Kirim-tatar söz varliğinda bazi eş anlamli sifatlarin kullanimi üzerine notlar



Yüklə 337,4 Kb.
Pdf görüntüsü
tarix28.07.2020
ölçüsü337,4 Kb.
#32318
006-Seher MAŞKAROĞLU-Kırım-Tatar Söz Varlığında


105

Türk Dünyası 45. Sayı

*

Doktora  Öğrencisi,  Ege  Üniversitesi  Sosyal  Bilimler  Enstitüsü, Türk  Dili  ve  Edebiyatı Ana  Bilim  Dalı  Doktora



Programı, seher--memis@hotmail.com.

KIRIM-TATAR SÖZ VARLIĞINDA BAZI EŞ ANLAMLI 

SIFATLARIN KULLANIMI ÜZERINE NOTLAR

Seher MAŞKARAOĞLU

*

Özet:



Bir dilde, birbirine eş anlamda birçok sözcüğün bulunması o dilin zenginliğini 

gösteren  özelliklerdendir.  Kırım-Tatar  Türkçesinin  sözlük  yapısı  (sözlüğü),  ölmekte 

olan bir dil olmasına rağmen çok zengindir. Bu zenginlikler arasında da eş anlamlı 

sıfatların gücü, çokluğu göze çarpmaktadır. Çalışmamızda Kırım-Tatar söz varlığında 

sıfat olan sözler taranmış ve eş anlamlılık bakımından incelenerek bir söz hazinesi 

biriktirilmiştir. Elde edilen bu sözlerde eş anlamlılığın nasıl oluştuğuna dair inceleme 

yapılarak hangilerinin alıntı (ödünçleme) yoluyla, hangilerinin aynı kökenden morfo-

lojik farkla oluştuğu açıklanmaya çalışılmıştır.

Anahtar kelimeler: Kırım-Tatar Türkçesi, tehlikedeki diller, sıfat, eş anlamlılık.

Notes on the Usage of Some Synonymous Adjectives in the  

Vocabulary of Crimean Tatars

Abstract:

There are a lot of words in a language almost identical in meaning among the 

properties showing the richness of the language. Crimean Tatars, although a dictio-

nary of the Turkish language dying structure is very rich. This richness in the power 

of synonyms title features plurality eye. In our study the Crimean Tatar a promise 

treasure examining the scanned words and adjectives in the vocabulary of significan-

ce in terms of co-deposited. Which of these words quoted by optained by examining 

how synonymy that occurs (through borrowing) through, which were explained by the 

different morphological occurs from the same origin.

Keywords: Crimean Tatar Turkish, endangered languages, adjectives, co-signi-

ficance.

TÜRK DÜNYASI / TURKISH WORLD

Dil ve Edebiyat Dergisi / Journal of Language and Literature

Sayı/Issue: 45 (Bahar-Spring 2018) - ISSSN: 1301-0077 Ankara, TURKEY



DOI Numarası/DOI Number: 10.24155/tdk.2018.60

Kırım-Tatar Söz Varlığında Bazı Eş Anlamlı Sıfatların Kullanımı Üzerine Notlar

Türk Dünyası 45. Sayı

106


1. Giriş

Türk  dilinin  sınıflandırılmasında  Kuzeybatı  (Kıpçak)  Grubu  içinde  yer

alan (Öner 1998: XXV) Kırım-Tatar Türkçesi, ikinci binyıl başlarından beri

Kırım’da yaşayan Kıpçak (Tatar, Nogay) kökenli Tatarların diline verilen ge-

nel bir addır. Kırım-Tatar Türkçesi karışık bir yazı dilidir ve gerçekte birbirin-

den oldukça farklı üç ayrı diyalekti kapsar: Kuzey diyalekti (Nogayca), Orta

diyalekt (Tatarca) ve Güney diyalekti (Türkiye Türkçesi) (Tekin, Ölmez 2003:

122-123).

Kırım  jeopolitik  açıdan  önemli  stratejik  bir  bölgedir.  Kırım’ın  1783’te

Ruslar tarafından ilhak edilmesinden sonra bölgede yaşayan Kırım Tatarla-

rının bir kısmı ana vatanlarını terk ederek Balkanlara ve Anadolu’ya yerleş-

mişlerdir. Kırım’da kalan Kırım Tatarları ise Kırım’ın Tatarsızlaştırılması gibi

siyasi amaçlar doğrultusunda bir bahane ile 1944’te zorunlu göçe tabi tutul-

muş; ana vatanlarından sürgün edilen, nüfusunun önemli bir kısmını sürgün

sırasında yitiren ve farklı ülkelere, dağınık bir şekilde yerleştirilen Kırım Ta-

tarları dil bilimsel bakımdan da bir tür ‘dil kırımı’na uğratılmıştır (Sarı 2016a:

214). Kırım-Tatar Türkçesi, bugün UNESCO tarafından ortaya konulan Teh-

like Altındaki Diller Atlası’nda “ciddi tehlike altında” kategorisinde yer al-

maktadır. 2001 yılı verilerine göre Kırım Otonom Bölgesi’ndeki toplam nü-

fusun  %12.03’ünü  oluşturan  Kırım  Tatarlarının  toplam  sayısı  248.200’dür.

Kırım-Tatar Türkçesinin konuşur sayısı ile ilgili net bir bilgi bulunmamakta-

dır. Bununla birlikte bu konuda yapılan bazı çalışmalarda Kırım-Tatar Türk-

çesini ilk dil olarak kullananların sayısının 100.000’i geçmeyeceği yönünde

tahminler yer almaktadır. Kırım Tatarlarının büyük bir çoğunluğu iki dillidir

ve günlük hayatlarında yaygın olarak Rusçayı kullanmaktadırlar. Kırım-Tatar

Türkçesinin kullanımında özellikle yetişkin ve genç nesil arasında büyük bir

düşüş  vardır.  Çocuklukta  ana  dillerini  öğrenen  ve  kullanan  Kırım Tatarları

yetişkinlikte ana dillerini kullanmayı bırakmakta, sosyal çevre içerisinde pres-

tijli dil konumundaki Rusçayı tercih etmektedirler. Kırım-Tatar Türkçesi ise

ağırlıklı olarak yaşlılar tarafından kullanılmaktadır (Sarı 2016b: 251).

Ölmekte olan küçük bir yazı dili olmasına rağmen Kırım-Tatar Türkçesinin

sözlük kapasitesi çok zengindir. Bilindiği gibi, bir dilde birbirine eş anlamda

birçok sözcüğün bulunması o dilin zenginliğini gösteren özelliklerdendir. Ali

Şîr  Nevaî’nin  Muhakemetü’l-Lugateyn  adlı  eserinde  Türkçenin  yüksek  bir

edebî dil olmasını mümkün kılan, sahip olduğu özellikleriyle Farsçayı geride

bırakan dillik deliller olarak gösterdiği örneklerden biri en küçük anlam farkı

için kelimeler yaratılmasıdır. Nevaî eserinde “cüz’-i mefhûmât” için birçok

kelime yaratıldığını söyleyerek Türkçenin yakın anlamlı kelimeler bakımın-

dan zenginliğine işaret etmiştir. Ayrıca aralarındaki farkın çok az olduğunu

belirterek şiir dilinde son derece önemli rolü olan sinonimlere dikkati çekmiş-


Seher MAŞKARAOĞLU

107


Türk Dünyası 45. Sayı

tir (Özönder 1996: 15-16). Bir dilin zenginliğini bu yönleriyle değerlendirmek

ilgi çekici olduğu kadar bugün de kullanılan bir yöntemdir. Kırım-Tatar söz

varlığını ortaya koyan ve genellikle Kırım Tatarca-Rusça olmak üzere iki dilli

hazırlanan sözlükleri incelediğimiz zaman Nevaî’nin dikkat ettiği eş anlamlı-

lık zenginliği göze çarpmaktadır.

Genel dil biliminde tartışmalı konulardan biri olan eş anlamlılığı, araştır-

macılar farklı şekillerde tanımlamışlardır. Korkmaz, eş anlamlılığı iki veya

daha çok kelimenin aynı veya birbirine yakın anlam taşıması olarak tanımlar-

ken dil bilimi açısından aslında anlamca birbirine tıpı tıpına denk düşen çok

az kelime olduğunu, eş anlamlı sözlerin genellikle bazı kelimelerdeki kavram

inceliklerinin çeşitli sosyal ve dil kesimlerinde zamanla gölgelenmeye uğra-

yarak  anlamca  birbirlerine  yaklaşmalarından  oluştuğunu  belirtir  (Korkmaz

2007: 85-86). Vardar’a göre eş anlamlılık, iki ya da daha çok sayıda gösterge-

nin aynı anlama gelme, aynı gösterenlerin aynı gösterileni belirtme özelliğidir.

Vardar, eş anlamlılığın çoğu kez salt nitelikli olmaktan uzak olup bu nedenle

özdeşlikten çok anlamca yakınlık belirttiğini, çünkü aynı bağlamda hiçbir an-

lam ayırtısı getirmeden birbirinin yerini alabilecek göstergelerin az sayıda ol-

duğunu söyler (Vardar 2002: 94). Karaağaç, eş anlamlılığı anlam veya işlevce

birbirinin aynı veya benzeri olan dil birimlerinin ilişkisi olarak görür. Dillerde

anlam bakımından birbirleriyle tamamen örtüşen sözlerin genellikle bulunma-

dığını, eş anlamlı sözlerin anlam bakımından birbirine benzer olmakla birlik-

te, birini diğerinden ayıran bir ayrıntıya sahip olduklarını ileri sürer (Karaağaç

2013: 373-374). Dilbilim Sözlüğü’nde ise eş anlamlılık sözcük ve tümcelerin

özdeş anlamları olmaları durumu şeklinde tarif edilir. Anlam bilimciler tara-

fından tam eş anlamlılığın söz konusu olmadığının, çünkü böyle bir durumun

ancak iki sözcük bütün bağlamlarda birbirinin yerine kullanılabilirse olanaklı

olabileceğinin öne sürüldüğü belirtilir (İmer, Kocaman, Özsoy 2011: 118).

Genellikle  benimsenen  bir  yargı,  hiçbir  dilde,  başlangıçta,  bir  kavramı

yansıtmak  için  birden  çok  göstergenin  kullanılamayacağı  biçimindedir.  Bir

başka deyişle, aynı dilde iki ayrı gösterge, bütünüyle aynı anlama gelemez.

Her dilde görülen eş anlamlılar arasında kimi zaman oldukça büyük kimi za-

man pek küçük anlam farkları vardır. Yoksa bile kullanış farkı bulunur. Bu

bakımdan  bu  gibi  ögeleri  yakın  anlamlı  kelimeler  olarak  tanımlamak  daha

doğru olur. Durum böyleyken birbirine yakın anlamlı sözcükler için Yunanca-

da kullanılan syn (birlikte, eş) ve onoma (ad) sözcüklerinden kurulan sünônü-



mos terimi bütün dillerde yaygınlaşmıştır (Aksan 2016: 99, Aksan 2004: 157,

Tekin 1997: 116).

Temelde  alıntı  kelimelerle  yerli  kelimelerden  kaynaklandığı  üzerinde

hemfikir  olunan  eş  anlamlılıkta  (Özden  2014:  164),  genellikle  yabancı  kö-

kenlilerle yerlilerin dilde kullanılışları sırasında -bunlar anlamca birbirine çok


Kırım-Tatar Söz Varlığında Bazı Eş Anlamlı Sıfatların Kullanımı Üzerine Notlar

Türk Dünyası 45. Sayı

108


yaklaşmış bile olsa- kurdukları bağlantılar, bağdaştırdıkları ögeler açısından

çoğunlukla ayrım vardır. Bir dil içinde yerli kökenli eş anlamlıların bolluğu

dilin anlatım gücünü artırmaktadır (Aksan 2007: 191).

Eş anlamlılık ölçeğinde, derecesine göre farklı türde eş anlamlılıkların ol-

duğu düşünülür. Lyons, iki temel eş anlamlılık türünden söz ederek eş anlam-

lılık terimini derecelendirir. Bazı bağlamlarda hem bilişsel hem de duygusal

anlam eş değerliği için “tam eş anlamlılık”, (tam eş anlamlı olsun ya da olma-

sın) bütün anlamlarında ve bütün bağlamlarda birbirinin yerine geçebilen eş

anlamlı sözler için “bütüncül eş anlamlılık” terimlerini kullanır. Bu sınıflan-

dırma düzeni dört tür eş anlamlılığa olanak sağlar (Lyons 1983: 399):

Tam ve bütüncül eş anlamlılık,



Tam ama bütüncül olmayan eş anlamlılık,

Tam olmayan ama bütüncül olan eş anlamlılık,



Tam ve bütüncül olmayan eş anlamlılık.

Lyons,  birçok  anlam  bilimcinin  “gerçek”  eş  anlamlılıktan  söz  ederken

akla getirdiklerinin tam ve bütüncül eş anlamlılık olduğunu ve dilde böyle eş

anlamlı olan çok az sözcük bulunduğunu belirtir (Lyons 1983: 400). Lyons,

daha sonra “tam” ve “tam olmayan” eş anlamlılık arasındaki ayrımı artık kul-

lanmayacağını söyleyerek eş anlamlılığı daha çok “bilişsel eş anlamlılık” teri-

miyle sınırlar (Lyons 1983: 401).

Cruse ise eş anlamlılık ölçeğinde bütünsel, bilişsel ve yakın eş anlamlılık

olmak üzere üç tür eş anlamlılık derecesi öngörür (Cruse 1986; aktaran Do-

ğan 2011: 81): Bütünsel eş anlamlılık, iki sözcüğün tüm anlamlarının bütün

bağlamlarda karşılıklı yer değiştirebilmesi ve hem bilişsel hem de duygusal

anlamında özdeşliğin olmasıdır. Bilişsel eş anlamlılıkta birinin yerine öteki-

nin konması sonucu ortaya çıkan cümlelerin anlamı aynı ise iki ya da daha

çok öge eş anlamlıdır. Yakın eş anlamlılık, anlamca daha az ya da daha çok

benzer olan ancak aynı ya da özdeş olmayan ifadeler şeklinde tanımlanır. Ya-

kın eş anlamlılık, temelde farklı doğruluk koşulları olan cümleler doğurması

bakımından bilişsel ve bütünsel eş anlamlılıktan ayrılır. Bilişsel eş anlamlılık,

eş anlamlı sözlük birimlerin aynılığı ya da özdeşliği olarak kabul edilirken

yakın  eş  anlamlılık  sözlüksel  birimlerin  anlamlarının  nispeten  yakınlığını,

daha fazla ya da az benzerliğini ifade eder. Tartışmasız bütünsel eş anlamlı

çifti bulmak hemen hemen imkânsızdır (Doğan 2011: 82-85). Bu bakımdan

çalışmamızda incelenen sıfatların daha çok bilişsel eş anlamlı ya da yakın eş

anlamlı oldukları söylenebilir.



Seher MAŞKARAOĞLU

109


Türk Dünyası 45. Sayı

2. Inceleme

Eş anlamlı sözlerin anlam bakımından yakın veya benzer olmalarının yanı

sıra tamamının aynı söz türünden olması da şarttır. Farklı söz türünden olan

sözlerden eş anlamlı dizi oluşmaz. Bir eş anlamlı dizinin oluşması için, diziye

giren sözlerin ya ad ya sıfat ve eylem olmaları, yani aynı türden olmaları gere-

kir (Karaağaç 2013: 373). Kırım-Tatar Türkçesinin söz varlığını incelediğimiz

zaman eş anlamlı sıfatların gücü, çokluğu göze çarpmaktadır. Bu nedenle ça-

lışmamızda sadece sıfat olan sözler taranmış, bunların içerisinde eş anlamlılık

zenginliğini gösteren örnekler seçilmeye çalışılmıştır. Çalışmamızın bu bölü-

münde Kırım-Tatar Türkçesi sözlüklerinden (Useinov 2006; Karahan 2011)

elde ettiğimiz eş anlamlı sıfatları Kırım-Tatar Türkçesi edebî metinlerinden

derlenen cümlelerle örneklendirmek istiyoruz. Aşağıda tarama ile elde ettiği-

miz söz varlığı anlam başlıkları altında verilmiş ve kökenleri de gösterilmiştir:

“Ahmak”

avanaí “ahmak, akılsız, alık, aptal, bön, budala, salak” 

< Erm. yavanak “ahmak” (Eren 1999: 24).

Ne söyley bu avanaí, işnen degil, komandirovkaġa ketem de, bu iş sayıl-

may mı? “Ne söylüyor bu avanak, iş için değil, bir görev üzerine gidiyorum da

bu iş sayılmıyor mu?” -C. Ġafar (Kültür Bakanlığı 1999: 2).



aímaí / aḫmaí “ahmak, budala; alık”

< Ar. aĥmaí “aklını gereği gibi kullanamayan, bön, budala, aptal” (Kara-

ağaç 2015: 141).



Yura doġru ayttı, men aímaíım, eşekim ve bilmem daa kimim! “Yura doğru

söyledi. Ben ahmağım, eşeğim ve daha bilmem kimim!” -E. Umerov (Atıcı

2008: 188).

Bir daa baísam, bu bizim aḫmaí azbarımda peyda oldı. “Bir de baktım ki,

bu bizim ahmak bahçemizde göründü.” -İ. Paşi (Yiğit 2008: 335).



Aġızıñdan çıíían sözler episi yalan, episi beftan, aḫmaí ekensin! - dedi 

Ḳurtseit zornen ozüni tutıp. “Ağzınızdan çıkan sözlerin hepsi yalan, hepsi if-

tira, ahmak imişsin, dedi Kurtseit kendini zorla tutarak.” -Çerkez Ali (Kültür

Bakanlığı 1999: 11).

aíılsız “ahmak, akılsız, alık, aptal, bön, budala, kafasız, beyinsiz, kuş be-

yinli, mankafa, kalın kafa”



< Ar. ‘aíl “düşünme, anlama ve kavrama gücü, us” (Karaağaç 2015: 143)

+ sız eki.



Baġrıma oí kibi íadala sözleri. / Ne yaptım men, deyim, anamnı muġayt-

tım! / Ogümde canlana onıñ saf kozleri... / Aíılsız oldım men. Kalbine dert 

íattım. “Bağrıma ok gibi takılır sözleri. / Ne yaptım ben, diyorum, annemi

Kırım-Tatar Söz Varlığında Bazı Eş Anlamlı Sıfatların Kullanımı Üzerine Notlar

Türk Dünyası 45. Sayı

110


üzdüm! / Önümde canlanır onun saf gözleri... / Akılsız oldum ben. Kalbine

dert kattım.” -Ş. Alaatdin (Kültür Bakanlığı 1999: 1).



Nafe - A, íarı! Aíılsız olma, şimdi bizler de yanar íavurılırız. İşte murad 

bunları da ateş almış daa ne beklersin. “Nafe - A, karı! Akılsız olma, şimdi

bizler de yanar kavruluruz. Kader işte, bunları da ateş almış daha ne bekler-

sin.” -S. A. Özenbaşlı (Kültür Bakanlığı 1999: 10).

añíav  “budala,  salak,  ahmak,  akılsız,  aptal;  sünepe,  uyuşuk;  alık,  bön,

mıymıntı”

bk. Kazan-Tatar añíav “1. akılsız, cahil. 2. ahmak.” (Öner 2015: 32), Ka-

raçay-Malkar ankav “deli, hafif kaçık.” (Tavkul 2000: 85).



Bu omürde onı iç bir şey raatsızlamay. Atta, aíayınıñ ‘añíav’ degenide bile 

canı aġırmadı. “Bu hayatta onu hiçbir şey rahatsız etmiyor. Hatta kocasının

‘avanak’ dediğine bile canı sıkılmadı.” -A. Osman (Sezgin 2007: 403).



Añíav oyun bozar, tentek toyın bozar. “Aptal oyun bozar, budala düğünü

bozar.” -Atalar Sözü (Kültür Bakanlığı 1999: 11).



budala “budala, ahmak”

< Ar. budalâ “zekâca geri” (Karaağaç 2015: 210).

Ḳartbabasınıñ  sözlerini  ḫatırladı:  ‘Tek  budala  iç  bir  şeyden  íorímay. 

Ḳoríu duyġusından marum adam degil, íoríunı yeñe bilgen adam cesurdır’. 

“Dedesinin sözlerini hatırladı: ‘Sadece budala hiçbir şeyden korkmaz. Korku

duygusundan mahrum adam değil, korkuyu yenebilen adam cesurdur’.” -E. A.

Osmanoğlu (Yiğit 2008: 155).



Aímaí ozüni maítar, budala íızını. “Ahmak kendini över, budala kızını.”

-Atalar Sözü (Kültür Bakanlığı 1999: 11).



matüv “beyinsiz, ahmak, budala”

bk. Ar. ma‘tûh “bunamış, bunak” (Karaağaç 2015: 519), Karaçay-Malkar

matuh “1. beceriksiz, uyuşuk, tembel, mıymıntı, ağırkanlı. 2. dar kafalı” (Tav-

kul 2000: 294).



Kerçek, Kuddusın aġası da bar edi, ama o, ġarip, em matüv sumalaí, em 

de babasıday içkini seve edi... “Aslında, Kuddus’un ağabeyi de vardı ama o

zavallı, hem aptal hem de babası gibi içkiyi seviyordu...” -A. Hilmi (Kültür

Bakanlığı 1999: 14).

Matüv doġmuşları ise onı vokzalda íıdıralar. “Akılsız aileleri ise onu is-

tasyonda arıyor.” -Ş. Alaatdin (Kültür Bakanlığı 1999: 5).



sersem “sersem, şaşkın, serseri; kaçık, divane”

< Far. ser-sām “sersem” (Türkçe Sözlük 2005: 1736).

Seher MAŞKARAOĞLU

111


Türk Dünyası 45. Sayı

İç, sersem erif, amma sesin çıímasın! “İç sersem herif, ama sesin çıkma-

sın!” -Bekir Mustafa Masalı (Kültür Bakanlığı 1999: 4).



Butün gice uyíusızlıítan dügün íasevetinden baş da sersem oldı. “Bütün

gece uykusuzluktan, düğün sıkıntısından başım da sersem oldu.” -S. A. Özen-

başlı (Kültür Bakanlığı 1999: 6).

tentek “budala, aptal; ahmak; alık; avanak; akılsız; anlayışı kıt; sersem;

enayi”


bk. Karaçay-Malkar teltek, tentek “aptal, sersem” (Tavkul 2000: 390-391),

Karay tentek “ahmak” (Baskakova, Zayonçkovskogo ve Şapşala 1974: 564).



Soíırnı alsañ sav tuvar, tentekni alsañ soy kuvar. “Körü alırsan sağ doğar,

aptalı alırsan soyunu bozar. -Atalar Sözü (Kültür Bakanlığı 1999: 11).



“Büyük”

balaban “büyük; yetişkin”

< Far. bâlabân “iri cüsseli insan, ayı, büyük davul tokmağı” (Gülensoy

2007: 107).



“Ḳoluna balaban ḫayış kiniġa tutían?” soravınen orta derece ḫadimlerniñ 

portfelinden pek az ufaí redikül tutían madamnı kosterdi. “‘Elinde büyük deri

kaplı bir kitap tutan?’ sorusu ile orta derece ilim adamlarının çantasından biraz

daha ufak redikül tutan madamı gösterdi.” -C. Gafar (Kültür Bakanlığı 1999:

3).


Doḫtur  onıñ  kozüniñ  ogünde  balaban,  íoríunç  ve  yaḫşı  merametli  bir 

adam olıp korüne edi. “Doktor onun gözleri önünde heybetli, korkunç ve çok

merhametli  bir  adam  olarak  görünüyordu.”  -A.  Odabaş  (Kültür  Bakanlığı

1999: 7).

buyük “büyük; iri; uzun boylu; mühim”

< ET bedü- “büyümek” -k “büyük, iri” (Eraslan 2012: 557).

KB ~ DLT bedük “büyük”

CC beyik “yüce, büyük”

Saat bir oldı degende, o, yerinden íalítı, barıp şifonyer íapısını açtı, urba-

larını deñiştirip, saçını taradı, soñra şifonyer íapısınıñ iç tarafındaki kuzgüge 

baíıp kozlerine buyük íara kozlük taítı, kvartiradan çıítı, íapını kilitledi. “Saat

bir olduğunda, o yerinden kalktı, şifonyerin kapağını açtı, elbiselerini değişti-

rip saçını taradı, sonra şifonyerin kapağının iç tarafındaki aynaya bakarak bü-

yük siyah bir gözlük taktı, daireden çıktı, kapıyı kilitledi.” -E. Umerov (Atıcı

2008: 111).


Kırım-Tatar Söz Varlığında Bazı Eş Anlamlı Sıfatların Kullanımı Üzerine Notlar

Türk Dünyası 45. Sayı

112


Onlar şu saat seçilip buyük sevinçnen yanı kelgen aríadaşlarını íarşıladılar. 

“Onlar o anda seçilip büyük bir sevinçle yeni gelen arkadaşlarını karşıladılar.”

-A. Odabaş (Kültür Bakanlığı 1999: 7).

iri “büyük, iri”

< ET *iri- g “iri, kaba, haşin, sert” (Eraslan 2012: 574).

KB irig “sert, kaba; haşin, gayretli”



Kimersi eykel tiklemekniñ eñ zemaneviy, yani tola degil, iri panelli bina 

íurġan kibi íolay yolunı íıdıra. “Kimisi heykel dikmenin en modern, yani tuğ-

la değil, büyük panelli bina kurmuş gibi kolay yolunu arar.” -İ. Abduraman

(Atıcı 2008: 5).

Mudireniñ sualine iri mavi ve cazibeli kozlerinden aíıttıġı koz yaşlarıle 

cevap vermişdi... “Müdirenin sorusuna iri, mavi ve güzel gözlerinden akıttığı

gözyaşlarıyla cevap vermişti.” -H. S. Ayvazov (Kültür Bakanlığı 1999: 1).



íocaman “kocaman, çok büyük”

< íoca “koca, ulu, efendi” (Toparlı, Vural ve Karaatlı 2007: 152) + man

eki.


Ḳocaman bir çeçekni añdırġan badem teregi ise ep yaíınlay. “Kocaman

bir  çiçeği  andıran  badem  ağacı  ise  hep  yakınlaşıyor.”  -A.  Osman  (Sezgin

2007: 229).

Lâkin en íadimiy adı - ÇatalḲaya olsa kerek. Bu ad ona şu íocaman bir 

sıra daġnıñ merkezinde tiklenip turġan çatalları ve tişleri içün berilgendir. 

“Fakat bunların arasında en eskisi, herhâlde Çatal-Kaya’dır. Bu isim ona sıra

hâlinde  duran  şu  kocaman  dağların  ortasında  dikili  çatalları  ve  dişleri  için

verilmiştir.” -R. Fazıl (Kültür Bakanlığı 1999: 2).



ulkün “büyük; kocaman”

< ET ülken ~ ülgen “yüksek, büyük, ulu, yüce” (Orkun 2011: 879, Şirin

2010: 176).



Ulkün çırak yarıġında, teren oylar içinde koz íapaíları yavaş-yavaş yu-

mulġanını duymay íaldı. “Büyük mum ışığında, derin düşünceler içinde göz

kapaklarının yavaş yavaş yumulduğunu anlayamadan uyuyup kaldı.” -H. Ede-

mova (Turan 2007: 104).

“Cesur”

batır “cesur adam, yiğit”

< ET batur “batır, kahraman” (Orkun 2011: 773).

CC bagatur “bahadır, yiğit, cesur, kahraman”



Seher MAŞKARAOĞLU

113


Türk Dünyası 45. Sayı

Far. bahâdur < Moğ. bağatur. Eski Kıpçakçada bahadur olarak geçer (Eren

1999: 33).

Ḳırım yigitleriniñ ziyneti ve yaraşıġı demege lâyıí ve boy-postı kelişken 

Salâḫiddin bek adında genç ve batır bir yigit bar edi ki, ḫannıñ íızı onıñ esir-i 

aşíına tutíun olġan edi. “Kırım yiğitlerinin ziyneti ve yakışıklısı demeye layık

ve boyu bosu gelişmiş Salâhiddin Bey adında genç ve cesur bir yiğit vardı

ki hanın kızı onun aşkının esiri olmuştu.” -O. Akçokraklı (Kültür Bakanlığı

1999: 2).



Mindigim zaman eski, uzaí Tatarstan çöllerinde bir davuşle binlerce cav 

íaytarġan, duşman buzġan bir başbuġ pertavumman koküsim íabarır, yuregim 

urardı; ozümi bir ḫan yaḫut bir batır zan eterdim. “Bindiğim zaman eski, uzak

Tataristan  çöllerinde  bir  sesle  binlerce  düşman  çeviren,  düşmanı  bozan  bir

başbuğ tavrımla göğsüm kabarır, yüreğim vururdu; kendimi bir han veya bir

kahraman zannederdim.” -N. Çelebicihan (Kültür Bakanlığı 1999: 6).



merdane “cesur, yiğit, erkekçe”

< Far. merd + Far. -âne “erkeğe yakışır biçimde, mertçe, yiğitçe” (Karaa-

ğaç 2015: 531).



Duşmanıñ karınca bolsa da, oziñ merdane tut. “Düşmanın karınca da olsa,

kendini yiğide yakışır bir hâlde tut.” -Atalar Sözü (Karahan 2011: 468).



mert “kahraman, gözü pek, cesur adam”

< Far. merd “1. yiğit. 2. sözünün eri, güvenilir kimse” (Karaağaç 2015:

531).


Namert dostıñ bolġaşı, mert duşmanıñ bolsın. “Namert dostun olacağına,

mert düşmanın olsun” -Atalar Sözü (Karahan 2011: 470).



íoríubilmez “korkusuz; cesur; korkmaz; yürekli”

< ET íorí- “korkmak” (Şirin 2010: 352).

ET íorí - ġu “korku, korkunç” (Eraslan 2012: 582).

KB ~ CC korku “korku”

ET bil- “bilmek” (Şirin 2010: 356).

KB ~ DLT bil- “bilmek” + mez eki.

Mektepte sınıfdaşları arasında azır cevaplıġı, doġrulıġı, íoríubilmezliginen 

ayırılıp tura edi. “Okulda sınıf arkadaşları arasında hazırcevaplığı, doğruluğu,

korkusuzluğu ile belli idi.” -H. Edemova (Kültür Bakanlığı 1999: 3).



cesür “cesur, cesaretli, yürekli, gözü pek”

< Ar. cesur “yürekli, cesaretli” (Karaağaç 2015: 219).

O da sizge beñzey, saġlam, cesür, aíıllı. “O da size benziyor, sağlam, ce-

sur, akıllı.” -H. Edemova (Turan 2007: 96).



Kırım-Tatar Söz Varlığında Bazı Eş Anlamlı Sıfatların Kullanımı Üzerine Notlar

Türk Dünyası 45. Sayı

114


Tabiat  ḫışımına,  yerniñ  şaraitına  uyġun  cınslar  yetiştirmek  mumkün. 

Bunıñ içün cesür yurekli, çıdamlı adamlar kerek. “Tabiatın hiddetine, yerin

şartına uygun cinsler yetiştirmek mümkün. Bunun için cesur yürekli, sabırlı

insanlar gerek.” -Çerkez Ali (Hendem 2008: 175).

curatlı “cesur, cesaretli, yürekli; kararlı”

< Ar. cur‘et “yüreklilik, ataklık, cesaret” (Karaağaç 2015: 223) +lı eki.

Boyle vaíıtta insan biraz curatlıca olmaí kerek ebet. “Böyle zamanlarda

insan biraz cesaretli olmalı.” -Z. Kurtnezir (Atıcı 2008: 382).



yurekli “yürekli, cesaretli, cesur, cüretkâr”

< Eski Türkçeden başlayarak kullanılır (yürek). Orta Türkçede yürek bi-

çimi geçer. Eski Kıpçakçada da yürek olarak kullanılır. Türkçe yür- “hareket

etmek” kökünden geldiği açıktır: yür- + -(e)k eki (Eren 1999: 462) + li eki.

Ḳardaşı  aġası  yanında  ufaí,  zayıf  olıp  korünse  de,  iradeli,  yurekli  edi. 

“Kardeşi abisinin yanında ufak, zayıf olarak görünse de iradeli ve yürekliydi.”

-İ. Paşi (Yiğit 2008: 327).

O nice asırlar evelki íaynaí omürniñ sırını, nice saf yurekli adamlarnıñ 

ruḫunı saílap tura... “O nice asırlardır önceki kaynak ömrün sırrını, nice temiz

yürekli insanların ruhunu saklamakta...” -İ. Abduraman (Atıcı 2008: 66).



yigit “yiğit, yaman, mert, cesur, cesaretli, cüretli, yürekli, gözü pek, kor-

kusuz”


< yigit “yiğit, genç” (Eraslan 2012: 624).

KB ~ DLT yigit “yiğit, genç”

CC yegit, igit “genç”

Sen acayip yigitsiñ, Arslan, dep maítadı onı bek. “Sen mükemmel yiğitsin,

Arslan diyerek övdü onu bey.” - A. Osman (Sezgin 2007: 246).



 “Meşhur”

belli “seçkin, ileri gelen, tanınmış, ünlü, meşhur”

< ET belgü + lüg “belli, aşikâr; bir alametle donanmış” (Eraslan 2012:

557).


KB belgülük “belli, açık”

DLT belgülüg “belli”



Olarnıñ balaları belli injenerler, belli ekonomistler, belli agronomlar 

ve yazıcılar olıp yetiştiler. “Onların çocukları tanınmış mühendis, tanınmış

ekonomist, tanınmış ziraat mühendisi ve yazar oldular.” -Çerkez Ali (Kültür

Bakanlığı 1999: 9).

aytuvlı “tanıdık, tanınmış, ünlü, meşhur; bilinen, tanınan”


Seher MAŞKARAOĞLU

115


Türk Dünyası 45. Sayı

< ET ay- “demek, söylemek, açıklamak” > ayt- ~ ayıt- “söylemek, demek;

sormak” (Orkun 2011: 766, 767; Şirin 2010: 390, 391).

KB ~ DLT ayıt- “söylemek”

CC ayt- “söylemek, demek, anlatmak, bildirmek” + uv eki + lı eki.



Sözleriden añlaşıla, íulaí salsañ kimerde, / Yaşlıġında pek aytuvlı çoban 

bolġan, er yerde. “Sözlerinden anlaşılır, kulak verirsen bazen de, / Gençliğin-

de pek meşhur çobanmış, her yerde.” -M. Nüzhet (Kültür Bakanlığı 1999: 3).



Ebet,  kene  yaşayacaġım  kele.  Bu  azaplı  omürimi  bir  kün  daa  uzatmaí 

ḫatiri içün, masallarda aytuvlı padişa balalarınıñ baldırlarını kesip, minek 

íuşuna íaptırġanday, men de baldırımdan bir parça kesip çip-çiy aşaycaġım 

kele. “Evet, gene de yaşamak istiyorum. Bu eziyetli ömrümü bir gün daha

uzatmanın hatırı için - masallarda meşhur padişah çocuklarının baldırını kesip

binek kuşuna vermesi gibi- benim de baldırımdan bir parça kesip çiğ çiğ yiye-

sim geliyor.” -A. Hilmi (Kültür Bakanlığı 1999: 2).



meşur “meşhur, ünlü”

< Ar. meşhūr “1. ünlü, tanınmış, herkesçe bilinen, angın. 2. ünlü, tanınmış

kimse.” (Karaağaç 2015: 533).



Sultan  diííatnen  baíían  da,  íarşısındaki  adamnıñ  butün  kundoġuşía  oz 

sarġuşlıġınen,  ġaripliginen  meşur  Bekir  Mustafa  olġanını  korgen.  “Sultan

dikkatle bakmış ve karşısındaki adamın Doğu’nun her yerinde sarhoşluğuyla,

garipliğiyle meşhur olan Bekir Mustafa olduğunu görmüş.” -Bekir Mustafa

Masalı (Kültür Bakanlığı 1999: 3).



Şeerniñ töpesinde, şimal tarafta meşur Ay-Petri daġı tiklenip tura. “Şehrin

yukarısında, kuzey tarafta meşhur Ay-Petri Dağı dikiliyor.” -R. Fazıl (Kültür

Bakanlığı 1999: 2).

namlı “namlı, ünlü, tanınmış, meşhur”

< Far. nâm “1. ad. 2. ün.” + lı eki. (Karaağaç 2015: 586).

Aradan on beş - yigirmi yıl keçken soñ, düşmanlar arasında namlı bir 

batır yetişkeni eşitile. “Aradan on beş yirmi yıl geçtikten sonra, düşmanlar

arasında namlı bir yiğidin yetiştiği işitilir.” -Çorabatır Destanı (Kültür Bakan-

lığı 1999: 32).

Mektep ilim deryasıdır, sen buna dal da çıí, / Namlı, şuretli olursın, cail-

likni ur da çıí! “Mektep ilim deryasıdır, sen buna dal da çık, / Namlı, şöhretli

olursun, cahilliği vur da çık!” -Y. Ş. Ali (Kültür Bakanlığı 1999: 1).



Kırım-Tatar Söz Varlığında Bazı Eş Anlamlı Sıfatların Kullanımı Üzerine Notlar

Türk Dünyası 45. Sayı

116


“Çevik”

areketçen “canlı, çevik, faal”

< Ar. ĥareket “1. bir cismin durumunun ve yerinin değişmesi, devinim. 2.

vücudu oynatma, kıpırdatma veya kımıldanma. 3. davranış.” (Karaağaç 2015:

338) + çen eki.

— Oyle olsa, bugün onı men alıp keteyim, — dedi íartlarnıñ biraz areket-

çen soyu. “Öyleyse, bugün onu ben götüreyim, dedi yaşlıların hareketli olanı.”

-Çerkez Ali (Kültür Bakanlığı 1999: 4).



O uzun íuru kevdeli, ġayet areketçen ve keskin davuşlı íadın. “O; uzun,

kuru gövdeli, gayet hareketli ve keskin sesli (bir) kadın.” -A.Osman (Sezgin

2007: 473).

çevik “çevik, atik, hızlı, becerikli”

< ? *çabuk < *çap- (Gülensoy 2007: 233).

Far. çabuk (Türkçe Sözlük 2005: 418).



Ogde íız, artta yigit, zurnalarnıñ biri-birini ozmaġa tırışían kibi, gurde-

li  sesleri,  davulnıñ  dımpıldısı  altında  meydannıñ  yarısına  barġanda  íıznıñ 

íarşısına, umütsizden uzun boylu, ateş koz, dülber yigit çıítı ve çevik areket-

lernen, íıznı íanatı altına íıstırġan şain kibi, parmaíları ucunda ogge areket 

etti. “Önde kız, arkada delikanlı, zurnaların birbirini geçmeye çalıştığı gibi,

coşkun sesleri, davulun gümbürtüsü altında meydanın yarısına gittiğinde kı-

zın karşısına, ümitsizce uzun boylu, ateş gözlü, güzel delikanlı çıktı ve çevik

hareketlerle, kızı kanadının altına kıstırmış şahin gibi, parmaklarının ucunda

öne hareket etti.” -H. Edemova (Hendem 2008: 342).

Gazetalarda Rustemni suvuííanlı, çevik areketli, iradeli boksçı dep yazsa-

lar da şimdi o eyecanlana, vucudunda yengil titrev duyup tarsıía edi. “Gaze-

telerde Rüstem’i soğukkanlı, çevik hareketli, iradeli boksör diye yazsalar da

şimdi o heyecanlanıyor, vücudunda hafif titreme hissederek sıkıntı çekiyor-

du.” -A. Osman (Sezgin 2007: 105).



çalt “hızlı, süratli, seri, çabuk, çevik” 

bk. Kazan-Tatar çalt it- “iki maddeyi aniden birbirine vurarak ses çıkar-

mak, çat etmek” (Öner 2015: 90), Karay çalt “hızlı, çabuk” (Baskakova, Za-

yonçkovskogo ve Şapşala 1974: 623).



Eger çamasırḫanede çoí eglenmesek, rayonġa da barıp kelmek mumkün. 

Aydı, çalt íıbırda!.. “Eğer çamasırhanede çok oyalanmazsak ilçeye de gidip

gelmek mümkün. Haydi, kıpırda biraz!..” -İ. Abduraman (Atıcı 2008: 8).



Ne degenler, alırız degenlermi, çalt aytsa şunı! “Ne demişler, alırız demiş-

ler mi? Çabuk söylesene şunu!” -A. Odabaş (Kültür Bakanlığı 1999: 1).



çabik “çevik, tetik, atik, hızlı ve hareketli”

Seher MAŞKARAOĞLU

117


Türk Dünyası 45. Sayı

<  Orta  Türkçede  şabük  olarak  geçer.  Clauson’a  göre  Farsça  çâbuk’tan

alınmıştır. Brockelmann, Menges, Räsänen çap- “vurmak” kökünden geldiği-

ni; Tenişev, çap- kökünün türevleri arasında olduğunu belirtmiştir (Eren 1999:

75).


Çalía yatían yigit eki elinen başını avuçladı, iñilti íopardı, soñra çabik 

areketle çevirilip yüzüíoyun yattı. “Sırtüstü yatan genç iki eliyle başını avuçla-

dı, inilti kopardı, sonra hızlı hareketlerle dönüp yüzükoyun yattı.” -E. Umerov

(Atıcı 2008: 118).

Şerife — Pencereye çap! Çabik bu tarafía, bu tarafía! “Şerife — Pencere-

ye koş! Çabuk bu tarafa, bu tarafa!” -S. A. Özenbaşlı (Kültür Bakanlığı 1999:

10).

tez “hızlı; çabuk”

< Far. tiz “1. Tez, acele, çabuk, ivedi. 2. Süratli, hızlı.” (Eren 1999: 406,

Karaağaç 2015: 799).

CC tez “tez”

Pek açuvlansa: Rabbim, tez kunde, tez saatde menim canımı al da, bunıñ 

íaarinden meni íurtar - dep oz-ozüni íarġay turġan. “Çok sinirlenirse: ‘Rab-

bim, tez günde, tez saatte benim canımı al da beni bunun kahrından kurtar!’

diye kendisine beddua ederdi.” -A. Hilmi (Kültür Bakanlığı 1999: 9).

“Zavallı”

ġarip “zavallı, biçare”

< Ar. ġaráb “kimsesiz, zavallı” (Karaağaç 2015: 314).

Ġarip  yurek  çapalana,  tenler,  tükler  ürpere,  /  Tozmiy  goñül,  avelenip 

alçala bom-boş yerge. “Garip yürek çırpınır, tenler, tüyler ürperir, / Yıpran-

maz gönül, havalanıp alçalır bomboş yere.” -N. Çelebicihan (Kültür Bakanlığı

1999: 1).

Ġaripniñ o íadar çoí derdi bar, kitaplarġa sıġmaycaí. “Garibin o kadar

çok derdi var ki kitaplara sığmaz.” -A. Hilmi (Kültür Bakanlığı 1999: 5).



biçare “biçare, zavallı”

< Far. bá-çâre “çaresiz, zavallı kimse” (Karaağaç 2015: 200).

Oleyazdıí  dertke  derman  tapalmayıp  /  Ḫastalıġı  gizli  olġan  biçareday. 

“Öleyazdık derde derman bulamayıp / Hastalığı gizli olan biçare gibi.” -Ş.

Selim (Kültür Bakanlığı 1999: 3).

Sen bilmez degilsin ki, bu sene biçareniñ başında ne íadar sıílet ve tarlıí 

vardır. “Sen bilmiyor musun ki bu sene biçarenin başında ne kadar sıkıntı ve

darlık var.” -S. A. Özenbaşlı (Kültür Bakanlığı 1999: 3).



zavallı “fakir, yoksul, sefil, biçare, zavallı”

Kırım-Tatar Söz Varlığında Bazı Eş Anlamlı Sıfatların Kullanımı Üzerine Notlar

Türk Dünyası 45. Sayı

118


< Ar. zevâl “yok olma, yok edilme” (Karaağaç 2015: 842).

Taş íayalar da, bu yükniñ astında dayanalmay parça-parça olıp, gurlep 

yıíıla, zavallı cin tayfasınıñ koylerini ozü tübüne komip taşlay eken. “Taş ve

kayalar da bu yükün altında dayanamayarak parça parça olup gürültüyle yıkı-

lıyor, zavallı cin taifesinin köylerini dibine gömüp bırakıyormuş.” -Ayuvdağ

Efsanesi (Kültür Bakanlığı 1999: 3).



Başía íızlar kule edi, / Bu zavallı íıza edi, / Em içinden cana edi. “Diğer

kızlar gülüyorlardı, / Bu zavallı kızıyordu, / Hem de ta içinden yanıyordu.”

-M. Niyazi (Kültür Bakanlığı 1999: 4).

bayġuş “zavallı, biçare”

< bayíuş ~ bayġuş “baykuş” (Toparlı, Vural ve Karaatlı 2007: 25-26).

Kırım-Tatar Türkçesinde mecaz: “biçare, garip, zavallı” (Karahan 2011:

282).

Soñundan  babasınıñ  sözünden  çıímaġa  saíınıp,  anasınıñ  ise  ḫatirini 

íıymamaġa tırışa, bir bayġuşnıñ, çiçek kibi íızına evlene. “Sonradan babasının

sözünden çıkmaya sakınıp anasının ise hatırını kırmamaya çalışıyor, bir zaval-

lının çiçek gibi kızıyla evleniyor.” -H. Edemova (Hendem 2008: 367).

Kozümniñ er daim yaşlanıp turġanı, / Goñlümniñ bayġuşday aġlap solġa-

nı. “Güzümün daima yaşlanıp durduğu, / Gönlümün bir zavallı gibi ağlayıp

solduğu” -I. Kadir (Kültür Bakanlığı 1999: 1).



“Cimri”

saran “cimri, hasis, varyemez, eli sıkı”

< KB ~ DLT saran “hasis, cimri, eli sıkı”

Saran bazirgân başı aldına çıííannıñ sözüne íulaí asmay, íarşılap, oz yo-

lunı devam ete. “Cimri bezirgânbaşı, önüne çıkanın sözüne kulak asmaz, kar-

şılayarak yoluna devam eder.” -Köroğlu Destanı (Kültür Bakanlığı 1999: 44).



Aḫmedi saran adam olmaínen, er alda, bedava íazanılġan malnı seve edi. 

“Ahmedi açgözlüydü. Mutlaka bedava kazanılan malı severdi.” -İ. Paşi (Yiğit

2008: 392).

íızġanç “cimri; hasis; açgözlü; pinti”

< ET íız ~ íız - ġaí “hasis” (Eraslan 2012: 580).

OT íısġan- + ç < íız+ġa-n-ç (Gülensoy 2012: 517).

CC kızgançı “hasis, pinti”

Balaban olsun íazan, / Ḳazanġa sıġsın azdan / Yuz elli çuval pirniç, / De-

mesinler íızġanç! “Büyük olsun kazan / Kazana sığsın biraz / Yüz elli çuval

pirinç, / Demesinler cimri!” -N. Ömer (Kültür Bakanlığı 1999: 1).



Seher MAŞKARAOĞLU

119


Türk Dünyası 45. Sayı

Mende er şey bar, saña ne kerek ise, episini al da ket. Men íızġanç degilim. 

“Bende her şey var, sana ne gerek ise hepsini al da git. Ben pinti değilim.”

-Çerkez Ali (Hendem 2008: 90).

kormemiş “cimri, eli sıkı, hasis, pahıl”

KB ~ DLT ~ CC kör- “görmek”.



Kordiñmi, dey kormemiş bay, «Baḫt» endi kiyizge keçti, eyisi sen maña 

kiyizni ber, dey. “Gördün mü, der görmemiş zengin, ‘Baht’ şimdi keçeye geçti,

sen bana keçeyi ver, der.” -Çerkez Ali (Hendem 2008: 90).



Kuçükliginde  pek  çoí  kotek  aşaġan,  pek  başsız  ve  pek  kormemiş  osken 

Yaşar dudu butün dünyaġa olġan açuvını Esmadan almaġa íarar vergen edi. 

“Küçüklüğünde çok dayak yiyen, çok disiplinsiz ve görgüsüz bir şekilde bü-

yüyen Yaşar Dudu, bütün dünyaya olan hıncını Esma’dan almaya karar ver-

mişti.” -A. Odabaş (Kültür Bakanlığı 1999: 4).



açkoz “açgözlü, gözü doymaz, cimri”

< ET aç “aç, tok olmayan” (Şirin 2010: 172).

KB ~ DLT ~ CC aç “aç, karnı tok olmayan”.

+ ET köz “göz” (Şirin 2010: 222).

KB ~ DLT ~ CC köz “göz”



Açkoz ecel maddesi tırmalay, suvara, kozlerim kâde íarara, sone ki, kâde 

aíıya, alıílaşa. “Açgözlü ecel maddesi tırmalıyor, suluyor, gözlerim arada ka-

rarıyor, sönüyor arada da fal taşı gibi açılıyor, alıklaşıyor.” -A. Hilmi (Kültür

Bakanlığı 1999: 1).

—  Ḳızġanç!  Açkoz!  –dep  íıçırdı  Maiye  kozyaşlarını  silip  balalar  biri-

birilerini eriştire başladılar Gülnar pencereniñ tozını sürtmek içün eline çul 

aldı. “— Kıskanç! Açgözlü! diye bağırdı Maiye gözyaşlarını silerek. Çocuklar

birbirini çekiştirmeye başladılar. Gülnar pencereyi silmek için eline çul aldı.”

-E. A. Osmanoğlu (Yiğit 2008: 273).

“Geveze”

şaplavuz “geveze, çenebaz, boşboğaz, çalçene”

< şaplı avız (mecaz) “geveze” (Karahan 2011: 211).

Korülgeni kibi, anavı şaplavuz Azamat yalan aytmaġan. “Görüldüğü gibi,

şu geveze Azamat yalan söylememiş.” -E. A. Osmanoğlu (Yiğit 2008: 68).



boşboġaz “boşboğaz, geveze”

< ET boş “boş” (Orkun 2011: 783) + boġ - u - z “boğaz” (Eraslan 2012:

561).


Kırım-Tatar Söz Varlığında Bazı Eş Anlamlı Sıfatların Kullanımı Üzerine Notlar

Türk Dünyası 45. Sayı

120


Korsen, Emin kibi boşboġazlar íızlarnı nasıl íorçalay ekenler. “Görsen,

Emin gibi boşboğazlar kızları nasıl koruyorlarmış.” -H. Edemova (Hendem

2008: 325).

lafazan “geveze; boşboğaz”

< Far. lâfzan “geveze, konuşkan”. Farsça lâfzan’daki -fz- ses düğümünü

çözmek için Türkçede bir -a- oluşmuştur (Eren 1999: 278).



Refat 21 yaşlarında, alçaí boylu, keñ omuzlı, calpaí betli, şırnıílı lafazan 

bir yaş edi. “Refat 21 yaşlarında, kısa boylu, geniş omuzlu, büyük suratlı, şirin

geveze bir gençti.” -C. Seydahmet (Kültür Bakanlığı 1999: 3).



Fatma yenge çay íaynata, boyle aíşamlarda o bir kereden lafazan olıp 

íala. “Fatma yenge çay kaynatıyor, böyle akşamlarda o daha fazla konuşu-

yor.” -E. A. Osmanoğlu (Yiğit 1999: 59).



“Yaramaz”

yaramaz “yaramaz; kerata; haylaz”

< ET yara- “işe yaramak, bir iş için uygun olmak, kullanışlı olmak” (Şirin

2010: 396).

KB ~ DLT yara- “yaramak; uygun gelmek, yaraşmak”

CC yaramaz “yaramaz”



Canları sıíılġan, tarsıíıp başlaġan yaramaz balalar başía oyunlar tüşünip 

çıíaralar. “Canları sıkılan, bıkmaya başlayan yaramaz çocuklar başka oyunlar

düşünüp buluyorlar.” -Çerkez Ali (Kültür Bakanlığı 1999: 9).



baştaí “yaramaz, yumurcak, afacan, kerata”

< ? başdaí “çoluk çocuğu olmayan, tek başına yaşayan” (Toparlı, Vural ve

Karaatlı 2007: 25).



Ḳızımnıñ iş yerinde bir íaç baştaí kişi onıñ ustüne çeşit iftira atían... “Kı-

zımın iş yerindeki birkaç yaramaz kişi onun üstüne çeşitli iftiralar atmış...” -Z.

Kurtnezir (Atıcı 2008: 415).

kerata “çok haylaz, yaman”

< Rum. kerata “boynuzlar” (Eren 1999: 232).

Ḳalbi temiz degil, keratanıñ açuvlanġanınıñ sebebini de bilem. “Kalbi te-

miz değil, keratanın sinirlenmesinin nedenini de bilmiyorum.” -İ. Paşi (Yiğit

2008: 295).

aylaz “çok haylaz, yaman”

< ay+la-k [<*ay “boşta gezen”, *ay+la- “boşta gezmek, dönmek, dolaş-

mak] (Gülensoy 2007: 407).



Seher MAŞKARAOĞLU

121


Türk Dünyası 45. Sayı

Aylaz bala, derslerini de azırlamay, oña bir vaíıt uçten ziyade işaret íoymaí 

mumkün degil. “Haylaz çocuk! Derslerini de yapmıyor, ona hiçbir zaman üç-

ten fazla not vermek mümkün değil.” -E. A. Osmanoğlu (Yiğit 2008: 43).



çapíın “haylaz; afacan; yaramaz; kerata”

< KB çap- “yüzmek”

DLT çap- “yüzmek; arı çamurla sıvamak; vurmak” + kın eki (Gülensoy

2007: 220).

Bir de baísam, o çapíın Ḳuddus eken. “Bir de baksam, o yaramaz, Kud-

dus’muş.” -A. Hilmi (Kültür Bakanlığı 1999: 3).



“Yoksul”

yoísul “yoksul, fakir” 

< ET *yo - í “yok, yokluk, yoksul”( Eraslan 2012: 625).

KB ~ DLT yoí “yok” + sul eki

CC yoísul, yoḫsıl “yoksul, fakir, çaresiz” 

İç  bir  vaíıt  ezilgenlerniñ  ve  yoísullarnıñ  canını  aġırtmaġan  Alim  içün, 

Kırım daġları bile ġururlanġanlar. “Hiçbir zaman ezilenlerin ve yoksulların

canını yakmayan Alim ile Kırım’ın dağları bile gururlanmışlar.” -Haydutlar

Mağarası Kızıltaş Efsanesi (Kültür Bakanlığı 1999: 11).

Yoísulların  azatlıġına  çalışmaí  işi  er  pionerin  oz  nefisinden  yuksektir. 

“Yoksulların kurtuluşu için çalışmak her izcinin kendi nefsinden daha önem-

lidir.” -A. Hilmi (Kültür Bakanlığı 1999: 12).

fuíare “fakir, yoksul”

< Ar. fuíarâ “yoksul, fakir” (Karaağaç 2015: 308).

Çoranıñ babası Narik, Narikniñ aġası Arik, fuíarelerden olalar. “Çora’nın

babası Narik, Narik’in ağabeyi Arik, (hepsi) fakirlerdir.” -Çorabatır Destanı

(Kültür Bakanlığı 1999: 18).

Yaman açlıí fuíarege bir yılanday sarılġan, / Malay korse íuvançından tap 

otleri carılġan. “Şiddetli açlık fakire bir yılan gibi sarılmış, / Çocuk görünce

sevincinden ta ödleri yarılmış.” -M. Nüzhet (Kültür Bakanlığı 1999: 4).



faíır “fakir, sefil, yoksul”

< Ar. faíár “geçimini güçlükle sağlayan, yoksul, fukara” (Karaağaç 2015:

280).


Soñra, sultanım, bu íudretli içkiniñ faíır dervişlerni buyük padişaġa ve 

azamatlı  padişalarnı  da  aḫmaí  eşekke  çevirgeniniñ  ozüniz  şaatı  olursınız. 

“Sonra sultanım bu kudretli içkinin fakir dervişleri büyük padişaha ve aza-

metli padişahları da ahmak eşeğe çevirdiğinin şahidi olun.” -Bekir Mustafa

Masalı (Kültür Bakanlığı 1999: 4).



Kırım-Tatar Söz Varlığında Bazı Eş Anlamlı Sıfatların Kullanımı Üzerine Notlar

Türk Dünyası 45. Sayı

122


Azavġa aíían say Salġır, / Salġırnı tapían íart Çatır, / Çatırda adaşían kop 

faíır, / Onı da korgen bu keday. “Azav’a akmış sığ Salgır, / Salgır’ı bulmuş

yaşlı Çatır, / Çatır’da yolunu kaybetmiş çok fakir, / Onu da görmüş bu şair.”

-B. Çobanzade (Kültür Bakanlığı 1999: 2).

carlı “fakir, yoksul”

< ET yarlıġ “acınacak, zavallı, sefil” (Eraslan 2012: 621).

DLT yarlıġ “fakir, yoksul, acınan, yarlıganmış”

CC yarlı “fakir”

Ozim carlı bolsam da, goñlim baydır, alay. “Kendim fakir olsam da gön-

lüm zengindir” -Boztorgay (Karahan 2011: 407).



Barlı bolsan - allegimsin, carlı bolsan - bitli baş, / Yuvaş bolsan, adın-yo-

lun - íabaíbaş ya dürbetaş. “Zengin olursan kibirlisin, fakir olursan bitli baş,

/  Mülayim  olursan,  adın  yolun,  akına  veya  türbe  taş.”  -M.  Nüzhet  (Kültür

Bakanlığı 1999: 3).

3. Sonuç 

Söz  varlığı,  dilde  olan  bütün  sözlerin  toplamından  ibarettir.  O  dilin  ne

durumda olduğunu gösterirler. Söz varlığı ne kadar zenginse, dil de o kadar

zengin ve gelişmiş sayılır. Kırım-Tatar Türkçesi bugün tehlike altındaki diller

arasında yer almasına rağmen yüzlerce yıllık tarihî gelişimi boyunca sözlük

yapısını  kendi  iç  kaynaklarına  dayanarak  zenginleştirmiştir.  Kendi  katman

gövdeleri esasında yeni sözler yapılmıştır, söz anlamları genişlemiştir, ede-

bî dile ağızlardan çeşitli devirlerde sözler alınmıştır. Kırım-Tatar Türkçesi-

nin sözlük yapısının zenginleşmesinde iç kaynak olanakları önemli rol oyna-

maktadır. Buna rağmen dünyada hiçbir dil yalnızca iç olanaklarına dayanarak

biçimlenmez; dillerin sözlük yapısı başka dillerden söz alma sonucunda da

gelişir. Başka dillerden söz alma çeşitli siyasi, ekonomik ve kültürel ilişkiler

sonucunda ortaya çıkar. Kırım Tatarlarının Türk ataları, eski zamanlardan beri

başka Türk ve yabancı kabileler ve halklarla yan yana yaşamışlardır. Kabileler

ve halklar arasında olan çeşitli ilişkiler sonucunda, Kırım-Tatar Türkçesine

kardeş ve yabancı halkların dillerinden birtakım sözler alınmıştır (Memetov

2006).

Kırım-Tatar Türkçesinin kelime hazinesi kendi içerisinde Kıpçak Türk-



çesine dayanır. Güneybatı dillerinde bulunan birçok unsuru da içine alır. Bu

yüzden de dilde eş anlamlı kelimeler oldukça fazladır: tüs // renk “renk”, ald 

// og “ön”, ciber- // yolla- “yollamak”, ayt- // söyle- “söylemek”, day // kibi 

“gibi” (birinci kelime Kıpçak grubuna, ikinci kelime ise Oğuz grubuna ait) vs.

(Sevortyan 2001: 351).

Çalışmamızda  Kırım-Tatar  Türkçesi  sözlükleri  üzerinde  yaptığımız

tarama sonucunda elde ettiğimiz eş anlamlı sıfatlar esas malzememiz oldu ve


Seher MAŞKARAOĞLU

123


Türk Dünyası 45. Sayı

on  kavram  üzerinden  eş  anlamlılık  zenginliğini  göstermeye  çalıştık.  Bizim

yaptığımız kesitte bile bazen kökenleri farklı olan sekiz ayrı kelimenin aynı

kavrama hizmet ettiğini gördük. Kendi sözleri arasında olduğu gibi, Arapça

ve Farsçadan yaptığı alıntılar dolayısıyla Kırım-Tatar Türkçesi alıntı sözler

arasında  da  eş  anlamlılık  konusunda  bize  bol  örnek  verdi.  İncelememizin

ardından  temelde  alıntı  kelimelerle  yerli  kelimelerden  kaynaklanan  eş

anlamlılığın Kıpçakça ile Oğuzcanın kesişme noktası gibi meydana gelen ve

karışık bir yazı dili olan Kırım-Tatar Türkçesinde doğal olarak daha çeşitli ve

zengin olduğu sonucuna ulaştık.



Kısaltmalar

Ar. Arapça

CC bk. Grönbech, K.

DLT bk. Kâşgarlı Mahmûd.

Erm. Ermenice

ET Eski Türkçe

Far. Farsça

KB bk. Arat R. R.

Rum. Rumca

Kaynaklar

Aksan, D. (2016), Anlambilim, Ankara: Bilgi Yayınevi.

Aksan, D. (2004), “Eşanlamlılık Sorunu ve Türk Yazı Dilinin Eskiliğinin Saptan-

masında Eşanlamlılardan Yararlanma”, Dilbilim ve Türkçe Yazıları, İstanbul:

Multilingual Yayınları, s. 157-168.

Aksan, D. (2007), Her Yönüyle Dil (Ana Çizgileriyle Dilbilim), Ankara: Türk Dil

Kurumu Yayınları: 439.

Arat, R. R. (1979), Kutadgu Bilig III - İndeks, (Neşre hazırlayanlar: K. Eraslan,

O. F. Sertkaya, N. Yüce), İstanbul: Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü Ya-

yınları: 47.

Atıcı, A. (2008), Yıldız Dergisi Kırım Türkçesi Derlemeleri I (Giriş-Metin-Söz-

lük), Ege Üniversitesi, Yüksek Lisans Tezi.

Baskakova, N. A.; Zayonçkovskogo, A.; Şapşala S. M. (1974), Karaimsko-Russ-



ko-Polskiy Slovar, Moskva: Russkiy Yazık.

Çeneli, İ. (1997), Kırım Tatarcasında Yapım Ekleri (Çev. M. Argunşah), Ankara:

Türk Dil Kurumu Yayınları: 677.

Doğan,  N.  (2011),  “Türkiye  Türkçesi  Fiillerinde  Eş Anlamlılık”,  Uluslararası 



Sosyal Araştırmalar Dergisi, Cilt: 4, Sayı: 19, s. 78-88.

Eraslan, K. (2012), Eski Uygur Türkçesi Grameri. Ankara: Türk Dil Kurumu Ya-

yınları.

Eren, H.  (1999),  Türk  Dilinin Etimolojik Sözlüğü, Ankara: Bizim Büro  Basım



Kırım-Tatar Söz Varlığında Bazı Eş Anlamlı Sıfatların Kullanımı Üzerine Notlar

Türk Dünyası 45. Sayı

124


Evi.

Grönbech, K. (1942), Komanisches Wörterbuch, Türkischer wortindexzu Codex 



Cumanicus, Einar Munksgaard, Kopenhagen [Türkçe Çev. Aytaç K. (1992)

Kuman Lehçesi Sözlüğü-Codex Cumanicus’un Türkçe Sözlük Dizini, Ankara:

Kültür Bakanlığı Yayınları.].

Gülensoy,  T.  (2007),  Türkiye  Türkçesindeki  Türkçe  Sözcüklerin  Köken  Bilgisi 

Sözlüğü, Ankara: Türk Dil Kurumu Yayınları.

Hendem,  E.  (2008),  Yıldız  Dergisi  Kırım  Türkçesi  Derlemeleri  II  (Giriş-Me-



tin-Sözlük), Ege Üniversitesi, Basılmamış Yüksek Lisans Tezi.

İmer,  K.,  Kocaman A.,  Özsoy  S.  (2011),  Dilbilim  Sözlüğü,  İstanbul:  Boğaziçi

Üniversitesi Yayınevi.

Karaağaç,  G.  (2013),  Dil  Bilimi  Terimleri  Sözlüğü, Ankara: Türk  Dil  Kurumu

Yayınları.

Karaağaç, G. (2015), Türkçenin Alıntılar Sözlüğü, Ankara: Akçağ Yayınları.

Karahan, S. O. (2011), Dobruca KırımTatar Ağzı Sözlüğü, Köstence.

Kâşgarlı, M. (1999), Divanü Lûgat-it-Türk (Çev. B. Atalay), Ankara: Türk Dil

Kurumu Yayınları: 524.

Korkmaz, Z. (2007), Gramer Terimleri Sözlüğü, Ankara: Türk Dil Kurumu Ya-

yınları.

Kültür Bakanlığı (1999), Türkiye Dışındaki Türk Edebiyatı Antolojisi, c:13, An-

kara: Kültür Bakanlığı Yayınları.

Lyons, J. (1983), Kuramsal Dilbilime Giriş (Çev. A. Kocaman), Ankara: Türk Dil

Kurumu Yayınları.

Memetov, A. M. (2006), Zemaneviy Kırımtatar Tili, Simferepol.

Orkun, H. N. (2011), Eski Türk Yazıtları, Ankara: Türk Dil Kurumu Yayınları.

Öner, M. (1998), Bugünkü Kıpçak Türkçesi, Ankara: Türk Dil Kurumu Yayınları:

703.

Öner, M. (2015), Kazan-Tatar Türkçesi Sözlüğü, Ankara: Türk Dil Kurumu Ya-



yınları.

Özden, H. İ. (2014), “Türkiye Türkçesinde Eş Anlamlılık ve Örtmece (Tabu) Ke-

limelerin Eş Anlamlılık İçindeki Yeri”, KMÜ Sosyal ve Ekonomı̇k Araştırma-

lar Dergı̇si 16 (Özel Sayı I): s. 160-165.

Özönder, S. B. (1996), ‘Alá Şár Nevâyá Muĥâkemetü’l-Luġateyn İki Dilin Muha-



kemesi, Ankara: Türk Dil Kurumu Yayınları: 656, Alî-Şîr Nevayî Külliyatı:

15.


Sarı, S. K. (2016a), “Tehlikedeki Dil Olgusunu Ortaya Çıkaran Etkenler ve Teh-

likedeki Türk Dilleri”, Tehlikedeki Türk Dilleri I. Kuramsal ve Genel Yakla-



şımlar, (Yayımcılar: S. Eker, Ü. Çelik Şavk), Ankara-Astana: Ahmet Yesevi

Üniversitesi, s. 207-224.

Sarı, S. K. (2016b), “Tehlikedeki Türk Dilleri: Genel Bir Bakış”, Tehlikedeki Türk 

Dilleri I. Kuramsal ve Genel Yaklaşımlar, (Yayımcılar: S. Eker, Ü. Çelik

Şavk), Ankara-Astana: Ahmet Yesevi Üniversitesi, s. 227-291.



Seher MAŞKARAOĞLU

125


Türk Dünyası 45. Sayı

Sevortyan, E. V. (2001), “Kırım Tatarcası” (Çev. M. Aliyeva), Ege Üniversitesi 



Türk Dili ve Edebiyatı Araştırmaları Dergisi, Sayı: X, s. 329-354.

Sezgin, F. (2007), Kırım-Tatar Yazarı Ayder Osman’ın “Yıllar ve Dostlar” Adlı 



Eserinin  Dil  Özellikleri,  Sakarya  Üniversitesi,  Basılmamış Yüksek  Lisans

Tezi.


Şirin, H. (2010), Köktürk ve Ötüken Uygur Kağanlığı Yazıtları Söz Varlığı İncele-

mesi, Konya: Kömen Yayınları.

Tavkul, U. (2000), Karaçay-Malkar Türkçesi Sözlüğü, Ankara: Türk Dil Kurumu

Yayınları: 770.

TDK (2005), Türkçe Sözlük, Ankara: Türk Dil Kurumu Yayınları.

Tekin, T. (1997), “Eşanlamlılık ve Kullanılış (I-II)”, Türkoloji Eleştirileri, Anka-

ra: Simurg, s. 113-123.

Tekin, T. (2010), Orhon Yazıtları, Ankara: Türk Dil Kurumu Yayınları.

Tekin, T., Ölmez, M. (2003), Türk Dilleri (Giriş), İstanbul: Yıldız Dil ve Edebiyat

2.

Toparlı, R., Vural, H., Karaatlı, R. (2007), Kıpçak Türkçesi Sözlüğü, Ankara: Türk



Dil Kurumu Yayınları.

Turan, A. (2007), Kırım-Tatar Yazarı Uriye Edemova’nın “Ömürlik Yanımdasın” 



Romanının Dil Özellikleri, Sakarya Üniversitesi, Basılmamış Yüksek Lisans

Tezi.


Useinov,  S.  M.  (2006),  KırımTatarca-Rusça-Ukraince  Lugat, Akmescit:  Ocak

Neşriyatı.

Vardar, B. (2002), Açıklamalı Dilbilim Terimleri Sözlüğü, İstanbul: Multilingual

Yayınları.

Yiğit, P. (2008), Yıldız Dergisi Kırım Türkçesi Derlemeleri III (Giriş-Metin-Söz-

lük), Ege Üniversitesi, Basılmamış Yüksek Lisans Tezi.

http://www.unesco.org/culture/languages-atlas/en/atlasmap/language-id-342.



html.

Yüklə 337,4 Kb.

Dostları ilə paylaş:




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©azkurs.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin