Ayələrin Tərcüməs(n)i


Onlardan, Allah'ın kendileriyle konuştuğu v



Yüklə 6,43 Mb.
səhifə41/60
tarix28.03.2017
ölçüsü6,43 Mb.
#12706
1   ...   37   38   39   40   41   42   43   44   ...   60

Onlardan, Allah'ın kendileriyle konuştuğu və derecelerle yükselttiği vardır.

Bu iki cümlede, muhataptan gayp sıygasına geçiş (iltilaf) yapılıyor. Allah doğrusunu herkesten daha yaxşı bilir amma, bununla verilmek istenen mesaj şudur: Peygamberlerin sahip oldukları üstün nitelikler iki kısımdır: Bunların bir kısmı, ismin ifade ettiği anlam itibariyle, üstünlüğe delalet edər; Hz. İsa (ə.s) ilə ilgili olarak söz mövzusu edilen apaçık ayetler və Ruh'ul-Kudüs'le desteklenme gibi. Çünkü bu nitelikler bizzat üstündürler, erişilmezdirler.

Diğer bir kısmı isə, böyle değildirler. Bu kısım nitelikler ancak yüce bir makama izafe edilmek suretiyle bir üstünlüğe delalet edebilir, bir değer kazanabilir. Konuşma niteliğini buna örnek gösterebiliriz. Çünkü konuşma, değer və fazilet edineceği bir şeye ya da bir kimseye izafe edilmedikçe kendi başına bir değer ya da bir üstünlük ifade etmez. Mesela, konuşmanın Allah'a izafe edilmesi gibi. Aynı şekilde "Allah derecelere yükseltti." denilerek yükseltme fiili Allah'a nisbət edilmeyince, derecelerin yükseltilmesi də kendi başına bir anlam ifade etmez. Bunu təsbit ettikten sonra, üç cümlenin ikisinde, muhataptan gayp sıygasına geçiş yapılmasının arka planında ki hikmeti də kavramış oluruz. "Onlardan, Allah'ın kendileriyle konuştuğu və derecelerle yükselttiği vardır. Meryemoğlu İsaya apaçık belgeler verdik." Görüldüğü gibi ilk iki cümlede, konuşmanın yönü, muhatap sıygasından qeyb sıygasına çevrilmişdir. Məqsəd hasıl olunca də, konuşmanın başlangıçtaki, həmsöhbət sıygasına dönüş yapılarak "Meryemoğlu İsaya apa-çık belgeler verdik..." buyurulmuştur.

Tefsir bilginleri, bu iki cümle ilə kimin kastedildiği hususunda farklı görüşler ileri sürmüşlerdir. Bir görüşe göre; yüce Allah'ın konuştuğu kişiden maksat Hz. Musa'dır (ə.s). Çünkü yüce Allah bir ayette şöyle buyuruyor: "Allah, Musa ilə də konuştu." (Nisa, 164) Bunu dile getiren başka ayetler də vardır. Bir diğer görüşe göre də, bununla peygamber efendimiz (s. a. a) kastedilmiştir. Çünkü yüce Allah mirac gecesi onunla konuşmuştur: Onu kendine yaklaştırarak, aradaki bütün aracıları bir kenara atmış və vahiy yoluyla vasıtasız onunla konuşmuştur. Nitekim ulu Allah şöyle buyurur: "Sonra yaklaştı, derken sarkıverdi. Nitekim ikisi arasındaki uzaklık iki yay kadar oldu veya daha yakınlaştı. Böylece kendi kuluna vahyettiğini vahyetti." (Nəcm, 8-10)

Bir başka görüşe göre də, bununla mutlak olarak vahiy kastedilmiştir. Çünkü vahiy "gizli konuşma" demektir. Nitekim yüce Allah də vahyi "konuşma" olarak nitelemiştir: "Kendisiyle Allah'ın konuşması, bir beşer üçün olacak şey değildir; ancak bir vahiy ilə ya da perde arkasından (konuşması) başka." (Şura, 51) Amma bu değerlendirme, incelemekte olduğumuz ayetteki "Onlardan, bazıları ilə, Allah konuştu. Bazısını də derecelerle yükseltti." şeklindeki bütünden parçayı ayırıcı nitelikteki ifadeyle bağdaşmıyor. Bu anlamı ifadenin orijinalinde geçen "min" harfi ifade ediyor.

Ayetin akışı ilə oluşan atmosfere, burada Hz. Musa'nın (ə.s) kastedilmiş olması daha uygundur. Çünkü, yüce Allah'ın, onunla konuştuğu, incelemekte olduğumuz bu Medine inişli sureden önce enən surelerde dile getirilmişti. "Musa tayin edilen sürede gelince və Rabbi onunla konuşunca..." "Allah: Ey Musa, dedi. Sana verdiğim risaletimle və seninle konuşmamla seni insanlar üzerinde seçkin kıldım." (Ə'RAF, 143-144) Bilindiği gibi bu ayə Mekke dövründə imiştir. Bu halde, Allah'ın Musa ilə konuşması olayı, incelediğimiz ayetin indiği sıralarda bilinmekteydi.

Aynı şekilde, "Bazısını derecelerle yükseltti." ifadesiyle də, peygamber efendimizin (s. a. a) kastedildiği söylenmiştir. Çünkü yüce Allah, onu bütün insanlara elçi olarak göndermek suretiyle, derecesini yükseltmiştir. Yüce Allah şöyle buyurur: "Biz seni ancak bütün insanlara gönderdik." (Sebe, 28) Bir yerde də onun (s. a. a) bütün alemlere rahmet olarak gönderildiği vurgulanır: "Biz seni alemler üçün yalnızca bir rahmet olarak gönderdik." (Ənbiya, 107) Peygamberlik misyonunun son halkası olduğu vurgulanır bir diğer ayette: "Ancak o, Allah'ın Resulü və peygamberlerin sonuncusudur." (Ahzab, 40) Onun derecesinin yükseltildiğinin bir belgesi də, bütün göy menşeli kitapları kuşatıcı, hər şeyin açıklamasını kapsayıcı, art niyyətli batıl taraftarlarının tahrif amaçlı girişimlerine karşı koruma altına alınmış və dünya durdukça göz kamaştırıcı, akıllara durgunluk verici bir mucize olarak kalacak olan Quranın kendisine indirilmiş olmasıdır. Nitekim ulu Allah bu ayetlerde bu gerçeği dile getirir: "Sana də, önündeki kitapları doğrulayıcı və ona bir şahit- gözetleyici olarak kitabı indirdik." (Maidə, 48) "Biz kitabı sana, hər şeyin açıklayıcısı olarak indirdik." (Nəhl, 89) "Heç şüphesiz, Quranı Biz indirdik Biz, onun koruyucuları də gerçekten Biziz." (Hicr, 9) "Da ki: Əgər bütün ins və cin toplulukları, bu Quranın bir benzerini getirmek üzere toplansa, onların bir kısmı bir kısmına destekçi olsa bile onun bir benzerini getiremezler." (İsra, 88) Yine, peygamber efendimize (s. a. a) dünya və ahiret işlerinin tümünü düzenleyen və dimdik ayakta tutan dinin gönderilişi də derecelerinin yükseltildiğinin bir işaretidir. "Öyleyse sən, yüzünü dimdik ayakta duran dine çevir." (Rum, 43)

Bazılarına göre; derecesi yükseltilen ifadesi ilə birden çox peygamber kastedilmiştir. Nitekim yüce Allah, Hz. Nuh (ə.s) hakkında şöyle buyurur: "Alemler içinde salam olsun Nuha." (Saffat, 79) Hz. İbrahim (ə.s) hakkında də şöyle buyurur: "Hani Rabbi, İbrahim'i bir takım kelimelerle denemişti. O da istenenleri tam olarak yerine getirmişti. O zaman Allah İbrahim'e; Seni şüphesiz insanlara imam kılacağım, dedi." (Bakara, 124) "Sonra gelecekler arasında bir doğruluk dili ver." (Şuara, 84) İdris Peygamber (ə.s) hakkında də şöyle buyurur: "Biz onu yüce bir makama yükseltmiştik." (Meryem 57) Hz. Yusufla (ə.s) ilgili olarak şöyle buyurur: "Biz dilediğimizi derecelerle yükseltiriz." (Yusuf, 76) Hz. Davud'la (ə.s) ilgili olarak də şöyle buyurur: "Davud'a də Zebur'u verdik." (Nisa, 163) Bunun gibi, kimi peygamberlere özgü kılınan bir çox ayrıcalığı sıralayabiliriz.

Yine deniliyor ki: Ayəs(n)i kerimede işaret edilen "elçiler"den maksat, Bakara Suresi'nde, söz mövzusu edilen, Hz. İbrahim, Musa, İsa, Ü-zeyr, İrmiya, Samuel, Davud və Muhammed (s. a. a) gibi peygamberlerdir. Buraya kadar bunların arasında Hz. Musa və İsaya işaret edildi, gerisi kaldı. Bunların içerisinde, derecesi yükseltilen peygamber Hz. Muhammed'dir (s. a. a).

Bir diğer yaklaşım də şöyledir: Ayette işaret edilen "elçiler"den maksat, kıssada önce adı geçen Musa, Davud, Samuel və Hz. Muhammed (s. a. a) olduğunu düşünürsek, Hz. Musa'ya özgü kılınan "konuşma" niteliğine işaret edildi. Sonra derecelerin yükseltilmesinden söz edildi. Bundan maksat də Hz. Muhammed (s. a. a) deyil başkası olamaz. Hz. İsanın adının açıkça zikredilmiş olması də bu şeklide yorumlanabilir: Bunun nedeni, incelediğimiz bu ayetlerde zikredilen peygamberler arasında adının geçmemesidir.

Bu aşamada şunu söylemek gerekir: Heç kuşkusuz, "Allah'ın dereceleri yükseltmesi" şeklindeki ifadenin kapsamına bizim peygamberimiz (s. a. a) girer. Ancak ayeti sırf peygamberimizle ya da bu ayetlerde zikredilen İrmiya, Samuel, Davud və Hz. Muhammed'le ya da bu surenin bütününde zikredilen peygamberlerle sınırlandırmanın bir anlamı yoktur. Çünkü bu cür yaklaşımlar belirgin bir delili olmayan zorlamalardır. Tam tersine, ayetin zahirinden şunu algılıyoruz: "Elçiler" ifadesinin genelliğinden, bütün elçilerin kastedildiği anlaşılıyor. "Bazısını də derecelerle yükselttiği" ifadesinin zahiri də, yüce Allah'ın nimetler bahşederek derecelerini yükselttiği gözde peygamberlerin hepsini içerir.

Bir diğer yaklaşımsa şöyledir: Ayetlerin ifade tarzı, kastedilen elçinin Hz. Muhammed (s. a. a) olmasını öngörür. Çünkü, ayetlerin akışı, dinleri aynı olduğu halda, peygamberlerinden sonra birbirlerini öldüren ümmetlerin bu olumsuz tavırlarından ibret almaya yöneliktir. Bu gün söz mövzusu ümmetlerden mevcut olanlar Yəhudilər, Xristianlar və Müslümanlardır. Uygun olanı də bu dinlerin peygamberlerinin söz konusu edilmesidir. Ayəs(n)i kerimede, Hz. Musa və İsanın üstün kılındıklarından söz edildi. Bu durumda, derecelerle yükseltilen bazı peygamberlerle Hz. Muhammed'in (s. a. a) kastedildiği anlaşılıyor.

Bu yaklaşıma ilişkin değerlendirmemiz şudur: Bir kere Quranı Kerim, bütün peygamberlerin bütün insanlara gönderilmiş olduklarını ifade edər: "Onlardan heç birini diğerinden ayırt etmərik." (Bakara, 136) Bu halda, bütün peygamberlerin, apaçık ayetlerin desteği ilə gönderilmiş olmaları, kendilerinden sonraki kuşakların arasında fəsad və savaşın kökünün kazınmış olmasını gerektirirdi. Ancak sonraki kuşaklar, aralarındaki kıskançlık yüzünden ihtilafa düştüler. Bu, savaş olgusunu gündeme getiren ana faktördür. Bu yüzden ulu Allah, mesajı aracılığı ilə hakkın egemen olması və batıl taraftarlarının egemenliklerine son verilmesi amacına yönelik olarak gerektiğinde savaşılması emrini vermiştir.

YÜCE ALLAH'IN "KELAM=KONUŞMA" SIFATI ÜZERİNE

"Onlardan, Allah'ın kendileriyle konuştuğu kimseler vardır." ifadesi, yüce Allah'ın genel anlamda bazı insanlarla konuştuğunu gösteriyor. Demek istiyoruz ki, bu konuşma, gerçek anlamda bir konuşmadır, məcazi ya da benzetme değil. Yüce Allah, bunu kitabın də "Kəlam (=konuşma)" olarak nitelemiştir. Nitelemenin gerçek ya da məcazi olması fərq etmez. Biz meseleye iki açıdan yaklaşabiliriz:

1) Ayəs(n)i kerime gösteriyor ki; yüce Allah'ın peygamberlerine və elçilerine özgü kılıp də öteki insanların algılamalarına imkan vermediği vahiy, konuşma, ruhun və meleklerin inişi, büyük ilahi ayetleri gözlemleme gibi ayrıcalıklar və nimetler ya da peygamberlere və elçilere haber verdiği amma sıradan insanın kavrayışının ilgi alanının dışında tuttuğu "melek, şeytan, lövh, kalem" və diğer gizli şeyler gerçek olgulardır. Bazılarının iddia ettikleri gibi məcazi olgular değildirler. Söz gelimi, bunlar; iyiliğe çağıran akli melekeyi "Melek" olarak isimlendirirler. Bu, meleklerin insan idrakine telkin ettikleri esinler də "vahiy"dir. Söz mövzusu meleklerin, ən üst mertebesi, insanlık camiasının yararına olan temiz fikirler üreten bu güçlerin ən üst noktası də "Ru-h'ul-Kudüs" ya da "Ruhul-emin"dir. Bu adamlar, kötülüğe və bozgunculuğa teşvik edən nefsani öfke və şehevi duyguları də "şeytanlar" və "cinler" olarak nitelendirirler. Yine, yaxşı və yapıcı bir toplumun düzenini bozan veya kötülüklere düşüren aşağılık düşünceler də vesvesedir, vs.

Oysa Quran ayetleri və geçmiş peygamberlere ilişkin olarak bize aktarılan kıssalar, söz mövzusu olgularla "mecaz" ya da "benzetme"nin kastedilmediğini açıq biçimde ortaya koymaktadır. Bu gerçeklerden ancak büyüklük kompleksine kapılan bu yüzden gözleri heç bir gerçeği göremeyen tipler kuşkulanabilir. Bizim də bu cür insanlara söyleyecek sözümüz yoktur. Şayet bu cür açıklamaları, yukarıda işaret edilen mecazlarla yorumlamak caiz olsaydı, kuşkusuz, Quranı Kerim'de haber verilen diğer bütün ilahi gerçekleri metafizikas(n)ı reddeden bir yaklaşımla tam maddi olgularla izah etmek, yorumlamak caiz olacaktı. "Mucize" ilə ilgili açıklamamızda bu konuya bir parça değindik. Bu halda, "ilahi konuşmayı, gerçek bir konuşma olarak değerlendirmek kaçınılmazdır. "Yüce Allah'ın bazı peygamberlerle konuşmuş olması bir vakıadır. Tıpkı insanlar arasındaki konuşmaların doğurduğu sonuçlar, bu ilahi konuşma için də geçerlidir.

Biraz daha açacak olursak: Ulu Allah, Quranı Kerim'de, bazı fiillerini "kəlam" və "konuşma" şeklinde ifade etmiştir: "Allah, Musa ilə də konuştu." (Nisa, 164) "Allah'ın kendisiyle konuştuğu kimseler vardır."... Yüce Allah bu və benzeri ayetlerde, biraz kapalı olarak işaret edilen bu nitelemeyi bu ayəs(n)i kerimede biraz daha açıq ifadelerle ortaya koymaktadır: "Kendisiyle Allah'ın konuşması, bir beşer üçün olacak şey değildir; ancak bir vahiy ilə ya da perde arkasından veya bir elçi gönderip kendi izniyle dilediğini vahyetmesi başka." (Şura, 51) Bu ayette yer alan "…vahyetmesi başka." şeklindeki istisna, ancak "...Allah'ın konuşması" şeklinde ifade edilen olayın gerçek bir "konuşma" olması durumunda bir anlam ifade edebilir. Bu halda, yüce Allah'ın bir insanla konuşması, gerçekten konuşmadır, amma xüsusi nitelikli bir konuşmadır. Dolayısıyla, gerçek bir konuşmayı yüce Allah'tan soyutlamanın gereği yoktur. "Konuşma"nın tanımı bunu də içermektedir.

İnsan olarak bizim açımızdan "konuşma"nın mahiyeti və işlevi: İnsanoğlu topluma və uygar yaşama muhtaç olduğu üçün, fıtratının gereği olarak, bu dayanışmalı toplumsallığın gerektirdiği hər şeye ihtiyaç duyar. Bunların başında də "konuşma" gelir. İnsanın öz yaratılışı, ağızdaki harflerin çıkış bölgelerinden kaynaklanan sesler aracılığı ilə içinde geçenleri ifade etmesini öngörür. İnsan, kaynaşmış və karışmış harfleri, içinde gizli bulunan anlamları gösteren işaret və semboller olarak kullanır. Çünkü bu anlamlara işaretler və belirtiler aracılığı ilə ulaşmaktan başka seçenek yoktur.

İnsanoğlu konuşmak zorundadır. Düşüncesini anlatmak və anlaşmak üçün kaynaşmış harflerden oluşan sözcükleri və sesleri işaret və sembol olarak kullanmaktan başka çaresi yoktur. Bu yüzden sözlüklerin, olanca kapsayıcılıklarıyla insanların mevcut ihtiyaçları etrafında gelişme gösterdiklerini görüyoruz. Burada kastettiğimiz; insanın içinde yaşadığı çağda farkına vardığı ihtiyaçlardır. Nitekim, toplumlar gelişme, ilerleme kaydettikçe, insanın toplumsal hayatı açısından ihtiyaç duyduğu şeyler arttıkça, diller də buna paralel olarak gelişmektedir.

Bundan şunu anlıyoruz: Konuşma, yani, insanın içinde geçen duygu və düşünceleri, onları sembolize edən birleşik sesler aracılığı ilə anlatması, ancak toplumsal koşullarda gerçekleşebilecek bir olgudur. Bazı hayvan türlerini də bu kapsama almak mümkündür. Toplu halda yaşadıkları üçün, bunlardan də bir takım sesler aracılığı ilə anlaşma söz mövzusu olabilir (bizim sanımıza göre)...

İnsana gelince; dayanışmalı toplumsal koşulların dışında, konuşma olgusu onun açısından gerçekleşmez. İnsan tək başına olsa, heç bir toplum söz mövzusu olmasa, kesinlikle konuşmaya yönelik ən kiçik bir ihtiyaç hissetmez. Çünkü anlatmak və anlamak yönünde bir ihtiyaç hissetmeyecektir. Örneğin melek və cin gibi varlığı itibariyle toplumsal dayanışmaya ihtiyaç duymayan varlıklarda durum bundan ibarettir.

Yüce Allah'ın konuşması, bizim konuşmamız gibi gerçekleşmez. ONun konuşması üçün, seslerin hançereden çıkması, konuşma esnasında, ağızdan nefes al/götürüb verilmesi, tələffüz edilmesi üçün havanın ağızda parçalara bölünmesi və kendisi dışındaki varlıklarla itibara dayalı və sembol olarak kullanılan sözcükler hususunda anlaşma yapılması gibi şeylere, ihtiyaç yoktur. Bu cür etibarı şeyler, insanın konuşması açısından gereklidirler. Çünkü ulu Allah, cismani gerekçelerle donanmaktan ya da, etibarı və vehme dayalı sembollerle eksikliğini gidermiş olmaktan münezzehtir. O, şöyle buyurur: "Onun benzeri gibi olan heç bir şey yoktur." (Şura, 11)

Nə var ki, yüce Allah biz insanlar arasında geçerli olan konuşmayı reddetmesiyle birlikte, daha önce də değindiğimiz gibi: "Kendisiyle Allah'ın konuşması, bir beşer üçün olacak şey değildir; ancak bir vahiy ilə ya da perde arkasında olması başka..." (Şura, 51) ayetinde, zatı üçün gerçek anlamda bir konuşma fiilinden söz ediyor. Öyleyse bilinen etibarı şekliyle konuşma, ilahi konuşma üçün geçerli değildir. Amma konuşma, özellikleri və sonuçları itibariyle yüce Allah'ın konuşması üçün geçerlidir. Daha önce açıklamalarda bulunduğumuz gibi insan toplulukları arasında geçerli olan oktyabr, ölçü, tartı, lamba və silah gibi olgularda sonuç və amacın varolması, tanımlanan olgunun var olması demektir.

Böylece, anlaşılıyor ki; yüce Allah'ın peygamberlerine anlatmayı amaçladığı anlamı ortaya koyma şeklindeki fiili gerçek anlamda konuşmadır. Gerçi yüce Allah, dolaylı bir ifade tarzıyla də olsa, bunun bizim kullanageldiğimiz konuşma tarzında olmayan bir gerçek konuşma olduğunu, açıklamış bulunuyor, ancak yüce Allah, peygamberleriyle yaptığı və adına konuşma dediği bu fiilin gerçek mahiyetinin nə olduğunu və nasıl gerçekleştiği hususunda herhangi bir açıklamada bulunmuyor və biz də ulu Allah'ın kitabında şöyle bir açıklamayı təsbit etmiş durumda değiliz. Fakat, Allah'ın heç bir şekilde zatını, bizim alışageldiğimiz konuşmanın özelliklerinden soyutlayamayız. Konuşmanın, kastedilen anlamın anlatılması və dinleyicinin zihnine ulaştırılması gibi sonuçların zatı açısından də geçerli olduğunu söylemek gerekir.

Buna göre, ulu Allah açısından "Konuşma"da tıpkı diriltme, öldürme, ruzi verme, doğru yola iletme və tövbəni kabul etme gibi fiillere benzer. Tıpkı bu saydığımız fiiller gibi, onun da gerçekleşmesi, kendisinden önce zatın tamam olmasına bağlıdır. Bunlar, vacip zatın tamamlanışının bağlı olduğu və zatın aynısı olan elm, kudret və hayat gibi, sıfatlara benzemez. Bu halda yüce Allah'ın şəxsi sıfatları ilə onun zatının tamamlılığından sonra tahakkuk edən diğer ilahi fiiller arasında herhangi bir farkın olmaması mümkün müdür? Hatta bazen bu filler zamana adaptasiyas(n)ı bile kabullenir və onlarla ilgili olarak zaman geçerli sayılır.

Ulu Allah şöyle buyurur: "Musa tayin edilen sürede gelince və Rabbi onunla konuşunca: "Rabbim, bana göster, seni göreyim" dedi. Allah: "Beni asla göremezsin" dedi." (Ə'RAF, 143) "Daha önce sən heç bir şey değil ikən, seni yaratmıştım." (Meryem, 9) "Allah onlara: Ölün, dedi. sonra də onları diriltti." (Bakara, 243) "Sizin də, onların də ruzilərini Biz vermekteyiz." (Ən'am, 151) "Rabbimiz, hər şeyə yaratılışını veren, sonra doğru yolu gösterendir." (Taha, 50) "Sonra tövbə etsinler diye onların tövbəsini kabul etti." (Tevbe, 119) Görüldüğü gibi, yukarıda sunduğumuz bu ayetler, yaratma, öldürme, diriltme, ruzi verme, doğru yolu gösterme və tövbələri kabul etme gibi fiillerin zamana bağlılığını ortaya koyduğu gibi, "konuşma (=kelam)" fiilinin də zamana bağlılığını ortaya koymaktadır.

Allah'ın kitabı üzerinde durup düşündüğümüz zaman, bu sonuca varıyoruz. "Konuşma" kavramı etrafında, Quran ayetleri çerçevesinde söyleyeceklerimiz bundan ibarettir. İlk kuşak Müsəlman kelamcıların və fəlsəfi incelemelerin konuya ilişkin değerlendirmelerini az ileride sunacağız.

Biliniz ki; yüce Allah "Kəlam" və "Teklim" kelimelerini sadece insanla ilgili olarak kullanır. Fakat, "kelime" ya da "kelimat" gibi kelimeleri, insanla ilgili olmayan yerlerde da kullanır. Söz gelimi bir ayette şöyle buyurur: "Meryem'e yönelttiği kelimesidir." (Nisa, 171) Burada kastedilen, insanın ruhudur. "Oysa Allah'ın kelimesi yüce olandır." (Tevbe, 40) "Rabbimin kelimesi, doğruluk bakımından də, adalet bakımından də tastamamdır." (Ən'am, 115) "Allah'ın kelimeleri tükenmez." (Lokman, 27) İleride də işaret edileceği gibi, bu ayetlerde, Allah'ın kesin hükmü və kararı ya da bir növ yaratma kastedilmiştir.

"Kavl (=söz)" kelimesi isə Quranı Kerim'de həm insan, həm də başka canlılarla ilgili olarak kullanılmıştır. Yüce Allah, insanla ilgili olarak şöyle buyurur: "Dedik ki: Ey Adəm, bu gerçekten sana və eşine düşmandır." (Taha, 117) Meleklerle ilgili olarak də şöyle buyurur: "Hani Rabbin bir zaman, Meleklere: "Muhakkak Mən, yeryüzünde bir halife kılacağım" demişti." (Bakara, 30) "Hani Rabbin meleklere: "Gerçekten Mən, çamurdan bir beşer yaratacağım" demişti." (Sad, 71) İblis'le ilgili olarak də şöyle buyurur: "Dedi ki: Ey İblis, iki elimle yarattığıma seni secde etmekten alıkoyan neydi?" (Sad, 75)

Yüce Allah, ağıl sahibi olmayan varlıklarla ilgili olarak də şöyle buyurur: "Sonra, duman halında olan göğe yöneldi; böylece ona və yere dedik ki: İsteyerek veya istemeyerek gelin. İkisi də: 'İsteyerek geldik.' dediler." (Fussilet, 11) "Biz də dedik ki: Ey atəş, İbrahim'e karşı soğuk və esenlik ol." (Ənbiya, 69) "Denildi ki: Ey yer/yeyər, suyunu ud və ey göy, sən də tut." (Hud, 44) Bu ayetler isə, ağıl sahibi olsun, olmasın hər türlü varlığı kapsayıcı genelliktedirler: "Bir şeyi dilediği zaman, ONun emri yalnızca: 'Ol' demesidir. O da hemen oluverir." (Yasin, 82) "Bir işin olmasına karar verirse, ancak ona 'Ol.' deyər, o da hemen oluverir." (Meryem, 35)

Ayəs(n)i kerimenin, "kavl" kelimesini, bizce bilinen anlamda, örneğin işiten və idrak edən "insan"la ilgili olarak kullanması, ayrıca, işitme və idrak etme duyularından yoksun yer/yeyər və göy gibi, bizce bilinen anlamın dışında və ancak evrensel yaratılış bağlamında kullanması və ayrıca iki ayetin, önceki ayetlerin bir növ açıklaması niteliğinde olması gösteriyor ki, "kavl" kelimesi, yüce Allah açısından, "kastedilen anlama delalet edən bir şeyin yaratılışı" demektir.

Meseleyi yaratma varlıklar açısından ələ alacak olursak, yüce Allah tarafından varedilen, yaratılan bir şeyin kendisi, yaratılmış və var edilmiş bir şeydir. Aynı zamanda yüce Allah'ın "kavl=sözü"dür. Çünkü, varlığı ONun iradesine delalet etmektedir. Bilindiği gibi, yüce Allah bir şey dilediği zaman, ona "ol" deyər. O da oluverir. Yüce Allah ilə olması irade edilen şey arasında cereyan edən bir lafzın varlığı söz mövzusu değildir. Ortada, adı geçen şeyin varlığının kendisinden başka bir şey də yoktur. Bu halda, o şey özü itibariyle yaratılmıştır və yine o, özü itibariyle yüce Allah'ın "ol" sözüdür. Buna göre, yüce Allah'ın varlıklarla ilgili "sözü" fiilin kendisidir. Yani, yaratma fiilidir. O varlıktır, varolanın kendisidir.

Amma, cansız varlıkların dışında, söz gelimi insan hakkında ələ alınacak olursa: Yüce Allah'ın "kavli (=demesi)" insanın içinde "şöyle, şöyledir" bir batını bilginin oluşmasına yol açan bir şeyi yaratması demektir. Bu durum, ya herhangi bir cisimde bir səs meydana getirmek ya da bizim kavrayamadığımız bir başka tarzda hitap etmek şeklinde olar. Ya da, peygamberin nefsinde nasıl bir etki oluşturduğunu kavrayamadığımız bir yönteme başvurmak biçiminde gelişir. Bunun sonucunda, peygamberin içinde, "kəlam" konusunda açıkladığımız çerçeve içinde, "bu şudur" tarzda bir bilgi meydana gelir.

Aynı durum, ayəs(n)i kerimede "melekler" və "şeytanlar"la ilgili "kavl (=deme)" kavramı üçün də geçerlidir. Amma bu iki canlı türü və (əgər varsa) benzeri varlıklar üçün xüsusi bir durum söz konusudur. Şöyle ki: İnsanlar arasında bilinen "konuşma" və "deme" fiilleri, sesler ya da işaretler aracılığı ilə gerçekleşir. Bunlar də insanın içindeki duygu və düşünceleri ifade etmek üçün konulan sembollerdir. Bunu, hayatımızın vazgeçilmez bir öğesi olarak və toplumsallığımızın gerektirmesi sonucu fıtratımız öngörür. Bilindiği gibi (Allah'ın ayetlerinden algıladığımız kadarıyla) melek və şeytan'ın varlığı bizim hayvansal və sosyal varlığımıza benzemez. Onların varlıklarında, bu cür etibarı sembolleri belirlemeyi öngören bilgi bağlamında tedrici tekamül söz mövzusu değildir.

Bununla də anlaşılıyor ki: Melekler arası ya da şeytanlar arası iletişimde, bir düşünceyi anlatmada, anlamları sembolize edən seslerden oluşan dilsel ifadeler geçerli değildir. Buna göre "deme" fiili, onların birbirleriyle olan iletişimlerinde, tıpkı biz insanlardaki gibi, ağız denen organdan çıkan kelime biçimini almış birleşik seslerin çıkarılması şeklinde gerçekleşmez. Aynı şekilde, birinin gerçekleştirdiği "deme" eylemini, ötekisi, telaffuz edilen sesi, kulak denen organ aracılığı ilə algılamaz. Bunda kuşku yoktur.

Amma "deme" fiilinin gerçekliği, hər iki növ arasında də mevcuttur, "deme"nin etkisi və özelliği, yani qəsd edilen anlamı algılamak və kavramak onlar üçün də geçerlidir. Bu halda melekler və şeytanlar arasında, bir iletişim yöntemi olarak "deme (=kavl)" vardır, amma bu, bizim "deme"mize benzemez. Yine, onlarla yüce Allah arasında də bir növ sözleşme vardır. Fakat, manaları sembolize edən seslerin bileşiminden ibaret olan kelimelerin oluşturulması və bu kelimelerin bizde olduğu biçimde muhataba duyurulması şeklinde değil.

Aynı şekilde, Quranı Kerim'de bazı dilsiz hayvanlarla ilgili olarak kullanılan "deme" fiilini də ələ alabiliriz. Söz gelimi yüce Allah şöyle buyuruyor: "Bir dişi karınca dedi ki: Ey karınca topluluğu, kendi yuvalarınıza girin." (Nəml, 18) "Dedi ki: Senin kuşatamadığın şeyi, mən kuşattım və sana Saba'dan kesin bir haber getirdim." (Nəml, 22) Ayrıca bazı ayetlerde, yüce Allah'ın bazı canlılara vahyetmesinden söz edilir: "Rabbin bal arısına vahyetti: Dağlarda, ağaçlarda və onların kurdukları çardaklarda kendine evler edin/əldə et." (Nəhl, 68)

"Kavl" və "kəlam" anlamında ya da bunlara yakın bir anlamda kullanılan başka kelimeler da vardır. Bunlardan biri "vahiy"dir: "Nuha və ondan sonraki peygamberlere vahyettiğimiz gibi, sana də vahyettik." (Nisa, 163) Bunlardan biri də "ilham"dır: "Nefse və ona bir düzen içinde biçim verene. Sonra ona fücurunu və ondan kaçınmayı ilham edene (andolsun)." Bir diğeri də "haber verme"dir: "Bana bilen, hər şeyden haberdar olan Allah haber verdi." (Tahrim, 3) Bir başka kelime də "kıssa etmek, anlatmak" dır: "O doğruyu anlatır." (Ən'am, 57) Yukarıdaki ayetlerde geçen, bu kavramların tümüne ilişkin olarak, anlamın gerçekliği bakımından, konunun başında söylediklerimizi yenileyebiliriz. Gerçek bir iletişimin söz mövzusu olması kaçınılmazdır. Bu iletişim, "deme" fiilinin etki və özelliklerini də beraberinde getirir. Kaçınılmaz olarak gerçekleşen bu reel durumun içyüzünü bilmemiz ya da ayrıntılı olarak bilmememiz fark etmez. Bu arada, inşaallah, Şura Surəsini incelerken "vahiy" kavramı ilə ilgili ayrıntılı açıklamalarda bulunacağımızı belirtelim.

Tümünde ortak bir anlam bulunmasına karşın, bu kelimelerden bazılarının bazı yerlerde özellikle kullanılmasına gelince: Bazı yerlerde "kəlam", bazısında "kavl" və bazısında də "vahiy" kelimesinin özellikle tercih edilmesi, birinin kullanıldığı bu yerde ötekisinin kullanılmamış olması, kullanılan kelime ilə kastedilen anlam arasındaki uyumla bağlantılıdır. Bu yüzden, anlamın zihinde belirmesi ilə sonuçlanan sebep göz önünde bulundurulduğunda, "söz" fiili "kəlam" olarak nitelendirilir. Peygamberin üstünlükleri və onurlandırılmaları bağlamında, ayette işaret edilen ilahi fiilin "kəlam" olarak isimlendirilmesinin altında də bu gerekçe yatar. Çünkü bu iletişimde belirleyici olan unsur, karşılıklı hitap və konuşmadır.

Kastedilen anlamın birine aktarımı və anlatımı göz önünde bulundurulduğunda, "söz" fiili, "kavl" olarak nitelendirilir. Bu konuya ilişkin ilahi fiilin, kaza, kader, hüküm və yasama gibi hususlarda "kavl" olarak nitelendirilmesi bu yüzdendir. Nitekim yüce Allah bir ayəs(n)i kerimede şöyle buyurur: "İşte bu haktır və mən hakkı söylerim, dedi. Andolsun senden və içlerinde sana təbii/tabe olacak olanlardan tümüyle cehennemi dolduracağım." (Sad, 84-85) Peygamberlerin dışındaki birinden gizli bir söz oluşu göz önünde bulundurulduğunda isə "vahiy" diye adlandırılır. Bu yüzden peygamberlere (ə.s) yönelik ilahi hitaba "vahiy" adı verilmiştir: "Nuha və ondan sonraki peygamberlere vahyettiğimiz gibi, sana də vahyettik." (Nisa, 163)

2) Adı geçen kelimelerin kullanımlarının niteliği: Daha önce vurguladığımız gibi, konuşma dilindeki ifadelerin, insanoğlu önce anlamlarını algılamıştır. Sonra bu anlamların karşısına onları sembolize edən lafızlar koymuştur. Başlangıçta bunları, bu çerçeve içerisinde somut olgularla ilgili olarak kullanmıştır. Sonra yavaş yavaş soyut olgulara kayma gerçekleşmiştir. Bu durum hər nə kadar, başlangıçta, somut olguları ifade etmek üçün kullanılan lafızların mecazen soyut olgular üçün də kullanılmasını gerektirmişse də, bu məcazi kullanım rayına oturduktan və ilk andan itibaren sembolize ettiği soyut olguyu çağrıştırdıktan sonra gerçek bir isimlendirme olarak dildeki yerini alacaktır. Aynı şekilde toplumun kalkınması, buna paralel olarak insanın uygarlık alanında büyük ilerlemeler kaydetmesi, yaşamsal ihtiyaçlarını karşılayan araçların değişmesini, ad yerinde kalmak şartıyla, kendi içinde gelişmesini gerektirmiştir. Çünkü isimlerin ifade ettikleri anlamların işaret ettikleri olgular sürekli değişir, bununla beraber, isimlendirmeden beklenilen sonuç və amaçta bir değişme olmaz.

Söz gelimi insanoğlu, gece karanlığında aydınlanma ihtiyacını giderme hususunda, bir vasitə olarak farkına vardığı zaman "lamba"yı keşfetti. Lamba, bir qab içine konmuş yağ və o yağın içine daldırılmış bir fitilden ibaretti. Fitilin ucu tutuşturulur və geceleyin aydınlanmada ondan yararlanılırdı. Bu biçimde bir alət geliştirilmiş oldu və insanoğlu buna "lamba" adını verdi. Amma bu alət sürekli gelişme kaydetti, şekilden şəklə girdi. Sonunda günümüzün elektrikle çalışan lambası keşfedildi. Bu lamba, ilk dəfə icad edilen lambadan ən kiçik bir iz taşımamakla beraber, yağ, fitil, porselen ya da madenden mamul ilkel aydınlanma aracının adını taşıyor. Çünkü, ilk dəfə icad edilen aydınlanma aracından beklenen sonuç, yani işıq verme, son icad edilen aydınlanma aracından də elde edilmektedir. Bizse, hayatta kullandığımız vasitə və gereçleri amaçları, yani doğurdukları sonuçları itibariyle değerlendiririz.

Bu halda "lamba"nın gerçekliği ışığı ilə gece karanlığını aydınlatmasıdır. Bu özellik və sonuç varoldukça "lamba" gerçekliği də varolacaktır. "Lamba" ismi, anlamının gerçekliği ilə beraber değişmeden, dönüşmeden kalıcılığını sürdürecektir. Amma, örnekte də gördüğümüz gibi, ismin işaret ettiği aletin şekli, niteliği, niceliği ya da parçaları belli zamanlarda değişime uğrayabilir.

Bu halda, anlamsal gerçekliğin kalıcı olması ya da olmamasının özü, bir şeyden beklenen sonucun değişime uğramadan ilk günkü gibi varolmasıdır. Günümüzde icad edilmiş aletlerden və hayatın gereçlerinden -ki sayıları milyonları bulur- çox azı ilk günkü orijinalitesini koruyabilmektedir. Fakat, biçimsel değişime rağmen tümü də ilk günkü işlevlerini korudukları üçün, ilk günkü isimlerini də korumaktadırlar. Dünya dillerinde, ilk kategoriye giren değişimin örnekleri çoktur. Yani, somut bir anlama işaret edən bir kelimenin, anlam kaymasına uğrayarak soyut bir olguya işaret etmesi normal sayılır. Dilleri bu açıdan inceleyenler, bu bağlamda çox şey görebilirler.

Buradan bu sonucu çıkarıyoruz: "Kəlam" və "kavl" kelimelerinin, yukarıda değindiğimiz anlamla ilgili olarak, sonuç və özelliğin değişmemesi koşuluyla, kullanılması, gerçek bir kullanımdır, məcazi değil.

Bu açıklamaların ışığında şunu söyleyebiliriz: "Kəlam" və "kavl" kelimelerinin yüce Allah ilə ilgili olarak kullanılması, gerçek və pratik bir şeyi anlatır. Bu gerçeklik və pratiklik, söz konusu iki lafzın anlamsal gerçeklerinin bir mertebesi sayılır. Amma isimlendirmenin ilgili olduğu olgu, bu kavramların bizce niteledikleri olgudan farklıdır. Aynı durum həm biz insanlar və həm də yüce Allah ilə ilgili olarak kullanılan diğer bütün lafızlar üçün geçerlidir. Hayat, elm, irade və verme gibi.

Biliniz ki: "Və derecelerle yükselttiği vardır." ifadesinin gerçek və pratik bir olguyu kapsaması, etibarı bir nitelemeyi içermemesi ilə ilgili olarak söylenecek şey, "kəlam" ilə ilgili açıklamamızdan farklı olmayacaktır. Dini bilimlerde araştırma yapanlardan bazıları, bu cür açıklamaların kapsadığı olgular, tıpkı, toplumsal bir canlı türü olan biz insanlar arasında geçerli olan "başkanlık, liderlik, üstünlük, öncülük və önderlik" makamları gibi etibarı olgular, varsayılan anlamlar oldukları sanısına kapılmışlardır.

Bu yüzden söz mövzusu olgulara bağlı bulunan "cennet, cehennem və sorgu-sual" gibi uhrevi makam və aşamaları də, tıpkı toplumsal etibarı makamlara bağlı bulunan zihin dışı sonuçlar gibi algılamak zorunda kalmışlardır. Yani, bunlara göre, adı geçen mənəvi makamlarla, bu makamları izleyen sonuçlar arasındaki bağ itibaridir. Bunlar -zorunlu olarak- bu bağı belirleyen ulu Allah'ın, tıpkı objeler dünyasında iştirak edən və tekamül etmek üzere hareket alemine enən insan gibi, etibarı görüşlerin, vehme dayalı şuurdan kaynaklanan değerlendirmelerin etkisinde olduğu sonucuna varmışladır.

Bu yüzden söz konusu düşünceyi benimseyen kimselerin, peygamber və velilerden oluşan gözde kulların kavuşacakları mənəvi makamları dile getiren ayə və hadisleri bu tarzda algılamaktan kaçındıkları görülür. Bu ayə və hadisleri, gerçek anlamlarından soyutlayıp bir növ etibarı anlam yükleyerek benimserler.

* * *

Yüklə 6,43 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   37   38   39   40   41   42   43   44   ...   60




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©azkurs.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin