105
Türk Dünyası 45. Sayı
*
Doktora Öğrencisi, Ege Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Türk Dili ve Edebiyatı Ana Bilim Dalı Doktora
Programı, seher--memis@hotmail.com.
KIRIM-TATAR SÖZ VARLIĞINDA BAZI EŞ ANLAMLI
SIFATLARIN KULLANIMI ÜZERINE NOTLAR
Seher MAŞKARAOĞLU
*
Özet:
Bir dilde, birbirine eş anlamda birçok sözcüğün bulunması o dilin zenginliğini
gösteren özelliklerdendir. Kırım-Tatar Türkçesinin sözlük yapısı (sözlüğü), ölmekte
olan bir dil olmasına rağmen çok zengindir. Bu zenginlikler arasında da eş anlamlı
sıfatların gücü, çokluğu göze çarpmaktadır. Çalışmamızda Kırım-Tatar söz varlığında
sıfat olan sözler taranmış ve eş anlamlılık bakımından incelenerek bir söz hazinesi
biriktirilmiştir. Elde edilen bu sözlerde eş anlamlılığın nasıl oluştuğuna dair inceleme
yapılarak hangilerinin alıntı (ödünçleme) yoluyla, hangilerinin aynı kökenden morfo-
lojik farkla oluştuğu açıklanmaya çalışılmıştır.
Anahtar kelimeler: Kırım-Tatar Türkçesi, tehlikedeki diller, sıfat, eş anlamlılık.
Notes on the Usage of Some Synonymous Adjectives in the
Vocabulary of Crimean Tatars
Abstract:
There are a lot of words in a language almost identical in meaning among the
properties showing the richness of the language. Crimean Tatars, although a dictio-
nary of the Turkish language dying structure is very rich. This richness in the power
of synonyms title features plurality eye. In our study the Crimean Tatar a promise
treasure examining the scanned words and adjectives in the vocabulary of significan-
ce in terms of co-deposited. Which of these words quoted by optained by examining
how synonymy that occurs (through borrowing) through, which were explained by the
different morphological occurs from the same origin.
Keywords: Crimean Tatar Turkish, endangered languages, adjectives, co-signi-
ficance.
TÜRK DÜNYASI / TURKISH WORLD
Dil ve Edebiyat Dergisi / Journal of Language and Literature
Sayı/Issue: 45 (Bahar-Spring 2018) - ISSSN: 1301-0077 Ankara, TURKEY
DOI Numarası/DOI Number: 10.24155/tdk.2018.60
Kırım-Tatar Söz Varlığında Bazı Eş Anlamlı Sıfatların Kullanımı Üzerine Notlar
Türk Dünyası 45. Sayı
106
1. Giriş
Türk dilinin sınıflandırılmasında Kuzeybatı (Kıpçak) Grubu içinde yer
alan (Öner 1998: XXV) Kırım-Tatar Türkçesi, ikinci binyıl başlarından beri
Kırım’da yaşayan Kıpçak (Tatar, Nogay) kökenli Tatarların diline verilen ge-
nel bir addır. Kırım-Tatar Türkçesi karışık bir yazı dilidir ve gerçekte birbirin-
den oldukça farklı üç ayrı diyalekti kapsar: Kuzey diyalekti (Nogayca), Orta
diyalekt (Tatarca) ve Güney diyalekti (Türkiye Türkçesi) (Tekin, Ölmez 2003:
122-123).
Kırım jeopolitik açıdan önemli stratejik bir bölgedir. Kırım’ın 1783’te
Ruslar tarafından ilhak edilmesinden sonra bölgede yaşayan Kırım Tatarla-
rının bir kısmı ana vatanlarını terk ederek Balkanlara ve Anadolu’ya yerleş-
mişlerdir. Kırım’da kalan Kırım Tatarları ise Kırım’ın Tatarsızlaştırılması gibi
siyasi amaçlar doğrultusunda bir bahane ile 1944’te zorunlu göçe tabi tutul-
muş; ana vatanlarından sürgün edilen, nüfusunun önemli bir kısmını sürgün
sırasında yitiren ve farklı ülkelere, dağınık bir şekilde yerleştirilen Kırım Ta-
tarları dil bilimsel bakımdan da bir tür ‘dil kırımı’na uğratılmıştır (Sarı 2016a:
214). Kırım-Tatar Türkçesi, bugün UNESCO tarafından ortaya konulan Teh-
like Altındaki Diller Atlası’nda “ciddi tehlike altında” kategorisinde yer al-
maktadır. 2001 yılı verilerine göre Kırım Otonom Bölgesi’ndeki toplam nü-
fusun %12.03’ünü oluşturan Kırım Tatarlarının toplam sayısı 248.200’dür.
Kırım-Tatar Türkçesinin konuşur sayısı ile ilgili net bir bilgi bulunmamakta-
dır. Bununla birlikte bu konuda yapılan bazı çalışmalarda Kırım-Tatar Türk-
çesini ilk dil olarak kullananların sayısının 100.000’i geçmeyeceği yönünde
tahminler yer almaktadır. Kırım Tatarlarının büyük bir çoğunluğu iki dillidir
ve günlük hayatlarında yaygın olarak Rusçayı kullanmaktadırlar. Kırım-Tatar
Türkçesinin kullanımında özellikle yetişkin ve genç nesil arasında büyük bir
düşüş vardır. Çocuklukta ana dillerini öğrenen ve kullanan Kırım Tatarları
yetişkinlikte ana dillerini kullanmayı bırakmakta, sosyal çevre içerisinde pres-
tijli dil konumundaki Rusçayı tercih etmektedirler. Kırım-Tatar Türkçesi ise
ağırlıklı olarak yaşlılar tarafından kullanılmaktadır (Sarı 2016b: 251).
Ölmekte olan küçük bir yazı dili olmasına rağmen Kırım-Tatar Türkçesinin
sözlük kapasitesi çok zengindir. Bilindiği gibi, bir dilde birbirine eş anlamda
birçok sözcüğün bulunması o dilin zenginliğini gösteren özelliklerdendir. Ali
Şîr Nevaî’nin Muhakemetü’l-Lugateyn adlı eserinde Türkçenin yüksek bir
edebî dil olmasını mümkün kılan, sahip olduğu özellikleriyle Farsçayı geride
bırakan dillik deliller olarak gösterdiği örneklerden biri en küçük anlam farkı
için kelimeler yaratılmasıdır. Nevaî eserinde “cüz’-i mefhûmât” için birçok
kelime yaratıldığını söyleyerek Türkçenin yakın anlamlı kelimeler bakımın-
dan zenginliğine işaret etmiştir. Ayrıca aralarındaki farkın çok az olduğunu
belirterek şiir dilinde son derece önemli rolü olan sinonimlere dikkati çekmiş-
Seher MAŞKARAOĞLU
107
Türk Dünyası 45. Sayı
tir (Özönder 1996: 15-16). Bir dilin zenginliğini bu yönleriyle değerlendirmek
ilgi çekici olduğu kadar bugün de kullanılan bir yöntemdir. Kırım-Tatar söz
varlığını ortaya koyan ve genellikle Kırım Tatarca-Rusça olmak üzere iki dilli
hazırlanan sözlükleri incelediğimiz zaman Nevaî’nin dikkat ettiği eş anlamlı-
lık zenginliği göze çarpmaktadır.
Genel dil biliminde tartışmalı konulardan biri olan eş anlamlılığı, araştır-
macılar farklı şekillerde tanımlamışlardır. Korkmaz, eş anlamlılığı iki veya
daha çok kelimenin aynı veya birbirine yakın anlam taşıması olarak tanımlar-
ken dil bilimi açısından aslında anlamca birbirine tıpı tıpına denk düşen çok
az kelime olduğunu, eş anlamlı sözlerin genellikle bazı kelimelerdeki kavram
inceliklerinin çeşitli sosyal ve dil kesimlerinde zamanla gölgelenmeye uğra-
yarak anlamca birbirlerine yaklaşmalarından oluştuğunu belirtir (Korkmaz
2007: 85-86). Vardar’a göre eş anlamlılık, iki ya da daha çok sayıda gösterge-
nin aynı anlama gelme, aynı gösterenlerin aynı gösterileni belirtme özelliğidir.
Vardar, eş anlamlılığın çoğu kez salt nitelikli olmaktan uzak olup bu nedenle
özdeşlikten çok anlamca yakınlık belirttiğini, çünkü aynı bağlamda hiçbir an-
lam ayırtısı getirmeden birbirinin yerini alabilecek göstergelerin az sayıda ol-
duğunu söyler (Vardar 2002: 94). Karaağaç, eş anlamlılığı anlam veya işlevce
birbirinin aynı veya benzeri olan dil birimlerinin ilişkisi olarak görür. Dillerde
anlam bakımından birbirleriyle tamamen örtüşen sözlerin genellikle bulunma-
dığını, eş anlamlı sözlerin anlam bakımından birbirine benzer olmakla birlik-
te, birini diğerinden ayıran bir ayrıntıya sahip olduklarını ileri sürer (Karaağaç
2013: 373-374). Dilbilim Sözlüğü’nde ise eş anlamlılık sözcük ve tümcelerin
özdeş anlamları olmaları durumu şeklinde tarif edilir. Anlam bilimciler tara-
fından tam eş anlamlılığın söz konusu olmadığının, çünkü böyle bir durumun
ancak iki sözcük bütün bağlamlarda birbirinin yerine kullanılabilirse olanaklı
olabileceğinin öne sürüldüğü belirtilir (İmer, Kocaman, Özsoy 2011: 118).
Genellikle benimsenen bir yargı, hiçbir dilde, başlangıçta, bir kavramı
yansıtmak için birden çok göstergenin kullanılamayacağı biçimindedir. Bir
başka deyişle, aynı dilde iki ayrı gösterge, bütünüyle aynı anlama gelemez.
Her dilde görülen eş anlamlılar arasında kimi zaman oldukça büyük kimi za-
man pek küçük anlam farkları vardır. Yoksa bile kullanış farkı bulunur. Bu
bakımdan bu gibi ögeleri yakın anlamlı kelimeler olarak tanımlamak daha
doğru olur. Durum böyleyken birbirine yakın anlamlı sözcükler için Yunanca-
da kullanılan syn (birlikte, eş) ve onoma (ad) sözcüklerinden kurulan sünônü-
mos terimi bütün dillerde yaygınlaşmıştır (Aksan 2016: 99, Aksan 2004: 157,
Tekin 1997: 116).
Temelde alıntı kelimelerle yerli kelimelerden kaynaklandığı üzerinde
hemfikir olunan eş anlamlılıkta (Özden 2014: 164), genellikle yabancı kö-
kenlilerle yerlilerin dilde kullanılışları sırasında -bunlar anlamca birbirine çok
Kırım-Tatar Söz Varlığında Bazı Eş Anlamlı Sıfatların Kullanımı Üzerine Notlar
Türk Dünyası 45. Sayı
108
yaklaşmış bile olsa- kurdukları bağlantılar, bağdaştırdıkları ögeler açısından
çoğunlukla ayrım vardır. Bir dil içinde yerli kökenli eş anlamlıların bolluğu
dilin anlatım gücünü artırmaktadır (Aksan 2007: 191).
Eş anlamlılık ölçeğinde, derecesine göre farklı türde eş anlamlılıkların ol-
duğu düşünülür. Lyons, iki temel eş anlamlılık türünden söz ederek eş anlam-
lılık terimini derecelendirir. Bazı bağlamlarda hem bilişsel hem de duygusal
anlam eş değerliği için “tam eş anlamlılık”, (tam eş anlamlı olsun ya da olma-
sın) bütün anlamlarında ve bütün bağlamlarda birbirinin yerine geçebilen eş
anlamlı sözler için “bütüncül eş anlamlılık” terimlerini kullanır. Bu sınıflan-
dırma düzeni dört tür eş anlamlılığa olanak sağlar (Lyons 1983: 399):
•
Tam ve bütüncül eş anlamlılık,
•
Tam ama bütüncül olmayan eş anlamlılık,
•
Tam olmayan ama bütüncül olan eş anlamlılık,
•
Tam ve bütüncül olmayan eş anlamlılık.
Lyons, birçok anlam bilimcinin “gerçek” eş anlamlılıktan söz ederken
akla getirdiklerinin tam ve bütüncül eş anlamlılık olduğunu ve dilde böyle eş
anlamlı olan çok az sözcük bulunduğunu belirtir (Lyons 1983: 400). Lyons,
daha sonra “tam” ve “tam olmayan” eş anlamlılık arasındaki ayrımı artık kul-
lanmayacağını söyleyerek eş anlamlılığı daha çok “bilişsel eş anlamlılık” teri-
miyle sınırlar (Lyons 1983: 401).
Cruse ise eş anlamlılık ölçeğinde bütünsel, bilişsel ve yakın eş anlamlılık
olmak üzere üç tür eş anlamlılık derecesi öngörür (Cruse 1986; aktaran Do-
ğan 2011: 81): Bütünsel eş anlamlılık, iki sözcüğün tüm anlamlarının bütün
bağlamlarda karşılıklı yer değiştirebilmesi ve hem bilişsel hem de duygusal
anlamında özdeşliğin olmasıdır. Bilişsel eş anlamlılıkta birinin yerine öteki-
nin konması sonucu ortaya çıkan cümlelerin anlamı aynı ise iki ya da daha
çok öge eş anlamlıdır. Yakın eş anlamlılık, anlamca daha az ya da daha çok
benzer olan ancak aynı ya da özdeş olmayan ifadeler şeklinde tanımlanır. Ya-
kın eş anlamlılık, temelde farklı doğruluk koşulları olan cümleler doğurması
bakımından bilişsel ve bütünsel eş anlamlılıktan ayrılır. Bilişsel eş anlamlılık,
eş anlamlı sözlük birimlerin aynılığı ya da özdeşliği olarak kabul edilirken
yakın eş anlamlılık sözlüksel birimlerin anlamlarının nispeten yakınlığını,
daha fazla ya da az benzerliğini ifade eder. Tartışmasız bütünsel eş anlamlı
çifti bulmak hemen hemen imkânsızdır (Doğan 2011: 82-85). Bu bakımdan
çalışmamızda incelenen sıfatların daha çok bilişsel eş anlamlı ya da yakın eş
anlamlı oldukları söylenebilir.
Seher MAŞKARAOĞLU
109
Türk Dünyası 45. Sayı
2. Inceleme
Eş anlamlı sözlerin anlam bakımından yakın veya benzer olmalarının yanı
sıra tamamının aynı söz türünden olması da şarttır. Farklı söz türünden olan
sözlerden eş anlamlı dizi oluşmaz. Bir eş anlamlı dizinin oluşması için, diziye
giren sözlerin ya ad ya sıfat ve eylem olmaları, yani aynı türden olmaları gere-
kir (Karaağaç 2013: 373). Kırım-Tatar Türkçesinin söz varlığını incelediğimiz
zaman eş anlamlı sıfatların gücü, çokluğu göze çarpmaktadır. Bu nedenle ça-
lışmamızda sadece sıfat olan sözler taranmış, bunların içerisinde eş anlamlılık
zenginliğini gösteren örnekler seçilmeye çalışılmıştır. Çalışmamızın bu bölü-
münde Kırım-Tatar Türkçesi sözlüklerinden (Useinov 2006; Karahan 2011)
elde ettiğimiz eş anlamlı sıfatları Kırım-Tatar Türkçesi edebî metinlerinden
derlenen cümlelerle örneklendirmek istiyoruz. Aşağıda tarama ile elde ettiği-
miz söz varlığı anlam başlıkları altında verilmiş ve kökenleri de gösterilmiştir:
“Ahmak”
avanaí “ahmak, akılsız, alık, aptal, bön, budala, salak”
< Erm. yavanak “ahmak” (Eren 1999: 24).
Ne söyley bu avanaí, işnen degil, komandirovkaġa ketem de, bu iş sayıl-
may mı? “Ne söylüyor bu avanak, iş için değil, bir görev üzerine gidiyorum da
bu iş sayılmıyor mu?” -C. Ġafar (Kültür Bakanlığı 1999: 2).
aímaí / aḫmaí “ahmak, budala; alık”
< Ar. aĥmaí “aklını gereği gibi kullanamayan, bön, budala, aptal” (Kara-
ağaç 2015: 141).
Yura doġru ayttı, men aímaíım, eşekim ve bilmem daa kimim! “Yura doğru
söyledi. Ben ahmağım, eşeğim ve daha bilmem kimim!” -E. Umerov (Atıcı
2008: 188).
Bir daa baísam, bu bizim aḫmaí azbarımda peyda oldı. “Bir de baktım ki,
bu bizim ahmak bahçemizde göründü.” -İ. Paşi (Yiğit 2008: 335).
Aġızıñdan çıíían sözler episi yalan, episi beftan, aḫmaí ekensin! - dedi
Ḳurtseit zornen ozüni tutıp. “Ağzınızdan çıkan sözlerin hepsi yalan, hepsi if-
tira, ahmak imişsin, dedi Kurtseit kendini zorla tutarak.” -Çerkez Ali (Kültür
Bakanlığı 1999: 11).
aíılsız “ahmak, akılsız, alık, aptal, bön, budala, kafasız, beyinsiz, kuş be-
yinli, mankafa, kalın kafa”
< Ar. ‘aíl “düşünme, anlama ve kavrama gücü, us” (Karaağaç 2015: 143)
+ sız eki.
Baġrıma oí kibi íadala sözleri. / Ne yaptım men, deyim, anamnı muġayt-
tım! / Ogümde canlana onıñ saf kozleri... / Aíılsız oldım men. Kalbine dert
íattım. “Bağrıma ok gibi takılır sözleri. / Ne yaptım ben, diyorum, annemi
Kırım-Tatar Söz Varlığında Bazı Eş Anlamlı Sıfatların Kullanımı Üzerine Notlar
Türk Dünyası 45. Sayı
110
üzdüm! / Önümde canlanır onun saf gözleri... / Akılsız oldum ben. Kalbine
dert kattım.” -Ş. Alaatdin (Kültür Bakanlığı 1999: 1).
Nafe - A, íarı! Aíılsız olma, şimdi bizler de yanar íavurılırız. İşte murad
bunları da ateş almış daa ne beklersin. “Nafe - A, karı! Akılsız olma, şimdi
bizler de yanar kavruluruz. Kader işte, bunları da ateş almış daha ne bekler-
sin.” -S. A. Özenbaşlı (Kültür Bakanlığı 1999: 10).
añíav “budala, salak, ahmak, akılsız, aptal; sünepe, uyuşuk; alık, bön,
mıymıntı”
bk. Kazan-Tatar añíav “1. akılsız, cahil. 2. ahmak.” (Öner 2015: 32), Ka-
raçay-Malkar ankav “deli, hafif kaçık.” (Tavkul 2000: 85).
Bu omürde onı iç bir şey raatsızlamay. Atta, aíayınıñ ‘añíav’ degenide bile
canı aġırmadı. “Bu hayatta onu hiçbir şey rahatsız etmiyor. Hatta kocasının
‘avanak’ dediğine bile canı sıkılmadı.” -A. Osman (Sezgin 2007: 403).
Añíav oyun bozar, tentek toyın bozar. “Aptal oyun bozar, budala düğünü
bozar.” -Atalar Sözü (Kültür Bakanlığı 1999: 11).
budala “budala, ahmak”
< Ar. budalâ “zekâca geri” (Karaağaç 2015: 210).
Ḳartbabasınıñ sözlerini ḫatırladı: ‘Tek budala iç bir şeyden íorímay.
Ḳoríu duyġusından marum adam degil, íoríunı yeñe bilgen adam cesurdır’.
“Dedesinin sözlerini hatırladı: ‘Sadece budala hiçbir şeyden korkmaz. Korku
duygusundan mahrum adam değil, korkuyu yenebilen adam cesurdur’.” -E. A.
Osmanoğlu (Yiğit 2008: 155).
Aímaí ozüni maítar, budala íızını. “Ahmak kendini över, budala kızını.”
-Atalar Sözü (Kültür Bakanlığı 1999: 11).
matüv “beyinsiz, ahmak, budala”
bk. Ar. ma‘tûh “bunamış, bunak” (Karaağaç 2015: 519), Karaçay-Malkar
matuh “1. beceriksiz, uyuşuk, tembel, mıymıntı, ağırkanlı. 2. dar kafalı” (Tav-
kul 2000: 294).
Kerçek, Kuddusın aġası da bar edi, ama o, ġarip, em matüv sumalaí, em
de babasıday içkini seve edi... “Aslında, Kuddus’un ağabeyi de vardı ama o
zavallı, hem aptal hem de babası gibi içkiyi seviyordu...” -A. Hilmi (Kültür
Bakanlığı 1999: 14).
Matüv doġmuşları ise onı vokzalda íıdıralar. “Akılsız aileleri ise onu is-
tasyonda arıyor.” -Ş. Alaatdin (Kültür Bakanlığı 1999: 5).
sersem “sersem, şaşkın, serseri; kaçık, divane”
< Far. ser-sām “sersem” (Türkçe Sözlük 2005: 1736).
Seher MAŞKARAOĞLU
111
Türk Dünyası 45. Sayı
İç, sersem erif, amma sesin çıímasın! “İç sersem herif, ama sesin çıkma-
sın!” -Bekir Mustafa Masalı (Kültür Bakanlığı 1999: 4).
Butün gice uyíusızlıítan dügün íasevetinden baş da sersem oldı. “Bütün
gece uykusuzluktan, düğün sıkıntısından başım da sersem oldu.” -S. A. Özen-
başlı (Kültür Bakanlığı 1999: 6).
tentek “budala, aptal; ahmak; alık; avanak; akılsız; anlayışı kıt; sersem;
enayi”
bk. Karaçay-Malkar teltek, tentek “aptal, sersem” (Tavkul 2000: 390-391),
Karay tentek “ahmak” (Baskakova, Zayonçkovskogo ve Şapşala 1974: 564).
Soíırnı alsañ sav tuvar, tentekni alsañ soy kuvar. “Körü alırsan sağ doğar,
aptalı alırsan soyunu bozar. -Atalar Sözü (Kültür Bakanlığı 1999: 11).
“Büyük”
balaban “büyük; yetişkin”
< Far. bâlabân “iri cüsseli insan, ayı, büyük davul tokmağı” (Gülensoy
2007: 107).
“Ḳoluna balaban ḫayış kiniġa tutían?” soravınen orta derece ḫadimlerniñ
portfelinden pek az ufaí redikül tutían madamnı kosterdi. “‘Elinde büyük deri
kaplı bir kitap tutan?’ sorusu ile orta derece ilim adamlarının çantasından biraz
daha ufak redikül tutan madamı gösterdi.” -C. Gafar (Kültür Bakanlığı 1999:
3).
Doḫtur onıñ kozüniñ ogünde balaban, íoríunç ve yaḫşı merametli bir
adam olıp korüne edi. “Doktor onun gözleri önünde heybetli, korkunç ve çok
merhametli bir adam olarak görünüyordu.” -A. Odabaş (Kültür Bakanlığı
1999: 7).
buyük “büyük; iri; uzun boylu; mühim”
< ET bedü- “büyümek” -k “büyük, iri” (Eraslan 2012: 557).
KB ~ DLT bedük “büyük”
CC beyik “yüce, büyük”
Saat bir oldı degende, o, yerinden íalítı, barıp şifonyer íapısını açtı, urba-
larını deñiştirip, saçını taradı, soñra şifonyer íapısınıñ iç tarafındaki kuzgüge
baíıp kozlerine buyük íara kozlük taítı, kvartiradan çıítı, íapını kilitledi. “Saat
bir olduğunda, o yerinden kalktı, şifonyerin kapağını açtı, elbiselerini değişti-
rip saçını taradı, sonra şifonyerin kapağının iç tarafındaki aynaya bakarak bü-
yük siyah bir gözlük taktı, daireden çıktı, kapıyı kilitledi.” -E. Umerov (Atıcı
2008: 111).
Kırım-Tatar Söz Varlığında Bazı Eş Anlamlı Sıfatların Kullanımı Üzerine Notlar
Türk Dünyası 45. Sayı
112
Onlar şu saat seçilip buyük sevinçnen yanı kelgen aríadaşlarını íarşıladılar.
“Onlar o anda seçilip büyük bir sevinçle yeni gelen arkadaşlarını karşıladılar.”
-A. Odabaş (Kültür Bakanlığı 1999: 7).
iri “büyük, iri”
< ET *iri- g “iri, kaba, haşin, sert” (Eraslan 2012: 574).
KB irig “sert, kaba; haşin, gayretli”
Kimersi eykel tiklemekniñ eñ zemaneviy, yani tola degil, iri panelli bina
íurġan kibi íolay yolunı íıdıra. “Kimisi heykel dikmenin en modern, yani tuğ-
la değil, büyük panelli bina kurmuş gibi kolay yolunu arar.” -İ. Abduraman
(Atıcı 2008: 5).
Mudireniñ sualine iri mavi ve cazibeli kozlerinden aíıttıġı koz yaşlarıle
cevap vermişdi... “Müdirenin sorusuna iri, mavi ve güzel gözlerinden akıttığı
gözyaşlarıyla cevap vermişti.” -H. S. Ayvazov (Kültür Bakanlığı 1999: 1).
íocaman “kocaman, çok büyük”
< íoca “koca, ulu, efendi” (Toparlı, Vural ve Karaatlı 2007: 152) + man
eki.
Ḳocaman bir çeçekni añdırġan badem teregi ise ep yaíınlay. “Kocaman
bir çiçeği andıran badem ağacı ise hep yakınlaşıyor.” -A. Osman (Sezgin
2007: 229).
Lâkin en íadimiy adı - ÇatalḲaya olsa kerek. Bu ad ona şu íocaman bir
sıra daġnıñ merkezinde tiklenip turġan çatalları ve tişleri içün berilgendir.
“Fakat bunların arasında en eskisi, herhâlde Çatal-Kaya’dır. Bu isim ona sıra
hâlinde duran şu kocaman dağların ortasında dikili çatalları ve dişleri için
verilmiştir.” -R. Fazıl (Kültür Bakanlığı 1999: 2).
ulkün “büyük; kocaman”
< ET ülken ~ ülgen “yüksek, büyük, ulu, yüce” (Orkun 2011: 879, Şirin
2010: 176).
Ulkün çırak yarıġında, teren oylar içinde koz íapaíları yavaş-yavaş yu-
mulġanını duymay íaldı. “Büyük mum ışığında, derin düşünceler içinde göz
kapaklarının yavaş yavaş yumulduğunu anlayamadan uyuyup kaldı.” -H. Ede-
mova (Turan 2007: 104).
“Cesur”
batır “cesur adam, yiğit”
< ET batur “batır, kahraman” (Orkun 2011: 773).
CC bagatur “bahadır, yiğit, cesur, kahraman”
Seher MAŞKARAOĞLU
113
Türk Dünyası 45. Sayı
Far. bahâdur < Moğ. bağatur. Eski Kıpçakçada bahadur olarak geçer (Eren
1999: 33).
Ḳırım yigitleriniñ ziyneti ve yaraşıġı demege lâyıí ve boy-postı kelişken
Salâḫiddin bek adında genç ve batır bir yigit bar edi ki, ḫannıñ íızı onıñ esir-i
aşíına tutíun olġan edi. “Kırım yiğitlerinin ziyneti ve yakışıklısı demeye layık
ve boyu bosu gelişmiş Salâhiddin Bey adında genç ve cesur bir yiğit vardı
ki hanın kızı onun aşkının esiri olmuştu.” -O. Akçokraklı (Kültür Bakanlığı
1999: 2).
Mindigim zaman eski, uzaí Tatarstan çöllerinde bir davuşle binlerce cav
íaytarġan, duşman buzġan bir başbuġ pertavumman koküsim íabarır, yuregim
urardı; ozümi bir ḫan yaḫut bir batır zan eterdim. “Bindiğim zaman eski, uzak
Tataristan çöllerinde bir sesle binlerce düşman çeviren, düşmanı bozan bir
başbuğ tavrımla göğsüm kabarır, yüreğim vururdu; kendimi bir han veya bir
kahraman zannederdim.” -N. Çelebicihan (Kültür Bakanlığı 1999: 6).
merdane “cesur, yiğit, erkekçe”
< Far. merd + Far. -âne “erkeğe yakışır biçimde, mertçe, yiğitçe” (Karaa-
ğaç 2015: 531).
Duşmanıñ karınca bolsa da, oziñ merdane tut. “Düşmanın karınca da olsa,
kendini yiğide yakışır bir hâlde tut.” -Atalar Sözü (Karahan 2011: 468).
mert “kahraman, gözü pek, cesur adam”
< Far. merd “1. yiğit. 2. sözünün eri, güvenilir kimse” (Karaağaç 2015:
531).
Namert dostıñ bolġaşı, mert duşmanıñ bolsın. “Namert dostun olacağına,
mert düşmanın olsun” -Atalar Sözü (Karahan 2011: 470).
íoríubilmez “korkusuz; cesur; korkmaz; yürekli”
< ET íorí- “korkmak” (Şirin 2010: 352).
ET íorí - ġu “korku, korkunç” (Eraslan 2012: 582).
KB ~ CC korku “korku”
ET bil- “bilmek” (Şirin 2010: 356).
KB ~ DLT bil- “bilmek” + mez eki.
Mektepte sınıfdaşları arasında azır cevaplıġı, doġrulıġı, íoríubilmezliginen
ayırılıp tura edi. “Okulda sınıf arkadaşları arasında hazırcevaplığı, doğruluğu,
korkusuzluğu ile belli idi.” -H. Edemova (Kültür Bakanlığı 1999: 3).
cesür “cesur, cesaretli, yürekli, gözü pek”
< Ar. cesur “yürekli, cesaretli” (Karaağaç 2015: 219).
O da sizge beñzey, saġlam, cesür, aíıllı. “O da size benziyor, sağlam, ce-
sur, akıllı.” -H. Edemova (Turan 2007: 96).
Kırım-Tatar Söz Varlığında Bazı Eş Anlamlı Sıfatların Kullanımı Üzerine Notlar
Türk Dünyası 45. Sayı
114
Tabiat ḫışımına, yerniñ şaraitına uyġun cınslar yetiştirmek mumkün.
Bunıñ içün cesür yurekli, çıdamlı adamlar kerek. “Tabiatın hiddetine, yerin
şartına uygun cinsler yetiştirmek mümkün. Bunun için cesur yürekli, sabırlı
insanlar gerek.” -Çerkez Ali (Hendem 2008: 175).
curatlı “cesur, cesaretli, yürekli; kararlı”
< Ar. cur‘et “yüreklilik, ataklık, cesaret” (Karaağaç 2015: 223) +lı eki.
Boyle vaíıtta insan biraz curatlıca olmaí kerek ebet. “Böyle zamanlarda
insan biraz cesaretli olmalı.” -Z. Kurtnezir (Atıcı 2008: 382).
yurekli “yürekli, cesaretli, cesur, cüretkâr”
< Eski Türkçeden başlayarak kullanılır (yürek). Orta Türkçede yürek bi-
çimi geçer. Eski Kıpçakçada da yürek olarak kullanılır. Türkçe yür- “hareket
etmek” kökünden geldiği açıktır: yür- + -(e)k eki (Eren 1999: 462) + li eki.
Ḳardaşı aġası yanında ufaí, zayıf olıp korünse de, iradeli, yurekli edi.
“Kardeşi abisinin yanında ufak, zayıf olarak görünse de iradeli ve yürekliydi.”
-İ. Paşi (Yiğit 2008: 327).
O nice asırlar evelki íaynaí omürniñ sırını, nice saf yurekli adamlarnıñ
ruḫunı saílap tura... “O nice asırlardır önceki kaynak ömrün sırrını, nice temiz
yürekli insanların ruhunu saklamakta...” -İ. Abduraman (Atıcı 2008: 66).
yigit “yiğit, yaman, mert, cesur, cesaretli, cüretli, yürekli, gözü pek, kor-
kusuz”
< yigit “yiğit, genç” (Eraslan 2012: 624).
KB ~ DLT yigit “yiğit, genç”
CC yegit, igit “genç”
Sen acayip yigitsiñ, Arslan, dep maítadı onı bek. “Sen mükemmel yiğitsin,
Arslan diyerek övdü onu bey.” - A. Osman (Sezgin 2007: 246).
“Meşhur”
belli “seçkin, ileri gelen, tanınmış, ünlü, meşhur”
< ET belgü + lüg “belli, aşikâr; bir alametle donanmış” (Eraslan 2012:
557).
KB belgülük “belli, açık”
DLT belgülüg “belli”
Olarnıñ balaları belli injenerler, belli ekonomistler, belli agronomlar
ve yazıcılar olıp yetiştiler. “Onların çocukları tanınmış mühendis, tanınmış
ekonomist, tanınmış ziraat mühendisi ve yazar oldular.” -Çerkez Ali (Kültür
Bakanlığı 1999: 9).
aytuvlı “tanıdık, tanınmış, ünlü, meşhur; bilinen, tanınan”
Seher MAŞKARAOĞLU
115
Türk Dünyası 45. Sayı
< ET ay- “demek, söylemek, açıklamak” > ayt- ~ ayıt- “söylemek, demek;
sormak” (Orkun 2011: 766, 767; Şirin 2010: 390, 391).
KB ~ DLT ayıt- “söylemek”
CC ayt- “söylemek, demek, anlatmak, bildirmek” + uv eki + lı eki.
Sözleriden añlaşıla, íulaí salsañ kimerde, / Yaşlıġında pek aytuvlı çoban
bolġan, er yerde. “Sözlerinden anlaşılır, kulak verirsen bazen de, / Gençliğin-
de pek meşhur çobanmış, her yerde.” -M. Nüzhet (Kültür Bakanlığı 1999: 3).
Ebet, kene yaşayacaġım kele. Bu azaplı omürimi bir kün daa uzatmaí
ḫatiri içün, masallarda aytuvlı padişa balalarınıñ baldırlarını kesip, minek
íuşuna íaptırġanday, men de baldırımdan bir parça kesip çip-çiy aşaycaġım
kele. “Evet, gene de yaşamak istiyorum. Bu eziyetli ömrümü bir gün daha
uzatmanın hatırı için - masallarda meşhur padişah çocuklarının baldırını kesip
binek kuşuna vermesi gibi- benim de baldırımdan bir parça kesip çiğ çiğ yiye-
sim geliyor.” -A. Hilmi (Kültür Bakanlığı 1999: 2).
meşur “meşhur, ünlü”
< Ar. meşhūr “1. ünlü, tanınmış, herkesçe bilinen, angın. 2. ünlü, tanınmış
kimse.” (Karaağaç 2015: 533).
Sultan diííatnen baíían da, íarşısındaki adamnıñ butün kundoġuşía oz
sarġuşlıġınen, ġaripliginen meşur Bekir Mustafa olġanını korgen. “Sultan
dikkatle bakmış ve karşısındaki adamın Doğu’nun her yerinde sarhoşluğuyla,
garipliğiyle meşhur olan Bekir Mustafa olduğunu görmüş.” -Bekir Mustafa
Masalı (Kültür Bakanlığı 1999: 3).
Şeerniñ töpesinde, şimal tarafta meşur Ay-Petri daġı tiklenip tura. “Şehrin
yukarısında, kuzey tarafta meşhur Ay-Petri Dağı dikiliyor.” -R. Fazıl (Kültür
Bakanlığı 1999: 2).
namlı “namlı, ünlü, tanınmış, meşhur”
< Far. nâm “1. ad. 2. ün.” + lı eki. (Karaağaç 2015: 586).
Aradan on beş - yigirmi yıl keçken soñ, düşmanlar arasında namlı bir
batır yetişkeni eşitile. “Aradan on beş yirmi yıl geçtikten sonra, düşmanlar
arasında namlı bir yiğidin yetiştiği işitilir.” -Çorabatır Destanı (Kültür Bakan-
lığı 1999: 32).
Mektep ilim deryasıdır, sen buna dal da çıí, / Namlı, şuretli olursın, cail-
likni ur da çıí! “Mektep ilim deryasıdır, sen buna dal da çık, / Namlı, şöhretli
olursun, cahilliği vur da çık!” -Y. Ş. Ali (Kültür Bakanlığı 1999: 1).
Kırım-Tatar Söz Varlığında Bazı Eş Anlamlı Sıfatların Kullanımı Üzerine Notlar
Türk Dünyası 45. Sayı
116
“Çevik”
areketçen “canlı, çevik, faal”
< Ar. ĥareket “1. bir cismin durumunun ve yerinin değişmesi, devinim. 2.
vücudu oynatma, kıpırdatma veya kımıldanma. 3. davranış.” (Karaağaç 2015:
338) + çen eki.
— Oyle olsa, bugün onı men alıp keteyim, — dedi íartlarnıñ biraz areket-
çen soyu. “Öyleyse, bugün onu ben götüreyim, dedi yaşlıların hareketli olanı.”
-Çerkez Ali (Kültür Bakanlığı 1999: 4).
O uzun íuru kevdeli, ġayet areketçen ve keskin davuşlı íadın. “O; uzun,
kuru gövdeli, gayet hareketli ve keskin sesli (bir) kadın.” -A.Osman (Sezgin
2007: 473).
çevik “çevik, atik, hızlı, becerikli”
< ? *çabuk < *çap- (Gülensoy 2007: 233).
Far. çabuk (Türkçe Sözlük 2005: 418).
Ogde íız, artta yigit, zurnalarnıñ biri-birini ozmaġa tırışían kibi, gurde-
li sesleri, davulnıñ dımpıldısı altında meydannıñ yarısına barġanda íıznıñ
íarşısına, umütsizden uzun boylu, ateş koz, dülber yigit çıítı ve çevik areket-
lernen, íıznı íanatı altına íıstırġan şain kibi, parmaíları ucunda ogge areket
etti. “Önde kız, arkada delikanlı, zurnaların birbirini geçmeye çalıştığı gibi,
coşkun sesleri, davulun gümbürtüsü altında meydanın yarısına gittiğinde kı-
zın karşısına, ümitsizce uzun boylu, ateş gözlü, güzel delikanlı çıktı ve çevik
hareketlerle, kızı kanadının altına kıstırmış şahin gibi, parmaklarının ucunda
öne hareket etti.” -H. Edemova (Hendem 2008: 342).
Gazetalarda Rustemni suvuííanlı, çevik areketli, iradeli boksçı dep yazsa-
lar da şimdi o eyecanlana, vucudunda yengil titrev duyup tarsıía edi. “Gaze-
telerde Rüstem’i soğukkanlı, çevik hareketli, iradeli boksör diye yazsalar da
şimdi o heyecanlanıyor, vücudunda hafif titreme hissederek sıkıntı çekiyor-
du.” -A. Osman (Sezgin 2007: 105).
çalt “hızlı, süratli, seri, çabuk, çevik”
bk. Kazan-Tatar çalt it- “iki maddeyi aniden birbirine vurarak ses çıkar-
mak, çat etmek” (Öner 2015: 90), Karay çalt “hızlı, çabuk” (Baskakova, Za-
yonçkovskogo ve Şapşala 1974: 623).
Eger çamasırḫanede çoí eglenmesek, rayonġa da barıp kelmek mumkün.
Aydı, çalt íıbırda!.. “Eğer çamasırhanede çok oyalanmazsak ilçeye de gidip
gelmek mümkün. Haydi, kıpırda biraz!..” -İ. Abduraman (Atıcı 2008: 8).
Ne degenler, alırız degenlermi, çalt aytsa şunı! “Ne demişler, alırız demiş-
ler mi? Çabuk söylesene şunu!” -A. Odabaş (Kültür Bakanlığı 1999: 1).
çabik “çevik, tetik, atik, hızlı ve hareketli”
Seher MAŞKARAOĞLU
117
Türk Dünyası 45. Sayı
< Orta Türkçede şabük olarak geçer. Clauson’a göre Farsça çâbuk’tan
alınmıştır. Brockelmann, Menges, Räsänen çap- “vurmak” kökünden geldiği-
ni; Tenişev, çap- kökünün türevleri arasında olduğunu belirtmiştir (Eren 1999:
75).
Çalía yatían yigit eki elinen başını avuçladı, iñilti íopardı, soñra çabik
areketle çevirilip yüzüíoyun yattı. “Sırtüstü yatan genç iki eliyle başını avuçla-
dı, inilti kopardı, sonra hızlı hareketlerle dönüp yüzükoyun yattı.” -E. Umerov
(Atıcı 2008: 118).
Şerife — Pencereye çap! Çabik bu tarafía, bu tarafía! “Şerife — Pencere-
ye koş! Çabuk bu tarafa, bu tarafa!” -S. A. Özenbaşlı (Kültür Bakanlığı 1999:
10).
tez “hızlı; çabuk”
< Far. tiz “1. Tez, acele, çabuk, ivedi. 2. Süratli, hızlı.” (Eren 1999: 406,
Karaağaç 2015: 799).
CC tez “tez”
Pek açuvlansa: Rabbim, tez kunde, tez saatde menim canımı al da, bunıñ
íaarinden meni íurtar - dep oz-ozüni íarġay turġan. “Çok sinirlenirse: ‘Rab-
bim, tez günde, tez saatte benim canımı al da beni bunun kahrından kurtar!’
diye kendisine beddua ederdi.” -A. Hilmi (Kültür Bakanlığı 1999: 9).
“Zavallı”
ġarip “zavallı, biçare”
< Ar. ġaráb “kimsesiz, zavallı” (Karaağaç 2015: 314).
Ġarip yurek çapalana, tenler, tükler ürpere, / Tozmiy goñül, avelenip
alçala bom-boş yerge. “Garip yürek çırpınır, tenler, tüyler ürperir, / Yıpran-
maz gönül, havalanıp alçalır bomboş yere.” -N. Çelebicihan (Kültür Bakanlığı
1999: 1).
Ġaripniñ o íadar çoí derdi bar, kitaplarġa sıġmaycaí. “Garibin o kadar
çok derdi var ki kitaplara sığmaz.” -A. Hilmi (Kültür Bakanlığı 1999: 5).
biçare “biçare, zavallı”
< Far. bá-çâre “çaresiz, zavallı kimse” (Karaağaç 2015: 200).
Oleyazdıí dertke derman tapalmayıp / Ḫastalıġı gizli olġan biçareday.
“Öleyazdık derde derman bulamayıp / Hastalığı gizli olan biçare gibi.” -Ş.
Selim (Kültür Bakanlığı 1999: 3).
Sen bilmez degilsin ki, bu sene biçareniñ başında ne íadar sıílet ve tarlıí
vardır. “Sen bilmiyor musun ki bu sene biçarenin başında ne kadar sıkıntı ve
darlık var.” -S. A. Özenbaşlı (Kültür Bakanlığı 1999: 3).
zavallı “fakir, yoksul, sefil, biçare, zavallı”
Kırım-Tatar Söz Varlığında Bazı Eş Anlamlı Sıfatların Kullanımı Üzerine Notlar
Türk Dünyası 45. Sayı
118
< Ar. zevâl “yok olma, yok edilme” (Karaağaç 2015: 842).
Taş íayalar da, bu yükniñ astında dayanalmay parça-parça olıp, gurlep
yıíıla, zavallı cin tayfasınıñ koylerini ozü tübüne komip taşlay eken. “Taş ve
kayalar da bu yükün altında dayanamayarak parça parça olup gürültüyle yıkı-
lıyor, zavallı cin taifesinin köylerini dibine gömüp bırakıyormuş.” -Ayuvdağ
Efsanesi (Kültür Bakanlığı 1999: 3).
Başía íızlar kule edi, / Bu zavallı íıza edi, / Em içinden cana edi. “Diğer
kızlar gülüyorlardı, / Bu zavallı kızıyordu, / Hem de ta içinden yanıyordu.”
-M. Niyazi (Kültür Bakanlığı 1999: 4).
bayġuş “zavallı, biçare”
< bayíuş ~ bayġuş “baykuş” (Toparlı, Vural ve Karaatlı 2007: 25-26).
Kırım-Tatar Türkçesinde mecaz: “biçare, garip, zavallı” (Karahan 2011:
282).
Soñundan babasınıñ sözünden çıímaġa saíınıp, anasınıñ ise ḫatirini
íıymamaġa tırışa, bir bayġuşnıñ, çiçek kibi íızına evlene. “Sonradan babasının
sözünden çıkmaya sakınıp anasının ise hatırını kırmamaya çalışıyor, bir zaval-
lının çiçek gibi kızıyla evleniyor.” -H. Edemova (Hendem 2008: 367).
Kozümniñ er daim yaşlanıp turġanı, / Goñlümniñ bayġuşday aġlap solġa-
nı. “Güzümün daima yaşlanıp durduğu, / Gönlümün bir zavallı gibi ağlayıp
solduğu” -I. Kadir (Kültür Bakanlığı 1999: 1).
“Cimri”
saran “cimri, hasis, varyemez, eli sıkı”
< KB ~ DLT saran “hasis, cimri, eli sıkı”
Saran bazirgân başı aldına çıííannıñ sözüne íulaí asmay, íarşılap, oz yo-
lunı devam ete. “Cimri bezirgânbaşı, önüne çıkanın sözüne kulak asmaz, kar-
şılayarak yoluna devam eder.” -Köroğlu Destanı (Kültür Bakanlığı 1999: 44).
Aḫmedi saran adam olmaínen, er alda, bedava íazanılġan malnı seve edi.
“Ahmedi açgözlüydü. Mutlaka bedava kazanılan malı severdi.” -İ. Paşi (Yiğit
2008: 392).
íızġanç “cimri; hasis; açgözlü; pinti”
< ET íız ~ íız - ġaí “hasis” (Eraslan 2012: 580).
OT íısġan- + ç < íız+ġa-n-ç (Gülensoy 2012: 517).
CC kızgançı “hasis, pinti”
Balaban olsun íazan, / Ḳazanġa sıġsın azdan / Yuz elli çuval pirniç, / De-
mesinler íızġanç! “Büyük olsun kazan / Kazana sığsın biraz / Yüz elli çuval
pirinç, / Demesinler cimri!” -N. Ömer (Kültür Bakanlığı 1999: 1).
Seher MAŞKARAOĞLU
119
Türk Dünyası 45. Sayı
Mende er şey bar, saña ne kerek ise, episini al da ket. Men íızġanç degilim.
“Bende her şey var, sana ne gerek ise hepsini al da git. Ben pinti değilim.”
-Çerkez Ali (Hendem 2008: 90).
kormemiş “cimri, eli sıkı, hasis, pahıl”
KB ~ DLT ~ CC kör- “görmek”.
Kordiñmi, dey kormemiş bay, «Baḫt» endi kiyizge keçti, eyisi sen maña
kiyizni ber, dey. “Gördün mü, der görmemiş zengin, ‘Baht’ şimdi keçeye geçti,
sen bana keçeyi ver, der.” -Çerkez Ali (Hendem 2008: 90).
Kuçükliginde pek çoí kotek aşaġan, pek başsız ve pek kormemiş osken
Yaşar dudu butün dünyaġa olġan açuvını Esmadan almaġa íarar vergen edi.
“Küçüklüğünde çok dayak yiyen, çok disiplinsiz ve görgüsüz bir şekilde bü-
yüyen Yaşar Dudu, bütün dünyaya olan hıncını Esma’dan almaya karar ver-
mişti.” -A. Odabaş (Kültür Bakanlığı 1999: 4).
açkoz “açgözlü, gözü doymaz, cimri”
< ET aç “aç, tok olmayan” (Şirin 2010: 172).
KB ~ DLT ~ CC aç “aç, karnı tok olmayan”.
+ ET köz “göz” (Şirin 2010: 222).
KB ~ DLT ~ CC köz “göz”
Açkoz ecel maddesi tırmalay, suvara, kozlerim kâde íarara, sone ki, kâde
aíıya, alıílaşa. “Açgözlü ecel maddesi tırmalıyor, suluyor, gözlerim arada ka-
rarıyor, sönüyor arada da fal taşı gibi açılıyor, alıklaşıyor.” -A. Hilmi (Kültür
Bakanlığı 1999: 1).
— Ḳızġanç! Açkoz! –dep íıçırdı Maiye kozyaşlarını silip balalar biri-
birilerini eriştire başladılar Gülnar pencereniñ tozını sürtmek içün eline çul
aldı. “— Kıskanç! Açgözlü! diye bağırdı Maiye gözyaşlarını silerek. Çocuklar
birbirini çekiştirmeye başladılar. Gülnar pencereyi silmek için eline çul aldı.”
-E. A. Osmanoğlu (Yiğit 2008: 273).
“Geveze”
şaplavuz “geveze, çenebaz, boşboğaz, çalçene”
< şaplı avız (mecaz) “geveze” (Karahan 2011: 211).
Korülgeni kibi, anavı şaplavuz Azamat yalan aytmaġan. “Görüldüğü gibi,
şu geveze Azamat yalan söylememiş.” -E. A. Osmanoğlu (Yiğit 2008: 68).
boşboġaz “boşboğaz, geveze”
< ET boş “boş” (Orkun 2011: 783) + boġ - u - z “boğaz” (Eraslan 2012:
561).
Kırım-Tatar Söz Varlığında Bazı Eş Anlamlı Sıfatların Kullanımı Üzerine Notlar
Türk Dünyası 45. Sayı
120
Korsen, Emin kibi boşboġazlar íızlarnı nasıl íorçalay ekenler. “Görsen,
Emin gibi boşboğazlar kızları nasıl koruyorlarmış.” -H. Edemova (Hendem
2008: 325).
lafazan “geveze; boşboğaz”
< Far. lâfzan “geveze, konuşkan”. Farsça lâfzan’daki -fz- ses düğümünü
çözmek için Türkçede bir -a- oluşmuştur (Eren 1999: 278).
Refat 21 yaşlarında, alçaí boylu, keñ omuzlı, calpaí betli, şırnıílı lafazan
bir yaş edi. “Refat 21 yaşlarında, kısa boylu, geniş omuzlu, büyük suratlı, şirin
geveze bir gençti.” -C. Seydahmet (Kültür Bakanlığı 1999: 3).
Fatma yenge çay íaynata, boyle aíşamlarda o bir kereden lafazan olıp
íala. “Fatma yenge çay kaynatıyor, böyle akşamlarda o daha fazla konuşu-
yor.” -E. A. Osmanoğlu (Yiğit 1999: 59).
“Yaramaz”
yaramaz “yaramaz; kerata; haylaz”
< ET yara- “işe yaramak, bir iş için uygun olmak, kullanışlı olmak” (Şirin
2010: 396).
KB ~ DLT yara- “yaramak; uygun gelmek, yaraşmak”
CC yaramaz “yaramaz”
Canları sıíılġan, tarsıíıp başlaġan yaramaz balalar başía oyunlar tüşünip
çıíaralar. “Canları sıkılan, bıkmaya başlayan yaramaz çocuklar başka oyunlar
düşünüp buluyorlar.” -Çerkez Ali (Kültür Bakanlığı 1999: 9).
baştaí “yaramaz, yumurcak, afacan, kerata”
< ? başdaí “çoluk çocuğu olmayan, tek başına yaşayan” (Toparlı, Vural ve
Karaatlı 2007: 25).
Ḳızımnıñ iş yerinde bir íaç baştaí kişi onıñ ustüne çeşit iftira atían... “Kı-
zımın iş yerindeki birkaç yaramaz kişi onun üstüne çeşitli iftiralar atmış...” -Z.
Kurtnezir (Atıcı 2008: 415).
kerata “çok haylaz, yaman”
< Rum. kerata “boynuzlar” (Eren 1999: 232).
Ḳalbi temiz degil, keratanıñ açuvlanġanınıñ sebebini de bilem. “Kalbi te-
miz değil, keratanın sinirlenmesinin nedenini de bilmiyorum.” -İ. Paşi (Yiğit
2008: 295).
aylaz “çok haylaz, yaman”
< ay+la-k [<*ay “boşta gezen”, *ay+la- “boşta gezmek, dönmek, dolaş-
mak] (Gülensoy 2007: 407).
Seher MAŞKARAOĞLU
121
Türk Dünyası 45. Sayı
Aylaz bala, derslerini de azırlamay, oña bir vaíıt uçten ziyade işaret íoymaí
mumkün degil. “Haylaz çocuk! Derslerini de yapmıyor, ona hiçbir zaman üç-
ten fazla not vermek mümkün değil.” -E. A. Osmanoğlu (Yiğit 2008: 43).
çapíın “haylaz; afacan; yaramaz; kerata”
< KB çap- “yüzmek”
DLT çap- “yüzmek; arı çamurla sıvamak; vurmak” + kın eki (Gülensoy
2007: 220).
Bir de baísam, o çapíın Ḳuddus eken. “Bir de baksam, o yaramaz, Kud-
dus’muş.” -A. Hilmi (Kültür Bakanlığı 1999: 3).
“Yoksul”
yoísul “yoksul, fakir”
< ET *yo - í “yok, yokluk, yoksul”( Eraslan 2012: 625).
KB ~ DLT yoí “yok” + sul eki
CC yoísul, yoḫsıl “yoksul, fakir, çaresiz”
İç bir vaíıt ezilgenlerniñ ve yoísullarnıñ canını aġırtmaġan Alim içün,
Kırım daġları bile ġururlanġanlar. “Hiçbir zaman ezilenlerin ve yoksulların
canını yakmayan Alim ile Kırım’ın dağları bile gururlanmışlar.” -Haydutlar
Mağarası Kızıltaş Efsanesi (Kültür Bakanlığı 1999: 11).
Yoísulların azatlıġına çalışmaí işi er pionerin oz nefisinden yuksektir.
“Yoksulların kurtuluşu için çalışmak her izcinin kendi nefsinden daha önem-
lidir.” -A. Hilmi (Kültür Bakanlığı 1999: 12).
fuíare “fakir, yoksul”
< Ar. fuíarâ “yoksul, fakir” (Karaağaç 2015: 308).
Çoranıñ babası Narik, Narikniñ aġası Arik, fuíarelerden olalar. “Çora’nın
babası Narik, Narik’in ağabeyi Arik, (hepsi) fakirlerdir.” -Çorabatır Destanı
(Kültür Bakanlığı 1999: 18).
Yaman açlıí fuíarege bir yılanday sarılġan, / Malay korse íuvançından tap
otleri carılġan. “Şiddetli açlık fakire bir yılan gibi sarılmış, / Çocuk görünce
sevincinden ta ödleri yarılmış.” -M. Nüzhet (Kültür Bakanlığı 1999: 4).
faíır “fakir, sefil, yoksul”
< Ar. faíár “geçimini güçlükle sağlayan, yoksul, fukara” (Karaağaç 2015:
280).
Soñra, sultanım, bu íudretli içkiniñ faíır dervişlerni buyük padişaġa ve
azamatlı padişalarnı da aḫmaí eşekke çevirgeniniñ ozüniz şaatı olursınız.
“Sonra sultanım bu kudretli içkinin fakir dervişleri büyük padişaha ve aza-
metli padişahları da ahmak eşeğe çevirdiğinin şahidi olun.” -Bekir Mustafa
Masalı (Kültür Bakanlığı 1999: 4).
Kırım-Tatar Söz Varlığında Bazı Eş Anlamlı Sıfatların Kullanımı Üzerine Notlar
Türk Dünyası 45. Sayı
122
Azavġa aíían say Salġır, / Salġırnı tapían íart Çatır, / Çatırda adaşían kop
faíır, / Onı da korgen bu keday. “Azav’a akmış sığ Salgır, / Salgır’ı bulmuş
yaşlı Çatır, / Çatır’da yolunu kaybetmiş çok fakir, / Onu da görmüş bu şair.”
-B. Çobanzade (Kültür Bakanlığı 1999: 2).
carlı “fakir, yoksul”
< ET yarlıġ “acınacak, zavallı, sefil” (Eraslan 2012: 621).
DLT yarlıġ “fakir, yoksul, acınan, yarlıganmış”
CC yarlı “fakir”
Ozim carlı bolsam da, goñlim baydır, alay. “Kendim fakir olsam da gön-
lüm zengindir” -Boztorgay (Karahan 2011: 407).
Barlı bolsan - allegimsin, carlı bolsan - bitli baş, / Yuvaş bolsan, adın-yo-
lun - íabaíbaş ya dürbetaş. “Zengin olursan kibirlisin, fakir olursan bitli baş,
/ Mülayim olursan, adın yolun, akına veya türbe taş.” -M. Nüzhet (Kültür
Bakanlığı 1999: 3).
3. Sonuç
Söz varlığı, dilde olan bütün sözlerin toplamından ibarettir. O dilin ne
durumda olduğunu gösterirler. Söz varlığı ne kadar zenginse, dil de o kadar
zengin ve gelişmiş sayılır. Kırım-Tatar Türkçesi bugün tehlike altındaki diller
arasında yer almasına rağmen yüzlerce yıllık tarihî gelişimi boyunca sözlük
yapısını kendi iç kaynaklarına dayanarak zenginleştirmiştir. Kendi katman
gövdeleri esasında yeni sözler yapılmıştır, söz anlamları genişlemiştir, ede-
bî dile ağızlardan çeşitli devirlerde sözler alınmıştır. Kırım-Tatar Türkçesi-
nin sözlük yapısının zenginleşmesinde iç kaynak olanakları önemli rol oyna-
maktadır. Buna rağmen dünyada hiçbir dil yalnızca iç olanaklarına dayanarak
biçimlenmez; dillerin sözlük yapısı başka dillerden söz alma sonucunda da
gelişir. Başka dillerden söz alma çeşitli siyasi, ekonomik ve kültürel ilişkiler
sonucunda ortaya çıkar. Kırım Tatarlarının Türk ataları, eski zamanlardan beri
başka Türk ve yabancı kabileler ve halklarla yan yana yaşamışlardır. Kabileler
ve halklar arasında olan çeşitli ilişkiler sonucunda, Kırım-Tatar Türkçesine
kardeş ve yabancı halkların dillerinden birtakım sözler alınmıştır (Memetov
2006).
Kırım-Tatar Türkçesinin kelime hazinesi kendi içerisinde Kıpçak Türk-
çesine dayanır. Güneybatı dillerinde bulunan birçok unsuru da içine alır. Bu
yüzden de dilde eş anlamlı kelimeler oldukça fazladır: tüs // renk “renk”, ald
// og “ön”, ciber- // yolla- “yollamak”, ayt- // söyle- “söylemek”, day // kibi
“gibi” (birinci kelime Kıpçak grubuna, ikinci kelime ise Oğuz grubuna ait) vs.
(Sevortyan 2001: 351).
Çalışmamızda Kırım-Tatar Türkçesi sözlükleri üzerinde yaptığımız
tarama sonucunda elde ettiğimiz eş anlamlı sıfatlar esas malzememiz oldu ve
Seher MAŞKARAOĞLU
123
Türk Dünyası 45. Sayı
on kavram üzerinden eş anlamlılık zenginliğini göstermeye çalıştık. Bizim
yaptığımız kesitte bile bazen kökenleri farklı olan sekiz ayrı kelimenin aynı
kavrama hizmet ettiğini gördük. Kendi sözleri arasında olduğu gibi, Arapça
ve Farsçadan yaptığı alıntılar dolayısıyla Kırım-Tatar Türkçesi alıntı sözler
arasında da eş anlamlılık konusunda bize bol örnek verdi. İncelememizin
ardından temelde alıntı kelimelerle yerli kelimelerden kaynaklanan eş
anlamlılığın Kıpçakça ile Oğuzcanın kesişme noktası gibi meydana gelen ve
karışık bir yazı dili olan Kırım-Tatar Türkçesinde doğal olarak daha çeşitli ve
zengin olduğu sonucuna ulaştık.
Kısaltmalar
Ar. Arapça
CC bk. Grönbech, K.
DLT bk. Kâşgarlı Mahmûd.
Erm. Ermenice
ET Eski Türkçe
Far. Farsça
KB bk. Arat R. R.
Rum. Rumca
Kaynaklar
Aksan, D. (2016), Anlambilim, Ankara: Bilgi Yayınevi.
Aksan, D. (2004), “Eşanlamlılık Sorunu ve Türk Yazı Dilinin Eskiliğinin Saptan-
masında Eşanlamlılardan Yararlanma”, Dilbilim ve Türkçe Yazıları, İstanbul:
Multilingual Yayınları, s. 157-168.
Aksan, D. (2007), Her Yönüyle Dil (Ana Çizgileriyle Dilbilim), Ankara: Türk Dil
Kurumu Yayınları: 439.
Arat, R. R. (1979), Kutadgu Bilig III - İndeks, (Neşre hazırlayanlar: K. Eraslan,
O. F. Sertkaya, N. Yüce), İstanbul: Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü Ya-
yınları: 47.
Atıcı, A. (2008), Yıldız Dergisi Kırım Türkçesi Derlemeleri I (Giriş-Metin-Söz-
lük), Ege Üniversitesi, Yüksek Lisans Tezi.
Baskakova, N. A.; Zayonçkovskogo, A.; Şapşala S. M. (1974), Karaimsko-Russ-
ko-Polskiy Slovar, Moskva: Russkiy Yazık.
Çeneli, İ. (1997), Kırım Tatarcasında Yapım Ekleri (Çev. M. Argunşah), Ankara:
Türk Dil Kurumu Yayınları: 677.
Doğan, N. (2011), “Türkiye Türkçesi Fiillerinde Eş Anlamlılık”, Uluslararası
Sosyal Araştırmalar Dergisi, Cilt: 4, Sayı: 19, s. 78-88.
Eraslan, K. (2012), Eski Uygur Türkçesi Grameri. Ankara: Türk Dil Kurumu Ya-
yınları.
Eren, H. (1999), Türk Dilinin Etimolojik Sözlüğü, Ankara: Bizim Büro Basım
Kırım-Tatar Söz Varlığında Bazı Eş Anlamlı Sıfatların Kullanımı Üzerine Notlar
Türk Dünyası 45. Sayı
124
Evi.
Grönbech, K. (1942), Komanisches Wörterbuch, Türkischer wortindexzu Codex
Cumanicus, Einar Munksgaard, Kopenhagen [Türkçe Çev. Aytaç K. (1992)
Kuman Lehçesi Sözlüğü-Codex Cumanicus’un Türkçe Sözlük Dizini, Ankara:
Kültür Bakanlığı Yayınları.].
Gülensoy, T. (2007), Türkiye Türkçesindeki Türkçe Sözcüklerin Köken Bilgisi
Sözlüğü, Ankara: Türk Dil Kurumu Yayınları.
Hendem, E. (2008), Yıldız Dergisi Kırım Türkçesi Derlemeleri II (Giriş-Me-
tin-Sözlük), Ege Üniversitesi, Basılmamış Yüksek Lisans Tezi.
İmer, K., Kocaman A., Özsoy S. (2011), Dilbilim Sözlüğü, İstanbul: Boğaziçi
Üniversitesi Yayınevi.
Karaağaç, G. (2013), Dil Bilimi Terimleri Sözlüğü, Ankara: Türk Dil Kurumu
Yayınları.
Karaağaç, G. (2015), Türkçenin Alıntılar Sözlüğü, Ankara: Akçağ Yayınları.
Karahan, S. O. (2011), Dobruca KırımTatar Ağzı Sözlüğü, Köstence.
Kâşgarlı, M. (1999), Divanü Lûgat-it-Türk (Çev. B. Atalay), Ankara: Türk Dil
Kurumu Yayınları: 524.
Korkmaz, Z. (2007), Gramer Terimleri Sözlüğü, Ankara: Türk Dil Kurumu Ya-
yınları.
Kültür Bakanlığı (1999), Türkiye Dışındaki Türk Edebiyatı Antolojisi, c:13, An-
kara: Kültür Bakanlığı Yayınları.
Lyons, J. (1983), Kuramsal Dilbilime Giriş (Çev. A. Kocaman), Ankara: Türk Dil
Kurumu Yayınları.
Memetov, A. M. (2006), Zemaneviy Kırımtatar Tili, Simferepol.
Orkun, H. N. (2011), Eski Türk Yazıtları, Ankara: Türk Dil Kurumu Yayınları.
Öner, M. (1998), Bugünkü Kıpçak Türkçesi, Ankara: Türk Dil Kurumu Yayınları:
703.
Öner, M. (2015), Kazan-Tatar Türkçesi Sözlüğü, Ankara: Türk Dil Kurumu Ya-
yınları.
Özden, H. İ. (2014), “Türkiye Türkçesinde Eş Anlamlılık ve Örtmece (Tabu) Ke-
limelerin Eş Anlamlılık İçindeki Yeri”, KMÜ Sosyal ve Ekonomı̇k Araştırma-
lar Dergı̇si 16 (Özel Sayı I): s. 160-165.
Özönder, S. B. (1996), ‘Alá Şár Nevâyá Muĥâkemetü’l-Luġateyn İki Dilin Muha-
kemesi, Ankara: Türk Dil Kurumu Yayınları: 656, Alî-Şîr Nevayî Külliyatı:
15.
Sarı, S. K. (2016a), “Tehlikedeki Dil Olgusunu Ortaya Çıkaran Etkenler ve Teh-
likedeki Türk Dilleri”, Tehlikedeki Türk Dilleri I. Kuramsal ve Genel Yakla-
şımlar, (Yayımcılar: S. Eker, Ü. Çelik Şavk), Ankara-Astana: Ahmet Yesevi
Üniversitesi, s. 207-224.
Sarı, S. K. (2016b), “Tehlikedeki Türk Dilleri: Genel Bir Bakış”, Tehlikedeki Türk
Dilleri I. Kuramsal ve Genel Yaklaşımlar, (Yayımcılar: S. Eker, Ü. Çelik
Şavk), Ankara-Astana: Ahmet Yesevi Üniversitesi, s. 227-291.
Seher MAŞKARAOĞLU
125
Türk Dünyası 45. Sayı
Sevortyan, E. V. (2001), “Kırım Tatarcası” (Çev. M. Aliyeva), Ege Üniversitesi
Türk Dili ve Edebiyatı Araştırmaları Dergisi, Sayı: X, s. 329-354.
Sezgin, F. (2007), Kırım-Tatar Yazarı Ayder Osman’ın “Yıllar ve Dostlar” Adlı
Eserinin Dil Özellikleri, Sakarya Üniversitesi, Basılmamış Yüksek Lisans
Tezi.
Şirin, H. (2010), Köktürk ve Ötüken Uygur Kağanlığı Yazıtları Söz Varlığı İncele-
mesi, Konya: Kömen Yayınları.
Tavkul, U. (2000), Karaçay-Malkar Türkçesi Sözlüğü, Ankara: Türk Dil Kurumu
Yayınları: 770.
TDK (2005), Türkçe Sözlük, Ankara: Türk Dil Kurumu Yayınları.
Tekin, T. (1997), “Eşanlamlılık ve Kullanılış (I-II)”, Türkoloji Eleştirileri, Anka-
ra: Simurg, s. 113-123.
Tekin, T. (2010), Orhon Yazıtları, Ankara: Türk Dil Kurumu Yayınları.
Tekin, T., Ölmez, M. (2003), Türk Dilleri (Giriş), İstanbul: Yıldız Dil ve Edebiyat
2.
Toparlı, R., Vural, H., Karaatlı, R. (2007), Kıpçak Türkçesi Sözlüğü, Ankara: Türk
Dil Kurumu Yayınları.
Turan, A. (2007), Kırım-Tatar Yazarı Uriye Edemova’nın “Ömürlik Yanımdasın”
Romanının Dil Özellikleri, Sakarya Üniversitesi, Basılmamış Yüksek Lisans
Tezi.
Useinov, S. M. (2006), KırımTatarca-Rusça-Ukraince Lugat, Akmescit: Ocak
Neşriyatı.
Vardar, B. (2002), Açıklamalı Dilbilim Terimleri Sözlüğü, İstanbul: Multilingual
Yayınları.
Yiğit, P. (2008), Yıldız Dergisi Kırım Türkçesi Derlemeleri III (Giriş-Metin-Söz-
lük), Ege Üniversitesi, Basılmamış Yüksek Lisans Tezi.
http://www.unesco.org/culture/languages-atlas/en/atlasmap/language-id-342.
html.
Dostları ilə paylaş: |