Ayələrin Tərcüməs(n)i


) Allah'ın rızasını istemek v



Yüklə 6,43 Mb.
səhifə51/60
tarix28.03.2017
ölçüsü6,43 Mb.
#12706
1   ...   47   48   49   50   51   52   53   54   ...   60

265) Allah'ın rızasını istemek və kendilerinde olanı kökleştirip-güçlendirmesi üçün mallarını infak edenlerin örneği...

"İbtiğae'l-merzat (=Allah'ın rızasını aramak)", ONun hoşnutluğunu istemektir. Sonuçta Allah'ın yüzünü istemeyi vurgulayan bir ifadedir. Çünkü bir şeyin yüzü, onun sana yönelik olan, seni karşılayan tarafıdır. Kula göre kendisine əmr və yasak yönelten Allah'ın yüzü isə, ONun yaptığı işten və görevi yerine getirişinden memnun olmasıdır. Çünkü emredici pozisyonunda olan şəxs, önce emredilen kişiye əmr yöneltir, şayet emre uyarsa, bu sefer ona hoşnutluğuyla yönelir. Bu halda yüce Allah'ın herhangi bir yükümlülük altında giren kula yönelik hoşnutluğu, ONun kula yönelik yüzü konumundadır. Dolayısıyla Allah'ın rızasını aramak, ONun yüzünü istemek demektir.

"Və kendilerinde olanı kökleştirip-güçlendirmek üçün..." ifadesine gelince, bir görüşe göre, bununla, tasdik etme və pürüzsüz yakin kastedilmiştir. Bazıları isə: "Mallarını nerede harcayacakları hususunda basiret sahibidirler." demişlerdir. Diğer bir görüşe göre; "İnfak üzerinde derince düşünürler. Əgər Allah rızasına yönelik olduğunu görürlerse devam ederler. Şayet bir parça riya karışırsa, vazgeçerler." şeklinde bir anlam kastedilmiştir. Bazılarına göre: Cümle içinde geçen kökleşme-güçlenme ifadesi, nefsin Allah'a itaətə hazırlanması anlamına gelir. Diğer bazıları:"Nefsin Allah rızası üçün mal harcamayı alışkanlık halına getirmek suretiyle iman menzillerine yerleşmesi kastedilmiştir." demişlerdir. Bildiğiniz gibi, bu görüşlerin heç biri, zorlama olmadan ayetin ifade ettiği anlamla bağdaşmaz.

Bu bağlamda -Allah iyisini bilir- şunu söylemeliyiz: Başlangıçta yüce Allah, Allah yolunda infak amelini övmeye ilişkin ifadeyi mutlak tuttu. Bunun Allah katında büyük bir mükafat hak eden bir əməl olduğunu vurguladı. Ardından bu genel değerlendirmeye bir sınırlandırma getirdi və iki növ infak şeklini bunun dışında tuttu. Allah'ın hoşnut olmadığı və karşılığında sevap yazmadığı infak türleridir bunlar. Biri gösteriş amaçlı infaktır. Dolayısıyla də baştan itibaren amelin sahih olmamasını sağlar. Diğeri isə, peşinden başa kakma və eziyet gelen infak şeklidir. Bu infak, başlangıçta sahih olsa bile başa kakma və eziyetten dolayı sonuçta geçersiz olar.

Bu iki infak türünün geçersiz olma tehlikesiyle karşı karşıya kalmalarının tək sebebi, ta başından itibaren Allah'ın rızasının gözetilmemesi ya da sonradan nefsin başlangıçta içinde taşıdığı bu niyeti -Allah'ın rızasını gözetlemeyi- içinden söküp atmasıdır. Bu son ayette isə, riyakarların və yaptıkları infakı başa kakıp eziyet edenlerin durumu istisna edildikten sonra, halis niyetli xüsusi bir grubun infak edişleri gündeme getiriliyor. Bunlar, mallarını Allah'ın rızasını elde etmek üçün harcarlar. Sonra də nefislerinin bu tertemiz geliştirici niyet üzere kalıcı olmasını sağlamaya diqqət gösterirler. Ameli bozan və geçersiz kılan tavır və düşüncelerden uzaq tutarlar.

Buradan anlaşılıyor ki, Allah'ın rızasını istemekten maksat, amelin riya və benzeri niyetin sırf Allah üçün olmasını engelleyen duygulardan arınmış olmasıdır. "Kendilerinde olanı kökleştirip-güçlendirmek"ten maksat də insanın kendini içinde beslediği halis niyet üzere kalıcı kılmasıdır. Bu insanın kendisinden kaynaklanıp yine insanın kendisini etkileyen bir sabitleşme, bir kökleşip-güçlenmedir. "Tesbiten" kelimesi cümle içinde temyiz, "min" edatı də ibtidaiyədir. "Enfusihim" ifadesi də fail anlamında kullanılmıştır. Meful anlamındaki isə, takdir edilmiştir. Bu durumda cümlenin şöyle takdir edilmesi gerekir: "Kendilerinde olanı kendileri üçün kökleştirip-güçlendirmek" Ya da "tesbiten" kelimesi, kendi kökünden gelen fiilin meful-u mutlak konumundadır. [Takdiri şöyle olar: Yusbitu enfusuhum li-enfusihim tesbiten.]

Təpə üzərində olan bir bağçanın nümunəsinə bənzər ki, sağanak yağmur dəyincə məhsulunu iki qat verdi…

"Riba" kelimesinin əsl anlamı "fazlalık"tır. "Rebve, ribve veya rubve" kelimesi isə, bol, fazla, gelişmesi yaxşı və məhsul veren yaxşı toprak anlamına gelir. "Ukul" isə herhangi bir şeyin yenilen kısmı demektir. Tekili "ukle"dir. "et-Tallu" isə, etkisi az, ən/en zayıf yağmur, çisenti demektir.

Örneğin ana fikri şudur: Allah'ın hoşnutluğunu elde etmek amacıy-la yapılan harcamayı, kesinlikle yaxşı və güzel etkisi izler, olumlu etkisi görülür. Şüphesiz ilahi inayete mazhardır və O'nunla ilintilidir. Çünkü Yüce Allah'la olan bağlantısı devam etmektedir. Kuşkusuz ilahi inayetin mertebeleri farklıdır. Çünkü niyetlerdeki ihlasın də dereceleri farklı olar. Niyetlerdeki ihlas derecelerinin farklılığı amellerin terazideki ağırlıklarının farklı olması sonucunu doğurur. Tıpkı yüksekçe bir tepe üzerinde bulunan bir bahçe gibi. Bu bahçenin üzerine yağmur yağarsa, çox geçmeden yaxşı yiyecekler verir. Gerçi üzerine yağan yağmurun sağanak veya çisenti olması durumunda yiyeceklerin bolluğunda də oransal bir farklılık olar.

İşte bu oransal farklılığın varlığından dolayıdır ki, cümlenin sonu şöyle bağlanmıştır: "Allah, yaptıklarınızı görendir." Sevap verme işi, ONun açısından karmaşık bir şey değildir. Farklı amellerin farklı ödüllerini birbirine karıştırmaz. Onun sevabını buna, bununkini də ona vermez.

266) Hangi biriniz ister ki, hurmalardan, üzümlerden bir bahçesi olsun... fakat kendisinin üstüne tam ihtiyarlığın çöktüğü, aciz çocuklarının də bulunduğu bir sırada birden ona ateşli bir kasırga isabet etsin də yanıversin. İşte Allah size ayetleri böyle açıklar ki düşünesiniz.

Ayette geçen "yeveddu" fiilinin məsdəri olan "vedd" kelimesi "sevgi" demektir. Kelimenin kökünde "temenni" anlamı vardır. "Cennet" isə, birbirine geçmiş sıx ağaçlık demektir, bostan gibi. Bu şekilde adlandırılmasının sebebi yeri sarması və güneş ışınlarına və başka şeylere karşı örtme işlevini görmesidir. Bu yüzden "Altından ırmaklar akıyor" sözü yerindedir. Şayet, "Cennet" kelimesinin anlamı ağaçlık yer/yeyər olsaydı, bu cür bir ifade doğru olmazdı. Çünkü ifade, maksada aykırı olurdu. ("Yerin altından ırmaklar akıyor." ifadesi yanlıştır.) Bu yüzden yüce Allah bir önceki ayette örnek verilen bol ürünlü yer/yeyər və tepe anlamında "revbe" hakkında şöyle buyurmuştur: "Barınmaya elverişli və axar suyu olan bir tepede." (Mü'minun, 50) Quranı Kerim'de, "altından ırmaklar axan cennetler" ifadesi defalarca tekrarlanır. Ancak yerle ilgili kullanıldığında, onda axar denmiştir, altından değil. (Bu açıklamayla "cennet" kelimesinin sıx ağaçlık, "rebve" kelimesinin isə bol ürünlü tepe və yer/yeyər anlamına geldiği bilinmiş oldu.)

"Min nahil (=hurmalardan)", "min e'nab (=üzümlerden)" ifadesindeki "min" edatı, açıklama amacına yöneliktir. Üstünlük anlamını ifade edər, bütünü kapsamak anlamını değil. Çünkü "bahçe" və "bostan" gibi şeylerde nisbət, ən/en fazla bulunan cinse göre belirginleşir. Söz gelimi bir bahçe və ya bostanda diğer meyve və ürünlere göre üzüm ağacı daha fazla bulunuyorsa, ona üzüm bahçesi denir. İçinde başka meyve ağaçları bulunmasına rağmen. Bu yüzden yüce Allah, arkasından şöyle buyuruyor: "içinde kendisinin olan bütün ürünler də bulunsun."

"el-Kiber" yaşın ilerlemiş olması, yani yaşlılık demektir. "Zürriyet" çocuklar anlamına gelir. "Zuafa" zayıfın çoğuludur. Bu ayette yüce Allah yaşlılığın gelip çatması ilə zayıf çocukların bulunuşunu birlikte zikrederek, örnekte belirtilen bahçeye yönelik ihtiyacın önemini vurgulamak istiyor. Ayrıca, mutluluğun sağlanması və geçimin temini açısından gerekli olan diğer sebepler də meydanda görünmüyor. Şayet bahçe sahibi gücü-kuvveti yerinde bir gənc olsa, bahçeye bir hal olacak olsa, bileğinin gücüyle durumunu rahatlatacak çalışmalar yapabilir. Əgər, zayıf çocukları bulunmayan bir yaşlı olsa, bu musibet, o kadar də ümitsizliğe itmezdi onu. Çünkü bu dünyada az sayıda günlerinin kaldığını düşünecek, bahçenin afete uğraması, kendisine ağır gelmeyecekti. Şayet kendisi yaşlı olmayla beraber, yetişkin evlatları olsa, bunlar çalışacak, geçimlerini temin edeceklerdi. Bir şekilde bahçeden dolayı uğranılan zararı bertaraf edebileceklerdir. Amma yaşlılık, zayıf çocukların bulunması, üstüne üstelik bahçenin yanması, bütün sebeplerin kopması anlamına gelir. Nə bahçe sahibi yitip giden gençliğini və gücünü geriye getirebilir. Nə boş geçen günlerini yeniden değerlendirip bugüne hazırlık yapabilir. Nə də çocuklarını güçlü hala getirme imkanı vardır. Artık bahçenin eski göz alıcılığına və bol meyveli günlerine dönmesi ümidi də kalmamıştır, yanıp kül oluşundan sonra.

Geçmiş asırlar ki, gökle yer/yeyər arasında maziye və birbirlerine bürünmüşlerdir. Tıpkı elbisenin sıkıldığında birbirine geçmesi və kendisine bürünmesi gibi.

Bu örneği yüce Allah, mallarını infak ettikten sonra, yaptıkları iyiliği başa kakan, eziyet edən kimseler üçün veriyor. Onların amelleri boşa gider; geçersiz ameli sahih və doğru bir duruma döndürmelerine imkan yoktur. Örneğin işaret edilen durumla nə kadar örtüştüğü ortadadır. Onlardan beklenen, düşünmektir. Çünkü bu cür amelleri ifsat edən etkenler insanlardan kaynaklanır. İnsanlar mal və mevki sevgisi, büyüklenme, kendini beğenme və cimrilik gibi nefsani duygulara sahiptirler. Bu duygular də insana, iyice irdeleme, düşünme və yararlıyla zararlıyı ayırma fırsatını vermezler. Şayet düşünseler gerçeği görürler.

267) Ey inananlar, kazandıklarınızın iyilerinden... infak edin/əldə et… və bilin ki, şübhəsiz Allah, zəngindir, təriflənəndir.

Ayette geçen "teyemmüm" kelimesi, "qəsd" və "bilinçli kalkışma" demektir. "Habis" isə iyinin karşıtı, kötü, murdar anlamında kullanılmıştır. "Minhu (=ondan)" kelimesi, "habis" kelimesine taalluk edər. "Tunfikune" kelimesi, "la teyemmemu (=kalkışmayın)" fiilinin failinden haldır. "Lestüm bi-ahizihi (=alamayacağınız)" kelimesi də "tunfikune" fiilinin failinden haldir. Etkeni (amili) isə aynı fiildir. "Ən/en tuğmizu fihi (=göz yummadan)" kelimesi isə, başındaki "ən/en" edatından dolayı məsdər işlevini görür. Söylendiğine göre "lam" takdirdedir. Buna göre cümlenin takdiri şöyle olar: "Ancak ona karşı gözünüzü yummanız dışında." Ya da beraberlik anlamındaki "ba" takdir edilir. Bu durumda şöyle bir anlam elde edilir: "İlla bi-musahabeti'l-iğmaz (=ancak göz yumma ilə beraber olan durum dışında)."

Ayetin ifade ettiği anlam açıktır. Burada yüce Allah, infak edilecek malın niteliğini açıklıyor. Malın iyisinden harcanması gerektiğini, infak edilenin ancak gözü kapalı alarak olabileceği kötü bir mal infak etmesinin yanlışlığını vurguluyor. Böyle bir mal infak edən kimse cömertlikle, yardım severlikle nitelendirilemez. Olsa olsa malın kötüsünden kurtulmayı amaçlayan biri olarak nitelendirilir. Onun bu davranışı iyilik severlik olarak değerlendirilemez. Nefsini kemale erdiremez. Ayetin sonundaki ifade də bunu vurgulamaya yönelik getirilmiştir: "Bilin ki, şüphesiz Allah, zəngindir, övülendir." Yani, bir şey infak ederken ONun herhangi bir şeye muhtaç olmadığını düşünün. Övülmeye layık olduğunu aklınızdan çıkarmayın. O, heç bir şeye muhtaç olmamakla beraber, hayır amaçlı harcamalarınızdan, güzel infaklarınızdan övgüyle söz eder. Bu halda malın iyisinden infak edin/əldə et. Veya: "ONun hiçbir şeye ihtiyacı yoktur. O övülmüştür." Bu yüzden ulu şanına yakışmayan bir şeyle huzuruna çıkmayın.

268) Şeytan sizi fakirlikle korkutur və size çirkin-hayasızlığı emreder. Allah isə, öz tərəfindən bağışlama və bol lütfkarlıq vəd edər. Allah, (lütfkarlığı və lütfü) genişdir, biləndir.

Bu ifade bu çıkarsamaya ilişkin bir kanıt niteliğindedir: İnfak üçün malın kötüsünün tercih edilmesi infak edenler üçün hayırlı olmaz. Amma malın iyisinin harcanması harcayanlar üçün hayırlıdır.

Bu halda bu yasaklama, durumlarının düzelmesi amacına yöneliktir. Yasaklanan şey də onlar üçün yıkıcı bir olgudur. Aslında insanların malın iyisini infak etmekten, ihtiyaç sahiplerine dağıtmaktan kaçınmalarının nedeni, bunu malın və servetin devamı üçün bir etken olarak algılamalarıdır. Bu yüzden malın iyisini harcama hususunda nefisleri isteksiz davranır. Ancak malın kötüsü ilə ilgili olarak böyle bir durum söz mövzusu değildir. Kötü malın bir değeri yoktur, dolayısıyla harcanmasında də bir sakınca yoktur. Bu, şeytanın dostlarını yoksullukla korkutma amacıyla ortaya attığı bir vesvesedir. Oysa Allah yolunda və ONun hoşnutluğunu elde etmek amacıyla mal harcamak, infak etmek, dağıtmak karşılıksız və karsız kalmayan bir harcamaya benzer. Daha önce də bunu vurgulamıştık. Kaldı ki, insanları varsıl və zengin kılan yüce Allah'tır, mal değil. Bir ayette şöyle buyuruluyor: "Doğrusu, muhtaç olmaktan O kurtardı və sermaye verip hoşnut kıldı." (Nəcm, 48)

Kısacası; malın iyisini harcamaktan kaçınmaları, yoksul düşme korkusundan kaynaklanan bir yanılgı olduğu üçün "Şeytan sizi fakirlikle korkutur." diye uyarılmışlardır. Ancak, ayəs(n)i kerimede sebep müsebbebin yerine konmuştur. Yani "şeytanın vadi", "kendilerinin korkması" yerine konmuştur. Bununla vurgulanmak istenen husus şudur: Bu korku kendilerine zarar verir. Çünkü şeytan ancak batılı və sapıklığı emreder. Bunu ya başta və aracısız veya sonunda və haklı görünümler arkasında, araçlarıyla gerçekleştirir.

Şeytandan kaynaklansa bile, bazılarının bu korkuyu gerçek sanması, böyle bir vehme kapılması mümkün olduğu üçün, bu cür bir vehmin yersizliğini vurgulamak için "Şeytan, sizi fakirlikle korkutur." ifadesinin hemen arkasından bir ilk uyarıcı unsur olmak üzere bu ifade yer/yeyər alıyor: "və size çirkin-hayasızlığı emreder." Çünkü varlıklı insanların fakirlik korkusuyla hayır amaçlı harcamalardan geri durmaları, ağırdan almaları bu tavrın ruhlarında bir karaktere, cimrilik gibi kötü bir seciyeye dönüşmesine neden olar. Bunun sonucunda yüce Allah'ın maliyyə konularda getirdiği yükümlülüklerin reddedilmesi kaçınılmaz olar. Bu isə, ulu Allah'ı, inkar etmek demektir. Sonra ihtiyaç sahiplerinin şiddetli tehlikeler, yoksulluk və düşkünlük içinde kıvranmalarına yol açar. Bunun sonucunda də birçok canlar yitirilir, namus ayaklar altına alınır, cinayetler işlenir və çirkin hayasızlıkların birçok çeşidi toplumu kaplar.

Yüce Allah bir ayette şöyle buyuruyor: Onlardan kimi də: "Andol-sun, əgər bize bol ihsanından verirse gerçekten sadaka vereceğiz və salihlerden olacağız." diye Allah'a ahdetmiştir. Onlara kendi bol ihsanından verince, onunla cimrilik yaptılar və yüz/üz çevirdiler; onlar böyle kürək dönenlerdir. Böylece O da Allah'a verdikleri sözü tutmamaları və yalan söylemeleri nedeniyle, kendisiyle karşılaşacakları güne kadar, kalplerinde nifakı yerleşik kıldı... Sadakalar konusunda müminlerden əlavə bağışlarda bulunanlarla emeklerinden başkasını bulamayanları yadırgayarak bunlarla lağ/alay edenler; Allah əsl onları lağ/alay konusu kılmıştır və onlar üçün acı/ağrılı bir əzab vardır." (Tevbe, 75-79)

İkinci bir uyarı unsuru olarak də bu değerlendirme cümlesine yer/yeyər verilmiştir: "Allah isə, size kendi tarafından bağışlama və bol ihsan vəd eder. Allah, (lütfkarlığı və lütfu) geniştir, bilendir." Burada yüce Allah möminlərə bu mesajı veriyor: Davranışlar üçün biri haqq, biri də batıl olmak üzere iki yol vardır. Bir üçüncü yol yoktur. Haqq olan, dosdoğru yoldur və Allah'tandır. Sapıklık yolu isə şeytandandır. Ulu Allah şöyle buyuruyor: "Haktan sonra sapıklıktan başka nə vardır?" (Yunus, 32) "Də ki: Hakka ulaştıracak Allah'tır." (Yunus, 35) Bir ayette də şeytanla ilgili olarak şöyle buyuruluyor: "O, gerçekten açıkça saptırıcı bir düşmandır." (Kasas, 15) Bu ayetlerin tamamının Mekke inişli olduklarını də vurgulayalım.

Toparlayacak olursak; yüce Allah: "Allah vəd eder…" sözü ilə bu hususa dikkatimizi çekiyor: Yoksulluk korkusu bağlamında aklınıza gelen bu düşünce sapık bir düşüncedir. Allah'ın bağışlaması və önceki ayetlerde sözü edilen arttırma, ancak malın iyisinin infak edilmesi durumunda söz mövzusu olabilir.

Bu halda: "Allah vəd eder…" ifadesi də tıpkı "Şeytan korkutur." sözünde olduğu gibi sebebin müsebbep yerine konulduğu ifadelere bir örnektir. Burada rahmeti sınırsız və her şeyi bilen yüce Allah'ın vadi ilə şeytanın vadi arasında bir karşılaştırma yapılıyor. Ki infak edenler hər iki vədə baksınlar və akılları hangisini kesiyorsa, onu tercih etsinler.

Ayetin ortaya koyduğu kanıtın özü şudur: Sizin kötüyü iyiye tercih etmeniz fakir düşme korkusundan və infakın mahiyetini, sonuçlarını bilmeyişinizden kaynaklanıyor. Fakir düşme korkusu şeytanın bir telkinidir. Şeytan isə, sizin üçün sapıklıktan və çirkin hayasızlıktan başka bir şey istemez. Dolayısıyla onun telkinlerinin etkisinde kalıp peşine düşmeniz doğru değildir. Kənar yandan hayır amaçlı infakın ardından mal açısından artış və bağışlama gelir, ki önceki ayetlerde buna işaret edildi. Bu gerçek bir sonuçtur. Çünkü hayır amaçlı infakın ardından, bağışlama və mal artışı vadinde bulunan yüce Allah'tır. ONun vadi gerçeğin də kendisidir. ONun rahmeti geniştir. Vəd etdiyi mal artışını və bağışlamayı gerçekleştirebilecek güçtedir. O, bilendir. Herhangi bir şeyi və durumu bilmemesi mümkün değildir. Dolayısıyla ONun vadi bilgiye dayanır.

Yüklə 6,43 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   47   48   49   50   51   52   53   54   ...   60




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©azkurs.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin