256- Dinde zorlama yoktur. Şüphesiz doğruluk sapıklıktan apaçık ayrılmıştır. Artık kim tağutu inkar edib Allah'a inanırsa, o, sapasağlam bir kulpa yapışmıştır; onun kopması yoktur. Allah, işitendir, bilendir.
257- Allah, iman edenlerin velisidir. Onları karanlıklardan nura çıkarır; inkar edenlerin velileri isə tağuttur. Onları nurdan karanlıklara çıkarırlar. İşte onlar, atəş ehlidirler. Onda süresiz kalacaklardır.
Ayələrin AÇIKLAMAsı
256) Dinde zorlama yoktur. Şüphesiz doğruluk sapıklıktan apaçık ayrılmıştır.
İfadenin orijinalinde geçen "ikrah" sözü, bir kimseyi rızası olmaksızın bir işi yapmaya zorlamak anlamına gelir. "ər-Rüşd veya er-rüşüd" isə; bir şeyin gerçekliğine, işin aslına və doğru yola ulaşma demektir. Karşıtı isə "əl-ğayy" (sapıklık)tır. Bu iki kavram. "hidayet" və "delalet"ten daha genel kapsamlıdır. Çünkü "hidayet" amaca ulaştırıcı yolu bulmak, "delalet" isə (söylendiğine göre) bu yolu bulamamak anlamına gelir. Öyle anlaşılıyor ki "rüşd" kelimesinin doğru yola ulaşma anlamında kullanılması, kavramı, içine giren olgulardan birine uyarlama yöntemine uygun bir uyarlamadır. Çünkü, yolda yürümekte olan bir kimsenin, bir işin gerçekliğine ulaşması, onun doğru yolu bulup izlemesine bağlıdır. Böylece, yola ulaşma, bir işin gerçekliğine ulaşmanın bir mısdakıdır.
Gerçekte "rüşd" ilə "hidayet" birbirinden farklı anlamlar ifade ederler. Bunlardan birinin ötekisinin anlamını ifade etmesi xüsusi bir itinayı gerektirir ki, bu son derece belirgindir. Nitekim yüce Allah şöyle buyuruyor: "Əgər onlarda bir rüşd (olgunluk) görürseniz..." (Nisa, 6) "Andolsun, bundan önce İbrahim'e rüşdünü vermiştik." (Ənbiya, 51)
Aynı ilişki "ğayy" və "dalal" kavramları arasında də söz konusudur. Bu yüzden, daha önce şöyle bir açıklamada bulunma gereğini duyduk: Dalal, gözönünde bulundurulan amacı və maksadı hatırlamakla birlikte yoldan sapma demektir. "Ğayy" isə yolun varacağı hedefi unutmak suretiyle sapmak anlamına gelir. Bu yüzden sapık (ğaviyy) insan nə istediğini, neyi amaçladığını bilmez.
"Dinde zorlama yoktur." ifadesinde, zorla dayatılan dinsel inancın geçersizliği vurgulanmaktadır. Çünkü din, teorik bilgiler silsilesidir və bunu pratik bilgiler silsilesi izler. İkisinin toplamına inançlar (itikad) denir. İtikat və iman kalbi ilgilendiren olgulardır. Ürək üzerinde zorlamanın, dayatmanın hükmü geçmez. Çünkü zorlamanın etkisi, ancak zahiri ameller, bedensel fiil və hareketler üzerinde görülebilir. Kalbi inançlara gelince, bu alanda itikad və idrak kabilinden olan kalbi sebepler rol oynar. Cehaletten bilginin doğması muhaldır. Ya da, bilimsel olmayan önermelerden bilimsel tasdike varmak imkansızdır.
Dolayısıyla, "Dinde zorlama yoktur." ifadesi, əgər haber nitelikli bir önermeyse, yaratma və oluşsal bir durumu anlatıyorsa, bundan herhangi bir kimseyi dine və inanc sistemine bağlanmaya zorlamanın geçersizliğine ilişkin dinsel bir hüküm doğar. Əgər yasa koyma və kural bildirme niteliğindeyse, ki onu izleyen cümle bu niteliğini pekiştirmektedir, "Şüphesiz, doğruluk sapıklıktan apaçık ayrılmıştır." Bu durumda, "Dinde zorlama yoktur." cümlesi, bir insanı inanc sistemine bağlanmaya, iman etmeye zorlamanın yasak olduğunu ifade etmiş olar. Bu yasaklama, yaratma və oluşsal bir gerçeğe dayanıyor, demektir. Tevkini gerçek isə, az önce açıkladığımız gibi bu şekilde ifade edilebilir: Zorlama, ancak bedensel fiiller aşamasında etkili olabilir, kalbi inançlar aşamasında değil.
Yüce Allah bu hükmü bu şekilde açıklamıştır: "Şüphesiz, doğruluk sapıklıktan apaçık ayrılmıştır." Bu ifade bir bakıma, malulden hareketle illeti açıklama niteliğindedir. Çünkü, yönetiminde hikmeti əsas alan/sahə akıllı bir yönetici, bir lider, ancak emre muhatap olanların anlayışlarının basitliği və yönetilenlerin zihinlerinin yetersizliği ya da başka nedenlerden dolayı, gerçeği açıklama imkanı bulunmayan önemli meselelerin algılanışı və uygulanışı bağlamında zorlama və dayatma, taklide emretme və benzeri yöntemlere başvurur.
Yaxşı və kötü yönü açıklanan, yapılması ya da yapılmaması durumunda nə növ bir aqibətlə karşılaşılacağı belirlenen önemli meselelerin benimsenip gereklerinin yapılması bağlamında zorlama və dayatma yöntemine başvurmaya gerek yoktur. Tam tersine, bu hususta insan, iki şıktan birini yapma, iki aqibətdən birini seçme özgürlüğüne sahiptir. Dinin gerçekleri və yolu ilahi duyurular və peygamberin pratik yaşayışı aracılığı ilə açıklığa kavuşmuş olduğu üçün, doğruluğun dince temsil edildiği, dine təbii/tabe olmanın doğru yolda olma anlamına geldiği, dini terk etmenin, hükümlerini uygulamamanın sapıklık olduğu açıklığa kavuşmuştur. Bu bakımdan, bir kimsenin bir başkasını dine girmeye zorlaması gerekmez.
Araştırmacı və başka dinlere mensup bilginler kisvesi altında, İslamın kılıç dini olduğunu iddia edenlerin və bunu də cihadın İslam dininin bir ilkesi olması ilə kanıtlamaya çalışanların görüşlerinin tam aksine bu ayəs(n)i kerime, İslam dininin kılıç və kana dayanmadığını, zorlama və dayatmaya icazə vermediğini gösteren önemli bir kanıttır.
Savaş ayələrini incelerken bu cür iddialara gerekli cevabı verdik. Dedik ki: İslamın öngördüğü, Müslümanları çağırdığı savaş,dini çətin və güc kullanarak yayma və toprak kazanma amacına yönelik değildir. Tam tersine, İslamın öngördüğü savaş, hakkı egemen kılma, fıtratın ən/en gözde değerini yani tevhid ilkesini savunma amacına yöneliktir. Amma, tevhid ilkesi insanlar arasında yaygınlık kazanınca və insanlar, Yahudilik və Hıristiyanlık şeklinde bile olsa, peygamberlik misyonunun temsil ettiği dine boyun eğince, artık bir Müsəlmanın tevhid ehli ilə bir işi olmaz, onlarla mücadele etmek gibi bir yükümlülüğü yoktur. Dolayısıyla, sözde araştırmacıların İslam dininin öngördüğü cihad yükümlülüğüne yönelik eleştirileri, meseleyi gereği gibi kavrayamamış olmalarından kaynaklanan bir durumdur.
Bu açıklamalardan anlıyoruz ki: "Dinde zorlama yoktur." ifadəsinin içerdiği hüküm, bazılarının söylediği gibi, savaş hükmünü içeren ayetle neshedilmiş değildir.
Bu ayetin neshedilmediğinin ən/en belirgin kanıtı, yine aynı ayetin içerdiği bu sebep nitelikli ifadedir: "Şüphesiz, doğruluk sapıklıktan apaçık ayrılmıştır." Nesheden hüküm, sebebi neshetmediği sürece hükmün kendisini neshetmez. Çünkü hüküm, sebebi varoldukça vardır. Bilindiği gibi, doğruluğun sapıklıktan ayrılması, İslam dini ölçülerinde, savaş hükmünü içeren ayetle ortadan kalkacak türden bir olgu değildir. Örneğin: "Müşrikleri hər nerede bulursanız onlarla savaşın." veya "Allah yolunda savaşın." ayetleri dinin açıq bir şekilde ortada oluşu noktasında bir etkinlik göstermedikleri üçün bu açıq oluşla ilintili bir hükmü neshetmiş olmaları düşünülemez.
Diğer bir ifadeyle, incelemekte olduğumuz ayəs(n)i kerime "Dinde zorlama yoktur." ifadesini, hakkın açıq və belirgin oluşu ilə izah ediyor. Bu isə, savaş hükmünü içeren ayetin inişinden önce və inişinden sonra değişebilecek bir durum değildir.Bu durum hər durumda kalıcı və değişmezdir. Bu halda, ayə neshedilmiş değildir.
Artık kim tağutu inkar edib Allah'a inanırsa, o, sapsağlam bir kulpa yapışmıştır.
"Tağut" kelimesi, azgınlık və haddi aşma anlamına gelir. Tıpkı "melekut" və "ceberut" kavramlarında olduğu gibi bu kavramın də anlamında mübalağa esastır. İnsanların Allah'ı bir yana bırakarak kulluk sundukları putlar, şeytanlar, cinler, sapıklığın önderleri konumundaki insanlar və yüce Allah'ın təbii/tabe olunmasından hoşnut olmadığı hər lider anlamında kullanılan bir kavramdır. Bu kelimede, müzekker (çatıl), müennes, (dişil) müfret (tekil), tesniye (iki şahsı belirleme kalıbı) və cemi (çoğul) fark etmez.
"Kim tağutu inkar edib Allah'a inanırsa" ifadesinde, inkarın imandan önce zikredilmesi, ceza cümlesinde iştirak edən fiilde söz mövzusu olan söz dizimi ilə uygunluk oluşturması içindir. Ceza cümlesi derken: "Kopması olmayan sağlam kulpa yapışma"yı ifade edən cümleyi kastediyorum. Çünkü bir şeye yapışmak, ancak hər şeyi bırakıp bir kulpa sarılmakla mümkündür. Dolayısıyla önce tərk, sonra yapışma söz konusudur. Bu yüzden terk etme anlamını içeren "inkar", yapışma anlamını içeren "iman"dan, önce zikredilmiştir ki, bu pratik, tertibe uygun olabilsin.
Ayetin orijinalinde geçen "istemseke" kelimesinin məsdəri olan "is-timsak" bir şeye kuvvetle sarılmak anlamına gelir. "Urve" isə "qulp" anlamında kullanılır. "Kovanın kulpu, tencerenin kulpu" gibi. Ayrıca toprağa kök salan və yaprağı dökülmeyen bitki və ağac anlamında də kullanılır. Kelimenin anlamının temelinde "asılma" unsuru iştirak edər. A-raplar: "Arahu, i'terahu (=ona asıldı, bağlandı.)" derler.
"O, sapasağlam bir kulpa yapışmıştır." ifadesi, istiaredir.Verilmek istenen mesaj isə şudur: Mutluluğa göre iman, bir kabın kulpunun kaba ya da kabın içindeki şeylere olan konumu gibidir. Kulpa sıkı sıkıya sarılmadığı sürece insan, onu tam anlamıyla tutup-kavramış olmaz. Tıpkı bunun gibi, bir insan gerçek mutluluğa də ancak tağutu inkar edib Allah'a iman etmekle kavuşabilir.
Onun kopması yoktur. Allah, işitendir, bilendir.
Ayənin orijinalinde geçen "infisam" kelimesi, kopma, kırılma, anlamına gelir. Bu bakımdan cümle, ayetin geneli içinde "Urve" kelimesinden "hal"dır, sağlam kulpun anlamını pekiştirmektedir. Ardından bu değerlendirme cümlesi yer alıyor: "Allah, işitendir, bilendir." Böyle bir ifadenin kullanılmış olması iman və küfrün ürək və dille ilintili olmasından kaynaklanıyor.
257) Allah, iman edenlerin velisidir. Onları karanlıklardan nura çıkarır...
Tağutun dostlarını aydınlıktan karanlığa çıkarması ilə ilgili olarak bazı açıklamalarda bulunduk. Bu açıklamayı yaparken şunu söylemiştik: Söz konusu "çıkarma" və benzeri ifadelerle, kelimenin gerçek anlamı kastediliyor. Çoğu tefsir bilginlerinin və diğer bazı araştırmacıların sandıkları gibi, məcazi bir kullanım söz mövzusu değildir.
Bu görüşü benimseyenler diyorlar ki: Bunlar məcazi anlamlardır; bunlarla bedenin zahiri hareketleri və hareketsizlikleri və bunlara bağlı olarak belirginleşen yaxşı ya da kötü hedefler kastediliyor. Söz gelimi; "nur" gerçek inanc sistemidir; cehaletin karanlığını, şüphenin neden olduğu şaşkınlığı və kalbin huzursuzluğunu gideren akidedir. Bu halda, yol göstericiliği tartışma götürmez bir gerçek olan salih əməl nurdur. Çünkü salih amelin mutluluk üzerindeki etkisi yadsınamaz. Nitekim "nur" dediğimiz şey də, gerçekte bu işlevi görür, bu niteliklere sahiptir. Bu karanlık isə, inanc sistemine egemen olan cehalettir, kuşkudur, kararsızlıktır, yıkıcı amellerdir. Bütün bu tanımlamalar istiare kategorisine girer.
Yüce Allah'a nisbət edilen "karanlıktan nura çıkarma" tıpkı "tağuta nisbət edilen" nurdan karanlığa çıkarma gibi, yukarıda işaret ettiğimiz əməl və inançların kendisidir. Yoksa, yüce Allah'ın ya da bir başkasının gerçek anlamda "çıkarma" gibi bir fiil sergilemesi söz mövzusu değildir. Yüce Allah'ın ya da bir başkasının fiilinin nur və karanlık gibi somut bir etkinliği kastedilmiyor. Bazı tefsircilerin və araştırmacıların iddiasıdır bu.
Bir diğer qrup da şöyle bir görüşü savunuyor: "Yüce Allah "karanlıktan nura çıkarma", "hayat, genişlik, rahmet vs. verme" gibi bir fiil gerçekleştirir. Yüce Allah'ın bu fiili, nur, karanlık, ruh, rahmet, və meleklerin inişi gibi bir sonuç doğurur. Ancak bizim kavrayışımız və duyularımız bunu algılamaz, havsalamız almaz. Nə var ki, biz yüce Allah'ın bize haber verdiği gibi -ONun sözü gerçeğin də kendisidir- inanırız. Bu gibi şeyler vardır və bunlar Allah'ın fiilleridir. Verilen haberleri tam olarak kavrayamazsak də bu böyledir."
Bu görüş də, tıpkı önceki görüş gibi, nur, karanlık, çıkarma və benzeri ifadelerin, məcazi anlamda və istiare yoluyla kullanılmış olmasını öngörür. Bu iki görüş arasındaki tək fərq şudur: Birincisine göre, nur və karanlık gibi ifadelerin somut halleri bizim inanc və amellerimizdir. İkincisine göre də, bunlar, bizim inanc və amellerimizin dışında olgulardır. Ancak bizim bunları kavramamız mümkün değildir. Bunlara ulaşıp dərs etmek imkansızdır.
Hər iki görüş də dosdoğru yolun dışındadır. Zidd istikametli iki aşırı eğilimi yansıtmaktadır. Meselenin gerçeğe uygun değerlendirmesi şöyledir: Yüce Allah'ın, bizim itaat ya da isyanımızla bağlantılı olarak var ettiğini, yapıp-ettiğini haber verdiği olgular, gerçekliğe sahiptirler. Məcazi bir kullanım söz mövzusu değildir. Nə var ki, bu olgular bizim inanc və amellerimizden ayrı değildirler. Tam tersine, inanc və amellerimizin iç kapsamında yer edinen zorunlu sonuçlardır. Daha önce, bu konuya değinmiştik. Amma bu değerlendirme: "Allah onları karanlıklardan nura çıkarır." və "Onları nurdan karanlıklara çıkarırlar." ifadelerinin, yüce Allah'ın doğru yola ileticiliğinden və tağutun saptırmasından kinaye olmasına engel değildir. "Kəlam" konusunu incelerken də demiştik ki: Tartışma iki noktadadır,
a) Nur və karanlık gibi olgular bu evrende birer gerçekliğe sahip midir, yoksa gerçekliği bulunmayan birer benzetme midir?
b) Bunların birer gerçeklik olduklarını kabul etsek, karşımıza bu ikilem çıkıyor: Acaba, hidayetin gerçekliğinden ibaret olan bir gerçeklikle ilintili olarak, örneğin "nur" sözcüğünü kullanmak, gerçek bir kullanım mıdır? Yoksa məcazi bir kullanım mıdır?
Hər halükarda, "Onları karanlıklardan nura çıkarır." və "Onları nurdan karanlıklara çıkarırlar." cümleleri, hidayet və sapıklıktan kinaye olarak kullanılmışlardır. Aksi takdirde, hər bir mömin və kafirin həm nuru, həm də karanlığı olması gerekirdi. Çünkü, müminin karanlıktan nura çıkarılışı, onun imandan önce karanlıkta olmasını gerektirir. Kafir içinse, bunun aksi bir durum lazım gelirdi. Bu halda möminlərin və kafirlerin geneli -ki bunlar ya yalnızca mömin olarak yaşar ya da yalnızca kafir olarak yaşarlar- yükümlülük alacak konuma geldiklerinde, şayet iman ederlerse, karanlıklardan nura çıkarılırlar. Dolayısıyla, onlar bundan önce həm nur, həm də karanlık içindeydiler. Ancak bu; hiçbir yönüyle doğru değildir.
Fakat şöyle bir yorum getirmek mümkündür: İnsan, yaratılışı itibariyle fıtrat nuru üzeredir. Bu, icmali fakat ayrıntıya elverişli bir nurdur. Gerçeklik bilgileri və salih ameller söz mövzusu olduğunda isə, henüz karanlık içindedir. Çünkü konumu və karşı karşıya bulunduğu olgular açıklığa kavuşmamıştır. Bu anlamı ilə nur və karanlık birbirleriyle çelişmezler, ikisinin bir arada olmasının sakıncası yoktur. Dolayısıyla mömin imanı aracılığı ilə karanlıktan ayrıntılı gerçeklik bilgilerinin və itaatin aydınlığına çıkar. Kafir də, inkarı aracılığı ilə fıtratın nurundan küfrün və günahların ayrıntılı karanlıklarına çıkar...
"Onları karanlıklardan nura çıkarır." və "Onları nurdan karanlıklara çıkarır." ifadelerinde "nur"un tekil "karınlık"ın də çoğul olarak kullanılmış olması, hakkın tək və farklılaşmaz olduğunu, buna karşın batılın çeşit çeşit və farklı niteliklerde ortaya çıktığını, birlik halında olmadığını vurgulamaya yöneliktir. Nitekim yüce Allah bir ayette şöyle buyurur: "Bu benim dosdoğru olan yolumdur. Bu halda ona yatıl. Sizi ONun yolundan ayıracak yollara uymayın." (Ən'am, 153)
ayələrin hədislər IŞIĞINDA şərhi
et-Dürr'ül-Mensur təfsirində, Əbu Davud, Nəsəs(n)i, İbn Munzir, İbn Əbi Hatem və en-Nuhas (Nasih adlı eserinde) İbn Mende (Garaib-i Şuab adlı eserde) İbn Hibban, İbn Mürdeveyh, Beyhaki (Sünen'inde) Ziya (el-Muhtare adlı eserde) İbn Abbas'tan şöyle rivayet ederler: İslamdan önce, Medineliler arasında şöyle bir gelenek vardı: Çocukları doğar doğmaz ölən bir kadın, "şayet bir çocuğum yaşayacak olursa onu Yahudi yapacağım" diye adakta bulunurdu. İslamdan sonra, Yahudi kökenli Nadiroğulları kabilesi, Medine'nin dışına sürgün edilince, içlerinde, bu şekilde adanmış Ensar çocukları də bulunuyordu. Medineliler şöyle dediler: "Çocuklarımızın onlarla birlikte gitmesine icazə vermeyeceğiz." Bunun üzerine, "Dinde zorlama yoktur." ayeti indi.
Aynı rivayet başka kanallardan Said b. Cübeyr və bərabər/yoldaş-Şa'bi'den də rivayet edilmiştir.
Yine et-Dürr'ül-Mensur təfsirində, ABŞ b. Humeyd, İbn Cerir və İbn Münzir, Mücahid'den şöyle rivayet ederler: Yahudi kökenli Nadiroğulları kabilesinin kadınları, Evs kabilesinden bazı çocukları emzirmişlerdi. Resulullah efendimiz (s. a. a) Nadiroğulları'nın Medine'yi tərk etmelerini emredince, Evslilerin çocukları: "Biz onlarla birlikte gideceğiz, biz onların dinlerini benimseyeceğiz" dediler. Çocukların aileleri isə, buna engel olmak istediler və Müsəlman olmaları üçün baskı uyguladılar. İşte "Dinde zorlama yoktur." ayeti, bu hadisə üzerine inmiştir.
Mən deyərəm ki: Bu rivayet də önceki gibi, başka kanallardan də aktarılmıştır. Ayrıca, İslamdan önce Ensar kadınlarının, əgər çocukları yaşayacaklarsa onları Yahudileştireceklerine ilişkin rivayetle də çelişmemektedir.
Yine aynı eserde, İbn İshak və İbn Cerir, İbn Abbas'ın "Dinde zorlama yoktur." ayeti ilə ilgili olarak şöyle dediğini rivayet ederler: Bu ayə, adına Hasiyn denen Beni Salim b. Avf kabilesine mensup bir ensarlı hakkında inmiştir: Bu adamın Hıristiyan olmuş iki oğlu vardı. Kendisi də Müslümandı. Bir gün Resulullah'a (s. a. a) şöyle dedi: "Oğullarıma Müsəlman olmaları üçün baskı uygulayayım mı? Çünkü Hıristiyanlık dışında herhangi bir dini kabul etmek gibi bir niyetleri yoktur." Bunun üzerine söz konusu ayə indi.
el-Kafidə İmam Cəfər Sadiğin (ə.s) şöyle dediği rivayet edilir: Ayette geçen "nur"dan maksat, Muhammed'in Ehlibeyt'idir. Karanlıklar isə Ehlibeyt düşmanlarıdır.
Mən deyərəm ki: Bu rivayet, genel bir hükmü xüsusi bir duruma uyarlama ya da batını anlamını verme veya tevilini açıklama olarak değerlendirilebilir.