Ayələrin Tərcüməs(n)i



Yüklə 6,43 Mb.
səhifə52/60
tarix28.03.2017
ölçüsü6,43 Mb.
#12706
1   ...   48   49   50   51   52   53   54   55   ...   60

269) Kime dilerse, hikmeti ona verir.

Ayetin orijinalinde geçen "yuti" fiilinin məsdəri olan "itələyə" vermek demektir. "Hikmet" isə, türe işaret edən "fi'let" veznindedir. Bu vezin, anlamın türüne delalet edər. Dolayısıyla kelime bir növ muhkemleştirme və sağlamlaştırma anlamını ifade edər. Ya da içinde ən kiçik bir çatlak və delik bulunmayan sağlam və muhkem işə delalet edər. Ancak bu kavram genelde, hiçbir şekilde batıl və yalan unsurlarını barındırmayan doğru və gerçek akılsal bilgiler anlamında kullanılır.

Cümle şuna delalet ediyor: Yüce Allah'ın bütün gerçekleri və sebepleriyle birlikte infakın durumu və onun insan hayatı üzerindeki gerçek və yapıcı etkileri ilə ilgili olarak yaptığı bu açıklama hikmetin də kendisidir. Öyleyse hikmet, realiteye uygun gerçek önermeler demektir. Bunlar bir şekilde insanın mutluluğunu kapsayan olgulardır. Dünya və ahirete ilişkin ilahi gerçek bilgiler gibi. Bir də doğal aləmin insan mutluluğuyla ilintili gerçeklerini açıklamaya yönelik və dini hükümlerin esasını oluşturan fitri gerçekler gibi bilgileri də buna örnek gösterebiliriz.

Şüphesiz kendisine hikmet verilene, büyük bir hayır verilmiştir.

Cümlenin anlamı son derece açıktır. Verme fiilinin faili gizli tutulmuştur. Bununla beraber, önceki cümle failin, yüce Allah olduğunu göstermektedir. Bu tərz bir ifadeyle güdülen məqsəd, hikmet olgusunun başlı başına bir çox hayrın kaynağı olduğunu vurgulamaktır. Dolayısıyla hikmete sahip olmak, bir çox hayra ulaşmanın garantisidir. Ancak bu garanti, hikmetin verilişinin Allah'a atfedilmesi açısından söz mövzusu değildir. Çünkü sırf verilişin atfedilmesi bütün bunları gerektirmez. Malın verilmesinde olduğu gibi. Örneğin yüce Allah Karun hakkında şöyle buyuruyor: "Biz, ona öyle hazineler vermiştik ki, anahtarları birlikte davranan güçlü bir topluluğa ağır geliyordu." (Kasas, 76)

Dikkat edilirse, tefsirini sunduğumuz ayette "hikmet" olgusuna "çox hayır" nisbət ediliyor, sınırsız hayır değil. Hikmetin öneminin büyük və şanının göz kamaştırıcı olmasına rağmen xeyiri mutlak değildir. Çünkü işin özü Allah'ın yardımına və başarılı kılan desteğine bağlıdır. Mutlulukta isə akıbet və sonuç önemlidir.

Temiz ağıl sahiplerinden başkası öyüd alıp-düşünmez.

Ayette geçen "elbab" kelimesinin tekili olan "lubb" ağıl demektir. Çünkü ağıl insan üçün bir çekirdek kabuğunun içindeki öz konumundadır. Kur'an'daki kullanımda də bu anlam əsas alınmıştır. Öyle anlaşılıyor ki "ağıl" kelimesi, bu günkü anlamıyla, çox kullanım sonucu sonradan türetilen bir isimdir. Bu yüzden Quranı Kerim'de "akıl" şeklinde geçmez, sadece "ya'kilun" gibi fiiller kullanılır.

Ayette geçen "yezzekkeru" fiilinin məsdəri olan "tezekkür" (öyüd al/götürüb düşünmek), sonuçtan yola çıkarak öncülleri değerlendirmektir. Ya da bir şeyi sonuçlarına varmada basamak olarak kullanmak demektir. Ayəs(n)i kerime, hikmeti elde etmenin yolu, gelişmelerden öyüd alıp-düşünmekten geçtiğini, öyüd al/götürüb düşünmenin də akla bağlı olduğunu gösteriyor. Aklı olmayanın hikmeti də yoktur. Quranı Kerim'de, insanın kavrama, algılama, yeteneği ilə ilgili olarak kullanılan kavramlara ilişkin araştırmayı konu alan/sahə bölümde "ağıl" olgusu hakkında bazı değerlendirmelerde bulunmuştuk.

270) Hər neyi nafaka olarak infak edər və əhd olarak neyi adarsanız, muhakkak Allah onu bilir. Zulmedenlerin yardımcıları yoktur.

Allah sizi hər neye çağırmışsa veya siz kendi kendinize mal dağıtmak gibi hər neyi adamışsanız, bu Allah'a gizli değildir. O, kendine itaat edeni ödüllendirir, zulmedeni də cezalandırır. Burada eyham yollu bir tehdit söz konusudur. "Zulmedenlerin yardımcıları yoktur." ifadesi də bunu desteklemektedir.

"Zulmedenlerin yardımcıları yoktur." cümlesi, öncelikle şuna delalet ediyor: Buradaki zulümden maksat, infak etmekten kaçınmak və maliyyə haklarından alıkoymak suretiyle fakir və miskinlere zulmetmektir, mutlak olarak günah anlamını ifade edən zulüm değil. Çünkü mutlak anlamda günah üçün bir takım yardımcılar, keffaretler və şefaatçiler olabilir. Tövbe, büyük günahlardan kaçınma və kıyamet günü şefaat edecek kimselerin şefaati gibi. Ancak bu günahların ilahi haklarla ilgili olması lazım gelir. Yüce Allah şöyle buyuruyor: "Allah'ın rahmetinden ümid kesmeyin. Şüphesiz Allah, bütün günahları bağışlar... Rabbinize yönelip-dönün." (Zümer, 53-54) "Size yasaklanan büyük günahlardan kaçınırsanız, sizin kusurlarınızı örteriz." (Nisa, 31) "Onlar kendisinden hoşnut olunandan başkası üçün şefaat etmezler." (Ənbiya, 28)

Böylece "yardımcılar"ın çoğul sıygasıyla kullanılmış olmasının nedeni də anlaşılıyor. Çünkü zulmün mutlak anlamda kullanılması durumunda "yardımcılar" söz mövzusu olar.

İkincisi; ayette sözü edilen bu zulüm -ki ihtiyaç sahiplerine infak etmeyi terk etmek demektir- keffaretle bağışlanacak bir cinayət/günah da değildir. Şayet küçük günah kategorisine girseydi, keffaretle bağışlanabilirdi. Keffaret kabul edilmediğine göre, büyük günahlardan biri sayılır. Aynı zamanda bu suçtan dolayı yapılan tövbe də geçersizdir. Bunu bu rivayet də desteklemektedir:"İnsan haklarıyla ilgili olarak işlenen günahlardan tövbe etmek, ancak haqq sahibine hakkının iade edilmesi durumunda kabul görür." Bu günah üçün kıyamet günü şefaat də kabul edilmez. Bu ayə də bunu ortaya koymaktadır: "Ancak ashab-ı yemin (kitapları sağdan verilenler) hariç. Onlar cennetler içinde sorarlar, suç-luların durumunu: 'Sizi bu yakıcı ateşe nə sürükledi.' Onlar: 'Biz namaz kılanlardan değildik.' dediler. 'Yoksula yedirmezdik...' Artık, şefaat edenlerin şefaati onlara bir yarar sağlamaz. (Müddessir, 39-48)

Üçüncüsü; bu zalim kişi, Allah katında hoşnut olunan biri değildir. Çünkü, şefaat konusunu işlerken də belirttiğimiz gibi, yüce Allah'ın dininden hoşnut olmadığı bir insan şefaatten yararlanamaz. Dolayısıyla bu ifadenin nüktesi də anlaşılır oluyor: Allah'ın rızasını və hoşnutluğunu istemek üçün mallarını infak edenler…" Dikkat edilirse, burada "Allah'ın yüzü" yerine "rızası" ifadesi kullanılmıştır.

Dördüncüsü; ortada yoksul kimseler olduğu və bunlar muhtaç durumda bulundukları halda mal infak etmenin aslından kaçınmak, insanı helak edən büyük günahlardandır. Yüce Allah infakın zəkat gibi bazı kısımlarını yapmaktan kaçınmayı Allah'a şirk koşmak və ahirete inanmamak olarak nitelemiştir: "Vay halına o müşriklerin. Ki onlar, zekatı vermeyenler və ahireti inkar edenlerdir." (Fussilet, 6-7) (Müşriklerden ze-katı vermeyen Müslümanların kastedildiğinin delili), ayetin yer/yeyər aldığı surenin Mekke inişli olmasıdır. Və indiği sırada, henüz bildiğimiz zəkat ibadeti fərz kılınmamıştı.

271) Sadakaları açıktan verirseniz nə yaxşı! Əgər gizleyerek fakirlere verirseniz bu, sizin üçün daha hayırlıdırAllah, yaptıklarınızdan haberi olandır.

Ayetin orijinalinde geçen "tubdu" fiilinin məsdəri olan "ibda" sözü, "açığa çıkarmak" demektir. "Sadakat" sözü, "sadaka"nın ço-ğuludur. Bundan Allah yolunda yapılan bütün harcamalar kastediliyor. Fərz və müstehap nitelikli harcamaları kapsıyor. Hatta bazıları sadakanın mendup nitelikli infaklar manasına geldiğini söyleyebilirler.

Yüce Allah sadaka vermenin gizlisini də, açığını də övmüştür. Çün-kü sadaka vermenin hər iki şeklinin də yapıcı etkileri söz konusudur. Sadakayı açıktan vermek, insanları yaxşı şeyler yapmaya davet etmek, malı hayır yolunda harcamaya, yoksul və miskinlerin gönlünü xoş tutmaya teşvik etmek anlamını taşır. Bu durum karşısında yoksullar toplum içinde durumlarını görüp acıyan insanların və ihtiyaçlarının giderilmesi üçün göz önünde bulundurulan malların, sıkıntıya düştüklerinde ellerini uzatabilecekleri servetlerin varolduğunu görüp içlerini sükunet duygusu kaplar. İçlerindeki karamsarlık dağılır. Umutsuzluk yox olar. İşlerine daha bir şevkle sarılırlar. Kendileriyle servet sahibi zenginlerin əmək və kazançlarının ortak olduğuna inanırlar. Bu isə, hər açıdan daha hayırlıdır.

İnfakın gizlice yapılması isə, riyadan, başa kakmadan və eziyetten uzaq durmak üçün daha güvenli bir yoldur. Bu aynı zamanda ihtiyaç sahiplerinin ezilmemeleri, rencide olmamaları, onurlarının çiğnenmemesi və saygınlıklarının korunması üçün də daha yaxşı bir yöntemdir. Dolayısıyla açıktan verilen sadaka daha çox olumlu sonuçlara gətirib çıxarar. Gizliden verilen sadaka isə, riyadan arınma bakımından daha güvenlidir.

Dinin temeli ihlas olduğu və bir iş ihlasla yapıldığı oranda fazilete daha yakın olduğu üçün yüce Allah gizlice verilen sadakayı tercih etmiş və şöyle buyurmuştur: "Əgər gizleyerek fakirlere verirseniz bu, sizin üçün daha hayırlıdır." Çünkü "xeyir" kelimesi, "efalı tafdil"dir (və bir şeyin diğerine oranla üstünlüğünü ifade edər.) Yüce Allah kullarının yaptıklarından haberdardır. Hayırlı işleri diğerlerinden ayırt etmede yanılmaz. "Allah, yaptıklarınızdan haberi olandır." ifadesi ilə kastedilen budur.

272) Onların hidayete ermesi, senin üzerinde bir yükümlülük değildir. Ancak Allah, dilediğini hidayete erdirir.

Ayetlerin akışı içinde möminlərə yönelik hitaptan Resulullah'a yönelik hitaba geçiş (iltifat) yapılıyor. Öyle anlaşılıyor ki, Resulullah efendimiz (s. a. a) möminlərin sadaka verirken karakterlerine uygun tavırlar sergileyişlerini gözlemliyordu; bir kısmı ihlasla yükümlülüğünü yerine getiriyor, diğer bir kısmı, yaptığı infakı başa kakıyor, harcamada bulunduğu kişiyi rencide edici tutumlar içine giriyordu.Mümin oldukları halda, bazısı malın iyisinden sadaka vermeyi ağırdan alıyordu, yüksünüyordu.Bu durum Peygamberimizin (s. a. a) hüzünlenmesine, rahatsız olmasına yol açıyordu. Bu nedenle yüce Allah ona bu gerçeği hatırlatarak onu teselli ediyor: Onların sahip oldukları iman və üzerinde bulundukları hidayet Allahın yetkisinde olan bir iştir. Allah dilediğini imana və imanın kendi içindeki derecelerine ulaştırır, bu niteliklerin varlığı və kalıcılığı Peygambere (s. a. a) dayalı bir iş olmadığı üçün, bunun korunması də ona düşmez. Dolayısıyla bu niteliklerin herhangi bir kimse bağlamında ortadan kalkması veya zayıflaması yüzünden üzülmesi ya da bu ayetlerde işaret edilen tehditlere, katılıklara və azarlara bakıp karamsarlığa düşmesi gereksizdir.

Bizim bu değerlendirmemizin kanıtı "onların hidayeti.." ifadesidir ki, məsdər olarak muzaftır. Bu da imanın onlar içinde gerçekleşme olgusuna delalet etmesi bakımından açıktır (və bu gerçekleşen iman, senden kaynaklanmamıştır). Ayrıca, hidayet olgusunun Hz. Peygamber'e (s. a. a) nisbət edilmeyişi, buna karşılık yüce Allah'a nisbət edilişi meselesi, Quranı Kerim'de gündeme geldiğinde, Peygamberimizin (s. a. a) teselli edilişi və gönlünün xoş tutuluşu amaçlanır.

Bu halda: "Onların hidayete ermesi, senin üzerinde bir yükümlülük değildir. Ancak Allah, dilediğini hidayete erdirir." cümlesi, bir axtar/ara cüm-lecik konumundadır. Sözün burasında yer almış olması, Peygamber'in (s. a. a) gönlünü xoş tutmaya yöneliktir. Bu amaçla möminlərə yönelik hitap kesilerek Peygamberimize (s. a. a) yöneliniyor. Sözün akışı içinde yer verilen bu vaxt cümle, bu açıdan bu ayəs(n)i kerimeye də benziyor: "Onu (kavrayıp belletmek üçün) aceleye kapılıp dilini onunla hareket ettirip durma. Şüphesiz onu toplamak və onu sana okutmak bize aid bir iştir." (Kıyamet, 16-17) Axtar/ara cümle tamamlanınca də, möminlərə yönelik əsl hitap şekline geri dönülüyor.

Hayır olarak hər nə infak ederseniz, kendiniz içindir. (Elbette) yalnız Allah'ın rızasını kazanmak üçün ediyorsanızsa. Hayır olarak hər nə infak ederseniz haksızlığa uğratılmaksızın size eksiksizce ödenecektir.

Burada hitap yeniden möminlərə yöneltiliyor. Burada seçilen ifade tarzı müjdelemeden, uyarılardan, yumuşak və sərt ifadelerden uzaktır. Bu, açıkça görüldüğü gibi, "Ancak Allah, dilediğini hidayete erdirir." sözünün bir gereğidir. Dolayısıyla, sözü yalın olarak davete özgü kılmıştır. Bunun elde edilmesi üçün də söz söyleyen davetçinin, bu davetin sebep olacağı yararlardan istifade etmekten uzaq olduğuna, bütün yararların davet edilenlere yönelik olduğuna dikkat çekiliyor: "Hayır olarak hər nə infak ederseniz, kendiniz içindir." Amma bu da mutlak değildir. İnfakı sırf Allahın rızasını elde etmek üçün yaptığınız takdirde bu böyledir. "(Elbette) yalnız Allah'ın hoşnutluğunu istemek üçün infak ediyorsanızsa." sözü, hitap zamiri ilə ilgili hal konumundadır. Amili də zarfın, yani "fe-lienfusikum (=kendiniz içindir)" sözünün taalluk ettiği amildir.

Birilerinin aklına şöyle bir kuruntu gelebilir: "Malın harcanması ilə kendilerinin sağlayacağı yarar, sırf bir isimden ibarettir və objeler dünyasında gerçekliği yoktur. Tək gerçek vardır. O da objeler dünyasında gerçekliği olan malın vehmedilen bir yararla değiştirilmesidir.

İşte böyle bir kuruntuyu ortadan kaldırmak amacıyla şöyle bir ifadeye yer/yeyər veriliyor: "Hayır olarak hər nə infak ederseniz haksızlığa uğratılmaksızın size eksiksizce ödenecektir." Burada demek isteniyor ki: Dünyada və ahirette ödüllendirilmeyi gerektiren bu mendup nitelikli infakın sağladığı yarar, vehimden ibaret bir olgu değildir. Tam tersine bu, gerçek və reel bir olgudur. Eksiklik ya da kayıp gibi bir haksızlığa uğratılmaksızın, yüce Allah bu yararı size eksiksizce ulaştıracaktır.

"Size eksiksizce ödenecektir." ifadesinde fail gizlenmiştir. Daha ön-ce də söylediğimiz gibi, ayetlerin akışında ağırlıklı olarak davet olgusu işleniyor. Bu yüzden sözlerin nasihat etkisinin daha kalıcı olması üçün fail gizlenmiş və yarar amacı failden ayrı olarak sunulmuştur. -Sanki konuşanı olmayan bir konuşma ilə karşı karşıyayız.- Bu halda, ortada bir fayda varsa bu sadece konuşmanın dinleyicisine dönecektir, başkasına değil.

273) (Sadakalar) Allah yolunda alıkonan və kapanıp kalan fakirler içindir ki, onlar, yeryüzünde gezip dolaşmaya güc yetiremezler. Bilmeyen iffetlerinden dolayı onları zengin sanır. (Amma) Sən onları yüzlerinden tanırsın. Yüzsüzlük edib insanlardan istemezler

Ayetin orijinalinde geçen "uhsiru" fiilinin kökü olan "hasr" engel olma və alıkoyma demektir. Kelimenin anlamının aslı sıkıştırmadır. Ragıp İsfahani "el-Müfredat" kitabında şöyle deyər: "Hasr və ihsar, Kəbənin yolundan alıkonma, engellenme demektir."

İhsar kelimesi, həm düşman gibi açıq engeller, həm də hastalık gibi gizli engeller üçün kullanılır. Buna karşılık "hasr" sadece gizli engel anlamında kullanılır. Bu halda: "Əgər alıkonulursanız" ifadesini hər iki anlamda yorumlamak gerekir. "Allah yolunda alıkonan fakirler üçün.." ayeti üçün də aynı değerlendirme söz konusudur. "Ya da göğüslerini sıkıntı basıp size gelenler." (Nisa, 90) ayetinde cimrilik və korkaklık yüzünden göğüsleri daralanlar demek isteniyor.

"Taaffuf" bir insanın iffetlilik niteliğine sahip olması demektir. "Sima" isə belirti anlamına gelir. "İlhaf" isə, yüzsüzlük edib ısrarlı bir şekilde dilenmek anlamında kullanılır.

Ayette sadakaların verileceği yerler açıklanıyor. Bunlar, bir harcamanın yapılacağı ən/en hayırlı zemin olan yoksullardır. Bunlar bir takım etkenler və sebepler yüzünden Allah yolunda engellenen, alıkonulan fakirlerdir. Ya düşman bunların giysilerine əl koymuştur. Ya da ev işleriyle meşgul olmak çalışmalarına engel olmuştur. Yahut elm talepleri gibi yaptıkları işin yanında para kazanmalarına imkan olmayan kimselerdir.

Yüce Allah'ın: "İffetlerinden dolayı, cahil -yani durumlarını bilmeyen- onları zengin sanır." ifadesi, onların yoksulluklarını gösteremediklerini və ancak örtülmesi mümkün olmayan barınak, giysi, yüzlerinin rengi gibi örtülmesi mümkün olmayan belirtileri dışında bütün yoksulluk belirtilerini vurguluyor.

Buradan anlaşılıyor ki: "Yüzsüzlük ederek insanlardan istemezler ..." ifadesi insanlardan heç istemezler ki, bir də ısrar etsinler veya yüzsüzlük etsinler. Çünkü denildiğine göre fakirliğin dayanılmaz acısı kar-şısında bunalan nefsin ilk dəfə istemesi sonraları, hər defasında sabretmediği devamlı dilenme isteğini doğurur. Gitgide yüzsüzlük etmeye, ısrarlı istemeye başlar. Ancak yüzsüzlük edib ısrarlı istemenin olumsuzluğu kastedilmiş olması də uzaq bir görüş değildir. Yani tam isteme yasaklanmış olmayabilir.Bu durumda ısrarlı istemeden maksat, normal ihtiyacı belli etmenin zorunlu miktarından fazla olan kısmıdır. Çünkü ihtiyaç zamanında bunu belli etmenin bir sakıncası olmadığı gibi bazen zorunlu də olabilir. Bundan fazlası isə, yergiye konu olan ısrarcılık və yüzsüzlüktür.

"Sən onları yüzlerinden tanırsın." buyuruluyor. "Onları yüzlerinden tanırsınız" denilmiyor. Bunun nedeni yoksulların yüzlerinin suyuna, onurlarına saygı göstermek, iffetliliklerinden sakladıkları durumlarının dile düşmesini engellemektir. Çünkü yoksulluklarının herkes tarafından bilinmesi, konumlarının sarsılmasına və ezikliklerinin ortaya çıkmasına neden olabilir. Ancak Resulullah'ın (s. a. a) yüz/üz belirtilerinden onları bilip tanımasının, onların onurlarını kırmaz. O kendilerine gönderilmiş şefkatli peygamberleridir. Onların durumlarını bilmesi saygınlıklarını zedelemez. Allah daha yaxşı bilir; amma çoğul sıygasındaki hitaptan tekil sıygasına geçiş yapılmasının altında yatan nükte bu olsa gerek.

Yüklə 6,43 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   48   49   50   51   52   53   54   55   ...   60




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©azkurs.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin