179
8. SOSYO-EKONOMİK HAYATTA HALKIN REFAHI İÇİN
UYGULANAN BİR SİSTEM: NARH
185
8.1. Narhın Tarifi ve Devlet Teşkilatına Dair Eserlere Göre Narhın
Önemi
Narh, bir mal veya hizmet için, ilgili resmî makamların tespit ettiği fiyattır. Günümüzde,
ancak ekmek, et, şeker, tekel maddeleri, petrol gibi muayyen bazı tüketim mallarına narh
konduğu halde, Osmanlı idaresinde her türlü mal ve hizmet narha tâbi idi.
Narh kurumu gerçekte, halkın refahının sağlanması bakımından çok eski devirlerden
beri idarecileri meşgul etmiş ve daha orta çağlarda Asya’da olsun, Avrupa’da olsun fiyatların
«kayıtsız-şartsız» teşekkülüne izin verilmemişti. Narhla ilgili olarak İslâm âlimleri farklı
görüşlere sahiptir. Bir kısmı narhı câiz bulurken bir kısmı da karaborsayı teşvik edici olduğu
görüşündedir. Kıymetleri Allah’ın alçaltıp yükseltebileceği hadisi de narha dair düşünceleri
etkilemiştir. Buna rağmen narh konusunda özellikle Osmanlılar büyük hassasiyet göstermiştir.
Her zaman ve her yerde aynı titizlikle uygulanamamakla beraber padişah ve sadrazamların narh
işine büyük önem verdikleri dikkati çekmektedir. Nitekim sadrazamların çarşamba günleri
çıktıkları büyük kolda esnafın kalite, halk sağlığı ve fiyat hususunda tespit edilen standartlara
uyup uymadığını denetledikleri ve uymayanları anında cezalandırdıkları bilinmektedir.
Bazı İslâm hukukçularının görüşlerinin aksine olarak Devlet idaresiyle nazarî olarak
uğraşan müellifler de, hemen daima narh konusuna da temas ile devletin icra organlarının
narhın kontrolüyle bizzat meşgul olmalarını ehemmiyetle tavsiye etmişlerdir. Bu cümleden
olarak Kanuni devri sadrazamlarından Lütfi Paşa, kendinden sonra sadarete geleceklere bu
makamın «âdâbını» anlatmak üzere yazdığı Asafnâme’sinde konuya eğilmiş ve narhın devletin
mühim işlerinden olduğu, vezirlerin narhla ciddî bir şekilde ilgilenmeleri gerektiği üzerinde
durmuştur. O, bunun ilk şartının muhtesiblik vazifesi verileceklerin tecrübeli, dürüst ve dindar
kimselerden seçilmesi olduğunu, devlet adamlarının ticaretle uğraşmamaları, «hünkâr kulları»
nın ise esnaflık yapmamaları icap ettiğini vurgulamıştır. Hatta ağa ve kethüda dahi olsalar
esnaflığa teşebbüs edenlerin azil ile cezalandırılmalarının kanun olduğunu belirtmiş; böylece
devletin belli başlı kademelerinde vazife gören şahıslar ticaret ve esnaflıkla uğraştıkları tak-
dirde, kendi kârlarını düşüneceklerinden narhı tatbik etmelerine imkân olmadığını ifade
etmiştir. Bu konuda daha da ileri giderek, ete, halk için verilen narhla yeniçerilerinkinin farklı
olmaması gerektiği üzerinde durmakta ve Yavuz Sultan Selim saltanatında yeniçerilere, çarşıda
satılandan bir akçe noksanına et satılması teklifinde bulunan Sadrazama, Padişahın “cümle narh
birdir, eğer yeniçeri ve eğer sair nâs, şöyle ki narhın hilafı zuhur ide, seni katl iderim” cevabını
verdiğini yazmaktadır..
Müverrih Âlî ise Fusûlü’l-hall ve’l-’akd ve usûlü’l-harc ve’n-nakd adlı eserinde,
padişahların mülk ve devletlerinin bekası şartlarını sayarken narh konusuna da temas etmekte
ve narh fiyatından satış yapılmasına itinâ gösterilmesi, narha uymayanların satıcı olsun, alıcı
olsun cezalandırılması gerektiği üzerinde durmaktadır. Ona göre narh, «umûr-ı cüz’i» değil
«umûr-ı külliye» dendir. Eğer padişah ve sadrazamlar, ufak bir mesele gibi görüp narha gereken
ehemmiyeti vermezlerse «siyâset etme» işi kendisine ait olmadığı için, şehrin kadısının bir şey
yapması mümkün değildir. Hal böyle olunca da herkes malını dilediği fiyattan satar; ancak bu
kazanç hiçbir şekilde helâl bir kazanç sayılamaz.
186
Piyasa, devlet tarafından kontrol edilmeyince, askerliğe elverişli olmayan bir takım
kimseler gayr-ı meşru yollardan servetlerini arttırırlar. Buna karşılık memleketin ileri gelenleri
sefere gidecek olduklarından bütün mal ve mülklerini satıp iaşelerini temin etmek zorunda
kalırlar. Karaborsa fiyatlarından yapılan bu alımlar, neticede Müslüman askerinin aç ve çıplak
kalmasına sebep olur. Bu durum ise orduyu mağlûbiyete sürükleyeceğinden düşmanların işine
yarar. Padişahlar ise bütün bu yolsuzluklardan son anda haberdar olurlar. Onun içindir ki
vezirler, hâkimler ve ümerânın narh konusu ile bizzat ilgilenmeleri gerekmektedir.
Aslında, Âli’deki bu görüşlerinden bir kısmı, daha önce yazılmış siyâsetnâmelerde ve
meselâ Nizâmülmülk’ün Siyâsetnâmesi’nde de bulunmaktadır. Bu eserde, esnafın devletçe
kontrolü üzerinde durulmakta ve bu gerçekleştirilemediği takdirde halkın zarurete düşeceği
belirtilmektedir.
XVII. ve XVIII. yüzyıllarda bu devlet idaresine dair eser kaleme alanlar da narh
konusuna temas etmişlerdir. Hezarfen Hüseyin Efendi gerek Tenkıh-ı Tevârih-i Mülûk, gerekse
Telhîsü’l-beyân fi Kavânin Âl-i Osman’ında Fusûlü’I-hall ve’l-’akd’ın narhla ilgili kısmını
aynen aktarmıştır.
Tevkiî Abdurrahman Paşa’nın adıyla anılan Kanûnnâme’de ise, sadrazamın vazifeleri
arasında, «ahyânen kol dolaşmak ve narhı yoklamak» dan başka, çarşamba Dîvânından sonra
kola çıkış tertip ve şekline de yer verilmiş; ayrıca «Kanûn-ı narh» adıyla bir fasıl açılarak
esnafın, fiyatları normalin üstüne çıkararak halkı zarara sokmaları halinde, padişahın narh tayin
etmesi gerektiği; bunun için önce sadrazamın, tarafsız ehl-i vukufla görüşmeler yaparak alıcı
ve satıcıdan herhangi birini zarara sokmamak şartıyla yiyecek v.s. ihtiyaç maddelerine narh
konmak üzere kadı veya meclise hitaben ferman göndermesi, onların da ferman gereğince narh
koyduktan sonra tatbikatıyla da meşgul olup uymayanları cezalandırmaları icap ettiği
belirtilmiştir.
Kanûnnâme’de, narhın herkesi ilgilendiren bir mesele olması dolayısıyla ferman
çıkmadıkça fiyatların yükseltilip düşürülemeyeceği, ayrıca, her iki halde de çok ihtiyatlı hareket
edilmesi ve halkın zarara uğraması söz konusu olmadığı takdirde narh hususunda ferman
çıkarılmaması, fermanın ise «bî-garaz ehl-i vukufla müşavere» olunduktan sonra verilmesi
üzerinde özellikle durulmaktadır.
Narh söz konusu edilirken, bütün eserlerde ortak nokta malı halka sadece tayin olunan
fiyattan satmak değildir. Bununla birlikte üretilen malın kalitesinin de bozulmaması lâzım
geldiği hususuna muhakkak dikkat çekilmektedir. San’atına hile katan, fiyata riâyet etmekle
beraber gramajı düşüren veya özellikle ekmeği çiğ çıkaranların affedilmeyip cezalandırılmaları
gerektiğine de temas olunmakta ve halkın huzur içinde yaşayabilmesini temin eden şartlardan
birinin çarşı-pazarın intizamına bağlı bulunduğu keyfiyetinin eski kanunnâmelerde de yer
aldığına işaret edilmektedir.
XVIII. yüzyılda birkaç defa defterdarlık makamına getirilmiş olan Sarı Mehmed Paşa
da gerek Nesâyihü’l-vüzerâ ve’l-ümerâ, gerekse Zübde-i Vekayi’ât adlı eserlerinde narh
konusuna temas etmiştir. Nesâyihü’l-vüzerâ’daki bahis hemen hemen Fusûlü’l-hall’in aynıdır.
187
Zübde-i Vekayi’ât’da ise, «Sadrazamın narh hususunda âdem-i itibârları zikrindedir» başlığı
altında Köprülüzâde Fâzıl Mustafa Paşa’nın narh taraftarı olmadığı, yakınlarından bu konuda
kendisini ikaz edenlere ise «ahvâl-i narh, kitablarda musarrah değildir. Herkese lâzım olan
me’kûlât ü meşrubat u melbûsât her ne ise bâyi’inden rızâlarıyla iştira eylesünler» diyerek
fiyatların teşekkülünü serbest bıraktığını, bunu gören esnafın, mallarını istedikleri fiyattan
sattıklarını, İstanbul halkının şikâyetlerinin dinlenmemesinin ise zaruret içinde olanların
sayılarını arttırdığını, Fâzıl Mustafa Paşa’nın ölümünden sonra da bu durumu devam ettirmek
isteyen esnafı, narh fiyatından satmağa alıştırmanın hâkimler için hayli güç olduğunu ifade
etmiştir. Devamında ise, narhla ilgili olarak sadrazamın yapmakla görevli bulunduğu şeyleri,
kendisinden önceki müelliflerdekileri tekrarlayarak, sıralamaktadır.
Bozulan devlet düzeninin eski haline getirilebilmesi için ne gibi tedbirlerin alınması
gerekeceğine dâir IV. Murad’a sunduğu lâyihalarıyla şöhret yapan Koçi Bey, devlet işlerinden
habersiz bulunan Sultan İbrahim’e, öğretici ve yol gösterici mahiyette kaleme aldığı
risalelerinden birinde, narhın ne olduğu ve nasıl verileceğini şöyle izah etmiştir.
«Benim Saâdetlü Hünkârım, narh dedikleri, vezir kulun emreder ki, kasaplar koyun
etinin vakıyyesin on akçeye satsınlar, buğdayın kilesin altmış akçeye ve pirincin kilesin elli
akçeye. Her ne kadar şehir içinde alınur ve satılur var ise bahasın tayin ettiklerinden narh verildi
derler!»
«Benim Devletlü Hünkârım, her kaça murâd-ı hümâyûnunuz olsa bir nesne ferman
buyurmak, böylece hatt-ı şerif yazasız, Sen ki vezîr-i azamsın, kasablara tenbîh edesin oniki
akçayı narh veresin, şöyle bilesün. Böylece bir esbabın bahâsın tâyin buyurmağa narh derler»
Görüldüğü gibi, Osmanlılarda narh müessesesine çok önem verilmiş, narhın kontrolü
sadrazamın vazifelerinden sayılmış; prensip olarak narhın karşısında bulunanlar ise tenkit
edilmişlerdir. Bu sebepledir ki kurum XIX. asrın ortalarına kadar mevcudiyetini korumuştur.
Dostları ilə paylaş: |