılığını gerçekleştirecektir.”
763
diyen yazar, bütün
yapıtlarında neden başkaldırı ögesini ön planda tuttuğunu da bizlere açıklamış olur. Yine aynı
yazıda “Dünya dünya oldu olalı çok İnce Memed çıkmış, bugün de çok İnce Memed var,
bundan sonra da İnce Memedler durmadan çıkacak. Bu dünya başkaldırının sırtında duruyor.”
diye belirtirken insanlığın başkaldırma değerini yitirdiği gün, kişisel ve toplumsal olarak
ayağa kalkamayacağını, yok olacağını belirtir. Yine 2008’de Der Spiegel’e verdiği röportajda
kendisinde başkaldırı bilincinin şekillenmesini şöyle izah edecektir:
Köylüler benim çocukluğumda hala başkaldırı türküleri söylüyorlardı. Bizim edebiyat
geleneğimiz bir başkaldırma ve bu başkaldırmada da kelleyi verme geleneğidir. Bu gelenekte
edebiyat bir savaş silahıdır.
764
Kürt meselesinde aldığı politik tavır yazarın sıkça başını ağrıtmıştır. Bin yıldır
Türklerle bir arada yaşayan Kürtlerin bu süre zarfında yalnızca birkaç kez savaşmalarına ve
19. yüzyılda yalnızca iki kere başkaldırmış olmalarına karşın Cumhuriyet döneminde neden
760
Yaşar Kemal, “Kürt Sorunu: Türkiyenin Demokrasiye Açılan Kapısı” Cem Erciyes Röportaj, Radikal, 22-27
Temmuz 2009, Binbir Çiçekli Bahçe, Der. Alpay Kabacalı, YKY, İstanbul, 2013, s.17.
761
Yaşar Kemal, A.g.e., s.18.
762
Yaşar Kemal, “İnsanlığın Kahramanı Glezosun Elinde Üç Ak Karanfil”, Baldaki Tuz, Der. Alpay Kabacalı,
YKY, İstanbul, 213, s.287-289.
763
Kemal, “Dünya Kabuk Değiştirirken” Raşit Gökçeli ile Röportaj, Zulmün Artsın, YKY, İst., 2013, s.206
764
Yaşar Kemal, “Edebiyatın Gücü”, Der Spiegel, 2008, Binbir Çiçekli Bahçe, Der. Alpay Kabacalı, Yapı Kredi
Yayınları, İstanbul, 2013, s.128.
219
29 kez başkaldırıda bulunduklarını sorgular.
765
Yaşar Kemal’e göre Cumhuriyet
hükümetlerinin yanlış politikaları neticesinde Kürtler bu kadar çok isyan etmiş ve neticesinde
de silahlı direnişe geçmiştir.
Abdullah Karatay “Kürtlerin Sivil Alan Siyaseti ve Sivil İtaatsizlik: Yeni Bir Karşılaşma”
766
adlı makalesinde Kürtlerin hak arama mücadelesindeki belli başlı eylemleri derlemiştir.
Çözüm süreci adı altında toplanan akil adamlara katılmayan Yaşar Kemal gerekçesini;
“…çözümün özü bu kadar açık seçikken akil adam, arabulucu filan gerekmiyor. Gereken tek
şey kararlı bir siyasi irade. Korku ve şiddet üzerine kurulu her politikanın çözümsüzlük
üreteceğini gören cesur bir irade. Demokrasiye, insan onurunun değerine sözde değil özde
inanan bir siyasi irade.”
767
sözleriyle açıklar.
2.5.3.1 Meydan Okuma, Kendini İhbar
Yazarın 18.07.1973 tarihli “Meydan Okuma”
768
başlıklı yazısı, meydan okuyan bir
hükümete karşı bireysel anlamda bir başkaldırı niteliğindedir. Çünkü yazar, bu meydan
okumaya bireysel anlamda başka bir meydan okumayla karşılık vermektedir.
“Demokrasilerde hükümetler meydan okumazlar.” diyen sanatçı Türkiye’de hükümetlerin
kendilerine karşı olan her kişi, kurum ve kuruluşa meydan okuma eğiliminde olduğunu dile
getirir.
1. 1969’da “Camiler Kışla Oldu” başlıklı yazısından dolayı yargılandığında savcının
bilirkişi raporu istediğini, bilirkişi raporunun savcıya sunulduğunda da kararları beğenmeyip
onun yerine yeni rapor istediğini belirtir. Bu durumda savcı, dilediği şekilde önüne
konulmayan bilirkişi raporuna meydan okumaktadır.
2. Ülkede politik cinayetler işlenirken sandıkla işbaşına gelen Süleyman Demirel
hükümeti failleri ortaya çıkarma adına hiçbir girişimde bulunmazken her şeye meydan
okumaktadır.
3. Çetin Altan zaman aşımına uğramış yazılarından dolayı hapiste yatırılırken adalet,
adalete meydan okumaktadır.
765
Yaşar Kemal, “Kürt Sorunu: Türkiyenin Demokrasiye Açılan Kapısı” Cem Erciyes Röportaj, Radikal, 22-27
Temmuz 2009, Binbir Çiçekli Bahçe, Der. Alpay Kabacalı, YKY, İstanbul, 2013, s.10.
766
Bkz. Abdullah Karatay, “Kürtlerin Sivil Alan Siyaseti ve Sivil İtaatsizlik: Yeni Bir Karşılaşma”, Cogito, Sayı 67,
Yaz 2011, Yapı Kredi Yayınları, 3. Baskı, İstanbul, 2015, s.205-224.
767
Yaşar Kemal, “Kürt Sorunu: Türkiyenin Demokrasiye Açılan Kapısı” Cem Erciyes Röportaj, Radikal, 22-27
Temmuz 2009, Binbir Çiçekli Bahçe, Der. Alpay Kabacalı, YKY, İstanbul, 2013, s.19.
768
Kemal, “Meydan Okuma”, Baldaki Tuz, Der. Alpay Kabacalı, YKY, İstanbul, 2013, s.242-246.
220
3. Kitapların yasaklanmasından ötürü hükümetler Danıştay kararlarına meydan
okumaktadır.
4. Bir üniversite profesörünün evinin “yasaklı kitap bulundurmak” suçuyla aranması
düşünce özgürlüğüne meydan okumaktır.
Bu tespitlerinden sonra yazar, kendi evinde yasaklı kitap bulundurduğunu deklare eder
ve kendini şu şekilde ihbar eder:
Biliyor musunuz, benim evimde yasak kitap vardı. Almadılar, neden almadılar biliyor
musunuz, İngilizce diye almadılar. İngilizce okuyanların başka bir özelliği olacak. İhbar
ediyorum. Manifesto daha benim kitaplığın rafında öylecene duruyor. Yayınevi yönetirken
çevirtmek için almıştım. Başıma bir iş gelmez sayın okurlarım, korkmayın canım, Manifesto
İngilizcedir, İngilizcedir.
769
Satırlardan da anlaşılacağı üzere yazar, bir sivil itaatsizlik edimi olan kendini ihbar ile
kamusal alanda haksız gördüğü uygulamaya karşı koymaktadır.
2.5.3.2 Toplatılan Kitabın Tekrar Bastırılıp Dağıtılması, Kendini İhbar
Yaşar Kemal 1994 yılının ekim ayında yirmi beş ünlü Türk yazar ile birlikte “özgürlük
düşüncesi” üstüne bir basın toplantısı tertip eder. Ancak Türkiye’den hiçbir medya organı bu
toplantıya katılmaz. Özellikle Kürt meselesi konusunda yazarın ele aldığı yazılar rahatsız
edici boyutlara ulaşmıştır. Yalnızca Almanya ve İsviçre’den iki televizyon kanalı bu
toplantıyı takip eder. Bunun üzerine yirmi beş ünlü Türk yazarın yazıları bir araya getirilir ve
ortaya çıkan derleme “Ayrıntı Yayınlarından” Düşünce Özgürlüğü ve Türkiye adıyla
neşredilir. Kitapta Yaşar Kemal’in de iki yazısı bulunmaktadır. Yazar bu eserle ilgili
“Böylece o, iki saatte toplatılan kitabı yazmaya karar verdik.”
770
ifadesine yer verecektir. Yine
Fransızlara ait büyük yayınevi organı Gallimard’ın NRF dergisi için 1995 Haziranında
yazdığı “Zilli Kurt” başlıklı yazısında bu olayla ilgili şu değerlendirmede bulunur:
“Ben mahkemeye verilmeden bir gün önce de Düşünce Özgürlüğü ve Türkiye adlı ve
24 imzalı kitap çıkmış ve benim iki yazımdan dolayı iki saat içinde toplatılmıştı. Sonra 81 kişi
benim yazılarıma imza koyarak benim suçuma katıldı. Arkasından benim yazılarım da içinde
1081 gazeteci, yazar, ressam, aydın düşüncelerinden dolayı hapse girmiş yazarların,
769
Y. Kemal, “Meydan Okuma”, Baldaki Tuz, Der. Alpay Kabacalı, YKY, İstanbul, 2013, s.242-246.
770
Yaşar Kemal, “Edebiyat ve Kürt Sorunu Üstüne Yaşar Kemalle Konuşmalar” Yavuz Baydar ile Söyleşi, Yeni
Yüzyıl, 31 Temmuz – 6 Nisan 1995, Zulmün Artsın, YKY, İstanbul, 2013, s.216.
221
gazetecilerin yazılarından parçalar alarak bir kitap yaptılar, o kitabı da imzalayıp böylece suça
katıldılar. Bugünlerde aldığım bir habere göre katılanların sayısı on beş bine çıkmış.”
771
Yakup Coşar, Türkiye’de sivil itaatsizlik eylemleri hakkında değerlendirmede
bulunurken bu olayla ilgili şu değerlendirmede bulunur:
Ses getiren eylemlerden birisi de, 1995 Mart ayında “Düşünceye Özgürlük” adlı
kitabın, aralarında, okuduğunuz kitabın yayımlandığı Ayrıntı Yayınları’ndan Ömer Faruk’un
da bulunduğu bin seksen kişinin imzasıyla yayımlanmasıdır. Kitap daha önce yirmi dört
yazarın yazılarını bir araya getiren Düşünce Özgürlüğü ve Türkiye adlı kitabın toplatılması
ve yayımcısı Erdal Öz ile yazar Yaşar Kemal hakkında dava açılmasına tepki olarak
hazırlanmış ve bin seksen kişi aynı “suç”a imzalarıyla ortak olarak “yasadışı” bir sivil
itaatsizlik eylemine girişmişlerdir.
772
Yine ülkemizde sivil itaatsizlik üzerine çalışma yürüten Nazım Onat da Türkiye’deki
belli başlı sivil itaatsizlik eylemleriyle ilgili değerlendirmede bulunurken bu olaya şöyle atıfta
bulunur:
1995 yılında Yaşar Kemal’in yayımlanan bir yazısının suç kapsamında
değerlendirilmesi nedeniyle “Düşünceye Özgürlük” adlı bir kitap yayımlandı. Söz konusu
kitapta Yaşar Kemal’in yazısı da yer almaktaydı. Bu kitabı yayımlayan ve yayımlatanların
kendilerini ihbar etmeleri, sivil itaatsizlik olarak değerlendirilmesine bir örnektir.
773
Der Spiegel o günlerde Yaşar Kemal’den bir yazı talebinde bulunur. Livaneli’nin
deyişiyle Der Spiegel, dünya hükümetlerini ve karar mekanizmalarını etkileyecek kadar
önemli bir Alman dergisidir.
774
Yaşar Kemal, yayımcı Erdal Öz’le görüşüp ondan izin
aldıktan sonra toplatılan kitaptaki iki yazısından birisi olan “Zulmün Artsın”ı Der Spiegel’e
gönderir. Neden yazısını Der Spiegel’e gönderdiğini Yavuz Baydar’a, “Der Spiegel dünyanın
en etkin dergilerinden biriydi. Türkiye’de de hiçbir gazete Kürt sorunu üstüne hiçbir yazımı
almıyordu, denemiştim.”
775
sözleriyle açıklayacaktır. Neticede Der Spiegel’de yayımlanan bu
yazısından ötürü 20 aylık hapis cezasına çarptırılır. Cezası ertelenir. Bundan kısa bir süre
771
Yaşar Kemal, “Zilli Kurt”, Gallimard Yayınevi NRF dergisi, Haziran 1995, Der. Alpay Kabacalı, Binbir
Çiçekli Bahçe, YKY, İstanbul, 2013, s.93.
772
Yakup Coşar, Kamu Vicdanına Çağrı Sivil İtaatsizlik, Ayrıntı Yayınları, 4. Baskı, İstanbul, 2014, s.26.
773
Nazım Onat, “Sivil İtaatsizlik Kavramına İlişkin Yaklaşımlar”, Sivil İtaatsizlik Henry David Thoreau, Çev.
Caner Turan, Önsöz Nazım Onat, Say Yayınları, İstanbul, 2015, s.47.
774
Zülfü Livaneli, Gözüyle Kartal Avlayan Yazar Yaşar Kemal, Doğan Kitap Yayınları, İstanbul, 2016, s.136.
775
Yaşar Kemal, “Edebiyat ve Kürt Sorunu Üstüne Yaşar Kemalle Konuşmalar” Yavuz Baydar ile Söyleşi, Yeni
Yüzyıl, 31 Temmuz – 6 Nisan 1995, Zulmün Artsın, YKY, İstanbul, 2013, s.217.
222
sonra da Düşünceye Özgürlük adlı kitaptaki ikinci yazısını İngiliz yayın organı Index on
Censorhip’e gönderir. Bundan dolayı da bir yıl sekiz ay hapis cezasına çarptırılır; ancak bu
ceza da ertelenecektir.
Yaşar Kemal, 5 Mayıs 1995’te Devlet Güvenlik Mahkemesindeki savunmasında
şunları dile getirir:
Düşünce Özgürlüğü ve Türkiye adlı kitap çıktı. Bu kitapta 24 yazarın yazısı yer
alıyordu. Benim de iki yazım vardı. Bir tanesi İngiltere’nin en ciddi, etkili dergilerinden biri
olan Index’te çıktı. Biri de Der Spiegel’de. Bir insan, yargıyı ciddiye alan bir savcıysa, şu
yazının aslına da bakalım derdi. Sayın savcılar bu kitabı iki saat içinde, yani çıkar çıkmaz
toplattılar. 140 sayfalık bir kitabı bir insan, birkaç insan iki saat içinde nasıl okur da hemen
toplatabilir, şaşılacak işler oluyor bizim memlekette. İşin güzelliğine bakın ki, kitap benim iki
yazımdan dolayı toplatıldı. İki yazının da savunması içindeydi. Kitaptan dolayı beni
sorgulayan savcıya dedim ki, bu iki yazıyı birkaç saatte okumak, düşünmek araştırmak, suç
ögesi bulmak için bir insanın dâhi olması gerek. Ya da okumuş olmaması…
776
Yaşar Kemal’in DGM’de yargılanmasının ardından 23 Ocak 1995 tarihli “Ne
Yapmalı?” başlıklı yazısında Livaneli, “On binlerce faili meçhul cinayetin işlendiği bir yerde
devlet var mıdır, yok mudur? Devlet sadece yazar yargılamak için mi kurulmuştur?” diye
soracak ve “Etkin bir devlet Uğur Mumcu’nun katillerini yakalar, Yaşar Kemal’i de
yargılamazdı.”
777
diyecektir.
776
Yaşar Kemal, “Devlet Güvenlik Mahkemesinde Konuşma”, Binbir Çiçekli Bahçe, Der. Alpay Kabacalı, Yapı
Kredi Yayınları, İstanbul, 2013, s.32.
777
Livaneli, A.g.e., s.139.
223
SONUÇ
Kavramlar ve figürler üzerinden felsefeyi yeniden yurtlandırma çabası geo-felsefe
olarak adlandırılır. Nietzche’nin üç kapitalist ülke (Fransa-İngiltere ve Almanya) üzerinden
kurguladığı bu kavramı Deleuze ve Guattari ikilisi müzakereye açar. Çünkü felsefeyi bugün
hiçbir toplumun kendi öz tarihine indirgemesi gibi bir durum söz konusu olamaz. Her toplum
insanlığın düşünce mirasından aynı derecede vasidir. Dolayısıyla da felsefeyi bu üç kapitalist
ülkenin tekeline bırakmak, amiyane tabirle insafsızlıktır. Deleuze-Guattari ikilisine göre
kavramlarla figürlerin irtibatını kurmayı başarabilmiş her toplum bugün böylesi bir
yurtlandırma arayışı içerisine girebilir.
Bu bağlamda biz, bilhassa felâsife adı verilen filozoflar ile İslam felsefesinin yeni
kavramlar ve figürler üretmeye muktedir olduğunu ortaya koyduk. 1071’den bu yana Türk-
İslam toprağı olan Anadolu’yu da bu nazar-ı dikkatle inceledik, irdeledik. “Felsefeyi
Anadolu’da Yeniden Yurtlandırmak” geo-felsefi bir oluşumdur. Bu oluşumu Atayurt’la
anayurt arasında irtibatı kuran kültürel kodların kümülatif yorumu olarak değerlendiriyoruz.
Uyanık’tan mülhem bu yorumu İbn Haldun’un asabiyet kavramı ile harmanlayıp sebep bağını
İslam; nesep bağını ise Oğuz/Türk boylarının İslam’ı inşa (anlama-yorumlama ve uygulama)
faaliyeti olarak görüyoruz. Tarihin en köklü medeniyetlerine beşiklik etmiş Anadolu toprağı,
insanlığın düşünce mirasına en fazla katkıyı sunan coğrafyalardan biridir. Miletli Thales’in
kıyılarında gezdiği bu coğrafya kavram ve figür üretme açısından en mümbit topraktır. Bu
coğrafyanın bugünkü sahibi olarak bizler, Anadolu’da yurtlandırılacak bir Türk felsefesinin
imkânına inanıyoruz. Bu imkânın zemini Anadolu; zamanı ise içinde bulunulan ân’dır.
Düşüncenin yurtlukla irtibatını kurup onu zemin ve zamandan kurtarmak yani sonsuza
devretmek -yurtsuzlaştırmak- bu geo-felsefenin gayesidir.
Bu bağlamda konuyla ilgili görüş bildiren Nihat Keklik, Milay Köktürk, Hakan
Poyraz, Rahmi Karakuş, Muzaffer Metintaş, Ernst Von Aster, Mevlüt Uyanık ve Zeynep
Direk’in mülahazalarını inceledik. Öncelikle şunu ifade etmemiz gerekir ki bir Türk
felsefesinin önündeki en büyük engel her şeyden önce Türk felsefecileridir. Çünkü her ne
kadar Türk felsefesi ile ilgili gelecek açısından ümitvari açıklamalara yer verseler de
felsefecilerimizin çoğu geçmişte ve içinde bulunduğumuz zaman diliminde Türk felsefesinin
mevcudiyetine mesafeli yaklaşmaktadır. Lakin biz, “mümkün” ile “aktüel” arasında bocalayıp
duran isimlere karşın tavrımızı Rahmi Karakuş’un, “Türk felsefesi tartışılıyorsa mümkün olan
aktüel olmuştur.” görüşünden yana koyuyoruz.
224
Türkiye’de bir felsefe geleneğinin kurulmasında 1933 tarihinin önemli bir âna işaret
ettiğine tanıklık ettik. Çünkü bu tarihte bizzat Atatürk’ün talimatıyla Türkiye’ye getirtilen
İsviçreli Profesör Albert Malche’in çalışmalarıyla üniversite reformu gerçekleştirilmiştir.
Malche’in çağdaş anlamda bir üniversite oluşturma gayesiyle verdiği rapor doğrultusunda
2252 sayılı kanun yürürlüğe girmiştir. Bu kanunla, 1863’ten beri öğretimine devam eden
Osmanlı mirası Darülfünun kapatılmış ve akabinde İstanbul Üniversitesi adıyla yeni bir
yükseköğretim kurumu açılmıştır. Almanya’daki Nazi baskısından kaçan ve dönemin en
önemli pozitivistlerinden birisi olan Hans Reichenbach felsefe bölümünün başına getirilmiştir.
Reichenbach, aradaki kan uyuşmazlığına rağmen Batı paradigmasını önceleyen eğitim
sistemini felsefe bölümüne uyarlamaya çalışırken ilahiyat fakültesi kapatılmış ve bu alanda
çalışma yürüten hocalar tasfiye edilmiştir.
Gelenekle bağı koparmak adına yürütülen bu çalışmalar Zeynep Direk’in ifade ettiği
üzere kaçınılmaz olarak iki farklı paradigmanın çatışmasına dönüşecektir. Batı tarzı eğitim
modelini benimseyen felsefeciler, yüksek sesle dile getirilen “Türk felsefesi” ibaresine
kulaklarını tıkarken ilahiyat fakültelerinde yetişen İslam felsefesi hocaları bu oluşumu imkân
dâhilinde görmüşlerdir. Bu açıdan 1933 üniversite reformu bugünkü kırılmanın temel
nedenini oluşturmaktadır. Felsefecilerimizin bir kısmına göre bu tarihe kadar bir felsefe
geleneği oluşturma adına önemli adımlar atılmıştı, ancak üniversite reformu ile bu çabalar
çöpe gitti; buna mukabil diğer görüşe göre ise bu tarihe kadar bir felsefe geleneğimiz zaten
yoktu, üniversite reformu ile gelenek oluşturma adına önemli adımlar atıldı.
İncelememizde “Türk felsefesi” hususunda müspet görüş bildiren, bunu en net
ifadelerle dile getiren ve bu amaçla çalışma yürüten üç ismin Nihat Keklik, Hakan Poyraz ve
Mevlüt Uyanık olduğunu tespit ettik. Nihat Keklik, İstanbul Üniversitesinde kurduğu kürsüye
(ismini de verdiği üzere) “Türk-İslam felsefesi” ibaresini uygun görürken Hakan Poyraz ve
Mevlüt Uyanık doğrudan “Türk Felsefesi” tabirini kullanmaktadır. Biz çalışmamıza bu
ifadeyi uygun gördüğümüz için başlığa “Türk Felsefesinin İmkânı Bağlamında Bir İnceleme”
ibaresini yerleştirdik. İki bin yıldır varlığından haberdar olduğumuz ve ikinci bin yılına
İslamiyet’le girmiş olan Türkler için hassaten İslam tabirini kullanmayı gerekli görmedik.
Çünkü Türkler, Selçuklu ve Osmanlı gibi büyük devletlerle İslam’ın bayraktarlığını yaparken
İslamiyet’le yoğrulmuş; yoğrulduğu kabın da şeklini almıştır.
Uyanık’ın kavramsal temellendirmesini yaptığı “Felsefeyi Anadolu’da Yeniden
Yurtlandırma” benzer çalışmalarla sürdürülebilir. Bu coğrafyadan neşet etmiş yazarların,
225
çizerlerin, şairlerin, aydınların, felsefecilerin, mütefekkirlerin, siyasilerin hülasa düşünceleri
ile bu coğrafyaya yön vermiş, kök salmış yerli/millî değerlerin bu çerçevede çalışılabilir
olduğunu düşünüyoruz. Bunu yaparken Whitehead’ın “Tüm Batı Felsefe tarihi Platon’a
düşülen dipnotlardan ibarettir.” görüşünden ilham alarak Platon geleneğini Muallimi Evvel
olarak kıdemleştiren Aristo’dan sonra, düşünce tarihinde Muallimi Sani olarak nitelendirilen
Türk filozof Fârâbî (870-950)yi projemize dayanak teşkil ediyoruz. Filozofun İhsaü’l Ulûm
(İlimlerin Sayımı) adlı eserinde ilimlerin tepesine yerleştirdiği dil ve mantık ilimlerini felsefe-
edebiyat ilişkisinin kurgulanması açısından önemsiyor, özümsüyoruz.
Bu bağlamda örnek bir inceleme olarak Yaşar Kemal’i siyasi duruşu nedeniyle sivil
itaatsizlik bakımından incelemeye aldık. Gayemiz, farklı hakikat tasavvurlarından ötürü
ötekileştirdiğimiz mütefekkirlerimizi berikileştirmektir. Bu yüzden tıpkı İslam felsefesinde
olduğu gibi Türk felsefesinde de burhan yöntemini önceliyor; aykırı fikirlere müsamahası
olmayan cedel yöntemini öteliyoruz. Irk, mezhep, siyaset, din gibi ayrıştırıcı ögeleri bir tarafa
bırakıp hakikati esas alıyoruz. Yapıtlarıyla ünü sınırlarımızı aşan Yaşar Kemal, aktif siyasi
hayatı ve dönem dönem yargılanmasına neden olan politik yazıları nedeniyle bize sivil
itaatsizlik için bir değerlendirme imkânı sunmaktadır. Marksist/sosyalist bir düşün yapısına
sahip olan yazar, edebiyatımızda başkaldırı olgusunu konu edinen sol geleneğin en önemli
figürlerinden birisidir. Bütün eserlerini bu fikirleri yayma gayesiyle yazarken angaje bir yazar
olduğunu kendisi de açık yüreklilikle dile getirmekten çekinmemiştir.
Yaşar Kemal’i “sivil itaatsizlik” açısından değerlendirmeye almadan önce “itaatsizlik”
kavramının fizik ve metafizik düzlemdeki karşılıklarına dikkat çektik. Antik Yunan trajedileri
olan Sofokles’in Antigone ve Aiskhylos’un Zincire Vurulmuş Prometheus adlı eserlerini
inceleyerek fiziki düzlemde vuku bulan iki farklı başkaldırı anlayışını inceledik. İlahi bir
dayanağı olmayan ve yöneticinin keyfi buyruğuna dayanan haksızlığa başkaldıran Antigone
ile tanrıların buyruğuna karşı gelerek ateşi insanoğluna hediye eden Prometheus’u
karşılaştırdık. Edimlerinin gerekçelerine dikkat çekerek yöneticiye başkaldırma ile tanrılara
başkaldırma arasındaki farka vurguda bulunduk.
İtaatsizliğin metafizik düzlemdeki karşılığını ise Kur’an’daki üç kıssa üzerinden
incelemeye aldık. İlgili ayetlere dikkat çekerek Allah’ın emir ve yasaklarına karşı gelinmesi
durumunda muhataplarının (Şeytan, Âdem ile Havva, Kabil) şiddetle cezalandırıldıklarını dile
getirdik. Nisa suresi 59. ayetten hareketle yeryüzündeki nizamın tesisi için peygamberlerle
birlikte yöneticilere itaatin salık verildiğini gördük. İslam toplumlarının itaatsizlik olgusuna
bakışının menfi oluşunda bu ayetin önemine hassaten vurgu yaptık. Ancak ayetten aldıkları
226
güçle yöneticilerin adaletten şaşmaları, zorbalaşmaları durumunda “Yaratıcıya karşı yaratılana
itaat edilmez” düsturunun devreye sokulmaya çalışıldığını gördük.
Sivil itaatsizliğin teorik çerçevesini örnek olay incelemeleri ile kurgularken pratiğini
Nurettin Topçu’nun aksiyon felsefesinden mülhem tasarladığı “isyan ahlakı” ile
ilişkilendirdik. Haksızlıklar karşısında insanı harekete geçiren içsel bir mekanizmanın
varlığını esas aldık. Bu manada gerçekleştirilecek isyanın, insanla Allah’ın ortak bir terkibi
olduğunu ifade ettik. Adil olmayan yasalara karşı tüm yasal yollar tüketildikten sonra üçüncü
şahıs kişilerin haklarına zarar vermeden, kamusal alanda gerçekleştirilecek şiddetsiz eylemleri
-sivil itaatsizliği- “ahlaklı bir isyan” ve “erdemli bir itaatsizlik” olarak nitelendirdik. Yaşar
Kemal’i zilli kurt olmaya iten saiklerin temelinde karakterine şekil veren mecbur adam
metaforunun olduğunu gördük. Yaşar Kemal, gördüğü haksızlıklara sırtını dönmemiş, bedel
ödemekten çekinmemiş, aksine bu haksızlıkların üstüne üstüne gitmiştir. Özellikle Kürt
meselesi ile ilgili fikirleri Türkiye Cumhuriyeti hükümetlerince tehlikeli görülürken bu
meseleye atıfta bulunan yazıları nedeniyle yargılanmış, cezalandırılmıştır.
Yazarı pasif direnişçi olarak nitelendirirken savımızı desteklemek adına iki somut
örnek sunduk. Bunlardan birincisi düşünce özgürlüğünün kısıtlanmasına tepki göstermek için
evde yasaklı kitap bulundurduğunu (Manifesto) kamusal alanda deklare etmesidir. İkincisi ise
yirmi beş ünlü Türk yazarla birlikte düşünce özgürlüğü konusunda çıkardıkları kitabın
toplatılması üzerine yayımcı Erdal Öz ile birlikte kitabı tekrar bastırarak piyasa sürmesi ve
yine yaptıkları bu eylemi ihbar ederek aleni başkaldırıda bulunmasıdır.
Bize göre Yaşar Kemal yazdığı eserler, takındığı tavır ve tutumlarla, siyasi ve edebi
kimliği ile Anadolu’daki haksızlıklara karşı barışçıl ve sivil direniş edebiyatının bir devamı
niteliğindedir. Atayurt’tan getirdiğimiz Türk kültürünü ve Anadolu’da bulduğumuz kültürel
birikimi eserlerinde harmanlayan ve kendine özgü, özgün bir duruşa sahip olan aydınımızdır.
Bununla birlikte Türkiye’de eş zamanlı olarak toplumun farklı birimlerine, dil ve kültür
tasavvurlarına yönelik baskılar olabileceğini, bunu sadece Kürt halkını merkeze alarak
yapmanın ve sanki sadece Türkiye’de Kürt ve Türkler yaşıyormuş gibi sunulmasının tutarlı
olmadığı kanaatindeyiz.
Selçuklu Osmanlı Türkiye Cumhuriyeti kültürel sürekliliğini felsefeyi Anadolu’da
yeniden yurtlandırmak projesi bağlamında okumalar yapılınca, dili, dini ırkı, cinsiyeti ne
olursa olsun temel insan hakları bağlamında yapılan bütün çalışmaları önemsiyoruz, ama
bunu salt Türk-Kürt ikilemi şeklinde sunularak, Türk halkının ödediği bedelleri göz ardı
edecek bir üslup kullanmanın da makul olmadığı kanaatindeyiz. Kaldı ki, Kürt dili ve kültürü
üzerinde yapılan baskılar Ak Parti döneminde akademik ve kültürel anlamda kaldıracak
227
uygulamalar yapılması, enstitüler açılması, resmi ve özel televizyon kanallarının yayın
yapması karşısında sorunun sadece dil ve kültür olmadığı, bunların vesile kılınarak ideolojik
çatışmalara ve olası ayrışmalara zemin hazırladığı da görülmektedir. Bu bağlamda Yaşar
Kemal’in Kürtlerin Türkiye’den asla ayrılmak istemediğini reel politik olarak tutarlı görmesi
önemlidir. Türkiye’nin Osmanlı bakiyesi olması nedeniyle diğer dil ve kültürlerinde onun
deyimiyle dünyanın bin bir çiçekli kültür bahçesi olarak görülmesi, bir çiçeğin bile yokolması
bahçenin güzelliğini bozacaktır.
Son söz olarak İslam felsefesinde kesrette vahdet tasavvuru gereği Atayurttan
getirirken karşılaştığımız ve Anayurtta bulduğumuz bütün kültürel dokuları gökkuşağının
renkleri gibi görülmesini önemsiyoruz. Bireyselliğin ve toplumsal barışın sağlanması ancak
kesrette vahdeti sağlayacak bir tasavvurun oluşmasıyla mümkün olacaktır. Yaşar Kemal de bu
bağlamda Türkiye’nin temel değerlerini evrenselleştirme çabasında olan bir aydınımız olarak
daha fazla çalışma yapılmayı haketmektedir.
|