Ayələrin Tərcüməs(n)i



Yüklə 6,43 Mb.
səhifə36/60
tarix28.03.2017
ölçüsü6,43 Mb.
#12706
1   ...   32   33   34   35   36   37   38   39   ...   60
ın kimliği ilə erkek kimliğinin karşılaştırılması.

2- Kadının toplumsal dengedeki yeri. İnsanlık bağlamında, kadının hayat üzerindeki etkinliğinin oranını bilmek açısından önemlidir.

3- Kadın hakları və kadınlar üçün konulmuş yasalar.

4- Kadınlara ilişkin hükümlerin dayandığı temel.

İslamın bu hususlarla ilgili görüşlerini incelerken, İslamın doğuşundan önce, kadının yaşadığı tarihsel sürecin nə olduğunu, gayrimüslim toplumlardan günümüzün uygar və uygar olmayan toplumlarına kadar kadının nasıl bir muamele gördüğünü araştırmak gerekir.

Kitabımızın kapsamını çox zorlayacak olmasına karşın, meselenin daha yaxşı kavranması üçün, bu hususlara bir parça değinme gereğini duyuyoruz.

İlkel Toplumlarda Kadın

Afrika, Avustralya, Büyük okyanusun meskun adalarında və Amerika kıtasında yaşayan ilkel kabile və topluluklar arasında, erkeğe göre kadın, insana göre evcil bir hayvan gibi algılanıyordu.

İnsanoğlu, kullanma içgüdüsünden hareketle, hayvanlara sahip olma, onları dilediği gibi kullanma və istediği ihtiyacını giderme hakkını görmektedir kendisinde. Bu gerekçeyle evcil hayvanların yünlerinden, kıllarından, etlerinden, kemiklerinden, derilerinden, sütlerinden yararlanır. Onları ağıllarda korur, besler. Çiftleştirir, yavrusundan istifade edər. Taşımada kullanır. Tarla sürer. Avcılıkta, onların yeteneklerinden yararlanarak yabani hemcinslerini avlar. Bunun gibi sayılmayacak kadar çox faydası vardır insana.

Bu dilsiz hayvanların hayattan bir beklentileri yoktur. Yiyecek, içecek, barınma, çiftleşme və dinlenme hususunda bir arzuları olmaz. Kendilerine sahip olan insan nə dilerse o olar. İnsan də, ancak hayvanı kullanma hakkına halel gelmeyecek şekilde, onun temel ihtiyaçlarının giderilmesine razı olar.

İnsan-hayvan arasındaki bu ilişki tarzı, çoğu zaman son derece zalimce və çarpık bir görüntü arzeder. Kullanılan hayvan açısından büyük haksızlıklar yaşanır. Əgər hayvan kendi adına karar verme niteliğine və kapasitesine sahip olsaydı, kuşku yox ki, tepkisi çox farklı olacaktı. İnsan-hayvan, ilişkisinin bir sonucu olarak bazı hayvanlar, işledikleri heç bir cinayət/günah olmadığı halde, mazlum konumundadır. Yardıma muhtaçtır, amma yardım edecek kimsesi yoktur. Kimisi zalim konumundadır, amma onu zülmündən alıkoyacak kimse bulunmaz. Bazısı də heç də haqq etmediği halde mutlu bir hayat yaşar. Söz gelimi döl elde etmek üçün beslenen soylu atlar, nimetler içinde lezzetli bir hayat sürdürürler. Bazısı də layiq olmadığı halde mutsuzdur. Yük eşeği və dolap beygiri örneğin.

Hayvanın hayat hakkı də yoktur. Ancak sahip pozisyonundaki insan, ona bir şans tanısa başka. Bir kimse hayvana karşı bir cinayət/günah işlese, ancak sahibi olan insanın malına verdiği zarar açısından sorumlu tutulur.Hayvanın kendisine karşı hər hangi bir sorumluluk taşımaz. Çünkü insanoğlu, hayvanın varlığını kendi varlığının bir uzantısı, hayatını də kendi hayatının bir ayrıntısı, konumunu də asalak bir konum olarak değerlendirir.

Söz konusu ilkel toplum və kabilelerin hayatında, kadın də erkek karşısında böyle bir konumdaydı. Onunkisi əsl olmayan bir hayattı. Onlara göre kadın erkek üçün yaratılmıştır. Bu kadar kesin və mutlaktı değerlendirmeleri: Kadın varlık və hayat olarak onlara tabiydi. Bağımsız bir hayatı yoktu. Kendine özgü hakları də olamazdı. Onlar evlenmedikçe babaları, evlendikten sonra də kocaları, üzerlerinde mutlak bir vəlayət hakkına sahiptiler.

Erkek, kadını isteyen birine satabilirdi. Bir başkasına hibe etmek yetkisi də vardı. Yatmak, çocuk elde etmek ya da hizmetçi olarak kullanmak amacı ilə borc isteyen birine, erkek kadını borc verebilirdi. Erkek kadını ölüme kadar varan şiddet nitelikli yöntemlerle eğitebilir. Ölüme terk edebilirdi. İstese onu öldürür, bir hayvan gibi açlık zamanlarında veya toplu ziyafetlerde etini yiyebilirdi. Kadına aid hər şey erkeğindi. Özellikle alış-veriş ilişkilerinde kadının elde ettiği gelirler onundu.

Babası veya kocası olsun, erkek nə emrettiyse, kadın ister-istemez itaat etmek zorundaydı. Erkeğe ya da kendisine ilişkin bir meselede kendi başına hareket etme hakkı yoktu. Ev işlerini, çocuk bakımını və erkeğin ihtiyaç duyduğu her şeyi görmek zorundaydı. Yük taşıma, toprak işinde, kazı və ağır sanatlarda çalıştırılırdı.

Bu toplumlardaki tuhaflıklar o düzeye ulaşmıştı ki, gebe bir kadın doğumu yapar yapmaz kalkıp ev işlerini görmek durumundaydı. Erkekse, hiçbir hastalığı olmadığı halde günlerce yatağa uzanır, tedavi görürdü. Bu toplumlarda kadının lehine və aleyhine olan durum bundan ibaretti. Bu ilkel kuşakların hər birinin kendine özgü karakteristik özellikleri, ulusal yasa və kuralları bulunurdu. Çevrelerinden, hayat koşullarından edindikleri gelenekleri vardı. Konuya ilişkin eserleri inceleyenler, bu hususla ilgili ayrıntılı bilgiler edinebilirler.

İslam Öncesi Uygar Toplumlarda Kadın

Bu niteleme ilə kastettiğimiz, atalarından miras yoluyla devralınan gelenekler aracılığı ilə korunan ulusal törelere göre idare edilen və bir göy menşeli kitaba veya yasaya dayanmayan Çin, Hind, eski Mısır və eski İran gibi köklü uygarlıklara sahip topluluklardır.

Bu toplumların hepsinin ortak noktası şuydu: Kadın nə iradesi, nə də amelleri bakımından, özgür və bağımsızdı. Tam tersine, başkasının vəlayəti və yönetimi altındaydı. Kendi başına bir iş göremez, bir sonuç alamazdı. Yönetim, yargı vs. gibi toplumsal işlere müdahale etme hakkına sahip değildi.

Para kazanma olsun, başka işlerde olsun, hər konuda erkeğe katkıda bulunmak zorundaydı.

Ayrıca, ev işlerine bakmak və çocukla ilgilenmek xüsusi olarak onun göreviydi. Erkeğin hər emrine itaat etmek, hər istediğini yerine getirmek onun üçün bir zorunluluktu.

İlkel toplumlara göre kadın, bu toplumlarda son derece müreffeh bir ortamda yaşıyordu. Ən/en azından öldürülüp əti yenmezdi. Mal sahibi olmasına büsbütün engel olunmazdı.Tersine, miras ya da evlilik yoluyla xüsusi mülkiyete sahip olma imkanı bulunuyordu. Amma kendi malı üzerinde bağımsız tasarrufta bulunma hakkına sahip değildi. Erkek sayısız kadınla evlenebilirdi. Bu konuda bir sınırlandırma yoktu. Dilediğini də boşayabilirdi. Koca karısının ölümünden sonra evlenebilirdi, amma, bunun tersi çox olmazdı. Genelde ev dışında bir takım kimselerle diyalog kurması yasaklanırdı.

Bu toplulukların hər birinin çevresinden və sosyal yapısından kaynaklanan karakteristik özellikleri vardı. Söz gelimi, eski İran'daki qəsd sistemi, yüksek sınıflara mensup kadınların yönetime karışmalarına ya da iktidarı ələ geçirmelerine veya anne, qız kardeş və qız çocuğu ilə evlenmeye icazə vermekle, diğerlerinden ayrılıyordu.

Çin də isə, kadınla evlenmek, onu və sahip olduğu şeyleri satın alma anlamına geliyordu. Kadın mirastan pay alamazdı. Oğulları dahi olsa, erkeklerle oturup yemek yiyemezdi. Bir çox erkek ortaklaşa bir kadınla evlenip ondan və çalışmasından ortak bir şekilde yararlanabilirlerdi. Çocuksa, genelde kocalar içinde güçlü olana nisbət edilirdi.

Hindistan'da, kadınlar kocalarının uydularıydılar. Kocanın ölümünden sonra kadın əbədi olaraq evlenemezdi. Ya kocalarının cesedi ilə birlikte diri diri yakılır ya da hayatlarının sonuna kadar aşağılanmış və horlanmış olarak yaşamaya mahkum edilirlerdi. Aybaşı halında, uzaq durulması gereken murdar və necis varlıklar olarak algılanırlardı. Giysileri və elleri veyahut diğer organlarıyla dokundukları hər şey murdar kabul edilirdi.

İslam öncesi uygar toplumlarda kadının durumu, hayvan-insan arası bir axtar/ara dönem olarak tanımlanabilir. Ortalama, zayıf bir insan gibi, istifade edilirdi kendisinden. Ki hayatı boyunca ortalama bir insan olarak hareket etmekten başka seçeneği yoktu. Tıpkı velisinin himayesindeki bir küçük çocuk gibi. Ancak kadının vəlayət və vesayet altındaki hayatı sürekliydi.

Diğer Toplumlarda Kadın

Az önce sözünü ettiğimiz toplumların hayat tarzları, xüsusi töre və kuralları içinde yaşadıkları çevre və miras alınan geleneklere dayanıyordu. Bir göy menşeli kitaba ya da kanuna bağlı değildiler.

Ancak o sırada bir kanuna ya da kitaba bağlı olarak yaşayan başka toplumlar hayat sürdürüyordu. Keldaniler, Roma və Eski Yunan gibi.

Keldanilerin və Asurluların hayatına egemen olan "Hamurabi yasaları" kadının kocasına təbii/tabe olmasını və irade və əməl açısından bağımsızlığının yox sayılmasını ön görüyordu. Öyle ki, şayet kadın, karı-koca ilişkileri ilə ilgili bir hususta kocasına itaatsizlik etseydi veya bu konuda, bir şekilde bağımsız hareket etseydi, kocası onu evinden atmak veya üzerine kuma getirip onu tam bir nökər gibi kullanma hakkına sahipti. Ev işlerinde israf etmek ya da tedbirsiz davranıp saçıp savurmak gibi bir hata işleyecek olsaydı, kocası onu yargıca şikayet edər və əgər mahkemece suçu sabit görülseydi onu suda boğabilirdi.

Roma toplumu, medeni kanun bazında, ən/en eskilere dayanan toplumlardandır. Roma toplumunda ilk kanun, milattan dörd yüz/üz il önce konulmuştu. Sonra bu kanunu aşamalı olarak geliştirdiler. Roma hukuku, evə kendine özgü işlerde, bir bağımsızlık tanır. Kadının kocası və çocukların babası bir bakıma evin tanrısıdır. Ev halkı ona tapardı. O da, evin kuruluşunu gerçekleştiren atalarına tapardı. Bu yüzden ev halkı ilə ilgili olan hər istediğini yaptırma, onları istediği gibi kullanma yetkisi bulunuyordu. Uygun görürse ailesinin bir ferdini öldürebilir və buna kimse karşı çıkamazdı. Evdeki kadınlar, yani bərabər/yoldaş, qız çocuğu və qız kardeş, erkeklerden çox daha aşağı bir konumdaydılar. Evin tanrısına təbii/tabe konumundaki oğullar bile onlardan üstün tutulurdu.

Kadınlar uygar toplumun bir parçası sayılmazlardı. Şikayetleri dik-kate alınmaz, yaptıkları bir muamele geçerli sayılmazdı. Toplumsal işlere müdahale etmeleri uygun görülmezdi. Fakat erkekler, yani kardeşler və oğullar, hatta evlatlıklar (Övlad edinme və çocuğun babasından başkasının nesebine dahil edilmesi, Romalılar arasında yaygın bir uygulamaydı. Aynı uygulama eski Yunan'da, İranda və cahiliye Arabistan'ında də revaçtaydı.) ev tanrısının, onlara, kendi şahıslarını ilgilendiren meselelerde bir növ bağımsız hareket etme yetkisi tanıması mümkündü.

Kadınlar evin temel bir unsuru sayılmazlardı. Evin temel unsuru erkeklerdi; kadınlar də onlara tabiydiler. Miras və benzeri durumlarda geçerliliği olan resmi-toplumsal akrabalık erkekler üçün geçerliydi. Kadınlara gelince, ana-qız və qız kardeşler arası bir akrabalığa sahip olmadıkları gibi, ana-oğul, qız kardeş-erkek kardeş, kız-baba arasında də bir akrabalık söz mövzusu değildi. Resmi akrabalığı olmayanın, mirastan pay alması də düşünülemezdi. Kuşkusuz aralarında (doğumdan kay-naklanan) doğal akrabalık vardı. Kimi zaman, mahremlerle evlenme və ev tanrısının vəlayəti gibi durumlarda toplumsal boyutta belirginlik kazandığı də olurdu.

Kısacası, onlara göre kadın asalak bir varlıktı. Toplum içinde (sosyal hayatta və ev içinde) uydu bir hayat sürdürüyordu. Hayat dizginleri və iradesi, şayet baba evindeyse baba şahsında, əgər evliyse koca şahsında veya bir başkasında somutlaşan ev tanrısının elinde bulunuyordu. Tanrısı ona dilediğini yapardı. Hakkında istediği hükmü verebilirdi. İsterse satar, birine hibe edər ya da qar/qazanc amacıyla kiraya verirdi. Bazen ödemek zorunda olduğu borc, haraç ya da vergiye karşılık olarak verilirdi. Ev tanrısı, öldürmek, dövmek və işkence etmek suretiyle onu cezalandırabilirdi. Şayet kadın evlenmek ya da çalışmak suretiyle bir mal kazanmışsa, tasarruf yetkisi tanrı pozisyonundaki aile reisine aittir. Elbette kadın miras yoluyla mülk edinemezdi. Çünkü yasalara göre mirastan mahrumdu. Erkeğin iznine bağlıydı. Evlenmesi babasının ya da akrabalarından bir reis erkeğin, boşanması da kocasının elindeydi.

Eski Yunan'daki durumsa, ailenin yapısı və aile reisinin tanrısal po-zisyonu bakımından Roma toplumuna yakındı.

Sosyal hayat və aile hayatı, Yunanlara göre erkeğe bağlıydı. Kadınsa uydu konumundaydı. Kadının irade və hareket bağımsızlığı yoktu. Ancak erkeğin vəlayəti altında hareket edebilirdi. Nə var ki, bu toplumların tümü də, bu tutumlarıyla, gerçekte, kendileriyle çelişiyorlardı. Yasaları, kadınların aleyhine olan bir durumda, onların bağımsızlığını, buna karşın, lehlerine olan bir durumdaysa, erkeğin yararına olduğu sürece onun vəlayət altında oluşunu öngörürdü. Söz gelimi kadın işlediği bütün suçlardan dolayı bağımsız bir birey olarak algılanır və cezalandırılırdı. Buna karşılık, yaxşı davranışları ödüllendirilmez, çıkarı gözetilmezdi. Olsa olsa erkeğe tabi olarak və onun vəlayəti altında, bir şekilde değer bulabilirdi.

Bütün bunlar gösteriyor ki, söz mövzusu toplumlara egemen olan yasalar, kadını, toplumun uydu bir şahsiyete sahip zayıf bir parçası olarak görmüyordu. Tam tersine onu, toplumun bünyesi üçün zararlı bir unsur olarak değerlendiriyordu. Toplumsal sağlık açısından tehlikeli bir varlıktı. Nə var ki, toplum də, neslin devamı açısından kadına yönelik zorunlu bir ihtiyaç hissediyordu. Bundan dolayı diqqət gösterilmeliydi.

Bir cinayət/günah işlediği zaman, cerimesini çekecekti. Güzel ya da yararlı bir şey yaptığı zaman da erkekler bundan yararlanacaktı. Onu iradesi ilə baş başa bırakmamak gerekirdi. Kötülüğünden korunmak üçün tedbiri elden bırakmamalıydı! Tıpkı yenilgiye uğratılan və tutsak alınarak ömür boyu baskı altında tutulan güçlü bir düşman gibi... Bir kötülük işlediğinde cezalandırılır. Bir iyilik yaptığında teşekkür edilmez.

Sizin də duymuş olduğunuz: "Bu toplumlarda, erkek toplumsal varlığın tək unsuru olarak algılanırdı." sözü, sadece erkek çocukları gerçek övlad olarak görmelerine neden oldu. Çünkü neslin devamı, onların varlığına bağlıydı. Övlad edinme və başkasının çocuğunu soyuna katma uygulamalarının altında yatan neden buydu. Çünkü, aile reisinin erkek çocuğa sahip olmadığı bir aile yıkılmaya mahkumdu. Nesil üçün yok oluş və yıkılış kaçınılmazdı. Bu yüzden, erkek çocukları olmayan aile reisleri, nesillerinin yıkımını və erkeklerin ölümünü önlemek üçün övlad edinme yoluna başvurmak zorunda hissederlerdi kendilerini. Kendi soylarından gelmeyen oğulları, kendi oğulları olarak elan ederlerdi. Bunlar yasalar önünde resmen övlad edinenin oğlu kabul edilirlerdi, mirasa ortak olar, öz evladın sahip olduğu bütün haklara sahip olurlardı. Bir adam kısır olduğuna, çocuğunun olmayacağına iyice kanaat getirdiği zaman, kardeşi və kardeşinin çocuğu gibi bir yakınına, kendi bərabər/yoldaşı ilə yatmasını önerirdi. Ki ondan bir evlat edinebilsin, doğacak çocuğu kendi soyuna katsın və böylece aileyi yıkılmaktan kurtarsın.

Eski Yunandaki evlenme və boşanma durumu, roma toplumuna çox benziyordu. Birden çox kadınla evlenmek serbestti. Ancak, bir adamın birden çox karısı olunca, bunlardan sadece biri resmi bərabər/yoldaş, geri kalanları gayri resmi bərabər/yoldaş olarak kabul edilirlerdi.

Ərəb Toplumunda Kadın və Arabistan'ın Hayat Tarzı

(Quranın İndiği Ortam)

Araplar, tarihin bilinen çağlarından beri Ərəb yarımadasında yaşıyorlardı. Burası sıcak və kurak bir mıntıkadır. Toplumun büyük çoğunluğu uygarlıktan və yerleşik hayattan uzaq bedevi kabilelerden oluşuyordu. Komşu kabilelere yönelik gece baskınlarından elde ettikleri ganimetlerle geçiniyorlardı. Bir yandan İran, bir yandan Roma, bir yandan də Habeşistan və Sudana bitişiklerdi.

Bu yüzden törelerinin xarakteristika özelliği barbarlıktı. İran'dan, Romalılardan, Hind və Mısır uygarlıklarından bazı gelenekler də edinmemiş değillerdi.

Araplar, kadına bağımsız bir hayat hakkı tanımıyorlardı. Kadın say-gı görmezdi. Qürur sahibi olarak algılanmazdı. Evin saygınlığı və onuru dışında bir değer ifade etmezdi. Araplar, mirastan kadına pay ayır-mazlardı. Tıpkı Yəhudilər gibi, onlar də sınırsız sayıda kadınla evlenebilirlerdi. Boşanma hususunda də erkekler tam bir özgürlüğe sahiptiler. Kızlar diri diri toprağa gömülürdü. Bu geleneği ilk önce Temim-oğulları kabilesi başlatmıştı. Numan b. Munzir oğulları ilə aralarında çıkan bir çatışma sonrası böyle bir gelenek başlatmışlardı. Bu çatışmada kabilenin kızlarından bir qrup karşı tarafa tutsak düşmüştü. Hikaye meşhurdur... Bundan dolayı, büyük bir öfkeye kapılmış, bunu kabileleri üçün bir kara leke olarak algılamışlardı. Bunun üzerine qız çocuklarını kendi elleriyle toprağa gömmeyi kararlaştırmışlardı. Gitgide bu gelenek başka kabilelere də sirayet etti.

Araplar, qız çocuğunun doğumunu uğursuzluk sayarlardı. Birinin kızı olunca, bunu kendisi üçün bir utanc kabul ederdi. Kendisine verilen bu kötü müjdeden dolayı, halkın içine çıkacak yüzü olmazdı. Amma erkek çocuğun doğum haberi onu sevindirirdi. Erkek çocukları nə kadar çox olsa, o kadar iyiydi. Erkek çocuklarını övlad edinme, başkasının çocuğunu soyuna katma gelenekleri yaygındı. Zina ettikleri evli bir kadının çocuğunu kendi çocukları olarak elan edebilirlerdi. Hatta zaman olurdu, kavmin ileri gelenleri zina ettikleri bir kadının doğurduğu çocuğu paylaşamaz, hər biri çocuğun kendisine aid olduğunu iddia ederdi.

Bazı ailelerde, kadına bağımsızlık tanındığı də olurdu. Özellikle qız çocuğunun, evlilik meselesinde fikrini sorarlardı. Bu hususta kadının rızası və seçimi gözetilirdi. İleri gelenler arasında göze çarpan bu gelenek, İranda yürürlükte olan qəsd sisteminin bir yansımasıydı.

Hər nə isə... Arapların kadına karşı takındıkları tavır, karma bir tavırdı... Bir yandan uygar Roma və İran gibi davranıyorlardı. Bağımsız haklara sahip olmasını yasaklamak, yönetim və savaş gibi genel toplumsal meselelere müdahale etmesini önlemek, buna karşın evlilik hususunda kısmi bir özgürlük tanımak gibi... Bir yandan də ilkel və barbar topluluklar gibi davranıyorlardı... Ancak kadını toplumsal faaliyetlerden yoksun bırakmaları, aile reislerinin kutsanmasından, onlara tapılmasından ileri gelmiyordu. Tam tersine, cahiliye Ərəbləri arasında yaygın olan bu gelenek güçlünün zayıfı ezmesinden, onu hizmetinde kullanması realitesinden kaynaklanıyordu.

İbadet sistemine gelince, kadın-erkek bütün Araplar putlara tapıyorlardı. Putları algılayış biçimleri, göy cisimlerine və növ tanrılarına inanan Sabiileri andırıyordu. Farklı kabilelere və değişen arzulara göre putları bulunurdu. Ayrıca yıldızlara və Allah'ın kızları olduklarını iddia ettikleri meleklere tapıyor, kendi kafalarına göre, onları temsilen şekiller yapıyorlardı. Taştan, ağaçtan yontma tanrılar edinirlerdi. Bu hususta, o kadar değişik yöntemler uyguluyorlardı ki, Hanifeoğulları ilə ilgili olarak anlatılan hadisə son derece ilginçtir. Rivayete göre, bunlar kabileleri üçün, "hurma" "kavut" "yağ" və "un" dan bir büt yapmışlardı. Uzun süre bu puta ibadet ettikten sonra, kıtlık basınca tutup putlarını yemişlerdi. Bu hadisə üzerine onlar hakkında şöyle demişti şairin biri:

"Hanifeoğulları tanrısını yedi, / Kıtlık və açlık zamanı.

Bunu yaparken çekinmediler tanrılarından / Bunun kötü aqibətindən."

Bazen bir taşa taparlardı, ondan daha güzelini bulunca də, onu bırakıp diğerine taparlardı. Tapacak daş bulamadıkları zamanlarda, biraz toprak yığar, sonra də bir koyun getirip bu toprağın üzerinde sağarlardı. Ardından bu toprak kümesinin etrafını tavaf edib taparlardı.

Toplum içinde yüz/üz yüze kaldıkları bu yoksunluk və bedbahtlık kadınlarda bir düşünce zəifliyinə yol açmıştı. Bunun sonucunda kadınlar, değişik olan və gelişmelerle ilgili ağıl almaz hurafe və kuruntular üretirlerdi. Bunları siyer və tarih kitaplarında dərs etmek mümkündür.

İslam öncesi çeşitli dönemlerde hüküm sürmüş toplulukların və İslamın doğduğu dönemin topluluklarının hayatında kadının işgal ettiği yeri və gördüğü muameleyi anlatan kesitler sunduk. Bu husustaki bilgilerin kısa və öz olmasına diqqət gösterdik. Bütün bunlardan bu sonuçlar çıkıyor:

1) Kimi toplumlar kadını, dilsiz hayvanlar ufkunda bir insan ya da düşük düzeyli bir insan olarak algılıyorlardı. Uyduluk bağından kurtulsa veya hayat içinde özgürlüğüne kavuşsa şerrinden və bozgunculuğundan əmin olunmazdı. Bu anlayışın kapsamındaki ilk değerlendirme ilkel topluluklar, ikinci değerlendirme isə uygar topluluklar üçün geçerliydi.

2) Kadının toplumsal dengedeki yeri itibariyle, sosyal iskelette ona bir yer ayırmazlardı, bileşimin içinde bir fonksiyonu yoktu. Sadece, olmazsa olmaz bir hayat gereksinimiydi. Tıpkı, barınma üçün kaçınılmaz olan mesken gibi. Ya da galip topluma uymak zorunda olan bir əsir gibiydi. İş gücünden yararlanılırdı ki tutumun farklılığına rağmen hilesinden də əmin olunmazdı.

3) Kadını yararlanma imkanı olan hər şeyden yoksun bırakırlardı. Ancak, yararlanacağı şeyin, sonunda yöneticisi konumunda olan erkeğin yarar hanesine yazılacak olması hususu başka.

4) Kadına karşı takındıkları tavır, güçlünün zayıfı ezmesinin, tipik bir uygulamasıydı. Diğer bir ifadeyle başkasını kullanma içgüdüsü etkin rol oynuyordu. İlkel toplumlarda durum buydu. Uygar toplumlarda isə, kadın zayıf yaratılışlı bir insan olarak algılanırdı. Bu yüzden bağımsız hareket edemezdi, kendi başına kalacak olsa şerrinden əmin olunamazdı. Bazen toplumuna və kuşağına göre kadına yönelik tavırlarda də farklılık olurdu.

İslam Kadın Açısından Neyi Değiştirdi?

Kesitler halında sunduğumuz bu inanc sistemleri, bütün dünyaya egemendi və kadın bir aşağılanmışlık, horlanmışlık zindanında yaşıyordu. Zayıflık və küçüklük onun ikinci karakteristik özelliği halına gelmişti. Bu karakter, bu özellik üzere əti, kemiği gelişiyor, bu özellik üzere yaşıyor, bu nitelik üzere ölüyordu.

Kadın, zayıflık, basitlik kelimeleriyle anlamdaş gibi algılanıyordu. Temelde ayrı olguları ifade etmelerine rağmen, birbirinin anlamını çağrıştırır hala gelmişlerdi. Bu sırf erkekler açısından böyle değildi. Kadınlar də -ki əsl ilginç olanı budur- kendilerini böyle algılıyorlardı. Uygar, ilkel heç bir toplum göremezsin ki, konuşma dilinde kadının zayıflığını, basitliğini anlatan deyimler, zərbi meseller bulunmasın. Heç bir toplum yoktur ki, dillerin, ifade tarzlarının, vurgu və tasvir yöntemlerinin farklılığına karşın, "kadın" sözcüğüyle ilintili benzetmeler, kinayeli ifadeler və istiareli deyimler yer/yeyər almasın. Korkaklar bu deyimlerle kınanır, zayıflar bu örneklerle ayıplanır və yılgın, zelil və zulme boyun əyən tipler, bununla yerilirler. Tıpkı bu ifadede olduğu gibi.

"Bilmiyorum, keşke bilseydim! / Acaba Hisnoğulları erkek midirler, yoksa kadın mıdırlar?"

Hər dilde bunun gibi yüzlerce, binlerce manzum ya da nesir türünden deyimler bulunur.

Siyer və tarih kitaplarının kapsadığı çeşitli dinlerin, toplumların və ulusların kadına bakış açısını anlatan bilgiler olmasa bile, dünya dillerindeki bu deyimler, insanlığın kadına bakış açısını yansıtma bakımından bir araştırmacıya çox şey anlatır. Çünkü hər toplumun psikolojik karakterleri və varoluşsal eğilimleri diline və edebiyatına, insanlar arası ilişki tarzına yansır.

Tevrat'ta iştirak edən bazı tavsiyeler və Meryemoğlu İsanın (ə.s), kadına zorluk çıkarılmamasını, şefkatle muamele edilmesini öngören direktifleri dışında geçmiş toplumlardan kadının durumunda iyileştirme olarak değerlendirebilecek, önemsendiğini ifade edebilecek ən kiçik bir gelişme bize miras kalmamıştır.

Amma İslam, yani Quranın temelini oluşturduğu bu şirkten uzaq, tək ilaha kulluk sunma esaslı din gelince, dünya kurulalı beri insanlığın tanık olmadığı gelişmeler yaşandı kadın lehine. Öz yaratılışa uygun toplumsal yapısını oluştururken, bugüne kadar tevarüs etmiş kadına yönelik muamelelerin tersine hareket etti. Ki o güne kadar insanlık, öz yaratılış dediğimiz fıtratı, ilk günden bozmuştu, izlerini yeryüzünden silmişti. Dünyanın, kadının kimliğine ilişkin teorik və pratik yaklaşımı temelden reddedildi.

İslama Göre Kadının Kimliği

İslam dini, kadının də tıpkı erkek gibi bir insan olduğunu elan etti. Hər insan, erkeğiyle, dişisiyle, maddesi və öğeleri itibariyle eşittir. Erkek-kadın insan olarak birdirler, aralarında bir fərq yoktur. Birinin diğerine, takva dışında bir üstünlüğü yoktur. Yüce Allah şöyle buyurur: "Ey insanlar, gerçekten, Biz sizi bir erkek və bir dişiden yarattık və birbirinizle tanışmanız üçün sizi halklar və kabileler kıldık. Şüphesiz Allah katında sizin ən/en üstün olanınız, takvaca ən/en ileride olanınızdır." (Hucurat, 13) Bu ayəs(n)i kerimede, yüce Allah, hər insanı, biri erkek biri dişi iki insanın birleşimi olarak tanımlar. İkisi birlikte və bir ölçüde onun varlığına nedendir. Erkek ya da dişi olsun, hər insan, bir erkek və dişinin ortak ürünüdür. Mesela, ulu Allah şuna benzer bir ifade kullanmıyor:

"Anneler, sadece insan neslinin ürediği birer kuluçkadırlar."

Veya şuna benzer bir söz söylemiyor:

"Oğullarımızdır, oğullarımızın oğulları. Ya kızlarımız? / Onların oğulları yabancı adamların oğullarıdır."

Bilakis ulu Allah, hər insanı, bir dişi və bir erkekten meydana gelmiş olarak tanımlar. Buna göre, bütün insanlar -kadınıyla, erkeğiyle- birbirinin aynısıdır. Bundan daha tam bir açıklama, bundan daha yeterli bir duyuru olarmı? Ardından üstünlüğün takvada olduğunu vurguluyor.

Bir diğer ayette şöyle buyuruyor: "Şüphesiz Mən erkek olsun, kadın olsun, içinizdən işlə/çalışan heç bir kimsənin etdiyini boşa çıkarmam. Bəziniz bəzinizdən meydana gəlmədiyər." (Al/götürü İmran, 195) Burada ulu Allah, çalışmanın boşa gitmeyeceğini, amellerin, katında zayi olmayacağını ifade ediyor, bunu də bu ifadeyle gerekçelendiriyor: "Sizin kiminiz kiminizdendir." Böylece, "Biz sizi bir erkek və bir dişiden yarattık." ayetinin sonucu olacak bir durumu açıq bir ifadeyle dile getirmiştir: Buna göre, erkek və kadın aynı kökten türemişlerdir, aralarında kök və mahiyet itibariyle bir fərq yoktur.

Sonra bununla bu hususu açıklığa kavuşturuyor: Kadın və erkek heç kimsenin gördüğü bir iş Allah katında zayi olmaz. Heç kimsenin ameli iptal edilmez ya da başkasının adına işlenmez. Hər kişi kazancından sorumludur. Yoksa İslam dışı toplulukların iddia ettikleri gibi, "kadınların işledikleri kötülükler kendi aleyhlerine və işledikleri iyilikler, varoluşlarından kaynaklanan yararlıklar də erkeklerin lehinedir." şeklinde bir anlayışa yer/yeyər yoktur İslam'da... Bu konuya ilişkin olarak daha ayrıntılı bilgiler sunacağız.

Kadın, erkek herkes üçün ancak yaptığı iş vardır. Tək üstünlük də takva ilə ilgilidir. Takva isə, üstün əxlaq da diyebileceğimiz, bütün dereceleriyle iman, faydalı elm, vakur ağıl, güzel əxlaq, sabır və ağırbaşlılıktan ibarettir. Buna göre, bütün iman derecelerini özümseyen, ilimle dopdolu olan, vakur ağıl sahibi, güzel ahlaklı bir kadın kim olursa olsun, İslam çerçevesinde, bu niteliklere sahip olmayan bir erkekten daha üstün, derece bakımından daha yüksektir. Üstünlük cinsiyette değil, takva və fazilettedir.

Biraz önce sunduğumuz ayetin anlamına yakın bir anlam içeren, ondan biraz daha açıq və vurgulu ayetler şunlardır: "Erkek olsun, kadın olsun, bir mümin olarak kim salih amelde bulunursa, heç şüphesiz Biz onu güzel bir hayatta yaşatırız və onların karşılığını, yaptıklarının ən/en güzeliyle muhakkak veririz." (Nəhl, 97)

"Kim də, erkek olsun, dişi olsun, bir mümin olarak salih bir amelde bulunursa, işte onlar, içinde hesapsız olarak rızklandırılmak üzere cennete girerler." (Mömin, 40)

"Erkek olsun, kadın olsun, hər kim mömin olaraq bir sıra yaxşı işlər etsə, işdə onlar cennete girerler və onlara bir çekirdek qırıntısı kadar bile zülm edilməz." (Nisa, 124)

Ayrıca yüce Allah, bir çox ayette, qız çocuklarının aşağılanmasını şiddetle yermiştir: "Onlardan birine qız çocuk müjdelendiği zaman içi öfkeyle taşarak yüzü simsiyah kesilir. Kendisine verilen müjdenin kötülüğünden dolayı topluluktan gizlenir; onu aşağılanarak tutacak mı, yoksa toprağa gömecek mi? Bax verdikleri hüküm nə kötüdür." (Nəhl, 58-59) Topluluktan gizlenmelerinin tək sebebi qız çocuğunun doğumunu kendileri üçün bir utanc olarak algılamalarıydı. Gerekçesi də şuydu: Qız çocuğu büyüyecek və başkasının kullandığı bir oyuncak halına gelecektir." Kastettikleriyse kadın erkek arasındaki cinsel ilişkidir ki, bunu də erkeğin bir növ üstünlüğü olarak değerlendiriyorlardı. Onlara göre, kadının bu durumu utanc vericiydi və utancı də ailesine, baba ocağına dönüktü. Bu yüzden qız çocuklarını diri diri toprağa gömerlerdi. Bunun ilk sebebini daha önce anlattık. Yüce Allah bu dehşet verici geleneği, bu tüyler ürpertici cinayeti, çox sərt ifadelerle yermiştir: "Və diri diri toprağa gömülen kızcağıza sorulduğu zaman: Hangi suçtan dolayı öldürüldü?" (Tekvir, 8-9)

Kadına ilişkin bu asılsız hurafelerin bir kısmı, kimi Müsəlman topluluklarda yine devam etmektedir. Bir çox İslam topluluğu bu cahiliye tortularını yüreklerinden silip atamamışlardır. Bakarsın zina suçunu tövbe etmiş olsa bile kadın və ailesi üçün büyük bir utanc olarak değerlendirirken, zinayı bir alışkanlık halına getiren erkek üçün böyle bir yaklaşım içine girmezler. Oysa İslam dini, utanc və çirkinliği günahta görmüştür. İslam nazarında zina edən erkekle, zina edən kadın aynı derecede suçludur. Utanc ikisi üçün də aynı oranda geçerlidir.

Kadının İslam Toplumundaki Yeri

İslam dini, hayata ilişkin işlerin planlanması və yönetimi itibariyle, kadın və erkeği irade və əməl bakımından bərabər görmüştür. Çünkü, kadın və erkek, insan varoluşunun yapısal olarak ihtiyaç duyduğu və varlığının devamı üçün kaçınılmaz olan yeme, içme, gibi temel içgüdülere və eylemlere taalluk edən irade bazında bərabər konumdadır. Nitekim yüce Allah şöyle buyuruyor: "Bəziniz bəzinizdən meydana gəlmədiyər." (Al/götürü İmran, 195) Bu halde kadın iradesini serbestçe kullanma hakkına sahiptir. Bağımsız hareket etme özgürlüğü vardır. Tıpkı erkek gibi və arada hiçbir fərq gözetilmeksizin, çalışmasının və iradesinin neticesine sahip olabilir. Kadının "Kazandığı iyilik lehine, kötülük də aleyhinedir."

Kadın-erkek İslamın dünya görüşünde eşittir. Quran bunu ən açıq biçimde vurgulamıştır. Allah, kəlamı aracılığı ilə gerçeği insan hayatına egemen kılar. Bu kadarı var ki, yüce Allah kadına bahşettiği iki hasletle onu ayrıcalıklı kılmıştır:

1) Kadın, insan denen canlı türünün oluşumu və gelişimi açısından, tarla konumundadır. İnsan türünün devamı və bekası ona bağlıdır. Bu yüzden, tarla olmanın gerektirdiği bazı xüsusi hükümlerin muhatabıdır. Bu açıdan erkekten ayrılır.

2) Kadının varlığı, bünyesel letafete və algısal inceliğe dayanır. Davranışları və kendisine yüklenen toplumsal görevleri üzerinde, onun bu özelliklerinin də etkisi vardır.

Onun toplumsal dengedeki yeri budur. Bununla erkeğin də toplumsal dengedeki konumu belirginleşiyor. Bunun ışığında, hər ikisini bərabər düzeyde muhatap alan/sahə hükümlerle, hər birini ayrı ayrı muhatap alan/sahə hükümler, şeriatın genel bütünlüğü içinde yerli yerine oturmuş oluyor. Ulu Allah bir ayəs(n)i kerimede şöyle buyuruyor: "Allahın kendisiyle bəzilərinizi bəzilərinizdən üstün kıldığı şeyleri arzu etməyin. Erkeklere də öz kazandıklarından bir pay var; kadınlara də öz kazandıklarından bir pay var. Allah'ın fazlından isteyin. Gerçekten, Allah hər şeyi bilendir." (Nisa, 32) İki cinsten hər birinin, toplumsal bütünlük içinde icra ettiği rol, gerçekleştirdiği eylemler, ilahi fazlın kendisine özgü kılınmasının ölçüsüdür. İlahi fəzl, kimi durumlarda, cinslerden birinin diğerinin ardından gelmesini öngörebilir: Miras paylaşımında erkeğin kadından üstün tutulması və kadının nafaka verme zorunluluğunun olmaması bakımından erkekten üstün tutulmuş olması gibi. Hər birine hayattaki rolleri icabı tanınan bu ayrıcalıkları, diğerinin temenni etmesi uygun düşmez. Bazı durumlar də vardır ki, kimin üstün və öncelikli olduğu belirtilmemiştir. Bu alanlar çalışmaya, əməl etmeye bağlıdır. Kim bu hususta önə geçerse, üstünlük, ayrıcalık ona aittir. İman, elm, ağıl, takva və dinin teşvik ettiği öteki güzellikler örneğin... Burada, Allah'ın fazlı, lütfü, belirleyici rol oynar. Kime dilerse ona verir. O halde Allah'ın lütfünü, fazlını isteyin. Bu değerlendirmemizin kanıtı də, hemen sonra gelen bu ifadedir: "Erkekler, kadınların idarəçisidir." (Nisa, 34) Yeri gelince, bu ifadeyi də etraflıca inceleyeceğiz.

Kadın-Erkek Arasında Ortak Olan Hükümler və Hər bir Cinsə Özgü Kılınan Hükümler

Kadın, kullukla ilgili bütün hükümlerde və toplumsal haklarda, erkekle ortaktır. Tıpkı erkek gibi, miras, kazanç, muamelat, eğitim, öğretim, bir hakkı benimseme və bir hakkı savunma gibi hususlarda bağımsız hareket etme hakkına sahiptir. Sadece, doğal yapısının gerektirdiği bazı hususlar bu genellemenin dışında tutulabilir.

Doğal yapısından kaynaklanan bu hususların özü də şudur: Kadın hükümet və yargı işini üstlenemez. Doğrudan savaşa katılamaz. Bu yasak direkt çatışmaya girmekle ilgilidir. Mutlak değildir. Nitekim kadın cephe gerisinde, yaralıları tedavi etmek gibi görevler ifa etmek üzere savaşa katılabilir. Mirasta erkeğin yarısı kadar pay alır. Ayrıca örtünmesi, ziynet yerlerini gizlemesi gerekir. Bir bərabər/yoldaş olarak kendisinden yararlanılacak hususlar söz mövzusu olduğunda kocasına itaat etmesi bir zorunluluktur. Kadının bu alanlardaki göze çarpan kayıpları, başka alanlardaki artıklarla gideriliyor. Söz gelimi, hayatta olduğu sürece geçimini temin etmek, babası ya da kocası olarak erkeğe aittir. Erkek, gücünün son noktasına kadar, kadını korumakla yükümlüdür. Ayrıca, çocuğu terbiye etme və himaye etme hakkı də kadına aittir.

Yüce Allah, kadına yönelik kolaylaştırmalar bağlamında, onun can, ismət və hatta hakkında kötü söz söyletmeme güvenliğini də garanti etmiştir. Aybaşı hallerinde və loğusalık döneminde ibadet etme zorunluluğu kalkar. İlahi yasalar sistemi, bütün bunların yanında, hər halükarda kadına yumuşak muamele edilmesi zorunluluğu getirmiştir.

Bütün bunlardan bu sonuçları çıkarıyoruz: Bilgi açısından, kadın, sadece temel bilgileri və dini ayrıntıları bilmekle yükümlüdür (ibadetlere ilişkin hükümler və toplum hayatına egemen olan yasalar.) Pratikte isə, dinin hükümlerine uymak və bir bərabər/yoldaş olarak kendisinden yararlanılacak hususlarda kocasına itaat etmekle yükümlüdür. Bir meslek ya da sanat sahibi olmak surətiylə, çalışarak, kazanç sağlayarak bireysel hayatı düzenlemelerinin, yanında aile düzeni ilə ilgili sorumluluklar üstlenmesini, ayrıca genel hayatın maslahatına olan ilimleri tahsil etmenin, kendisi üçün konulan sınırları koruyup gözeterek genelin yararına olan sanatlar və meslekler edinmenin, toplumlar açısından faydalı faaliyetler içinde olmanın, kadınlara heç bir zorunluluğu yoktur. Elm, kazanç, iş ya da eğitim və benzeri alanlarda bir misyon üstlenmesi durumunda, bu onun üçün bir övünç vesilesidir. Nitekim İslam, kadınların aralarında, birbirlerine karşı övünmelerini caiz görmüş, hatta teşvik etmiştir. Erkeklerse, savaş ortamı dışında birbirlerine karşı övünemezler.

Peygamber efendimizin (s. a. a) pratik sünneti, bu dediklerimizi pekiştirici niteliktedir. Şayet yapacağımız açıklamalar, konunun sınırlarını zorlamayacak olsaydı, Resulullah efendimizin (s. a. a) bərabər/yoldaşı Hz. Hatice ilə, kızı kadınların efendisi Hz. Fatıma ilə və diğer eşleri ilə, kavminin kadınları ilə kurduğu diyaloglardan, Ehlibeyt kanalıyla gelen, kadınlara ilişkin tavsiyelerinden kesitler sunacaktık. Zeyneb bint-i Əli, Hüseyin'in kızları Fatıma və Tündünə gibi saygı değer hatunların Ehlibeyt içindeki konumlarını anlatacaktık. Ehlibeytin kadınlarla ilgili vasiyetlerini ələ alacaktık. Kadınlarla ilgili ayetleri incelediğimizde, rivayetler kısmında, bununla ilgili bazı pasajlar sunmayı umuyoruz. Gerektiğinde o bölümlere bakılabilir.

Kuşkusuz, bu hüküm və hakların dayandıkları əsas, fıtrattır, insanın öz yaratılışıdır. Kadının toplumsal dengedeki konumunu ələ aldığımızda, hüküm və haklara ilişkin bu yapının mahiyetini gördük. Burada konuyu biraz daha açıyoruz və diyoruz ki:

Toplumsal hayata ilişkin hükümleri və bununla bağlantılı bilimsel konuları inceleyen bir araştırmacı, bu temel gerçekten kuşku duymamalıdır: Toplumsal yükümlülükler və bunların ayrıntısı niteliğindeki göreceli sorumluluklar, sonuç itibariyle doğaya gelip dayanmalıdır. Çünkü, insanoğlunu, bu günkü gibi bir toplumsallığa yönelten, insanın doğal yapısının özellikleridir. Yeryüzündeki bəşəri varlığın ilk gününden bu yana, toplumsallıktan uzaq bir bəşəri varlık gösterilemez. Kuşkusuz, doğal gerektiriciliğe dayanan bu toplumsallığın sağlıklı mecrasından sapıp bozguncu bir mecraya girmesi mümkündür. Nitekim bedenin doğal yapısına musallat olan bir hastalık, onu doğal mükemmellikten uzaklaştırıp, yaratılışsal bir noksanlığa itebilir. Sağlıklı halından uzaklaştırıp sakat və hastalıklı kılabilir.

İster iyilikler esasına göre biçimlenmiş faziletli bir toplum olsun, ister kötülükler esasına göre biçimlenmiş bozguncu bir toplum olsun, bir topluluk bütün faaliyetleri və eğilimleriyle, sonuçta doğaya dayanırlar. Kuşkusuz, faziletli və bozguncu toplum arasında nitelik açısından bir takım farklılıklar vardır. Söz gelimi, bozguncu toplum, kendisi üçün öngörülen sürecin içinde, yaxşı toplum izlerini silip süpüren bir bozgunla karşılaşır. Faziletli toplum isə bunun tam tersine hər hangi bir bozgunla karşılaşmaz.

Bu bir realitedir. Bu alanda araştırma yapan bir çox bilim adamı bu gerçeğe doğrudan ya da dolaylı olarak işaret etmişlerdir. Amma bu alanda öncelik Allah'ın kitabınındır. Quranı Kerim bu gerçeği, olağanüstü ifade tarzıyla, çağlar önce ortaya koymuştur: "O hər şeye yaratılışını veren, sonra doğru yolunu gösterendir." (Taha, 50) "Ki O, yarattı, bir düzen içinde biçim verdi. Takdir etti, böylece yol gösterdi." (AL/GÖTÜRə, 2-3) "Nefse və ona bir düzen içinde biçim verene, sonra ona fücurunu və ondan sakınmayı ilham edene." (Şəms, 7-8) Bunun gibi daha birçok "kader"le ilgili ayeti örnek gösterebiliriz.

Buna göre, varlıklar, bu arada insanoğlu varlığı və yaşayışı itibariyle, yaratılışına əsas olan gayeye yöneliktir. Bu amaca ulaşmasına yetecek və uygun olan özellik və yeteneklerle donatılmıştır. İnsanın mutluluğunu sağlayacak hayat, insanın hareketlerinin yaratılış yasasına və fıtrata bütün yönleriyle eksiksiz bir biçimde uygun olmasına bağlıdır və insanın görev və yükümlülük bakımından, sonuçta doğa ilə kusursuz bir uyuşma sağlamasına dayanır. Yüce Allah, bu ayəs(n)i kerimede buna işaret etmektedir: "Öyleyse sən yüzünü Allah'ı birleyen bir ha-nif olarak dine, Allah'ın o fıtratına çevir; ki insanları bunun üzerine yaratmıştır. Allah'ın yaratılışı üçün heç bir değiştirme yoktur. İşte dimdik ayakta duran din budur." (Rum, 30)

Fertler arası toplumsal görevler və haklar açısından, fıtratın öngördüğü, bütün insanların bəşəri fıtrata sahip olduklarını unutmadan aralarında bərabər davranılması, birileri kayırılırken, birilerinin hakları qəsb edilmək suretiyle baskı altında tutulmamasıdır. Ancak sosyal adaletin bir gereği olan bu eşitlik, bütün sosyal makamların bütün fertler arasında dağıtılması, paylaştırılması anlamına gelmez. Söz gelimi, bir çocuk veya aptal bir insan bu haliyle, görmüş, geçirmiş, deneyimli və akıllı bir insanın görevini üstlenemez. Çaresiz, düşkün bir insan, güçlü, kuvvetli bir insanın işlerini yürütemez, onun derecesine ulaşamaz. Çünkü, herhangi bir hususta, uygun niteliklere sahip olan bir insanla, uygun olmayan bir insanı bərabər tutmak, ikisi üçün də zararlı, olumsuz sonuçlara gətirib çıxarar.

Sosyal adaletin öngördüğü husus, eşitlik kavramına yüklediği anlam şudur: Hər haqq sahibine hakkı verilmeli və herkes haqq ettiği yerde olmalıdır. Fertler və sınıflar arası eşitlik, ancak hər haqq sahibinin kendine özgü haklara ulaşması, bir başkasının hakkına tecavüz etmemesi, azgınlık və tahakküm yoluyla bir başkasının hakkını geçersiz kılmaması, savsaklanmaması şeklinde algılanmalıdır. İşte bu ayəs(n)i kerime bu gerçeğe işaret etmektedir: "Onların lehine də, aleyhlerindeki maruf hakka bərabər bir haqq vardır. Yalnız erkek üçün onlar üzerinde üstün bir derece var." İfadenin içerdiği mesaja ilişkin açıklamalarda bulunmuştuk. Burada ayrıca şunu söyleyebiliriz: Ayəs(n)i kerime, kadınlarla erkeklerin doğuştan getirdikleri farklılıklara işaret ettiği bir sırada, iki cinsin eşitliğini də vurguluyor.

İki cinsin (yani, kadın və erkeğin) temel varoluşsal yetenekler dediğimiz, seçebilme becerisini kazandıran düşünce və irade bazında bərabər düzeyde oluşları, kadının, seçebilme becerisinin ana kaynağı olan özgür düşünce və özgür irade bağlamında erkeğe bərabər olmasını gerektirir. Bu halde, kadın bireysel və toplumsal hayatının hər meselesinde, yasal bir engel olmadığı sürece, tam bağımsız bir tasarruf yetkisine sahiptir.

Daha önce də vurguladığımız gibi, İslam kadına bu bağımsızlığı və özgürlüğü ən/en kapsamlı şekliyle bahşetmiştir. Bu sayede kadın, Allah'ın nimetinin bir sonucu olarak, bağımsız bir kişiliğe, erkeklerin vəlayət və yöneticiliklerinden ayrı bir çalışma iradesine sahip olmuştur. Ki, tarihin heç bir döneminde, dünya kurulalı beri kadın böylesine onurlu bir statü kazanabilmiş değildir. Nitekim yüce Allah: "Onların kendi haklarında maruf bir şekilde yaptıklarından dolayı size bir günah yoktur." (Bakara, 234) buyuruyor.

Az önce də işaret ettiğimiz gibi, iki cins arasında ortak etkenlerin bulunduğu bir gerçektir. Bunun yanında, kadının erkekten ayrıldığı, farklılık gösterdiği alanlar də vardır. Çünkü normal bir kadın, organik gelişme açısından, örneğin beyin, ürək, damarlar, sinirler, boy və ağırlık bağlamında normal bir erkekten daha geri bir pozisyondadır. Buna, fizyoloji bilimi kesin olarak tanıklık etmektedir.

Bunun doğal sonucu olarak, kadının bedeni daha nazik və daha yu-muşaktır. Buna karşın erkeğin bedeni haşin və serttir. Sevgi, yufka yüreklilik, güzelliğe və süse düşkünlük gibi ruhsal eğilimleri erkeğe göre daha belirgin, daha ağır basar. Akletme, isabetli karar verme hususunda də erkeğin belirgin bir üstünlüğe sahip olduğu görülür. Dolayısıyla kadının hayatı, duyarlılıklar üzere kurulu, duygusal bir hayattır. Erkeğin hayatı isə düşünme və akletme ağırlıklı mantıksal bir hayattır.

Bu yüzden İslam akletme ya da hissetme hususlarından birine göre biçimlenen genel nitelikli toplumsal görev və yükümlülükler bazında kadınla erkeği birbirinden ayırmıştır. Örneğin yönetim, yargı və savaş gibi görev və yükümlülükleri erkeklere özgü kılmıştır. Çünkü bu cür görev və yükümlülüklerin akletme yeteneğine, mantık esaslı bir hayat çizgisine olan vazgeçilmez ihtiyaçları yadsınamaz. Bu isə, ancak erkeğin üstesinden gelebileceği bir durumdur. Kadının değil. Kənar yandan çocuk bakımı və terbiyesi, yanında evin idaresini kadınlara özgü bir yükümlülük olarak belirlemiştir. Bunun yanında, bu cür görevleri yerine getiren kadının geçimini sağlamayı də erkeğe yüklemiştir. Mirastan iki pay vermek suretiyle də bunu erkeğe zorunlu kılmıştır. Mirastaki uygulama, gerçekte mirasın iki temel paya ayrılması sonra kadının, nafakasına karşılık olarak payının üçte birini erkeğe vermesi şeklindedir. Çünkü kadın, erkeğe aid olan mirasın diğer yarısından də yararlanmaktadır.

Buradan hareketle şöyle bir sonuç çıkıyor karşımıza: Dünya, malının üçte ikisi, mülkiyet və ayni olarak erkeğe aittir. Diğer üçte ikisi isə, yararlanma bakımından kadına aittir. Bu halde, akletme yetenekleri ağır bastığı üçün, genel anlamda idare və planlama yetkisi erkeklere aittir. Kadınlarsa, duyarlılıkları və duygusallıkları daha belirgin olduğu üçün yararlanma açısından daha önceliklidirler. İnşaallah, mirasla ilgili ayetleri incelediğimiz zaman daha ayrıntılı bilgiler sunacağız. Daha önce işaret ettiğimiz gibi, bu paylaşım kadın lehine kolaylaştırma və hafifletmelerle bir sisteme bağlanmıştır.

Əgər desen ki: Vurgulandığı gibi, İslamın kadına karşı gösterdiği bu aşırı ilgi və şefkat, onun çalışmayı bir kenara bırakıp, asalak bir hayat sürdürmesine gətirib çıxarar. Çünkü hayatın vazgeçilmez ihtiyaçlarını, onu uyuşturmak suretiyle gidermek, üstlendiği rolün karşılığı olarak də, geçimini erkeğin boynuna yıkmak, kadını önemsizleştirir, tembelleştirir. İş və çalışmanın ağır koşullarına karşı isteksiz davranmasına gətirib çıxarar. Bundan güzel bir sonuç beklemek yanlıştır. Çirkin bir manzarayla yüz yüze kalırız. Ekilen bu tohum, toplumun gelişimine elverişli olmayan kötü, yararsız bir bitki olarak yeşerir. Deneyimler bunu göstermektedir.

Buna cevap olarak deriz ki: İnsanlığın durumunu islah edecek uygun yasalar koymak bir olgudur. Bu yasaları, uygun bir yöntemle, insanı güzel bir bitki gibi özenle yetiştirecek, güzel bir eğitim sistemiyle uygulamak də bir diğer olgudur.

Doğduğu günden bu yana geçen süre içinde İslam, yapıcı, salih və mücahid yöneticilerini yitirdi. Bunun sonucunda, hükümleri yozlaştırıldı. Buna bağlı olarak İslami eğitimde önceleri bir duraklama ardından bir geriye dönüş süreci başladı.

Deneyimler kesin olarak kanıtlamıştır ki: Salih və yapıcı önderlerin denetimindeki bir tebliğ və eğitim sürecinden geçilmedikçe, soyut teoriler və inançlar beklenen meyveyi veremezler. Belli az bir süre dışında, Müslümanlar vəlayət (yönetim) yetkilerini ellerine geçiren və onların işlerini yürütmekle sorumlu tanınan önderlerden ilimle ameli birlikte taşıyan yapıcı və salih eğitim konusunda istifade edemediler. Bakınız, hilafeti ələ geçirdikten sonra, İraqda minbere çıkan Muaviye nə söylüyor: "Namaz kılasınız veya oruc tutasınız diye sizinle savaşmadım. Bu size kalmış bir şeydir. İster uyarsınız, ister uymazsınız. Benim istediğim bu değildir. Mən size hükmetmek üçün sizinle savaştım. Bu amacıma də ulaştım." Emevileri, Abbasileri və diğerlerini gözünüzün önünde bulundurun. Heç kuşkusuz, əgər bu din Allah'ın nuru aracılığı ilə parlamasaydı və kafirlerin istememesine rağmen Allah nurunu tamamlayacak olmasaydı, bunlar Allah'ın dinini şimdiye kadar hayat sahnesinden silmiş olacaklardı.

Batı Uygarlığında Kadın Özgürlüğü

Heç kuşkusuz İslam dini, kadını esaret zincirinden kurtarmak, ona irade və hareket bağımsızlığı tanımak hususunda bütün inanc və düşünce sistemlerine karşı açıq bir üstünlüğe sahiptir. Batı ulusları bu konuda, nə yapmışlarsa, İslam'ı taklit ederek yapmışlardır -onu da yanlış taklit etmişler ya!- İslam deneyimi, belirgin və etkin bir halkadır. Toplumsal süreç silsilesi üzerindeki etkisi kusursuzdur.

İslam, toplumsal hayat zincirinin ortasında iştirak edən, belirgin və etkin bir halkadır. Bu vaxt halka olmadan zincirin başı ilə sonunun buluşması mümkün değildir.

Kısacası, Avrupalılar uzun yıllar süren çalışmalardan sonra, günümüzde, bütün haklar alanında kadın-erkek arasında tam eşitliği öngören bir sistem oluşturmuşlardır. Bunu yaparken də, organik gelişim bakımından kadının erkeğe oranla daha geri bir konumda olduğunu göz ardı etmişlerdir. Nitekim, kadın-erkek arasındaki bu organik farklılığa dikkat çekmiştik.

Batı toplumlarının konuya ilişkin genel değerlendirmeleri yaklaşık olarak şöyledir: Kadının gelişim və fazilet bağlamındaki geriliği, eksikliği, yüzyıllar boyunca, kesintisiz olarak uygulanan kötü eğitimden kaynaklanmaktadır. Neredeyse, bu kötü eğitim, dünya kurulalı beri sürüp gelmektedir. Aslında kadınla-erkek arasında yapısal bir farklılık yoktur. İkisinin doğası birbirine denktir.

Buna bu karşılığı vermek yerinde olar: İnsanlığın geneli, ən/en eski çağlardan beri kadının, genel olarak erkekten daha zayıf, organik açıdan daha geri olduğuna hükmetmiştir. Şayet iki cinsin doğal yapıları bərabər olsaydı, genel temayülün aksi bir durum, zaman zaman dahi olsa ortaya çıkardı. Başlıca organları, erkeğinkine benzer bir değişime uğrardı.

Ayrıca, batı uygarlığının kadının ilerlemesine verdiği bunca öneme, bu hususta harcadığı bunca çabaya karşın henüz, iki cins arasında tam bir eşitlik sağlayamamış olması də bu değerlendirmeyi pekiştirmektedir. Özellikle İslam nazarında erkeğin kadına göre daha öncelikli olarak kabul edildiği yönetim, yargı və savaş olgularına ilişkin istatistikler hər şeyi ən/en somut biçimde ortaya koymaktadır. Kənar yandan, Batı uluslarının bu doğal farklılığı göz ardı edib iki cins arasında tam bir eşitliği dayatmalarının, toplumsal yapıda meydana getirdiği onarılmaz yıkımları də, inşaallah yeri gelince, ayrıntılı biçimde gözler önüne sereceğiz.

Nikah və Boşanmayla Əlaqədar Elmi bir Araşdırma

Cinsellik toplumsal hayatın vazgeçilmez unsurlarından biridir. İnsanlık ilk dəfə oluştuğu və çoğalmaya başladığı günden bu yana, söz mövzusu olguyu heç bir zaman hayatından dışlamamıştır. Böyle olduğuna göre, bu olgunun -ki daha önce işaret etmiştik- başı və sonu itibariyle gelip dayanacağı bir doğal dayanağının olması gündeme geliyor.

İslam dini, yasalarını yerleştirirken, cinsellik olgusunu erkeklik və üreme organlarının yaratılışı esasına göre biçimlendirmiştir. Çünkü erkek və kadında karşılıklı olarak, bulunan bu cinsel donanımın -ki bütün erkek və dişi bedenleri kapsayan son derece ince bir donanımdır- boşuna və heç bir amaca dönük olmaksızın yaratılmış olamayacağı açıktır. Yine, insan fizyolojisini dərs edən biri, kesin olarak görecektir ki, erkek cinselliği bu donanımıyla sadece dişileri arzulamaktadır. Aynı şey dişi cinselliği üçün də geçerlidir. Bu donanımın tək gayesi, türün devamı və neslin üremesidir. İşte cinsellik bu gerçeğe dayanmaktadır. Cinsellikle ilgili bütün hükümlerin ekseni, bu doğal yasadır. Yasamada, iki cinsin doğuştan sahip oldukları, cinsel organların varlığı baş alınmıştır. Namus, cinsel birleşme, kadının sırf kocasına aid olması, ayrıca boşanma, iddet, çocuk və mirasla ilgili hükümlerin esasını də, insan türünün hər bireyinde bulunan bu organ oluşturmaktadır.

Günümüzün diğer yasaları isə, karı-koca birlikteliğini və ortak hayatı, cinselliğin esası olarak değerlendirirler. Cinsellik bunlara göre, bir növ ortak yaşama biçimidir. Uygar birlikteliğin dar kapsamlı bir çerçevesidir. Bu yüzden çağdaş yasalar İslamın cinsellikle ilgili olarak açıklamış olduğu şeyleri sunmazlar. Namus və benzeri konulara ilişkin hükümler içermezler.

Çağdaş yasal yapılanma, ileride değineceğimiz gibi çeşitli problemler və toplumsal sakıncalar içermesinin yanında, heç bir şekilde yaratılış gerçeği və fıtrat yasası ilə də bağdaşmamaktadır. Çünkü, insan denen canlı türünde mevcut olan toplumsallığa və teşriki mesaiye yönelik doğal içgüdünün yönelik olduğu məqsəd "insanın bedensel və ruhsal yapısının mutluluğu, ancak çeşitli unsurlar birlikteliği sonucu gerçekleşebilir." şeklindedir. İnsan tək başına mutluluğa ulaştırıcı bu unsurları sağlayamaz. Ancak hemcinsleriyle bir araya gelmesi və yardımlaşması ilə mümkün olar bu. Bütün ihtiyaçların giderilmesi, herkesin katılımıyla gerçekleşebilir ancak. Hər bireyin kendine özgü arzuları, bu arzuların etkisiyle gerçekleştirdiği fiiller, teker teker hər birey bazında farklı gibi görünmekle birlikte, toplumsal düzeyde, bütünsel, bağdaşık fiiller və ameller olarak ön plana çıkar.

Bu doğal içgüdü, kim olursa olsun, bir ferdi diğer bir fertle birlik olmaya, dayanışma içinde hareket etmeye zorlar. Amma kadın ilə erkek arasındaki birlikteliğin bu içgüdüyle bir ilgisi yoktur. Evliliği yaşamsal dayanışma esasına dayandırmak, üremeye ilişkin doğal gerekirlik yolundan sapmak anlamına gelir. Doğanın və fıtratın bu sapma ilə bir ilişkisi yoktur.

Əgər durum böyle olsaydı, yani, əgər evlilik kurumu, hayat ortaklığı və dayanışması esasına dayansaydı, evlilik meselesinin şirketler və kooperatiflerle ilgili yasalar dışında toplumsal hükümlerle bir ilintisinin olmaması gerekirdi. Bunun üçün ən/en başta iffet və namus faziletinin, komünizmde olduğu gibi soy və mirasla ilgili hükümlerin iptali gerekirdi. Bu da, erkek, dişi, bütün insanların sahip oldukları bütün fitri donanımın devre dışı bırakılması anlamına gelirdi. İnşaallah, yeri gelince daha detaylı açıklamalarda bulunacağız. Cinsellikle ilgili olarak biraz də ana hatlarıyla söyleyeceklerimiz bu kadar.

Boşanmaya gelince, böyle bir kurumu içermesi, kuşku yox ki, İslam şeriatı üçün bir övünç kaynağıdır. İslam bu konuya ilişkin onayını də fıtrata dayandırmıştır. Fıtratın bunu onaylamadığına ilişkin heç bir bulgu mevcut değildir. Amma şeriatın bu hususta getirdiği xüsusi kayıtlara, inşaallah "Talak Surəsi"ndə değineceğiz.

Daha önce boşanmayı onaylamayan bir çox devlet, sonunda bu çözümü yasalarının kapsamına almak zorunda kalmışlardır.


Yüklə 6,43 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   32   33   34   35   36   37   38   39   ...   60




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©azkurs.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin