(10, 11). Bizim çalışmamızda da ön blefarit
hastalarında gözyaşı kırılma zamanı değerleri ve Schirmer test değerleri düşük olarak
bulunmuştur. Gözyaşı fonksiyon testlerindeki bu düşüklük; ön blefarit hastalarında
saptanan ikincil kuru göz tablosunu açıklayabileceğini düşünmekteyiz. Bu grup
hastalarda; blefarit tedavisine suni gözyaşı tedavisinin ek olarak verilmesinin,
hastanın semptomlarını rahatlatacağını ve oküler yüzey ortamında bulunan
inflamatuar maddeleri seyreltebileceğini düşünmekteyiz.
Doğru, Bacon, Toda ve arkadaşlarının yaptıkları çalışmalarda allerjik
konjonktivitte inflamasyona sekonder goblet hücre kaybı ve metaplazisi geliştiği ve
allerjik reaksiyona ikincil oküler yüzey etkilendiği için hastalarda kuru göz benzeri
tablo geliştiğini bildirmişlerdir (36, 73, 74).
Bu araştırmacılar allerjik konjonktivitte
54
gözyaşı kırılma zamanı değerlerini düşük saptamalarına karşın, Schirmer test
değerlerini irritasyondan ötürü normal değerlere yakın bildirmişlerdir.
Çalışmamızda biz de; allerjik konjonktivit hastalarımızda gözyaşı kırılma
zamanı değerlerini düşük Schirmer test değerlerini ise normale yakın olarak saptadık.
Özellikle gözyaşı kırılma zamanındaki bu düşüklük; allerjik konjonktivit hastalarında
inflamasyona ikincil müsin eksikliği ve buna bağlı olarak bu hastalarda görülen kuru
göz tablosunu açıklayabileceğini düşünmekteyiz. Bu grup hastalarda; suni gözyaşı
tedavisinin, anti allerjik tedavi yanında ek olarak verilmesinin hastaları
rahatlatabileceğini düşünmekteyiz.
Kuru göz, ön blefarit ve allerjik konjonktivit hastalıklarında oküler yüzey
bileşenleri değişik derecelerde etkilenmektedir (8, 9, 29-32, 36, 73, 74). Okuler
yüzeyin vital boyalar (floresein–lissamin yeşili) kullanılarak boyanmasının
derecelendirilmesinin; oküler yüzey hastalıklarının tanısını koymada ve evrelemede
önemli bir rolü olduğu bildirilmiştir (68). Aynı zamanda bu derecelendirme; oküler
yüzey hastalıklarının karakteristiklerini ve ciddiyetini anlamada, standart bir yöntem
olduğu için çalışmalar arasında ortak bir dil oluşturulmasında ve tedavi izleminde de
kullanılmaktadır (68).
Vital boyalar ile oküler yüzey boyanma derecesinin ciddiyeti ile gözyaşı üretim
düşüklüğü arasında bir ilişki bildirilmiştir (79). Çalışmamızda floresein ile korneal
boyanma ve lissamin yeşili ile konjonktival boyanma test sonuçları; sağ ve sol gözler
ayrı ayrı Oxford derecelendirme sistemi kullanılarak evrelendirilmiştir.
Kuru göz hastalarında Afonso ve arkadaşlarının ve Schein ve arkadaşlarının
yaptıkları çalışmalarda oküler irritasyon şikayeti olan hastalarda kornea ve
konjonktiva boyanma testlerinin sonuçları ile oküler yüzey irritasyon semptomları
arasında orta derecede ilişki olduğunu bildirmişlerdir (75, 76).
55
Çalışmamızda sağ ve sol gözlerin boyanma dereceleri arasında fark olmadığı
ve floresein ile korneal boyanma ve lissamin yeşili ile konjonktival boyanma
dereceleri arasında çok iyi derecede bir ilişki olduğu saptanmıştır.
Hastaların sağ gözleri incelendiğinde; floresein ile korneal boyanma derecesi
ile batma semptomu arasında iyi derecede bir ilişki, yabancı cisim hissi semptomu
arasında iyi derecede bir ilişki, yanma hissi semptomu arasında orta derecede bir
ilişki, kızarıklık semptomu arasında zayıf derecede bir ilişki bulduk.
Hastaların sağ gözleri incelendiğinde; lissamin yeşili ile konjonktival boyanma
derecesi ile batma semptomu arasında iyi derecede bir ilişki, yabancı cisim hissi
semptomu arasında orta derecede bir ilişki, yanma hissi semptomu arasında orta
derecede bir ilişki, kızarıklık semptomu arasında zayıf derecede bir ilişki bulduk.
Batma ve yabancı cisim hissi semptomları ile vital boyalar ile oküler yüzey
boyanma derecesi arasında anlamlı bir ilişki olduğunu düşünmekteyiz.
Çalışmamızda; hastaların sağ gözleri incelendiğinde; floresein ile korneal
boyanma derecesi ile Schirmer test sonuçları arasında çok iyi derecede negatif bir
ilişki, gözyaşı kırılma zamanı arasında ise iyi derecede negatif bir ilişki saptadık.
Çalışmamızda; hastaların sağ gözleri incelendiğinde; lissamin yeşili ile
konjonktival boyanma derecesi ile Schirmer test sonuçları arasında iyi derecede
negatif bir ilişki gözyaşı kırılma zamanı arasında ise iyi derecede negatif bir ilişki
saptadık.
Çalışmamızda ulaştığımız sonuçlarımız bize; gözyaşı fonksiyon testleri ile vital
boyalar ile kornea ve konjonktiva boyanma derecesi arasında klinik açıdan anlamlı
bir ilişki olduğunu göstermektedir.
Çalışmamızda; kornea ve konjonktivanın vital boyalar ile boyanması
derecesinin en şiddetli olarak kuru göz grubunda, sonra azalan şiddette sırasıyla ön
56
blefarit, allerjik konjonktivit gruplarında ve en hafif olarak kontrol grubunda olduğu
saptanmıştır. Bu sonucun, bu hastalık tablolarındaki inflamasyonun şiddeti ve oküler
yüzeye verdiği zarar ile ilişkili olduğunu düşünüyoruz. Bu bulgular bize; oküler
yüzeyin bu hastalıklarının inflamatuar zeminde görüldüklerini ve inflamasyonun en
ş
iddetli olarak kuru göz grubunda görüldüğünü düşündürmektedir.
Konjonktival impresyon sitolojisi incelenerek; konjonktival goblet hücre
yoğunluğu ve konjonktival goblet hücrelerinin morfolojik özellikleri tespit
edilmektedir.
Konjonktival
goblet
hücrelerinin
morfolojik
özellikleri
değerlendirilerek konjonktiva epitelinin maturasyonu ve eğer varsa oküler yüzeyin
inflamasyonu hakkında bilgi edinilmektedir (33).
Klinik araştırmalarda;
hasta
izleminde ve tedavi yanıtını gözlemleme için ideal bir yöntem olduğu
bildirilmektedir (33).
Oküler yüzey inflamasyonu ile goblet hücre yoğunluğu arasında ters bir ilişki
bildirilmiş ve goblet hücre yoğunluğu; oküler yüzey sağlığının bir göstergesi olarak
tanımlanmıştır (30). Oküler yüzey hastalıklarında goblet hücre yoğunluğu düşük
tespit edildiği için, suni gözyaşı tedavisinden önce konjonktiva epitel temelli yani
konjonktival goblet hücre sayısını arttırıcı bir tedavi yaklaşımının, bu hastalıkların
tedavisine katkısının olacağı bildirilmiştir (33).
Çalışmamızda; hem hasta grupları hem de kontrol grubu kıyaslandığında
goblet hücre yoğunluğu ile Nelson evreleme sistemi kullanılarak saptadığımız goblet
hücre metaplazi skorları arasında çok iyi derecede negatif bir ilişki saptanmıştır.
Moore ve arkadaşlarının kuru göz hastalarında kullanılan tanı testleri ile
yaptıkları korelasyon çalışmasında; hasta semptomlarının ciddiyeti ile goblet hücre
yoğunluğunun düşüklüğü arasında bir ilişki saptamışlardır (77). Bizde çalışmamızda,
tüm hastaların ve kontrol grubunun sağ gözlerini incelediğimizde; goblet hücre
yoğunluğu ile batma semptomu arasında iyi derecede bir ilişki, yabancı cisim hissi
semptomu arasında orta derecede bir ilişki, yanma semptomu arasında iyi derecede
bir ilişki, kızarıklık semptomu arasında orta derecede bir ilişki saptadık.
57
Goblet hücresi Nelson metaplazi skorları ile batma semptomu arasında iyi
derecede negatif bir ilişki, yabancı cisim hissi semptomu arasında orta derecede
negatif bir ilişki, yanma semptomu arasında iyi derecede negatif bir ilişki, kızarıklık
semptomu arasında orta derecede negatif bir ilişki saptadık.
Moore ve arkadaşlarının kuru göz hastalarında kullanılan tanı testleri ile
yaptıkları korelasyon çalışmasında; goblet hücre yoğunluğunun düşüklüğü ile
gözyaşı kırılma zamanındaki düşüklük arasında bir ilişki saptamışlardır (77). Biz de
çalışmamızda, goblet hücre yoğunluğu ile sağ göz gözyaşı kırılma zamanı arasında
çok iyi derecede bir ilişki, Schirmer test sonuçları arasında çok iyi derecede bir ilişki
saptadık.
Goblet hücre yoğunluğu ile floresein ile korneal boyanma derecesi arasında
çok iyi derecede negatif bir ilişki, lissamin yeşili ile konjonktival boyanma derecesi
arasında çok iyi derecede negatif bir ilişki saptadık.
Bu sonuçlar ışığında; oküler yüzeyin vital boyalar ile boyanma derecesinin,
konjonktival goblet hücre yoğunluğunun ve Nelson metaplazi skorlarının
değerlendirilmesinin, oküler yüzeyin sağlığının yansıtılmasında son derece etkili bir
yöntem olabileceğini ve oküler yüzeyin inflamasyonunun ciddiyetini çok iyi
yansıtabileceği düşüncesindeyiz. Bu nedenle; hastalarda tedavinin izlemi için; vital
boyalar ile oküler yüzey boyanması ve konjonktival impresyon sitolojisi testlerinin
yapılmasının yararlı olabileceği düşüncesindeyiz.
Ralph’in kuru göz hastalarında yaptığı çalışmada; goblet hücre yoğunluğu
kontrol grubu ile karşılaştırıldığında düşük olarak saptanmış ve kuru göz hastalarında
saptanan bu düşüklüğün hastalığın ciddiyeti ile paralellik gösterdiği bildirilmiştir
(32).
Benzer şekilde
Nelson ve arkadaşlarının yaptıkları çalışmalarda da kuru göz
hastalarında goblet hücre yoğunluğu düşük olarak saptanmıştır (30, 31).
Çalışmamızda, goblet hücre yoğunluğu değerleri en düşük olarak kuru göz
grubunda, giderek yükselen bir şekilde sırasıyla ön blefarit ve allerjik konjonktivit
58
gruplarında ve en yüksek olarak ise kontrol grubunda saptanmıştır. Goblet hücre
yoğunluğu değerleri gruplar arasında kıyaslandığında; kuru göz grubu; ön blefarit,
allerjik konjonktivit ve kontrol grupları ile karşılaştırıldığında istatistiksel olarak
anlamlı bir farkın olduğu saptanmıştır. Ön blefarit grubu; allerjik konjonktivit grubu
ile karşılaştırıldığında istatistiksel olarak anlamlı bir farkın olmadığı ve kontrol grubu
ile karşılaştırıldığında ise istatistiksel olarak anlamlı bir farkın olduğu saptanmıştır.
Allerjik konjonktivit ve kontrol grupları karşılaştırıldığında ise istatistiksel olarak
anlamlı bir farkın olduğu saptanmıştır. Goblet hücre yoğunluğundaki bu azalmayı bu
hastalıkların patofizyolojisinde yer alan kronik inflamasyonun oküler yüzeye
yansıması olabileceğini düşünmekteyiz.
Kunert ve arkadaşlarının kuru göz hastalarında topikal siklosporin kullanımının
konjonktival goblet hücre yoğunluğunu arttırdığı ve Moore ve arkadaşlarının kuru
göz modelinde de topikal siklosporin kullanımının müsin salınımını arttırdığını
bildirmişlerdir (80, 81). Bu yayınlar ve bizim sonuçlarımız; kuru göz hastalığının
inflamasyon temelli olduğunu ve bu inflamasyonun oküler yüzeyin her tabakasını
özellikle de konjonktival goblet hücrelerini etkileleyerek müsin salınımını
bozduğunu ve sonuç olarak da gözyaşının müsin tabakasının etkilediğini
göstermektedir.
Blefarit hastalarında konjonktival impresyon sitolojisi çalışmaları daha çok
kronik blefarit ve meibomian bez disfonksiyonu olan gruplarda yapılmıştır. Ön
blefarit hastalarında, konjonktival impresyon sitolojisi ve goblet hücre yoğunluğu ile
ilgili bir çalışma bulunmamaktadır. Nelson ve arkadaşlarının oküler yüzey
hastalıklarında goblet hücre yoğunluğu ile ilgili yaptıkları bir çalışmada, alt tipine
bakılmaksızın kronik blefarit hastalarında; kontrol grubu ile kıyaslandığında düşük
goblet hücre yoğunluğu, kuru göz grubu ile kıyaslandığında ise benzer derecede
yoğunluk bildirmişlerdir (30).
Yeh ve arkadaşlarının yaptıkları deneysel fare modeli
çalışmasında; meibomian bez bozukluğu olan grupta konjonktival goblet hücre
yoğunluğu daha düşük olarak bildirilmiştir (82).
59
Konjonktival goblet hücrelerindeki bu değişikliklerin, klinik uygulamalarda;
blefarit hastalarında tabloya eklenen kuru göz benzeri semptomlar olarak
karşılaşılmaktadır. Bu nedenle blefarit hastalarına tedavi başlanırken suni gözyaşı
başlanmasının; goblet hücre yoğunluğu normalleşene kadar hasta semptomlarını
iyileştirmede yararlı olacağını düşünmekteyiz. Goblet hücre yoğunluğundaki bu
azalmayı bu hastalığının patofizyolojisinde yer alan kronik inflamasyonun oküler
yüzeye yansıması olduğunu düşünmekteyiz.
Ön blefarit hastalığının tedavisinde topikal antiinflamatuar kullanımının goblet
hücrelerine etkisi ile ilgili bir çalışma bulunmamaktadır. Perry ve arkadaşlarının arka
blefarit tedavisinde topikal siklosporin kullanımı ile ilgili çalışmasında; tedavi ile
klinik bulgularda iyileşme sağladığını bildirmiştir (10). Rubin ve arkadaşlarının arka
blefarit tedavisinde topikal siklosporin kullanımı ile ilgili yaptıkları benzer bir
çalışmada da hasta semptomlarında ve gözyaşı fonksiyon testlerinde iyi sonuçlar elde
edildiği bildirilmiştir (11).
Bu yayınlar ve bizim sonuçlarımız; blefarit alt tipine bakılmaksızın blefarit
hastalığının inflamasyon temelli olduğunu ve bu inflamasyonun oküler yüzeyin her
tabakasını etkileyerek, hastaların hem blefarit semptomlarının ağırlaşmasını hem de
ek olarak kuru göz benzeri semptomların ve bulguların ortaya çıkmasını
açıklamaktadır.
Allerjik konjonktivit tablolarında; allerjik reaksiyonun derecesi ve ciddiyeti
çok değişkendir (12). Bu nedenle allerjik reaksiyonun neden olduğu inflamasyonun;
etkileri de oldukça geniş bir yelpazede dağılmaktadır. Allerjik konjonktivit ve oküler
yüzey arasındaki ilişki hakkında; literatürde farklı alt tiplerde farklı sonuçlar
bildirilmiştir.
Aragona ve arkadaşlarının vernal konjonktivit hastalarında konjonktival
impresyon sitolojisi çalışmasında; kontrol grubuna nazaran goblet hücre
yoğunluğunda anlamlı bir yükseklik bildirmişlerdir (83). Benzer şekilde Roat ve
arkadaşlarının atopik keratokonjonktivit hastalarında konjonktival biopsi
60
çalışmasında kontrol grubuna nazaran goblet hücre yoğunluğunda ve epitelyal
mitotik oranda anlamlı bir yükseklik bildirmişlerdir (84).
Hu ve arkadaşlarının vernal konjonktivit ve atopik dermatit tanılı atopik
keratokonjonktivit hastalarında yaptıkları konjonktival impresyon sitolojisi
çalışmasında ise; kontrol grubuna nazaran, goblet hücre yoğunluğu atopik grupta en
düşük, vernal grupta ise kontrol grubuna göre daha düşük olarak bildirmişlerdir (37).
Bu çalışmada aynı zamanda goblet hücrelerinin skuamöz metaplazi evreleri de
incelenmiş ve atopik ve vernal konjonktivit grubunun kontrol grubuna nazaran daha
yüksek skuamöz metaplazi skoru aldığını bildirmişlerdir (37).
Araştırmacılar allerjik konjonktivitlerin bu tiplerindeki konjonktival goblet
hücre sonuçlarındaki farklılıkların; atopik dermatit tablosunda inflamasyonun daha
ciddi seyretmesine bağlamakta ve bu nedenle atopik dermatit hastalarında gelişen
allerjik konjonktivit tablolarının da daha ciddi oküler yüzey problemlerine yol
açtığını bildirmektedirler.
Toda ve arkadaşlarının allerjik konjonktivit hastalarında ve deneysel olarak
oluşturdukları allerjik konjonktivit modelinde yaptıkları; konjonktival impresyon
sitolojisi çalışmasında; kontrol grubu ile kıyaslandığında, goblet hücre yoğunluğunu
düşük olarak bildirmişlerdir (74). Benzer şekilde Merayo-Lioves ve arkadaşlarının
deneysel allerjik konjonktivit modeli çalışmasında da goblet hücre yoğunluğu düşük
olarak bildirilmiştir (85).
Kunert ve arkadaşlarının deneysel allerjik konjonktivit fare modelinde;
tekrarlayan allerjen ile karşılaşmadan sonra; goblet hücre yoğunluğunda azalma ve
müsin gen ekspresyonunda azalma bildirilmiştir. Allerjen ile karşılaşmanın bitirildiği
andan itibaren goblet hücre yoğunluğunda artma ve karşılaşmadan 48 saat sonra
kontrol grubu ile kıyasladıklarında istatistiksel olarak goblet hücre yoğunluğunda ve
müsin salınımında anlamlı bir fark olmadığını bildirmişlerdir (86).
61
Doğru ve arkadaşlarının allerjik konjonktivit hastalarında topikal olopatadin
damla tedavi çalışmasında; antiallerjik tedaviye başlamadan önce yaptıkları
konjonktival impresyon sitolojisi örneklerinde; allerjik konjonktivit hastalarında
goblet hücre yoğunluğunu kontrol grubu ile kıyasladıklarında daha düşük
saptamışlardır. Đmpresyon sitolojisinde goblet hücre skuamöz metaplazi skorlarını
değerlendirdiklerinde ise kontrol grubu ile kıyasladıklarında daha yüksek
bulduklarını bildirmişlerdir. Aynı zamanda bu çalışmada; antiallerjik tedavi ile
goblet hücre yoğunluğunda artış ve skuamöz metaplazi skorlarında düşüş
bildirilmişlerdir (36).
Bizim çalışmamızda da allerjik konjonktivit grubunda, kontrol grubu ile
kıyasladığında, konjonktival goblet hücre yoğunluğu daha düşük ve goblet hücre
metaplazi skorları da daha yüksek saptanmıştır. Oküler yüzeyde allerjik reaksiyonun
yol açtığı inflamatuar yanıtın konjonktival goblet hücrelerinde harabiyet,
yoğunluğunda azalma ve hücre morfolojisinde metaplaziye yol açtığını
düşünmekteyiz.
Konjonktival goblet hücrelerindeki bu değişikliklerin, klinik uygulamalarda;
allerjik konjonktivit hastalarında tabloya eklenen kuru göz benzeri semptomlar
olarak karşılaşılmaktadır. Bu nedenle allerjik konjonktivit hastalarına anti allerjik
tedavi başlanırken suni gözyaşı başlanmasının; goblet hücre yoğunluğu normalleşene
kadar hasta semptomlarını iyileştirmede yararlı olacağını ve lokal inflamatuar
maddelerin ve allerjenlerin dilüe edilmesinde yararlı olacağını düşünmekteyiz.
Goblet hücre yoğunluğundaki bu azalmayı bu hastalığının patofizyolojisinde yer alan
kronik inflamasyonun konjonktivaya ve sonuç olarak oküler yüzeye yansıması
olduğunu düşünmekteyiz.
Seal ve arkadaşlarının kuru göz hastalarında yaptıkları çalışmada; gözyaşı
lizozim, laktoferrin ve sekretuar IgA düzeylerini kontrol grubu ile kıyaslandığında
düşük olarak bildirilmiştir (87). Aynı çalışmada lokal koruyucu bu proteinlerin düşük
saptanmasına rağmen, kuru göz hastaları ile kontrol grubu arasında konjonktival
62
bakteriyolojik üreme açısından anlamlı bir fark bulunmamış ve bu durum; kuru göz
hastalarında lokal bir antibakteriyel aktivite olabileceği ile açıklanmıştır (87).
Albietz ve arkadaşlarının kuru göz ve meibomian bez disfonksiyonu olan
hastalarda yaptıkları bir tedavi çalışmasında; verilecek tedavi öncesi hastaların
konjonktival bakteriyolojik üreme oranları kontrol grubu ile kıyaslandığında anlamlı
olarak yüksek bulunmuştur (88).
Graham ve arkadaşlarının kuru göz hastaları ve kontrol grubu ile PCR yöntemi
kullanarak yaptıkları oküler flora çalışmasında; hastalarda konjonktival goblet hücre
yoğunluğu azaldıkça; oküler florada üreyen bakteri yoğunluğunun arttığını
bildirmişlerdir (89).
Hori ve arkadaşlarının kuru göz hastalarında yaptıkları konjonktival kültür
çalışmasında; kontrol grubu ile kıyaslandığında, konjonktival üreme oranları
açısından anlamlı bir farklılık saptanmamış ve kuru göz hastalarının konjonktiva
florasında en çok S. epidermidis ürediği saptanmıştır (71).
Çalışmamızda kuru göz grubunda % 30 oranında bakteri üremesi ve üreyen bu
bakterilerin çoğunun Hori ve arkadaşlarının bildirdiği gibi S. epidermidis türü
olduğunu saptadık. Çalışmamızda kuru göz hastaları ile kontrol gurubu arasında
konjonktival kültür açısından anlamlı bir fark olduğunu ve kontrol grubunda daha
fazla üreme olduğunu saptadık. Bizim sonuçlarımız bu çalışmaların sonuçları ile
çelişmektedir. Kuru göz grubumuzda daha az üreme oranının olmasını; Seal ve
arkadaşlarının da bildirdiği bu hastalardaki kronik inflamasyona ikincil lokal
antibakteriyel etki düşüncesi ile açıklayabileceğimizi düşünmekteyiz. Biz de
çalışmamızda; kuru gözde varolan bu lokal inflamasyonun sonucunu goblet hücre
yoğunluğunda azalma ve hücre morfolojisinde metaplazi evrelerinde yükseklik
olarak gösterdik.
Literatürde blefaritlerin bakteriyolojik çalışmaları daha çok kronik blefarit ve
meibomian
bez disfonksiyonu olan hasta gruplarında yapılmıştır. Ön blefarit ve
63
konjonktival bakteriyolojik çalışma çok az yapılmıştır. Dougherty ve arkadaşlarının
ve Albietz ve arkadaşlarının kronik blefarit hastalarında yaptıkları çalışmalarda,
kontrol grubu ile kıyaslandığında, konjonktival üreme oranları daha yüksek
saptanmış ve en sıklıkla S. epidermidis bakterisinin ürediğini saptamışlardır (51, 88).
Alagöz ve arkadaşlarının 33 ön blefarit hastası ve 20 kontrol grubu hastası ile
yaptıkları konjonktival bakteriyolojik kültür çalışmasında da ön blefarit grubunda %
63, kontrol grubunda ise % 40 oranında bakteriyel üreme tespit edilmiş ve üreyen
bakteri türleri arasında en sık S. epidermidis türünün olduğunu bildirmişlerdir. Bu
iki grubun arsındaki farkın istatistiksel olarak anlamlı olmadığını bulmuşlardır (55).
Çalışmamızda ön blefarit grubunda % 25 oranında bakteri üremesi ve üreyen
bu bakterilerin tümünün çalışmalarda bildirildiği gibi S. epidermidis türü olduğunu
saptadık. Ön blefarit hastaları ile kontrol grubu arasında konjonktival kültür
açısından anlamlı bir fark olduğunu ve kontrol grubunda daha fazla üreme olduğunu
saptadık. Bizim sonuçlarımız bu çalışmalar ile çelişmektedir. Ön blefarit grubunda
daha az üreme oranının olmasını; bu hastalardaki kronik inflamasyona ikincil lokal
antibakteriyel etkiye bağlıyoruz. Bizde çalışmamızda; ön blefaritte görülen bu lokal
inflamasonu, goblet hücre yoğunluğunda azalma ve hücre morfolojisinde metaplazi
evrelerinde yükseklik olarak gösterdik.
Gedik ve arkadaşlarının takip ettikleri 12 yaşında vernal konjonktivit tanılı
erkek hastalarında, hipopiyon ve infiltre bir kalkan ülser bildirmişlerdir. Yaptıkları
korneal bakteriyolojik incelemede S. aureus üremesi saptamışlar. Bu tabloyu
araştırmacılar hastanın kronik tablosuna ve tedavide kullanılan immünbaskılayıcılara
bağlamaktadırlar (63).
Forte ve arkadaşlarının; 236 kronik allerjik konjonktivit hastasının 472 gözünü
incelemeye aldıkları geniş bir serisinde; % 34 oranında konjonktival örneklerinde
bakteri üremesi saptanmıştır. Bakteriyel ayrımlandırmada S. epidermidis türünün en
sık ürediğini saptamışlardır (90). Çalışmamızda allerjik konjonktivit grubunda % 10
oranında konjonktival örneklerde bakteri üremesi saptanmıştır. Bizim çalışmamızda
64
da üreyen bu bakterilerin tümünün S. epidermidis türü olduğu saptanmıştır. Biz de
allerjik konjonktivit hasta grubu ile kontrol grubu arasında konjonktival kültür
açısından anlamlı bir fark olduğunu ve kontrol grubunda daha fazla bakteriyel üreme
olduğunu saptadık.
Çalışmamızda; allerjik konjonktivit grubunda daha az üreme oranının olmasını;
bu hastalardaki kronik inflamasyona ikincil lokal antibakteriyel etki ile
açıklayabileceğimizi düşünmekteyiz. Allerjik konjonktivit hastalarında bizim de
bulduğumuz ve bildirilen az da olsa konjonktival kültürde üreme varlığı; hastalık
tablosuna eklenen enfektif durumların açıklayıcısı olabileceği düşüncesindeyiz.
Albietz ve arkadaşlarının kuru göz ve meibomian bez disfonksiyonu olan
hastalarda yaptıkları bir tedavi çalışmasında; kontrol grubunda % 72 oranında
bakteriyolojik flora üremesi bildirilmiştir
(88).
Hori ve arkadaşlarının ameliyat
öncesi hastalarda yaptıkları bakteriyolojik çalışmada ise % 98 oranında
bakteriyolojik flora üremesi bildirilmiştir (91). Alagöz ve arkadaşları yaptıkları ön
blefarit kültür çalışmasındaki kontrol grubunda % 40 oranında üreme saptamışlardır
(55). Bizim çalışmamızda, Albietz ve arkadaşlarının çalışmasına benzer olarak,
normal sağlıklı kontrol grubunda; % 75 oranında üreme saptanmıştır. Bu üç
çalışmanın kontrol gruplarındaki farklı oranlarda üreme olmasının; hasta gruplarının
farklı olmasından kaynaklanabileceğini düşünmekteyiz. Kontrol grubunda bu oranda
üreme saptayıp, hasta gruplarında ise düşük oranlarda üreme saptamamız bize bu üç
hasta grubunda da lokal inflamatuar bir etkinin bakteriyel üremeyi baskıladığını
düşündürmektedir.
Dostları ilə paylaş: |