243- Binlerce kişi ikən ölüm korkusuyla yurtlarından çıkanları görmedin mi? Allah onlara, "Ölün." dedi, sonra də onları diriltti. Şüphesiz Allah, insanlara karşı fəzl sahibidir. Amma, insanların çoğu şükretmezler.
ayənin AÇIKLAMAsı
243- Binlerce kişi ikən ölüm korkusuyla yurtlarından çıkanları görmedin mi?
Bu ifadenin orijinalinde geçen "tera" fiilinin mastarı olan "ru'yet (= görmek)" kelimesi burada "bilmek" anlamında kullanılmıştır. Bu şekilde ifade edilmesi, söylenen şeyin son derece açıq və kesin olmasından ileri geliyor. Öyle ki, buna ilişkin bilgi, bizzat gözle görmek kadar kesindir. Tıpkı bu ayetlerde olduğu gibi: "Allah'ın gökleri və yeri haqq ilə yarattığını görmüyor musun?" (İbrahim, 19) "Görmüyor musun; Allah, yedi göğü birbiriyle bir uyğunlaşma içinde yaratmıştır." (Nuh, 15)
Zemahşeri: "Eləm tera (=görmedin mi?)" ifadesinin örnek yerine geçtiğini və "şaşkınlık" belirttiğini söyler. Buna göre "eləm tera keza və keza" derken, "Şuna şuna şaşmaz mısın?" anlamı kastedilir gibi. "Ha-zere'l-mevt (=ölüm korkusu)" deyimi, cümle içinde "mefulu leh"dir (yani çıkışlarının nedenini açıklıyor). Meful-i mutlak (konuyu tekitle birlikte açıklayıcı) olması də mümkündür. Bu durumda "yahzerune" fiili takdir edilmiş olar və "ölümden şiddetle korkuyorlar." şeklinde bir anlam elde etmiş oluruz.
Allah onlara, "Ölün." dedi, sonra də onları diriltti.
Bu cümlede ifade edilen əmr, varoluşsaldır. Amma bu, ölümlerinin, doğal ölümle gerçekleşmesi ilə çelişmez. Nitekim bazı rivayetlerde, bu ölümün veba salgını sonucu gerçekleştiği belirtilir. Bu hususta, əmr verildiğinin belirtilmesi, bunun yerine: "Allah onları öldürdü, sonra diriltti," şeklinde bir ifadenin kullanılmaması, Allah'ın gücünün etkinliğini və emrinin karşı konulmazlığını daha vurgulu bir şekilde yansıtmasına yöneliktir. Varolma ilə ilgili konularda, inşas(n)ı ifade biçimi, xəbəri ifade biçiminden daha etkili və daha vurgulayıcıdır. Buna karşılık, yasama ilə ilgili meselelerde, xəbəri ifade biçimi, oluşa delalet etmesi bakımından, inşas(n)ı ifade biçiminden daha etkileyici və daha vurgulayıcıdır.
"Sonra də onları diriltti." ifadesinden şöyle bir sonuç çıkarılabilir: Yüce Allah, yaşasınlar diye onları diriltti. Yani, dirildikten sonra də yaşadılar. Çünkü əgər, diriltilişleri, başkalarının ibret almasına ya da bir hüccetin tamamlanışına veya bir gerçeğin açıklanışına yönelik olsaydı, buna kesinlikle işaret edilirdi. Çünkü bu, Quranın, bu cür konularda başvurduğu bir ifade tarzıdır. Bunun örneğini, Ashab-ı Kəhf kıssasında görebiliriz. Ayrıca, incelediğimiz ayetin sonunda yer/yeyər alan "Şübhəsiz Allah, insanlara karşı fəzl sahibidir." şeklindeki değerlendirme cümlesi də bu yorumu destekler niteliktedir.
Amma, insanların çoğu şükretmezler.
Zamir yerine zahir ad kullanılmıştır. Yani, insanlar kelimesi ayə içinde ikinci dəfə geçmektedir. Bununla düşünce düzeylerinin düşüklüğü vurgulanmak istenmiştir. Ayrıca, yüce Allah'ın dirilttiği bu kimseler, xüsusi bir topluluktur. Maksat, sadece onların çoğunluğunun bizzat şükredenler olmadıklarının anlatılması değildir. Tersine, kastedilenler, genel olarak insanların çoğunluğudur. Bu ayəs(n)i kerimenin, kendisinden sonra yer/yeyər alan və cihadın fərz kılındığını ifade edən ayetlerle də bir növ ilintisi vardır. Çünkü cihad eyleminde, milletin ölümünden sonra dirilmesi söz konusudur.
Bazı tefsir bilginleri, ayəs(n)i kerimenin, yüce Allah tarafından, yabancıların boyunduruğuna girmek suretiyle geri kalan, dolayısıyla bir növ ölüm sürecine giren, sonra silkinip yaşamsal haklarını, bağımsızlığını savunup kendi kendini yönetmeye talip olmakla yeniden hayata kavuşan bir ümmetin durumuna ilişkin bir örnek olarak sunulduğunu savunmuşlardır.
Bu görüşü savunan bir müfessir özetle şöyle deyər: Əgər ayəs(n)i kerime, bir çox rivayette belirtildiği gibi İsrailoğulları'nın ya da bir kısım rivayette belirtildiği gibi başka kavimlerin hayatında geçen bir olayı anlatmaya yönelik olsaydı, bunların İsrailoğulları'na mensup kimseler oldukları belirtilirdi. Quranın, bilinen ifade tarzının bir gereği olarak, kendilerini dirilten peygamberin kimliği açıklanırdı. Amma görüldüğü gibi, ayette buna yönelik bir işaret yoktur.
Kaldı ki, Tevrat'ta Hizkil Peygamber'in (Ona, Peygamberimize və pak Ehlibeytinə salam olsun) kıssaları kapsamında böyle bir olaydan söz etmemektedir. Bu halde, bu husustaki rivayetler, Yahudiler tarafından uydurulan İsrailiyattan başka bir şey değildirler.
Kənar yandan dünyada bir tək hayat və bir tək ölüm vardır. Nitekim bu ayetler bunu kesin olarak ortaya koymaktadır: "Orda, ilk ölümün dışında başka ölüm tatmazlar." (Duhan, 56) "Bizi iki kere dirilttin." (Mümün, 11) Bu halde isə, dünyada iki kere hayat yaşandığı anlamsızdır. Öyleyse incelediğimiz ayə bir örnektir. Güçlü düşmanların istilasına uğramış bir kavimden söz ediliyor. Bunlar, kendilerine egemen olan düşmanlar, tarafından aşağılanıyor, horlanıyorlar. Bağımsızlıklarını savunamayacakları durumdadırlar. Sayıları binlerle ölçüldüğü halde, ölüm korkusuyla yurtlarından çıkarlar. Allah onlara, onursuzluk və cehalet ölümüne uğrayın, emrini verdi. Heç kuşkusuz, cehalet, donukluktur, ölümdür. Bilgi və zulme karşı direnme də hayattır. Nitekim yüce Allah şöyle buyurur: "Ey iman edenler, size hayat verecek şeylere sizi çağırdığı zaman Allah'a və Resulüne icabet edin/əldə et." (Ənfal, 24) "Ölü ikən kendisini dirilttiğimiz və insanlar içinde yürümesi üçün kendisine bir nur verdiğimiz kimse, karanlıklar içində olub ondan heç çıxa bilməyən kimsə gibi olarmı?" (Ən'am, 122)
Kısacası, bu insanlar, rezil olmak və düşman karşısında yenilmek suretiyle bir növ ölüm sürecine giriyor və ölü olarak kalıyorlar. Sonra yüce Allah, içlerine uyanış və haklarını savunma ruhunu atmak suretiyle kendilerini diriltiyor. Böylece, haklarını koruyor və bağımsızlıklarını kazanıyorlar. Gerçi, bu şekilde bir uyanışla dirilenler, önceki ölüm sürecine giren şahıslar değildir, amma, bunların hepsi bir ümmettir ki bir zaman ölüb bir başka zaman dirilmiştir.
Yüce Allah, ayrı ayrı şahıslardan oluşan kavmi bir olarak değerlendirmiştir. Nitekim İsrailoğulları ilə ilgili olarak şöyle buyuruyor:
"Firavun ailesinden sizi kurtarmıştık." (Ə'RAF, 141) "Sizi ölümünüzden sonra dirilttik." (Bakara, 56) Əgər, söylediğimiz gibi, ayə bir örneklendirme niteliğinde olmasaydı, kendisini izleyen savaş ayetleri ilə də ilintilendirilmesi doğru olmazdı. Bu da son derece belirgin bir husustur." Müfessirin sözleri özetle bundan ibarettir.
Bu değerlendirme, görüldüğü gibi:
a) Mucizelerin və olağanüstü gelişmelerin, ən/en azından ölüleri diriltmek gibi bir kısmının inkarına dayanır ki, biz bunları kesin olarak kanıtladık. Kaldı ki ölüyü diriltme və benzeri olağanüstülükleri kanıtlayan Quranın ayetleri inkar edilemeyecek açıklıktadır. Ağıl yoluyla, bunun olabilirliğini kanıtlama imkanını bulamazsak dahi, Quranın bu kesin nassları yeterlidir.
b) Bu değerlendirme, Quranın dünya hayatında birden fazla hayatı mümkün görmediği yorumuna dayanır. Nitekim kanıt olarak bu ayetler gösterilir: "Orda ilk ölümün dışında başka ölüm tatmazlar." (Duhan, 56) "Bizi iki kere dirilttin." (Mömin, 11)
Quranı Kerim'de, bir çox ayə, dünyada ölünün diriltildiğini anlatmaktadır. İbrahim, Musa, İsa və Üzeyr kıssalarında bunu gözlemlemek mümkündür. Kimse, bu ayetlerin meseleye yönelik kanıtsallığını inkar edemez. Dolayısıyla bu ayetler, yukarıda görüşüne yer/yeyər verdiğimiz müfessirin değerlendirmelerini reddetmektedir. Kaldı ki, dünya hayatı, araya ölüm girmesiyle, iki hayat halını almaz. Bunun ən/en güzel ifadesini Üzeyr kıssasında görüyoruz. Bu kıssada, Üzeyr, uzun süren bu ölümünün farkına varmıyor. Yazarın kanıt olarak sunduğu ayetlerde, bir növ hayata işaret ediliyor.
c) Müellifin değerlendirmesi bu varsayıma dayanıyor: Əgər, ayəs(n)i kerime, kıssanın açıklanışına yönelik olsaydı, bunların hangi kavme mensup oldukları və hangi peygamberin aracılığı ilə diriltildikleri açıklanırdı.
Biliyorsunuz ki, belagat yöntemleri değişik və çeşitlidirler. Söz, bazı durumlarda, itnab (geniş və teferruatlı anlatım) yerine geçtiği gibi, bazı durumlarda də özlü anlatım işlevini görür. Üstelik bu ayetin Qur-anda başka örnekleri də vardır: "Kahrolsun Ashab-ı Uhdud. Tutuşturucu yakıt dolu o atəş Hani kendileri çevresinde oturmuşlardı və möminlərə yaptıklarını seyrediyorlardı." (Buruc, 4-7) "Yarattıklarımızdan, hakka yöneltip-ileten və onunla adaleti kılan bir ümmet vardır." (Ə'RAF, 181) Bu ayetlerde söz mövzusu kavimlerin isimleri belirtilmemiş.
d) Adı geçen müfessirin iddiasına göre, incelediğimiz ayə, bir örnek olarak algılanmazsa, anlam itibariyle kendisinden sonraki ayetlerle bir bağlantısı olmaz. Oysa, Quranın bölüm bölüm inişi, ayetlerin bir kısmının diğer bir kısmına bağlanmasını sağlamaya dönük gereksiz və soğuk zorlamalara ihtiyaç bırakmamaktadır. Ancak aralarında açıq bir bağlantı bulunması durumu başka. Kuşkusuz sözde bütünlük, etkileyici və vurgulayıcı kəlamın başta gelen özelliklerindendir.
Gerçekte, görüldüğü gibi, ayəs(n)i kerime, bir kıssayı anlatmaya dönüktür. Söyler misiniz bana, yüce Allah'ın, kullarına bir söz söylemesi və bu sözü inceleyenlerin çoğunun, bunun geçmişlere ilişkin ibret verici bir kıssa olarak algılaması, ancak, gerçekte bunun xəyala dayalı bir örneklendirme olması hangi bəlağət türüne sığdırılabilir.
Oysa, Quranı Kerim'in bir özelliği vardır. Örneklerle kıssaları birbirinden ayırır. Bunu, anlatılan olayların başında yer alan şunun gibi ifadelerden anlıyoruz: "Bunların örneği, şunun ki gibidir..." (Bakara, 17) "Dünya hayatının örneği ancak..." (Yunus, 24) "...Yüklenenlerin örneği..." (Cuma, 5) Bunun gibi daha bir çox ayə örnek gösterilebilir.
AYETİN hadisLER IŞIĞINDA şərhi
el-İhticac adlı eserde, İmam Cəfər Sadiğin (ə.s) şöyle dediği rivayet edilir: "Yüce Allah bir kavim yarattı. Bunlar veba salgınından kaçarak yurtlarını tərk ettiler. Bunlar sayılmayacak kadar kalabalıktılar. Allah onları, uzun bir süre öldürdü. Kemikleri çürüdü, eklemleri, iskeletleri dağıldı. Sonunda toprak oldular. Yüce Allah dilediği bir zamanda, bir peygamber gönderdi. Bu peygamberin adı Hızkil idi. Hızkil onları çağırdı, bedenleri bir araya geldi, bu sırada də ruhları bedenlerine geri döndü. Öldükleri günkü gibi ayağa kalktılar. Sayılarında bir eksilme olmamıştı. Bundan sonra uzun bir süre yaşadılar."[151]
Küleyni[152] və Ayyaşi[153] bu anlamı içeren bir rivayeti daha geniş bir şekilde aktarmışlardır. Sonunda də "İşte bu ayə onlar hakkında inmiştir." şeklinde bir ifade yer alır.
ayələrin tərcüməs(n)i
244- Allah yolunda savaşın və bilin ki, şüphesiz Allah işitendir, bilendir.
245- Allah'a karşılığını çox arttırma ilə qat qat artıracağı güzel bir borcu verecek olan kimdir? Allah həm daraltır və həm genişletir və siz ONA döndürüleceksiniz.
246- Musa'dan sonra İsrailoğulları'nın önde gelenlerini gör-medin mi? Hani, peygamberlerinden birine: "Bize bir hükümdar gönder də Allah yolunda savaşalım." demişlerdi. O: "Ya üzerinize savaş yazılınca (fərz kılınınca) savaşmayacak olursanız?" demişti. "Bize nə oluyur ki, Allah yolunda savaşmayalım? Ki biz yurdumuzdan və oğullarımız arasından çıkarılıp sürüldük?" demişlerdi. Amma onlara savaş yazıldığı (fərz kılındığı) zaman, az bir kısmı hariç, yüz/üz çevirdiler. Allah zalimleri bilir.
247- Onlara Peygamberleri dedi ki: "Allah size Talut'u hükümdar olarak gönderdi." Onlar: "Biz hükümdarlığa ondan daha çox layık ikən və ona bir mal bolluğu verilmemişken, onun bizim üzerimize nasıl hükümdarlığı olabilir?" dediler. O şöyle demişti: "Doğrusu Allah size onu seçti və onun bilgisini və bədəni gücünü arttırdı. Allah kime dilerse mülkünü verir. Allah, (rahmeti və lütfu) geniş olandır, bilendir."
248- Onlara peygamberleri şöyle dedi: "Onun hükümdarlığının belgesi, size tabut'un (sandığın) gelmesi olacaktır ki onda Rabbinizden bir tündünə (güven duygusu və huzur) ilə Musa ailesinin və Harun ailesinin geriye bıraktığından bir kalıntı var; onu melekler taşır. Əgər inanmışlarsanız, bunda şüphesiz sizin üçün kesin bir əlamət vardır."
249- Talut askerleriyle birlikte ayrıldığında dedi ki: "Doğrusu Allah sizi bir ırmakla imtihan edecektir. Kim ondan içerse, artık o benden değildir. Və kim də onu tatmazsa bendendir. Eliyle bir ovuc alanlar başka." İçlerinden çox azı hariç, hepsi ondan içtiler. O, kendisiyle beraber iman edenlerle (ırmağı) geçince (sudan bir ovuc içenler) "Bugün bizim Calut'a və ordusuna karşı koyacak gücümüz yox." dediler. Allah'a kavuşacaklarına qənaət getirenler isə: "Nice küçük topluluk, daha çox olan bir topluluğa Allah'ın izniyle galip gelmiştir. Allah sabredenlerle beraberdir." dediler.
250- Onlar, Calut və ordusuna karşı meydana çıktıklarında dediler ki: "Rabbimiz, üzerimize sabır yağdır, adımlarımızı sabit et və kafirlər topluluğuna karşı bize yardım et/ət."
251- Böylece onları, Allah'ın izniyle yenilgiye uğrattılar. Davud Calut'u öldürdü; Allah ona mülk və hikmet verdi və ona dilediğinden öğretti. Əgər Allah'ın insanların bir kısmı ilə bir kısmını defi olmasaydı, yeryüzü mutlaka fesada uğrardı. Ancak Allah, bütün alemlere karşı fəzl sahibidir.
252- İşte bunlar, Allah'ın ayetleridir; onları sana bir haqq olarak okuyuruz. Elbette sən gönderilen elçilerdensin.
ayələrin AÇIKLAMAsı
Ayetler arasındaki açıq bütünlük yani savaşın fərz kılınışı ilə güzel borc (karzı hasen) arasındaki ilişki Talut, Davud və Calut kıssasından elde edilen sonuç, bu ayetlerin bir kerede indiği sonucunu çıkarıyor karşımıza. Bu ayetlerden məqsəd, savaşla hayat bağlantısını ortaya çıkarmak, bir milletin dini və dünyəvi hayatında ilerleyişini və gerçek mutluluğa erişmelerini sağlayan ruha işaret etmektir. Bu ayetler grubunda ulu Allah, cihad yükümlülüğünü açıklıyor. Müminleri, mücahidlərin do-nanımı, təchizatı üçün maddi harcamada bulunmaya, barış zamanında hazır güc bulundurmaya davet ediyor. Bu maddi və mənəvi harcamaları də kendi uğrunda olduğu üçün "Allah'a borc verme" olarak nitelendiriyor. Ayrıca bu tabir, anlaşılırdır və bu harcamaları yapanların Allah'a yakınlığını ortaya koymaktadır. Ardından, din düşmanlarıyla savaşmakla yükümlü tutulan möminlər gerekli dersi çıkarsınlar diye Talut, Calut və Davut kıssası anlatılıyor. Bir də, egemenlik və üstünlüğün, taraftarları sayısal olarak azınlık də olsalar iman və takvanın olduğunu, alçaklık və zilletin də, taraftarlar çoğunlukta də olsalar nifak və sapıklık üçün olduğunu bilmeleri amaçlanıyor.
Bu kıssanın kahramanları olan İsrailoğulları, suskunluk, uyuşukluk, tembellik və nemelazımcılık üzere bir hayat sürdürdükleri sürece aşağılanıyor, eziliyor və onursuzca bir zillet içinde yaşıyorlardı. Amma Allah üçün ayaklanıp, ONun yolunda savaştıklarında, haqq mesajı açıkça haykırdıklarında, hər nə kadar sözü ilə özü bir olanlar azınlıkta idiyseler də, savaşın başlaması sırasında çoğu geri döndüyse də, ardından Talut'un komutanlığına karşı çıktıysalar də, sonra yasaklandığı halde nehrin suyundan içtiyseler də və ayrıca "Bugün bizim Calut'a və ordusuna karşı koyacak gücümüz yox" dediyseler də, ulu Allah düşmanlarına karşı onlara yardım etti. Allah'ın izniyle, o güçlü orduyu ağır bir hezimete uğrattılar. Savaşın devam ettiği sırada Davud Calut'u öldürdü. Saltanat və mülk, İsrailoğulları'na yerleşti. Yeniden hayata döndüler. Tekrar eski egemenliklerine və güçlerine kavuştular.
Bütün bunlar, Calut və ordusu ilə karşı karşıya geldiklerinde, sürekli tekrarladıkları bu iman və takva içerikli sözün etkisiyle gerçekleşiyordu: "Rabbimiz, üzerimize sabır yağdır, adımlarımızı sabit et və kafirler topluluğuna karşı bize yardım et/ət." İşte böyle, hər zaman və hər mekandaki möminlər, geçmişte yaşamış salih toplulukların yolunu izlemelidirler. Onlar mömin olarak kaldıkları sürece üstündürler.
244) Allah yolunda savaşın...
Cihadın fərz və zorunlu olduğu belirtiliyor. Yüce Allah, gerek burada və gerekse, konuya ilişkin başka ayetlerde cihadı "Allah yolunda" olmakla sınırlandırıyor. Bu kayıtlandırma ilə güdülen məqsəd şudur: Heç kimse, bu dinsel görevin, kupkuru bir dünyəvi sulta uğruna olduğu, şəkli bir yayılma amacı ilə yürütüldüğü vehmine kapılmasın. Nitekim, günümüzde İslamın yayılışını inceleyen sosyologların və başka kimselerin bu cür bir kuruntuya kapıldıklarını görüyoruz. Tam tersine, cihad, insanlık üçün dünya və ahiret iyiliği anlamına gelen dinsel egemenliğin genişlemesine, pekişmesine yönelik bir yükümlülüktür.
"Bilin ki, şüphesiz Allah işitendir, bilendir." ifadesinde, bu görevi yerine getirmekte olan möminlərə yönelik bir uyarı vardır. Ki, Allah və Resulü bir əmr verdiklerinde sözlü olarak buna karşı çıkmasınlar ya da iki yüzlülük edib karşı çıkışlarını içlerinde tutmasınlar. Nitekim İsrailoğulları də, Talut hakkında ileri geri konuşmuş və "Onun bizim üzerimize nasıl hükümdarlığı olabilir?" demişlerdi. Ayrıca kendi içlerinde şöyle demişlerdi: "Bugün bizim Calut'a və ordusuna karşı koyacak gücümüz yox." Bir də savaşla yükümlü kılındıkları zaman içlerinde bir qrup çil yavrusu gibi dağılıp gerisin geri dönmüşlerdi. Daha sonra, komutanları Talut yasakladığı halde, üzerinden geçmekte oldukları bir nehrin suyundan içmişlerdi.