Hulefa-İ Raşidin Ve Muarızları :
70
[70]
Buharı, Sulh: 9; Fedailu Aslıabi'n-Nebi: 22; Fiten: 20. Ebu Davud, Sünnet: 12; Tirmizi, Menakib: 30.
71
[71]
İbn-i Teymiyye, Ashab,ı Kiram, Tevhid yayınları: 43-45.
35
Dört Raşid halife, kıble ehlinden İslam'a mensup bazı kimselerin
düşmanlık, lanet, kin ve tekfirlerine maruz kalmışlardır. Diğer
gruplar hariç Rafıziler. Ebu Bekir ve Ömer'e kin beslemekte,
onlara lanet okumakta I ar. Bu nedenledir ki İmam Ahmed'e
Rafızilerin kimler olduğu sorulduğunda: "Ebu Bekir ve Ömer'e
şovenlerdir."' karşılığını vermiştir. Rafızilik ismi buradan gelir.
Zeyd b. Ali. Ebu Bekir ve Ömer'i reddettiklerinden dolayı Rafıziler
ismini aldıkları da söylenmektedir,
Rafıziliğin temeli, münafıklarla zındıklardır. Rafıziliği ilk ortaya
koyan, zındık îbn Sebe'dir. İmamet ve hakkında nass bulunduğu
iddiasıyla Ali (r.a.) konusunda aşırılığa sapmış masum olduğunu
ileri sürmüştür. Temeli nifaka dayandığı içindir ki seleften bazısı:
"Ebu Bekir ve Ömer'i sevmek iman. onlara buğz beslemek nifaktır.
Haşimoğulla-rını sevmek iman, onlara buğz beslemek nifaktır."
demiştir.
Abdullah b. Mes'ud şöyle demiştir:
"Ebu Bekir ve Ömer'i sevmek , onların üstünlüğünü tanımak
sünnettendir." Yani Rasulullah'm (s.a.v.) emrettiği şeriatındandir.
Çünkü Rasulullah (s.a.v.):
"Benden sonra şu iki kişiye: "Ebu Bekir ye Ömer'e uyun,"
buyurmuştur.
72[72]
Bu sebeple, onların, sonrakilere üstünlüklerini tanımak. tereddüt
gösterilmesi caiz olmayan bir vaciptir. Oysa Osman ile Ali'nin
durumu böyle değildir. Hangisinin daha üstün olduğunda tevakkuf
etmenin caiz olup-olmadığı konusunda iki görüş vardır.
Aynı şekilde Ali'nin Osman'dan üstün olduğu görüşüne varmanın
caiz olup olmadığı konusunda da iki rivayet vardır.
Birine göre caiz değildir. Kim Ali'yi Osman'dan üstün tutarsa
Sünnet'ten çıkıp bidate girmiş olur. Çünkü bu hareketiyle
sahabenin icmama ters düşmüştür. Bu nedenledir ki:
"Ali'yi Osman'a takdim eden Muhacir ve Ensar'in değerini
küçültmüş olur" denilmiştir. Bu görüş birçok kişiden rivayet
edilmiştir, Eyubes-Sahtiyani, Ahmed b. Hanbel ve Da-rekutni
bunlardandır.
İkinci görüşe göre ise. Osman ile Ali'nin durumlarının birbirine
yakın olmaları sebebiyle Ali'yi takdim edene bidat eh-Iindendir
denmez. Çünkü sünnet, şeriattır. Şeriat da Allah ve Rasulu'nün
din olarak ortaya koyduklarıdır. O da vacip veya niüstahab olarak
emrettikleridir. Bunun aksini düşünmek caiz değildir. Ancak
müstahabhğını inkar etmemek kaydıyla müstahabı terketmek
72
[72]
Tirmizi, Menakıh: 16; İbn Mace, Mukaddime: I I. 46
36
caizdir. Müstehablığmı bilmek ise. farz-ı kifayedir. Böylece dinden
hiçbir şeyin kaybolmaması sağlanmış olmaktadır. Ebu Bekir ve
Ömer'e tabi olmanın ve onları diğer sahabeden üstün tutmanın
vücubiyetine dair şer'İ deliller mevcut olduğuna göre bunu
terketmek caiz değildir.
Osman'a fr.a.) gelince. Rafızilerin yanında Zeydi Şiiler-le
Haricilerden bir grup da ona kin beslemiş, oha sövmüş ya da onu
tekfir etmiştir.
Ali'ye (r.a.) gelince. Haricilerle Ümeyyeoğullan'ndanpek çoğu ve
ona karşı savaşanlardan Ümeyyeoğulian'nm taraftarları ona kin
beslemiş, ona sövmüş veya onu tekfir etmişlerdir. Hariciler Osman
(r.a.) ve Ali'yi tekfir etmekle de kaîmaz saif Cemaat Ehlini de
tekfir ederler.
Hakem olayından sonraki Ali (r.a,) taraftarlarıyla Muavi-ye (r.a.)
taraftarlarına
gelince,
onların
birbirlerine
karşı
tavırları
karşılıklıydı. Karşılıklı olarak birbirlerine lanet okuyor ya da
birbirlerini tekfir ediyorlardı. Ancak Ali'nin fr.a.) taraftarları ne Ebu
Bekir ve Ömer'e.diJ uzatıyorlardı, ne de Ali'yi (r.a.) onlardan üstün
tutan vardı. Hatta Osman'ın (r.a.) aleyhinde konuşmak bile
aralarında yaygın değildi. Biri aleyhinde konuştu mu, diğeri onu
savunuyordu.
Aynı şekilde Ali'yi (r.a.) Osman'dan (r.a,) üstün tutmak da
aralarında yaygın değildi. Ali'ye (r.a.) dil uzatmak ise,
Muaviye'nin (r.a.) taraftarları arasında yaygındı. Bu nedenledir ki
Ali ve taraftarları, Muaviye taraftarlarından daha haklı ve hakka
daha yakın idiler. Nitekim Buhari ve Müslim, Ebu Said'den
RasuIullalVın (s.a.v.) şöyle buyurduğunu nakletmişlerdir:
"Müslümanlar tefrikaya düştüklerinde onlardan bir fırka (dinden)
çıkacak ve iki gruptan daha haklı olanı bu fırkayı öldürecektir.
73[73]
Yine sahih bir rivayette:
İki gruptan hakka daha yakın olanı onları Öldürecek. denmektedir.
Ali'nin fr.a.) hilafeti ve ona karşı savaşanların durumu:
Ali'ye (r.a.) dil uzatmak ve ona lanet okumak bağifik olup bunu
yapan grup " et-taifetu'1-bağiye" diye isimlendirilmiştir. Nitekim
Buhari, "Sahihinde Halil el-Hiza'dan İkri-me'nin şöyle dediğini
nakletmektedir: İbn Abbas bana ve oğlu Ali'ye:
"Ebu Sairi"e gidin ve onun söylediklerini dinleyin" dedi. Biz de
gittik, bir duvarın inşaatıyla meşguldü. Entarisini toparladı ve
konuşmaya başladı. Söz nihayet mescidin İnşasına geldi ve: Biz
birer kerpiç taşıyorduk, Arnmar ise ikişer ikişer taşıyordu.
73
[73]
Buharı, Salar: 63, Cihad: 17.
37
Rasulullah (s.a.v.) onun bu halini görünce üzerindeki tozu
silkeleyerek şöyle buyurdu;
"Vah vah, ya Ammar! Onu baği bir grup öldürecek. Kendisi onları
Cennet'e davet edecek, onlar ise onu Ce-hennem'e davet
edecekler.
Ebu Said dedi ki: Ammar: "Fitnelerden Allah'a sığınının" dedi.
Aynı rivayeti Müslim yine Ebu Said'den nakletmiştir. Söz konusu
rivayette Ebu Said şöyle elemektedir:
"Benden daha hayırlı olan Ebu Katade bana haber verdi ki:
Ammar hendek kazarken Rasulullah (s.a.v.) yanma gidip
Ammar'ın başını silmiş ve:
"Vah vah, ey Sümeyye'nin oğlu, onu baği bir grup öl-
dürecektir.
74[74]
Müslim aynı konuyu Ümmü Seleme'den de nakletmiştir. Bu
rivayeti Ümmü Seleme, Rasulullah (s.a.v.)'ın:
"Ammar'ı baği bir grup öldürecektir.
75[75]
buyurduğunu
nakletmektedir.
Bu rivayet de Ali'nin (r.a.) hilafetinin sıhhatına. ona itaatin
vücubuna, ona itaat etmeye davet edenin Ceıınet'e. onunla
savaşmaya davet edenin ise velevki müteevvil olsun- Cehennem e
davet ettiğine, ayrıca Ali'yle (r.a.) saj vaşmanın caiz olmadığına
delildir. Bana göre ona karşı savaşan kişi. ister müteevvil olsun,
ister tevilsiz baği olsun hata içerisindedir. Mezhep alimlerimizin iki
görüşünden essah olanı budur. Mütevvil bağilerle savaşmayı buna
dayandıran fıkıh imamlarının görüşü de budur.
Mesela İmam Şafii. Ali'nin (r.a.) davranışından hareketle mütevvil
bağilerle savaşılacağı görüşündedir. Hatta Yahya b. Main'in,
Şafii'nin bu görüşüne karşı çıkarak:
"Talha ile Zübeyr'i baği mi sayıyor?1'demesi üzerine İmam Ahmed
b. Haribel:
"Bu konuda başka bir kaide koymaya bir yetkisi mi vardı ki"
diyerek Şafii'yi savunmuştur. İbn Hanbel bu sözüyle şunu demek
istiyordu: Bağilerle savaş konusunda Ali'nin (r.a.) davaranışmı
kendisine rehber edinmeseycli Raşid Halifelerin sünnetinden başka
bir dayanağı olmazdı.
İkinci görüş ise, "hermüetehid isabet eder" görüşüne binaen her
iki taraf da isabet etmiştir. Mutezile ve Eşarilerden bir grup kelam
ehlinin görüşübudur.
Bu meselede üçüncü bir görüş vardır ki, o da: İsabet eden bir
taraftır ama şu taraftır şeklinde ayniyle tesbit mümkün değildir.
74
[74]
Buhari, Salat: 63, Müslim, Fiten: 70, Tirimizi, Menakıb: 34, Ahmed: 2/161, 164.
75
[75]
Müslim, Fiten: 70
38
İbn Hamid ve Kadı ile başkaları bu üç görüşü zikretmişlerdir. Bu
son görüş, Basra alimleriyle hadis ehli bir de her ikisi de imamdı
ve bir anda iki halifenin mevcudiyeti caizdir diyen kelam ehlinden
Keramiye'nin, Ali'nin (r.a.) hilafeti konusunda tevakkuf edenlerin
görüşüne benziyor.
Lakin Ahmed b. Hanbel'den nakledilen Ali'nin (r.a.) hilafetinde
tevakkuf ecfenin bidat ehlinden olduğu şeklindedir. Hatta tevakkuf
eden kimsenin, kendi eşeğinden daha aptal olduğunu söylemiş ve
onunla ilişkinin kesilmesini emrederek onunla evlenilrnesini de
yasaklamıştır. Ne Ahmed, ne de başka bir Ehl-i Sünnet imamı
Ali'nin (r.a.) daha haklı olduğu hususunda ne tereddüt göstermiş
ne de bu konuda bir şüpheleri olmuştur. Ayniyle değil de onlardan
birinin isabet etmiş olduğunu söylemek Ali'den (r.a.) başkasının
daha haklı olabileceğini caiz görmek neticesini doğurur ki bunu,
müteevvil de olsa ancak sapık bir bidatçi. ya da bir nevi Nasibeliği
bulunan biri söyler. Fakat kimileri, taraflardan bilinin hatalı
olduğunu söylemekten, ya da sahabe arasındaki anlaşmazlıklarda
herhangi bir görüş belirtmekten imtina etme kabilinden susabilir.
Aslında bu görüş de, her iki tara^ fm isabet ettiğini söyleyen
görüşe benzemektedir.
Sünnet imamları ile hadis ehli, diğer tarafı zalim ve baği olmakla
niteleme hususunda şüpheye düşmüş olsalar bile Ali'nin (r.a.)
daha haklı ya da hakka daha yakın olduğu konusunda hiçbir
şüpheye düşmemişlerdir. Nitekim Naslar da Ali'nin (r.a.) bu
durumuna işaret etmektedir. Ammar'la ilgili hadise dayanarak
karşı tarafı zalim veya baği olarak niteleyen ise, bu konuda içtihad
edeni tevil ehlinden saymıştır.
Geriye şöyle denilmesi kalıyor: Allah, baği grupla savaşmayı
emretmiştir. Böylece savaşta Ali'nin (r.a.) yanında yer almış
olmak vacip oluyor. Savaşa karışmayanlar ise Sa'd, Zeyd, İbn
Ömer, Üsame, Muhammed b. Mesleme, Ebu Bekre gibi sahabenin
ileri gelenleridir. Bunlar Rasulullah (s.a.v)'m fitne zamanlarında
savaşa katılmamaya dair tavsiyeleriyle:
"O fitne esnasında oturan ayaktakinden, ayakta duran yürüyenden
ve yürüyjen savaşı alevlendirenden daha hayırlıdır.
76[76]
"O zaman dinini fitnelerden korumak için müslüma-nın en hayırlı
malı neredeyse dağların tepelerinde ve bulutlara dokundukları
yerlerdeki koyun sürüsü olacaktır.
77[77]
söyleri ve fitne esnasında
76
[76]
Buhar, Fiten: 9; Menakıb: 25; Müslim, Filen: 10;
Ebu Davud, Fiten: 2; Tirmizi, Fiten: 29; İbn Mace, Fiten: 10.
77
[77]
Buharı, tman: 12; Fiten: 14; Ebu Davud, Fiten: 4.
39
kılıcı olanın:
"Tahtadan bir kılıç edinmesine.
78[78]
dair emrini rivayet ederler.
Yine Ali'nin (r.a.) yanında savaşmaya gitmek üzere olan Ahnef b.
Kays'e Ebu Bekre'nin naklettiği Rasulullah'ın (s.a.v):
"İki müslüman kılıçlarıyla karşı karşıya geldiklerinde öldüren de,
öldürülen de Cehennem'dedir.
79[79]
sözünü delil olarak ileri
sürerler. Aynı şekilde Rasululiah'm (s.a.v.):
"Benden sonra bir kısmınız, bir kısmının boynunu vuran kafirler
olmayın.
80[80]
sözü de buna delildir. Hadis ehli ile Sünnet
imamlarının hepsi bu görüştedir.
Hatta: Alimlerimizin Ali de (r.a.) savaşa girmeseydi kendisi için
daha iyi olurdu dedikleri nakledilmiştir. Zaten
Ali'nin (r.a.) kendisinin savaş aleyhinde konuşması, müte-reddid
tavırlara girmesi ve oğlu Hasan’ıh:
''Seni sakındırmamış mıydım babacığım!" demesi ve kendisinin
de: "Allah için, Sa'd b. Malik ve Abdullah b. Ömer'in makamları ne
güzeldir. Eğer o makam iyilik ise. mükafatı ne büyüktür! Ama
günah ise. hatası ne küçüktür!" karşılığını vermesinden de açıkça
anlaşılmaktadır.
Bütün bunlar ona itaatin vücubıına ters şeylerdir. Bu sebeple
İmam Ahmed'in Ali'yi (r.a.) dördüncü halife saymaması
gerektiğine bunu delil göstermişlerdir. O bu görüşünü izhar edince
kimileri ona: "Eğer itaati vacip bir imam olduğunu söylüyorsan,
bunda Talha ve Zübeyr'e dil uzatma vardır. Çünkü onlar ona itaat
etmemiş aksine, ona karşı savaşmışlardır" demiştir Bunun üzerine
İmam Ahmed:
"Savaşları beni ilgilendirmiyor 'karşılığı vermiştir. Yani. Ali'nin
(r.a.) kardeşleriyle aralarındaki anlaşmazlıklar benim işim değil.
Çünkü onların kendi aralarında ictihad ve yorumları var ki onlar hu
konularda benden ehildirler. Ayrıca bu gibi şeyler beni ilgilendiren
ilim meselelerinden değil ki. herbirinin durumunun hakikatini
bileyim. Aslında ben onlara mağfiret dilemek, kalbimi onlara karşı
temiz tutmak, onları, sevmek ve onlara dost olmakla
emrolunmuşum. Hem onların iyilik rve fazilette Öyle öncelikleri
var ki bir çırpıda tutulup atılamaz. Ancak şunu da belirtmeliyim ki;
Osman'a (r.a.) itaat ve ona yardımcı olmada geri duranlar ve
birtakım tevillerle ona muhalefet edenlerin muhalefeti her ne
kadar daha ehven i'diyse de. Osman'ın (r.a.-) hilafeti son günleri-
ne kadarna'sıl sabit idiyse Ali'nin (r.a.) hilafet ve imamlığına,
78
[78]
Tirmizi, Fiten: 33; İbn Mace, Fiten: 10.
79
[79]
Buharı, İman: 22; Fiten: 10; Müslim, Fiten: 14.
80
[80]
Buharı, İlim: 43; Fiten: 8; Ebu Davud, Sünnet: 15.
40
inanmak ta nas ile sabit bir husus olup bazı zatlar'onu ter-ketmiş
olsa bile, uyulması vaciptir.
Selef ve halefin farklı görüşler ileri sürdükleri konu işte budur.
Onlardan bir kısmı. Ali'nin (r.a.) yanında yer almanın vacib
olduğunu söylemektedir. Nitekim yanında yer
alıp savaşa katılanların görüşü buydu. Bağilerle savaş konusunda
eser veren kelam ve rey ehlinden bir çoğunun görüşü de budur.
Bu eserlerinde Ali'nin (r.a.) yanında savaşmanın, ona itaat
etmenin ve bağilerle savaşmanın vacip olduğunu söylemekte!er.
Bu şekilde bir görüşün tanzimini önce Küfe fakihieri başlatmış ve
başkaları da onları izlemişlerdir.
Diğerleri ise şöyle diyorlar: Aksine, fitne dönemlerinde savaştan
kaçınılır. Nitekim bu hususu ifade eden pek çok meşhur nass
vardır. Savaşa katılmayanlar da bunlara dayanmışlardır.
Rasulullah (s.a.v.):
"Fitne esnasında savaşa katılmamak daha hayırlıdır.
81[81]
"Fitnelerden kaçmak için dağ haslarında koyun gütmek, fitne
esnasında savaşmaktan hayırlıdır.
82[82]
buyurmaktadır.
Yine fitne esnasında sahabeden bazısına savaşa katılmamalarını
tavsiye etmiş, odundan bir kılıç edinmelerini emretmiştir. Ayrıca
Ali'nin (r.a.) kendisi de, savaşa katılmayanları kınamamış, hatta
sonuçta bazen onlara imrenmiştir.
İşte bu nasslar sebebiyledir ki: "Ali (r.a.) savaşa katılma-saydı
daha iyi olurdu" görüşünde alimlerimiz ittifak etmişlerdir. Çünkü
nasslar, fitne esnasında oturanın, ayaktakine ve savaştan uzak
durmaya, ona katılmayı tercih etmiştir. Onlar şöyle demişlerdir:
"Bir işin üstünlüğü, sonucunun üstünlüğüyle belli olur." Şüphesiz,
karşı taraf savaşı başlatma-saydı, Ali'de (r.a.) karşılık vermemiş
olsaydı, itaatinden dışarı çıkmaları gibi birçok şey patlak vermezdi.
Ne var ki, savaşla uğranılan belalar aitmiş, kan dökülmüş, kalpler
birbirlerinden daha da uzaklaşmış. Hariciler ona karşı çıkmış.
hakemlerkarar vermiş; öyle ki Ali'nin (r.a.) karşıtı Emirü'l-
Mü'rmnîp diye adlandırılmış; savaştan önce mevcut olmayan bir
çok bozukluk ortaya çıkmış ve savaşla da belirgin bir maslahat
ortaya çıkmamıştır.
Bu da, savaşa girilmemiş olsaydı, daha iyi olurdu görüşünün tercih
edilmesine delildir. Amellerin faziletleri, sonuçlarıyla anlaşılır.
Kur'an, ancak savaş vukubulduktan sonra baği grupla
savaşıimasını öngörmektedir. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:
"Eğer inananlardan iki grup vuruşurlarsa onların arasını düzeltin;
81
[81]
Ahmed: 6/419.
82
[82]
Buliari.îman; 12; Rten: 14; Ebu Davud, Filen: 4;
41
şayet biri ötekine saldırırsa Allah'ın buyruğuna dönünceye kadar
saldıran tarafla vuruşun. (Allah'ın buyruğuna) dönerse artık
adaletle onların arasını düzeltin ve adil olun. Allah adalet (le
haraket) edenleri sever." (Hucurat: 49/9)
Görüldüğü gibi Allah'u Teala henüz işin başında iki gruptan biriyle
savaşmayı emretmiyor. Önce barıştırmayı ve ancak ondan sonra
baği tarafla savaşmayı emrediyor.
Eğer: "Bağilik. savaşın başlangıcını da içerir, savaş sonrasını da"
denecek olursa; cevap olarak denir ki; Ayette, taraflardan birinin
diğeriyle savaşmasına dair bir emir yoktur. Diğer müminlerin baği
tarafla savaşmaları emri vardır. Oysa burada anlatılmak istenen,
Ali'nin (r.a.) savaşmasına dair bir emir olmadığıdır. Aksine
savaşmaması daha iyi olurdu. Ama, savaşılmamış olsaydı daha iyi
davranılmış olurdu denmekle birlikte savaşmasının caiz olması, ya
da işin batini yönünden caiz olmamakla birlikte içtihadına dayana-
rak savaşmışsa, böyle bir durumda baği tarafla savaşmak vacip
mi. yoksa fitne esnasında savaşilmaması mı gerekirdi? Delillerin
çatıştığı nokta işte burasıdır. Kaldı ki, alimler ve mümin
mücahidler Ali (r.a.) ile bağlılarının daha haklı olduklarına ilişkin
içtihadlan ortaya çıktıktan sonra da iki eğilim söz konusu olabilir.
Birincisi: Baği tarafla savaş güç ve imkan şartına bağlıdır. Çünkü
bunlarla savaş, müşrik ve kafirlerle savaşmaktan daha iyi değildir.
Bilindiği gibi müşrik ve kafirlerle savaş bu şaıta bağlı bir husustur.
Bazen meşru maslahat, mal üzere anlaşma ve barış akdedip
anlaşmayla sağlanır. Nitekim Rasu-lullah (s.a.v.) birkaç defa bu
yola başvurmustur. Devlet başkanı, daha güçlü olmanın
gerekliliğine inanır ve bu gücü temin edemezse, savaşmaması
daha yararlıdır.
Söz konusu ettiğimiz savaşın kötülüğünün yararından çok olduğu
görüşüne varan kişi. bu savaşın fitne savaşı olduğunu bilir ve
dolayısıyla bu savaşta imama itaat vacip değildir. Çünkü ona itaat,
ancak emredilende birmasiyetin bulunmadığını nass ile tesbit
ettiği zaman kişiye vaciptir. O halde bu savaşın, terekedilmesi
yapılmasından hayırlı olan bir fitne savaşı olduğunu bilen
açısından, muayyen ve hass bir nasstan sarf-ı nazar ederek ulu'I-
emr'e itaat konusundaki mutlak ve anım bir nassa uyması vacip
değildir. Kaldı ki Yüce Allah, anlaşmazlık esnasında Allah ve
Rasulüne müracaat etmeyi emretmektedir.
Rasulullah'ın (s.a.v.) kendisinden sonra gelecek idarecilerin zulüm
ve azgınlıklarını haber vermesi ve haklarından gelinemeyeceği için
onlarla savaşmaktan sakındırması da buna delildir. Çünkü böyle
bir savaşın zararı yararından çoktur. Nitekim İslam'uruk
42
döneminde de müslümanlar savaşmaktan menedilmişlerdi. Yüce
Allah bu hususu şu ayetinde dile getirmiştir:
"Kendilerine: Ellerini (savaştan) çekin denilenleri görmedin mi?"
(Nisa: 4/77)
Rasuluüah ve ashabı Allah'ın emri gelinceye kadar müşrik ve
münafıkların eziyetlerine karşı sabretmek, onları affetmek ve
müsamahacı olmakla emredilmişlerdi.
İkinci veçhe gelince: Yeni bir imam tayin ederek ona Emîrü'l-
Mü'minin ismini verme, hak imamı lanetleme ve benzeri
davranışlarından dolay o esnada baği olmuşlardı. Bunun kendisi
bağiliktir. Oysa savaş çıktıktan sonra bağligin ortaya çıkması
bundan farklıdır. Evet, savaş bir fitne idi. Yüce Allah müminlerden
iki grubun savaşmasını söz konusu ettikten sonra:
"Onlardan biri diğerine haksızlık ederse." buyurmaktadır. Savaşın
taraflardan biri haddi aşınca savaşmayı emrettiğine göre, savaşan
taraflardan birinin bir durumda baği olurken başka bir'durumda
olmayabileceğine işaret etmektedir.
Buna göre fitne esnasında savaştan uzak durmayı ifade eden
nasslar, bağilik söz konusu olmazdan önceki durumu içerirler.
Böylece Ali'nin (r.a.) yanında savaşa katılmak vacipti. Çünkü
savaştan Önce karşı taraf baği olmuştu. İbn Ömer'in rivayeti de
buna göre\tevil edilir. O, zaman, yani hakem olayı, teşayyu'
(Şiileşme) ve'bağiliğin zuhurundan sonra Ali (r.a.) onlarla
savaşmadı ve taraftarları da savaş konusunda kendisine itaat
etmedi. İşte o zamandan itibaren, vacip olduğu halde savaşı
terketmel erinden dolayı taraftarları kınandı ve o zaman Şia ismini
aldılar. O vakit itaati vacip imama yani Emirü'l-Mü'minin AH b.
EbiTalib'e karşı çıkmalarından dolayı kınandılar. Vacip olan
yardıma yanaşmamaları sebebiyle de batıl ve zulüm ehli oldular.
Çünkü batıl ve zulüm ehli olmak, bazen hakkı terketmekten,
bazen de hakka saldırmaktan dolayı olur.
İşte o zaman Muaviye ile birlikte olan Osman (r.a.) taraftarları
Ali'nin (r.a,) taraftarlarından üstün duruma geçtiler. Bu sebeple de
onlara galip geldiler. Yine bu sebeple Ra-sulullah (s.a.v.):
"Ümmtimden bir taife daima muhaliflerine galip gelecektir.
83[83]
buyurmuştur. Muaviye de bunu kendisine delil olarak ileri
sürmüştür. Ayrıca Malik b. Yuhamir, Muaz b. Cebel"den nakille bu
grubun Şam'da olduğunu söylemeye kalkışmıştır. Ali (r.a.). Raşid
halifelerdendir. Muaviye ise, meliklerin ilkidir. O halde mesele bu
cinsten olup zorba hükümdarların adalet ehliyle savaşması ve
83
[83]
Buharı İtisam: 10. Müsüm, İman: 247, Ebu Davud Fİten: I, Tinnizi Filen: 27,
43
Raşid halifelerin siretlerine ittibâ meselesidir. İnsanların pek çoğu
meseleye bu aceleci tavırla yaklaşmaktadır. Çünkü bunda adaleti
ayakta tutmanın gerçekleştiğine inanıyor. Halbuki bunun imkan
dışı olduğunu ve zararının, yararından çok olduğunu bilmiyorlar.
İşte bu sebeple hadis ehlinin görüşü; baği meliklerle savaşa
girmemek ve zulümlerine sabretmek şeklindedir. Ta ki iyi kimseye
zarar gelmesin, başka bir ifadeyle facirin zararından korunulsuıı.
Belki de bu. henüz işin başında Kur'an'ın savaşı emretmemesinin
sırlarındandır; ancak iki grubun savaşa tutuşmalarından ve onları
barıştırma girişiminden sonra haksızlık eden tarafla savaşmayı
emretmiştir. Heva ehlinden iki grup savaşacak olursa -mesela
Kays ve Yemenlilerin savaşmaları gibi, çünkü ayet buna benzer bir
olay üzere İnmiştir- Önce onları barıştırmak gerekir. Barış
sağlanamadığı takdirde sultanın ve müslümanlamı haksız tarafla
savaşmaları vacip olur. Çünkü onların buna güçleri vardır. Vacip
olması, onların buna güçlen yettiği içindir. İşte bu, henüz işin
başında sözle müdahalenin rüchani yetini ortaya koymaktadır.
Birinci durumda ne savaşmak için güç yeterlidir, ne de bağilik
apaçık bir şekilde ortaya çıkmıştır. İkinci durumda ise bağilik
ortaya çıkmış ve güç yetmeme durumu daha da artmıştır.
Meseleye mutlak olarak bakıldığında daha haklı ve hakka daha
yakın tarafın Ali'nin (r.a.) tarafı olduğumla şüphe yoktur. Karşı
taraf ise, yukarıda naklettiğimiz Ebu Said hadisinden de anlaşıldığı
gibi baği olmakla nitelenmiştir.
Muaviye (r.a.). Muğire ve başkaları Şam grubunun Muaviye
taraftarlarının- rüçhaniyetine, Buhari ve Müslim'de geçen şu
rivayeti delil olarak ileri sürmüşlerdir. Bu rivayette Rasulullah
(s.a.v.) şöyle buyurmaktadır:
"Ümmetimden her zaman için Allah'ın emrini ayakta tutacak bir
grup bulunacaktır. Kıyamet kopuncaya kadar da ona muhalefet
edenin ve onların yardımına koşmayanın bu gruba bir zararı
olmayacaktır.
84[84]
Bu rivayet söz konusu edildiğinde Malik b. Yulıamir ayağa kalkmış
ve:
"Bu grubun Şam'da olacağını Muaz b. Cebel'den duydum"
demiştir. Bunun üzerine Muaviye:
'işte Malik b. Yuhamir, Muaz'ın: "O grubun Şam'da olduklarım''
söylediğini bizzat duymuş" demiştir. Buhari ve Müslim'de
Muaviye'nin (r,a.) hadisi budur. Muğire b. Şu'be'nin naklettiği
hadis te buna benzerdir. Söz konusu hadiste Rasulullah (s.a.v.)
84
[84]
Buhari, t'tisam: 10; Müslim, İman: 247.
44
şöyle buyurmaktadır:
"Allah emri gelip kıyamet kopuncaya kadar ümmetimden bir grub
taife hak üzere olacaklardır.
85[85]
Bu rivayetlerde Şam halkının rüchaniyetine iki vecihten delil
bulunduğunu ileri sürerler:
Birincisi: Savaş ve fitneden sonra galip gelen ve iktidarı ele
geçirenler kendileridir. Nitekim Rasulullah (s.a.v.) muhaliflerinin
kendilerine zarar vermeyeceğini belirtmiştir. Bu, ümmet içerisinde
hakkı ayakta tutan tarafın galip gelen taraf olmasını
gerektirmektedir. Böylece galip geldiklerine göre hak ehli kendileri
olmuş oluyor.
İkincisi: Nasslar, -mesela Muaz'ın sözü gibi- haklı tarafın Şam'da
olduklarını belirtmiştir.
Yine
Müslim'in
Ebu Hüreyre'den
naklettiğine göre Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
"Garp ehli daima galip gelecekler.
86[86]
İmam Ahmed garb ehlinden maksadın Şam halkı olduğunu
söylemiştir. Çünkü Rasulullah (s.a.v.) Medine'de ikamet ediyordu
ve Medine'nin batısına düşeni batı, doğusuna düşeni de doğu
olarak isimlendiriyordu. Necd halkı ile onların doğusund akil erini
de Meşrik halkı olarak isimlendiriyordu. Nitekim fbn Ömer: Meşrik
ehlinden iki kişi gelmişlerdi, birer konuşma yaptıklarında
Rasulullah (s.a.v.):
"Güzel konuşmanın Öylesi var ki, sihirdir.
87[87]
buyurdu, demiştir.
Rasulullah'ın (s.a.v.) kötülüğün aslının meşrik (doğu) olduğunu
söylediğine dair pek çok rivayet vardır. Doğu tarafına işaret
ederek:
"Fitne buradadır, fitne buradadır.
88[88]
"Küfrün başı doğu tarafıdır.
89[89]
sözü ve benzeri sözlerinde olduğu
gibi. Böylece ümmetinden hakkı ayakta tutan galip grubun
mağribte, yani Şam ve Şam'ın batısında bulunanlar olduğunu,
fitne ve küfılin başının ise doğuda olduğunu haber vermiştir.
Medine halkı, Şam halkını, "Mağrib ehli" diye isimlendirmektedir.
Evzai için: "Mağrib ehlinin imamı", Süfyan es-Sevri ve benzerleri
için de: "O. meş-riklidir ve meşrik ehlinin imamıdır" diyorlardı.
Çünkü Medine açısından Fırat'a kadar uzanan yerler batı, Mekke
açısından ise Harran, Rakke ve civarı batıdır. Bu nedenle de rükni
Sami'ye yönelmeleri ve kutb-i Sami'yi arkalarına almaları
anlamında kıbleleri en mutedil yöre halkı buralardır. Ne Irak halkı
85
[85]
Buhari, frisam: 1 0, Menakıb: 28, Müslim, îmare: 171, 174.
86
[86]
Müslim îmare: 177.
87
[87]
Buharı Tib: 51, Nikah: 47, Müslim Cuma: 47, Ebıı Davud Edeb: 86.
88
[88]
Bıılıari Talak: 24, Fiten: 16, Müslim Fiten: 50, Tirmizi Filen: 79.
89
[89]
Müslim İman: 86, Buharı Bedıful-Halk: 15, Tirmizi, Fiten: 71.
45
gibi sağ tarafa, ne de Şam halkı gibi sol tarafa meylederler.
Dediler ki: Eğer bu nasslar ümmetinden hakkı ayakta tutan ve
muhalefet edenle imdadına koşmayanın kendisine zarar vermediği
grubun Şam halkı olduğuna delalet ediyorsa,
"Ammar'i baği grup öldürecektir" ve: "Hakka daha yakın olanı
onları öldürecektir" .sözleriyle çelişiyor demektir. Her iki tarafı eşit
ve isabet etmiş kabul eden, ya da taraflardan birini tercihe
yanaşmayanların delillerinden biri de budur. Doğruya daha yakın
görüleni de budur. Onlardan bir kısmı, bunları diğerlerine karşı
delil olarak ileri sü'rmüşler-sede, itibar edilir bir görüş olmayıp
Masibe'nin görüşlerin-dendir. Şia ve Rafizilerin görüşlerinin karşı
yönde bir benzeridir. Aslında bunlar neva ehlidir, bizler ise. ilim ve
adalet ehlini muhatap alıyoruz.
Ama kuşkusuz bu nassların arasının cemedilip uzlaştırılması
gerekir. Şöyle ki:
Dostları ilə paylaş: |