b) Aköz Tabaka: Esas olarak lakrimal bez ve Krause ile Wolfring adlı
aksesuar bezler tarafından salgılanır. Gözyaşının kalınlığı en fazla olan tabakasıdır.
Elektrolitler, proteinler, büyüme faktörleri, vitaminler, antibakteriyel moleküller
içermektedir (16). Aköz tabaka; avasküler kornea epiteline oksijen ulaştırır, epitel
sağlığı için gerekli olan, uygun elektrolit bileşimini sağlar, oküler yüzeyi
enfeksiyondan korur, kornea yüzeyindeki anlık düzensizlikleri ortadan kaldırır ve
gözyaşında oluşan debrisi yıkayarak uzaklaştırır (16, 21).
c) Lipid Tabaka: Gözyaşının en dış kısmında yer alır. En önemli görevi; aköz
tabakanın buharlaşmasına engellemektir (16). Lipid tabaka, esas olarak meibomian
bezlerinde üretilmekle beraber, çok az miktarda Zeiss ve Moll bezlerinde de
üretilmektedir (16). Meibomian bezleri derideki sebase bezlerin modifiye şekilleridir.
Bezler sarı renkli, üzüm salkımı şeklinde 30-40 asinüsün açıldığı tek bir kanal
halinde; kirpik posterioruna ve mukokutanöz bileşkenin önüne açılır (22). Bu
5
bezlerde lipid üretilip kanallarda biriktirilir ve kırpma refleksi ile meibomian
bezlerinden lipid salınımı gerçekleşmektedir. Lipid tabaka, iki bölümden
oluşmaktadır. Kalın olan dış bölüm; trigliseridler ve yağ esterleri gibi polar olmayan
lipidlerden oluşur ve aköz tabakanın buharlaşmasını engeller. Đnce olan iç bölüm ise
polar lipidlerden oluşur ve sürfaktan özelligi ile aköz tabaka ile lipid tabaka
arasındaki etkileşimi ve gözyaşı stabilitesini sağlamaktadır (8, 9, 23).
KURU GÖZ
Kuru göz hastalığının yıllarca gözyaşının aköz komponentinde azalmaya bağlı
olduğu düşünülmüştür. Kuru göz çalışma grubunun 2007 yılında yaptığı en yeni
tanıma göre kuru göz; oküler yüzey hasarı ile birlikte rahatsızlık hissi, görsel
bozukluk ve gözyaşı film instabilitesi ile sonuçlanan gözyaşı ve oküler yüzeyin
multifaktoriyel bir hastalığı olarak tanımlanmıştır (24). Kuru göz hastalığı ile klinikte
çok sık karşılaşılmakta ve Amerika Birleşik Devletleri’nde kadınlarda prevalansın %
5,7-9,8 ve erkeklerde % 3,9-7,67 olduğu bildirilmektedir (25, 26).
Patogenez
Lakrimal ve aksesuar bezler tarafından salgılanan aköz gözyaşının azalması
1960’lı yıllarda patogenezde tek neden olarak düşünülmekteyken 1970’li yıllarda
yapılan araştırmalar sonucunda pemfigus gibi bazı olgularda, konjonktivadaki müsin
salgılayan goblet hücrelerindeki azalmanın da gözyaşı stabilitesini bozarak kuru göze
sebep olabileceği gösterilmiştir ve oküler yüzey epitelinin gözyaşı filmi
stabilitesindeki önemi vurgulanmıştır (1, 3, 27).
Kronik inflamasyon diğer bir önemli
faktördür (3-7).
Kuru göz hastalarının lakrimal bezlerinin lenfositler tarafından
infiltre olduğu gösterilmiştir (28). Đnflamasyonu başlatan birçok faktör
bulunmaktadır. Bunlar; hiperosmolarite, oküler yüzeyin kuruması, göz kırpma
sırasında oluşan mikrotravma, gözyaşı ve kornea sinir liflerinden salınan destekleyici
faktörlerin azalması, gözyaşı bezi ve göz kapaklarından salınan proinflamatuar
maddelerdir. Đnflamasyon başladıktan sonra, hasarlanan epitel hücrelerinden açığa
çıkan ve dilate konjonktiva damarlarından sızan lenfositlerin ürettiği sitokinlerle,
inflamasyon devam etmekte ve şiddetli kuru göz olgularında, inflamasyon giderek
artmaktadır (29). Oküler yüzeydeki inflamasyon, epitelde skuamöz metaplaziye,
6
glikokaliks kaybına ve goblet hücrelerinin kaybına sebep olmakta ve oküler yüzeyin
ıslanabilirliği azalmaktadır (29-32).
Etiyoloji ve sınıflandırma
Kuru göz, gözyaşının miktarındaki azalmaya, gözyaşının oküler yüzey
üzerinde dağılımındaki bozukluğa, kornea epitelindeki düzensizliğe ve gözyaşı lipid
bozukluklarına bağlı olarak gelişebilmektedir (1, 3, 8, 9, 16). Gözyaşı sekresyonunu
azaltan nedenler lakrimal bez aplazisi, hipoplazisi gibi konjenital olabildiği gibi
Sjögren hastalığında olduğu gibi edinsel de olabilmektedir (16).
Korneanın gözyaşı
ile yetersiz ıslanması; oküler pemfigoid gibi sistemik mukoza hastalıklarında görülen
müsin eksikliğine bağlı da gelişebilmektedir (33, 34).
2007’ de Kuru Göz Çalışma
Grubu günümüze kadar elde edilen bilgileri derleyerek, etiyopatogeneze göre
sınıflama yapmıştır (24). Şekil-1’de kuru göz sınıflandırılması gösterilmiştir.
Ş
ekil-1: Kuru göz sınıflandırılması
KURU GÖZ
Aköz Gözyaşı Yetmezliği
Buharlaşmaya Bağlı
Sjögren
’e bağlı
Sjögren
’e bağlı olmayan
Meibomian
bez disfonksiyonu
Allerjik konjonktivit
Açıkta kalma
Kırpma oranının az olması
Kontakt lens kullanımı
Çevresel
faktörler
7
Klinik Bulgular
Kuru göz farklı hastalıklara ve durumlara bağlı olarak gelişse de semptomlar
ortaktır. Batma, yanma, yabancı cisim hissi, kızarıklık, kuruluk hissi, göz
kapaklarında ağırlık hissi, kaşıntı, kontakt lens kullanımı sırasında rahatsızlık, sabah
gözleri açmakta güçlük, yoğun mukus salınımı, görme keskinliğinde bulanıklık ve
fotofobiyi içermektedir (2, 35). Azalmış gözyaşı hacmi ve akımı, interpalpebral
boyanma, mat görünümlü kornea, ptozis, glob inflamasyonu, kornea ülseri,
perforasyon gibi klinik bulgular ve komplikasyonlar görülebilmektedir. Bulguların
ş
iddeti; zeminde yatan romatoid artrit, pemfigus ve akne rozasea gibi özellikli
sistemik hastalıklara ve allerjik konjonktivit, blefarit gibi oküler yüzey hastalıklarının
varlığına göre farklılık gösterebilmektedir (8, 9, 34, 36, 37).
Tanı
Hastadan alınan hikaye, muayene ve laboratuar bulguları ile konulmaktadır (1,
2, 35). Tanıda kullanılmak üzere çok sayıda anket geliştirilmiştir. Bu anketler ile
kuru göz semptomları sorgulanmaktadır. Anketler; kuru gözün objektif klinik tanı
yöntemleri ile beraber değerlendirilmelidir (38).
Tanı için kullanılan önemli testler
aşağıda açıklanmaktadır.
a) Schirmer testi: Kuru göz düşünülen hastalarda gözyaşı aköz üretimini
ölçmek amacıyla kullanılmaktadır (1, 2, 39). Kapak manüplasyonu, biyomikroskobik
muayene, anestezik veya boya damlatılması sonucu etkileyebileceğinden hastaya ilk
önce bu test yapılmalıdır. Schirmer 1 testinde topikal anestezi kullanılmadan standart
filtre kağıdı alt kapağın 1/3 orta ve 1/3 dış bileşke yerine kıvrılarak korneaya
dokunulmadan alt fornikse yerleştirilmekte ve beş dakika (dk) içinde kağıdın ıslanma
miktarı mm cinsinden ölçülmektedir. Schirmer 2 testinde ise aynı işlem topikal
anestezi kullanılarak refleks salgı baskılanırak yapılmaktadır (40).
Normal Schirmer
test değerleri 5 dk’da 15 mm üzerindedir (1, 2).
b) Gözyaşı filmi kırılma zamanı: Bu test gözyaşı filminin stabilitesini
değerlendirmekte ve mukusun yeterli miktarda ve kalitede olup olmadığını
göstermektedir (1, 2). Floresein solüsyon veya floresein emdirilmiş kağıtla gözyaşı
8
boyandıktan sonra hastanın son göz kırpması ile ilk oluşan kuru nokta arasındaki
süre gözyaşı kırılma zamanıdır. Bu işlem sırasında sonucu etkileyebileceği için
topikal anestezi uygulanmamaktadır. Kırılma zamanının 10 sn ve üzerinde ölçülmesi
normal olarak değerlendirilmektedir (1, 2).
Kuru göz tanısında bazı vital boyalar kullanılmaktadır. Bu testlerle oküler
yüzey harabiyeti araştırılır. Günümüzde bu amaç için kullanılan boyalar Floresein,
rose Bengal
ve lissamin yeşilidir.
c) Floresein: Floresein oküler yüzey hasarını göstermede sıkça başvurulan,
büyük molekül ağırlıklı, hidrofilik, turuncu bir boyadır. Normalde sağlam epitelin
sıkı bağlantılarını geçememektedir, ileri derecede kuru göz hastalığında bu sıkı
korneal epitel hasarlanmakta ve karakteristik olarak diffüz veya punktat boyanma
ortaya çıkmaktadır (41). Mavi ışıkla yeşil boyanma olarak gözlemlenmekte, en etkili
sonuçların sarı bariyer filtresinin slit lambada standart mavi filtreyle kombine
kullanılmasıyla ortaya çıktığı bildirilmektedir. Minimal irritasyon oluşturan floresein
hastalar tarafından iyi tolere edilebilmektedir (41).
d) Lissamin Yeşili ve Rose Bengal: Lissamin yeşili sentetik olarak üretilmiş
asidik, organik bir floresein türevidir. Boyama paterni rose Bengal’e benzemektedir.
Oküler hasarın gösterilmesinde korneal ve konjonktival boyama amacıyla
kullanılmaktadır. Göz için hazırlanan dozlarında toksik, teratojenik ve kanserojen
olmadığı bildirilmiştir (41).
Lissamin
yeşili emdirilmiş kağıt striplerle
uygulanabilmektedir. Lissamin yeşilinin gözlemleme zamanı ve derecelendirmesi
çok hassastır ve değerlendirme boya uygulamasından bir ile dört dakika sonra
yapılmalıdır (41). Değerlendirmede en iyi metod; kısık ışıkla başlanıp ışık şiddeti
artırılarak lissamin yeşili tutulumunun en iyi gözlemlendiği ışık şiddettinde okumayı
gerçekleştirmektir.
Lissamin
yeşili boyasının rose Bengal’den farkı irritan
olmamasıdır. Rose Bengal skoru konjonktival bütünlüğü yansıtır. Gözyaşı film
tabakasının devamsız olduğu bölgeleri belirler (41).
9
e) Đmpresyon sitolojisi: Kolay uygulanabilen, invaziv olmayan ve biyopsiye
gereksinim göstermeksizin konjonktiva hücrelerinin incelenmesinde kullanılan bir
yöntemdir (42, 43). Đlk kez 1977 de Egbert ve arkadaşlarının basit konjonktiva
biyopsisi olarak isimlendirdikleri bu teknikte selüloz asetatlı filtre kağıdı kullanarak
konjonktiva yüzeyini değerlendirmişlerdir. Filtre kağıdı süngersi yapıdaki küçük
boşluklar sisteminden oluşmaktadır. Konjonktiva epitelinin en yüzeydeki hücre katı
örnek alınımı sırasında bu boşluk sistemi içine bastırılmakta böylece filtre kağıdı ile
yüzeyel hücre tabakası arasında sıkı bir ilişki oluşturulmaktadır. Filtre kağıdı
konjonktivaya 3-5 sn hafif bası yapıldıktan sonra kaldırılmakta, fiksasyon
solüsyonları ile fikse edilmekte ve hematoksilen ve/veya PAS ile boyanıp lam lamel
arasında ışık mikroskobunda incelenmektedir. Topikal anestezik kullanılması sonucu
etkilememektedir.
Bu yöntemle epitel hücrelerinin skuamöz metaplazi evresi ve
goblet hücre yoğunluğundaki değişimler saptanabilmektedir (42, 43).
Gözyaşı ozmolaritesinin artması, laktoferrin, lizozim konsantrasyonlarındaki
azalma, konfokal mikroskopi ile gözyaşı tabakasının incelenmesi, Ferning testi ile
ışık mikroskobunda gözyaşı filminin stabilitesinin değerlendirilmesi, Florofotometre
ve floresein gözyaşı temizlenmesi testleriyle gözyaşının dışa akımının azaldığının
gösterilmesi, gözyaşı menisküs yüksekliğinin ölçülmesi gibi yöntemler de kuru
gözün tanısında başvurulabilecek yöntemler arasında yer almaktadır (44, 45).
Tedavi
Hasta eğitimi: Hasta kuru gözün nedeni ve seyri konusunda
bilgilendirilmelidir. Kuru göze yol açan durumlar ve kullanacağı ilaçlar hastaya
anlatılmalı ve ortamın nemli tutulması, bilgisayar kullanımı sırasında ekranın göz
hizasından aşağıda olması gibi hastayı rahatlatacak koşullar öğretilmelidir (4).
Tıbbi tedavi
a)
Gözyaşı replasmanı: Gözyaşı replasmanı ile oküler yüzey nemlenmesi
sağlanmakta, gözyaşı osmolaritesi azaltılmaktadır. Gözyaşının replasmanı için
kullanılan suni gözyaşı preparatları bileşim olarak doğal gözyaşını taklit ettiği
düşünülmesine rağmen;
suni gözyaşı preperatları, gözyaşının yapısından oldukça
10
farklıdır (4).
Gözyaşında yer alan su, tuz, hidrokarbon, protein, lipid molekülleri ve
büyüme faktörleri suni gözyaşı preperatlarında bulunmamaktadır
.
Dezavantajları
etki sürelerinin kısa oluşu ve prezervan içeren preparatların yüzey epiteline toksik
etkisi nedeniyle günde dört seferden fazla kullanılamamasıdır (46).
Tek dozluk
prezervan içermeyen preparatlar ise daha emniyetle ve gün içinde daha sık aralıklarla
hasta tarafından kendi kendilerine kullanılabilmektedir (46).
b) Antiinflamatuar ajanlar:
Topikal
siklosporin(CsA): Otoimmün hastalıklarda ve organ nakillerinden
sonra kullanılan immünmodülatör bir ajandır. CsA’ nın lakrimal bezde ve
konjonktivadaki lenfositlerin apopitozisini indüklediği, lakrimal bez ve konjonktiva
epitel hücrelerinde apopitozisi baskıladığı ve inflamasyonu gerilettiği bildirilmiştir.
Hastaların konjonktiva biyopsilerinde goblet hücre yoğunluğunda artma ve
proinflamatuar sitokinlerde azalma saptanmıştır (5-7)
.
Topikal kortikosteroidler: Kuru gözde gelişen inflamasyonun azaltılmasında
faydalı olabilmektedir. Đnflamatuar hadiselerin neden olduğu orta ve ileri derecede
kuru gözü olan hastalarda akut dönemde irritasyona bağlı semptomların düzeltilmesi
amacıyla kullanılabilmekte, ancak uzun süreli kullanımda yan etkiler nedeniyle
tercih edilmemektedir (47).
c) Mukolitik ajanlar: N-Asetil sistein ve bromheksin hidroklorid gözyaşında
aşırı müsin birikimini eriterek korneanın ıslanmasını artırır. N-Asetil sistein bazı
hastalarda gözde yanma irritasyona sebep olabilmekte ve kolayca kontamine
olabilmektedir (44).
d)
Gözyaşı kaybının önlenmesi: Tıbbi tedavinin yetersiz kaldığı durumlarda
geçici oklüzyon (punktum tıkaçları, doku yapıştırıcıları, yüzeyel koter uygulaması)
veya kalıcı oklüzyon (vertikal kanaliküle koter uygulaması, argon lazer punktoplasti,
punktumun konjonktivayla örtülmesi) yöntemlerine başvurulabilmektedir.
Oklüzyon
ile kuru göz semptomları ve suni gözyaşı ihtiyacı azalmaktadır. Fakat bu yöntem ile
gözyaşı klirensi ve oküler yüzey duyarlılığının azaldığı da bilinmektedir. Punktum
11
tıkaçlarının kullanımı; punktum ektropiyumu, gözyaşı kanal ya da kesesinin
enfeksiyonu, blefarit ve nazolakrimal kanal tıkanıklığının olması durumlarında
önerilmemektedir (8, 9, 48).
e)
Otolog serum: Hastanın kan örneğinden elde edildiği ve steril tutulması zor
olduğu için kullanım süresi kısadır. Bu nedenlerle, pratikte kullanımı sınırlıdır.
Đ
çerdiği
epitel
gelişimini
destekleyen
maddeler
sayesinde;
iyileşmeyi
hızlandırmaktadır. Özellikle persistan epitel defekti olan seçilmiş olguların
tedavisinde iyi bir seçenektir (49).
f) Cerrahi tedavi: Maksimum tıbbi tedavinin yetersiz kaldığı durumlarda,
cerrahi yöntemlere başvurulmaktadır. Bu yöntemler; diğer gözden otojen konjonktiva
transplantasyonu,
otojen
mukoza
transplantasyonu,
amniyotik
membran
transplantasyonu, kapak aralığını daraltan cerrahiler, otolog submandibuler bez
transplantasyonu, sublingual bez transplantasyonudur.
Cerrahi yöntemler genel
olarak komplikasyon yönetiminde tercih edilmektedir (44).
BLEFARĐT
Blefarit kirpik diplerinin ve göz kapaklarının inflamatuar bir hastalığıdır (8, 9).
Kronik blefarit; göz hekimlerinin sıklıkla karşılaştığı, tedavisinin etkili bir şekilde
yapılamadığı ve diğer oküler yüzey hastalıkları ile hem semptom hem de bulgu
olarak karışabilen bir tablodur. Amerika’da yapılan bir çalışmada; göz hekimlerinin
klinikte muayene ettikleri hastalarının % 37-% 47 sinde blefarit tablosu olduğu
saptanmıştır (50). Blefarit birincil olarak göz kapaklarının inflamasyonu olmasına
rağmen; gözyaşı, kornea ve konjonktiva tutulumu da olduğu için oküler yüzeyi
etkilemektedir.
Patogenez
Blefarit patofizyolojisi çok karışıktır ve birçok faktör rol almaktadır. Blefaritin
tipi ne olursa olsun göz kapağının inflamasyonunun nedeni çok iyi bilinmemektedir
(9). Đnflamasyon sonucunda; dokulara oldukça toksik olduğu bilinen reaktif oksijen
radikalleri meydana gelmektedir. Bu hastalarda aynı zamanda, göz kapaklarında aşırı
12
bakteri kolonizasyonu olmakta ve bu bakteriler dokuya; ya direkt hasar ile ya da
toksinleri aracılığı ile hasar vermektedir. Bu anormal bakteri kolonizasyonu
sonucunda immün sistem aracılıklı bir hasar da meydana gelmektedir. Bakteriler ve
bazı doku hücreleri kemoatraktan olan, linoleik asit gibi doymamış yağ asitlerinden
meydana gelen lipidler üretmektedirler (8, 9). Bu tablo yeniden reaktif oksijen
radikallerinin oluşmasına ve doku hasarına yol açmaktadır.
Meibomian
bezinin duktusunun aşırı keratinizasyonu duktuslarının tıkanmasına
ve geri akıma yol açmaktadır (9). Bakterilerin lipaz ve esteraz enzimleri; meibomian
bezlerinin sekresyonu olan meibum’dan linoleik asit salınımına yol açar. Bu serbest
yağ asiti, meibomian bezinin duktusundaki keratinositlerin aktifleşmesine yol
açmaktadır (51). Aktive keratinositler; reaktif oksijen radikalleri ve sitokinler
üretmektedirler. Sitokinler lokositleri uyararak kısır bir döngü oluşturur ve serbest
radikaller daha da artar (9). Oluşan bu serbest radikaller, gözyaşı filminin lipid
tabakasında önemli bir yeri olan fosfotidiletiletanolamin ile etkileşime girer ve
seviyesini düşürür. Bu fosfolipid kuru göz semptomları olan kronik blefarit
hastalarının gözyaşında azalmış olarak bulunmuştur (52). Kronik blefarit
meibumunda; sekretuar fosfolipaz A2 seviyeleri de iki kat daha yüksek bulunmuştur
(53). Bu artış proinflamatuar lipid öncüllerinin, araşidonik asitin ve doymamış yağ
asitlerinin salınımı ile sonuçlanmaktadır. Blefarit tedavisinde tetrasiklin
kullanımının; bakterilerin lipaz enzimini inhibe ettiği ve klinik bulgularda iyileşmeye
yol açtığı gösterilmiştir (54).
Etiyoloji ve Sınıflandırma
Blefarit tablolarının evrensel olarak kabul edilmiş sınıflandırma sistemi yoktur.
Blefaritler anatomik tutulum yerine ve bulgulara göre sınıflandırılmıştır (8, 9).
a) Stafilokoksik blefarit: Başlıca gençlerde ve daha sık olarak kadınlarda
görülen, remisyonlar ve alevlenmelerle seyreden blefaritin bu tipinde kapak serbest
kenarının ön kısmında inflamasyon, eritem, telenjiektazi, kirpik diplerinde folikül
içinde abseler, kabuklanma ve ülserasyon görülmektedir. Bu olguların S. aureus %
40’ından, S. epidermidis ise neredeyse tamamından izole edilmiştir. Etkin tedavi
13
uygulanmazsa; kirpiklerin kaybı, kirpiklerde pigmentasyon kaybı, punktum ve kapak
ektropionu, iç ve dış hordeolum komplikasyon olarak hastalarda görülebilmektedir
(8, 9). Oküler yüzey inflamasyonu sonucunda; konjonktival goblet hücre
yoğunluğunda azalma meydana gelmektedir (31).
b) Seboreik blefarit: Bu grupta hasta yaşı daha ileri olup, hemen hemen tüm
hastalarda vücudun değişik alanlarında seboreik dermatit izlenmektedir. Kapak
kenarı ön kısmında eritem, artmış sebum sekresyonu, kepeklenme ve kirpiklerde
birbirlerine yapışma vardır. Kültür çalışmalarında normal flora elemanları izole
edilmektedir (8, 9).
c) Stafilokoksik ve seboreik blefarit: Belirtiler ve bulgular her iki grubun
birleşimi olup, seboreik grubun inflamasyonunun daha şiddetli olan tipi olarak
düşünülebilir (8, 9).
d) Meibomian bez disfonksiyonu: Kapak serbest kenar posteriorunun kronik
inflamasyonudur. Özellikle genç yaş grubunda kontakt lens intoleransı bildiren
hastalarda akla gelmelidir (8, 9). Meibomian bez duktusundaki inflamasyonuna bağlı
duktus ağızlarında tıkanıklık oluşur ve inflamasyon kapağa ilerler (31). Şekil-2’de
blefarit sınıflandırılması gösterilmiştir.
Dostları ilə paylaş: |