Bilimsel İlke
Galile evreni gözlemenin ötesinde fiziksel olayları
inceleyen deneyler yaptı. Kendisine belki “modern bilim
dünyasının babası” denebilir. Ancak bulguları, diğer bir dev
âlimin buluşlarının yanında küçük kalabilir. Bu da İsaac
Newton’dur. Newton, yaptığı deneylerin açıklamasında
matematik kullanmıştır. Önce gözlemiş, sonra da karar
vermiştir. Bununla beraber bütün evrenin başta Tanrı tarafından
kurgulanıp yaratıldığını da söylemiştir. Kendi kozmik sisteminin
“her türlü şüphenin ötesinde akıllı, her yerde hazır ve nazır bir
yaratanın olduğunu kanıtladığını” söylüyordu. Ve ekliyordu “bu
yaratan matematik ve geometri konularında çok bilgili…”.
İleri gelen eseri “Principia Matematica”da diyordu ki:
“eskiler... Doğal nesnelerin incelenmesinde mekanik
bilimini iyi kullandılar, modernler ise olağanüstü algıları ve
başlıca formları bir kenara atıp doğayı matematikle izah etmeye
yöneldiler, ben ise bu kitabımda matematiği felsefeyi besleyen
16
bir şekilde kullandım.... Birçok nedenden ötürü her şeyin
maddelerin parçacıklarını yöneten bazı kuvvetlerin ya bu
parçacıkları birbirinden iterek ayırmak ya da birbirine çekerek
birleştirip
bütünleşik
şekiller
oluşturmak
olduğunu
düşünüyorum. Bu kitapta yazdıklarımın bunu ya da daha doğru
bir felsefi olguyu açıklamasını umuyorum.”
Newton’un yer çekimi kanununu bulması ile beraber
evrenin keşfine gerçekten başlandı. Bu araştırma kolay olmadı,
birçok kör noktaya saplanıldı ve bunlar aşıldı. Nihai çözümlere
varıldığı sanıldı ancak böyle olmadığı hayal kırıklığı yaşanarak
anlaşıldı. Yalnızca 100 yıl önce tüm evren güneş sisteminden
ibaret sanılıyordu. Ancak geliştirilen güçlü teleskoplarla yapılan
gözlemler bunun böyle olmadığını, sönük tek yıldızlar sanılan
nesnelerin aslında yıldız kümeleri olduğunu gözler önüne serdi.
Bunların her birinde milyarlarca yıldız var idi. Evrenin muazzam
büyüklükte olduğu ve giderek genişlediği bulgular arasında idi.
Kozmologlar uzayın derinliklerini araştırırken fizikçiler
ters bir yönde yol alıyorlar, değişik renk ve lezzetleri
inceliyorlardı. Fizikçilerin tam ellerindeki deneysel araştırma
imkânlarının sınırına geldiklerini sandıkları anda evrenin onlar
için tam bir laboratuar olduğu ortaya çıktı. İlim adamları
kozmoloji ve fizik bulgularını yeterli ölçüde matematik ile
17
süsleyerek zamanda geri gitmeye başladılar, evrenin çok küçük
olduğu zamana, hatta hiç olmadığı zamana kadar yol aldılar.
Modern teleskoplar geçmiş zamanda meydana gelen
göksel olayları gözlüyorlar.
İşte soru: Geçmişte olanlar gözlenebildiğine göre
“zaman” var mı? Ya da zamanın yalnız ileriye doğru aktığını
söyleyebilir miyiz?
Evrenin Başlangıcı (ve Bizim Başlangıcımız)
Bilim adamları evrenin 14 milyon yıl önce “büyük
patlama ile” oluştuğunu söylerler. Ancak matematik bağıntıları
bu ilk ana yaklaştıkça daha yaklaşık bir hale gelir. Bununla
beraber “büyük patlama”da saniyenin milyonda biri kadar bir
zaman içinde ne olduğu hakkında yeterli bilgileri olduğuna
inanırlar. Bu zamanda her şey çok sıcak idi ve "lepton” ve
"quark" adı verilen parçacıklardan meydana gelen bir çorba gibi
idi. Bu çorba zamanla soğudu ve genişledi. Kat kat üstüne
yapılar oluştu. Nötrinolar, elektronlar, atomlar, yıldız galaksileri,
galaksi kümeleri ve süper galaksiler....
Bu gün görülebilir evrende 100 trilyon galaksi olduğu,
bunların her birinde de 100 trilyon yıldız var olduğu biliniyor.
Galaksiler birbirlerine yerçekimi güçleri ile bağlı olup ilim
adamlarına göre gizemli bir “kara madde”nin içinde bir “kara
18
enerji” ile beslenerek gittikçe artan bir hızla durmadan
genişliyor. Nereye doğru? Sonu olmayanın sınırına doğru mu?
Değişim
Diğer yandan, evren soğuyup genişledikçe özellikleri de
değişti.
Fizik âlimlerinin saydığı dört kuvvet vardır:
Elektromanyetik, Zayıf, Kuvvetli ve Yer Çekimsel.
Elektromanyetik kuvvetler mıknatısları besledikleri ve
radyo, bilgisayar, elektrik jeneratörü gibi araçları çalıştırdıkları
gibi bizim parçalarımızı da bir arada tutarlar. Zayıf ve kuvvetli
kuvvetler ise çok küçük parçacıkları bazen birleştirir ve bazen
ayırırlar.
Yer çekimi uzun mesafeler içinde etkisini gösterir ve
gezegenleri yörüngelerinde, yıldızları kümelerinin içinde ve bizi
de dünyanın üstünde tutar. Bu kuvvetler belirgin ve uzun
mesafelerde inanılmayacak derecede etkin olan kuvvetlerdir.
Ancak bu kuvvetlerin matematiksel ifadeleri tüm bunların diğer
tek bir kuvvetin bileşenleri olabileceğini göstermiştir. Birçok
bilim adamı bunların hepsinin “yer çekimi” denilen kuvvet ile
birleştirilerek “her şeyin teorisi” denilen bir teori ile
açıklanabileceğini söylemektedirler.
Bu dört kuvvetin etkileşimindeki en ufak değişiklik çok
büyük farklar yaratmaktadır. Örneğin kimi hallerde dört
19
kuvvetten iki tanesinin bileşimindeki yüzde 10 oranındaki bir
fark, birçok nedenle evrenimizi yaşanamaz kılacaktı.
Bu durumda dışarıdan bakıldığında evren çok akıllı bir
yaratan tarafından insanın yaşamına uygun şekilde tasarlanmış
görünmektedir. Diğer bir deyişle Evren, yaşam için “tam uygun”
bir bileşim içinde yaratılmıştır.
Pekiyi ama her şey neden bu kadar iyi şartlarda oluştu?
Gerçi soruşturuluyor, tartışılıyor ama bana sorarsanız
hiçbir bilimsel çözüm, bunun niçin ve nasıl böyle olduğunu
açıklamadıkça yeterli sayılamaz.
Buna cevap olarak bizim tüm anlayışımızın ötesinde, her
şeye kadir bir yaratanın bu mükemmelliği ortaya getirdiğini
düşünmek bir çıkış yoludur.
Ancak hatırlayalım ki biz insanlar düşünen yaratıklarız.
“Kim? Neden? Nasıl? diye sorgularız. Bu nedenle biraz daha
derine inelim. Derde deva olur mu bilemem ama bu yolda
Kuantum Fiziğini anlamaya çalışalım.
Hemen söylemeliyim ki bu macerada acayip olaylar ve
kurallar dizisi ile karşılaşacağız.
Öyle ki Kuantum teorisinin babalarından Niels Bohr
“kuantum teorisi kimi şoke etmemişse o kişi kuantum teorisini
anlamamıştır” demiştir.
20
Niçin Kuantum Fiziği?
Newton tarafından ortaya atılan yer çekimi alanı teorisi
ve buna koşut sayılan elektromanyetik alan teorisi bu alanların
eter denilen bir ortam içinde sürekli olduğunu ve her yerde her
zaman etkin olduğunu söylerler. Bu tür bütünsel teorilerin çok
şık matematik modellemeleri yapılmış, bu modeller sınanmış,
doğrulukları saptanmıştır. Diğer yandan madde süreksizdir,
parçalardan oluşur. 19. Yüzyılın ikinci yarısında maddenin
atomik teorisi oldukça geliştirilmiş, ancak bu teoriler deneylerle
yeterince sınanmamıştı. Bu nedenledir ki pek çok bilim adamı
hala tümleşik alan teorileri üzerinde duruyor, pek çok olayı
bunlarla açıklamayı yeğliyorlardı.
20. yüzyılda bu görüşten uzaklaşmak gerekti: Önce eter
ortamının var olmadığı anlaşıldı. Bunu takiben atomik teorinin
doğruluğu ispatlandı. Ayrıca ışığın foton denilen parçacıklardan
oluştuğu, fiziksel âlemin de ayrık parçacıklardan meydana
geldiği görüldü. Böylece bütünsellik yerini ayrılıkçılığa bırakmaya
başladı.
İşte bu nedenlerledir ki Kuantum Fiziği maddesel
olayların ayrık düzenlerini incelemek üzere sahneye çıktı.
Kuantum Fiziğini Tanıyalım
21
Konuya girerken önce anlatımda genel olarak
kullandığım “Kuantum Fiziği” deyimini “Kuantum Mekaniği”
deyimi ile değiştirilebilir bir terim olarak kullandığımı açıklamak
isterim.
Bu metinde amacım Kuantum Fiziğini anlaşılabilir bir
şekle sokarak anlatmaya çalışmaktır.
Kuantum kelimesi Grekçe paket anlamındadır. Bu Fiziğin
konusu enerjidir. Onun için de adı enerji paketleri anlamına
gelen Kuantum kelimesini içerir.
Kuantum Fiziği dünyamızdaki nesnelerin nasıl var
olduklarını, evrendeki olayları, fiziksel nitelikleri açıklamaya
çabalayan bir ilim dalıdır. Bunu yaparken Evrendeki tüm olguları
en küçük ve asli bileşenlerine kadar parçalar, onların nasıl ve
hangi kaynaktan oluştuklarını kavramaya çabalar.
Bu bilim dalında yargılar daha çok deneysel bulgulara
dayanır. Olayların “niçin” meydana geldiği hakkında bir söylem
yoktur. Nesnelerin “nasıl” davrandıkları deneylerle elde edilen
bulgulara dayanarak açıklanır.
Yukarıda kullanılan “var oldukları” deyimi kişiye ister
istemez var oluş felsefesini anımsatır. Kuantum Fiziğine
gerçekten de “var oluş felsefesinin bilimsel tamamlayıcısıdır”
diyebiliriz.
22
Kimi araştırmacılar derler ki Kuantum Fiziğinin ortaya
koyduğu bulgulara göre, düşünceleriniz, heyecanlarınız hatta
hayattaki başarı eşiğiniz birbirleri ile karmaşıktırlar.
Nick Herbert “Kuantum Gerçeği” (Kuantum Reality)
isimli kitabında vücudumuzun tek varlık olan evrenin bağlantılı
bir parçası olduğu fikrindedir: “Fizikçiler vücudumuzun
atomlarının ışıktan hızlı hareket eden bir dokudan örülmüş
olduğunu keşfettiler” der ve Einstein’ın şu sözünü aktarır:
“İnsanoğlu evren denilen bütünün zaman ve mekân ile
sınırlandırılmış bir parçasıdır. Kendisini, düşüncelerini ve
hislerini bilincinin görsel bir aldatmacası sonucu her şeyden
ayrıymış gibi algılar. Bu aldatmaca bizim için bir hapishane
gibidir. Bizi şahsi arzularımızla ve yakınımızdaki birkaç kişi için
duyduğumuz yakınlıkla baş başa bırakır. Görevimiz bütün
canlıları ve tüm güzelliği içinde doğayı kucaklamak olmalıdır.”
Kuantum Fiziği ile Genelde Bilinen Fizik Arasındaki Fark
Kuantum Fiziği doğa olaylarının özünde rastlantısal
olduğunu söyler. Bu Newton’un “saat gibi çalışan” evreninin
fiziği ile karşılaştırıldığında okuyucuyu şok eder. Çünkü Newton
fiziğinde evrendeki bütün atomların yerlerini ve hızlarını belirli
bir zamanda bilirsek o evrende gelecek fizik düzeninde ne
olacağını saptayabiliriz. Bu modelde evren büyük bir makine
23
gibidir. Dişlileri birbirlerine mekanik bir şekilde kilitlenir ve
olaylar böylece düzen içinde yürür.
Diğer yandan Kuantum Fiziği doğa olaylarını en temel
düzeyde tamamen gelişigüzel olaylar şeklinde açıklar. Kimi
kurallarının insana acayip gelmesinin bir nedeni budur.
Rastlantılara bağlı ve olasılıklarla tanımlanan bir evrende
yaşamak fikri çok da hoş olmasa gerek…
Cisimler ve Parçacıklar
Fiziksel dünyadaki cisimler moleküllerden oluşur.
Kuantum Fiziği bu küçücük parçacıkları daha da ufalamış, bu
parçacıkları atom altı parçacıklar olarak tanımlamıştır.
Şimdi moleküllerden daha küçüğe doğru giderek bu
parçacıkları tanıyalım.
Molekülden
daha
küçük
olanı
Grek
bilgini
Demokritos’un varlığını haber verdiği ve bölünemez adı verilen
“Atom”dur.
Demokritos’un taktığı isim çok doğru olmasa gerek ki
atomun daha küçükleri ışık için “Foton”, ayrıca “Lepton”,
“Elektron”, “Nötron”, “Quark” vb isimler taşırlar. Bu isimlerin
sayısı daha da fazla…Gitgide artıyor ayrıca... Bu tanıtım boyutları
içinde isimlerini öğrenmek getirisi fazla olmayan bir uğraş bizim
için…
24
Anlatımımız açısından bu kadar bir bilgi şimdilik yeterli
olacaktır.
Başlangıç
1925 yılında Einstein olağanüstü bir denkleme imza attı:
E=mc
2
. Burada E enerjiyi, m cismin kitlesini ve c Işık hızını
gösteriyordu. (Bir cismin kitlesi cismin ağırlığının yer çekimi
katsayısı g olan yaklaşık 9.81 m/sn
2
ye bölünerek bulunur.) Işık
hızı varılabilecek bir üst hız sınırı gösteriyor, bu sınıra varan bir
maddenin enerjisi nerede ise sonsuza ulaşıyor, diğer bir deyişle
madde enerjiye dönüşüyordu. Yukarıda sözü edilen kimi küçük
parçacıklar bu hızlara varırlar. O zaman enerji-‐madde-‐enerji
döngüsünün varlığı ortaya çıkar: Her şey enerji olur bu çok
küçükler dünyasında…( Çok büyükler dünyası farklı mı?)
Bu buluş bilim çevrelerinin görüşlerini kökten
değiştirebilecek nitelikte olmakla beraber insanların evrenin
oluşumu ve niteliği hakkındaki fikirlerini de etkileyebilecek
önemdedir. Dediğim gibi bilim adamlarının bu bulgudan önceki
bilgileri Newton Fiziğine dayanıyordu. Bu Fiziğin dayandığı ilke
her şeyin temelde yer çekimine bağlı olduğu idi:
Newton Fiziği 17. yüz yılın sonlarına doğru Evrenin
Atomlardan meydana geldiği, bu atomlar arasındaki çekim gücü
nedeni ile atomların birleşerek maddeyi meydana getirdiği
25
yönündeki teori idi. Gerçekten de Evren’de var olan, beş duyu
ile ve diğer araçlarla algılanabilen, sonsuz küçükten sonsuz
büyüğe kadar her nesne Newton Fiziğinin ileri sürdüğü çekim
gücü nedeni ile atomların birleşmesinden oluşmuştur.
Bu teori 19 yüzyılda atomların malzemenin ana yapı
taşları olduğu yönündeki bulgular ile güçlendirildi. Atomların
katı parçacıklar olduğu sanılıyor ve bunlar elektronlar, protonlar,
nötronlar ile beraber tek bir cisim olarak görülüyordu.
Einstein'ın dünyayı değiştiren buluşu ile beraber atomların
bölünebileceği, ortaya çıkan atom altı parçacıklarının da saf
enerjiye eşdeğer oldukları ortaya çıktı. Einstein bu keşfi yaptığı
zaman bu enerjinin de katı parçacıklar görünümünde var olduğu
düşüncesinde idi. Diğer bir bilgin, Thomas Young “bu enerji
parçacıklar halinde değil dalgalar halindedir” diyordu. Bu
aşamada diyelim ki iki bilim adamı gerçeği bir elmanın iki yarısı
gibi paylaşmışlar…
Katı bir fizik ilmi bakışı ile Newton Fiziğinin “yarı doğru”
olduğu söylenirse de elmanın diğer yarısını içeren Kuantum
Fiziği; maddelerin oluşumu ve varlığı konusunda daha derin ve
daha heyecan verici açıklamalar içerir.
Einstein’ın buluşu Newton Fiziğini bir adım ileri taşımış
ve atomların ve onların bünyesinde olan alt parçacıkların
hepsinin saf enerji olduğuna hükmetmiştir.
26
Einstein’ın teorisinin detaylarına girmeden sonsuz büyük
ile sonsuz küçüğün onun formülü ile nasıl bağdaştırıldığını
aşağıdaki şematik gösterim ile inceleyelim: Sonuçta görüyoruz ki
her nesne enerjidir ve her şeyi yaratan bu enerji her yerde var
olan bir “tek”tir.
E=mc
2
Evren -‐-‐> Evren -‐-‐> Galaksi -‐-‐> Dünya -‐-‐> Kişiler -‐-‐>
Organlar-‐> Hücreler -‐-‐> Moleküller -‐-‐> Atomlar -‐-‐> Atom Altı
Parçacıkları = Enerji
Kişisel bir açıdan bakarsak; bizler bir damla suyun bir
okyanusta bulunuşuna benzer şekilde sonsuz bir Kuantum Enerji
denizinin içinde bulunuyoruz.
Bir de şunu düşünelim: Okullarda hala Newton Fiziği
okutuluyor ama Kuantum Fiziğine yer verilmiyor. O zaman enerji
denilince kişiler elektrik, gaz, vs gibi isimlerle adlandırılan günlük
enerjilerin ayrı şeyler olduğunu, bu enerjinin bir “tek” olduğunu
bilmiyorlar. Ancak var olan her şey; ses, renk, oksijen, rüzgâr,
düşüncelerimiz, hislerimiz, vücudumuz, çevremizdeki eşya,
yıldızlar, konuşma görme duyularımız vb her şey bu aynı
enerjinin sonucu olarak vardırlar.
27
Bir fizik konusu matematiğin yardımı ile daha kolay
açıklanır. Çünkü Matematik bilim çevrelerinin kullandığı lisandır.
Ancak, bu kitabı okuyan her kişi Matematiği bilmeyebilir ya da
sevmeyebilir. Onun içindir ki işin Matematik kısmını Ek 1. Olarak
kitabın sonunda sunuyorum. Bununla beraber Kuantum Teorisi
aslında matematik temellerin üzerine inşa edilmiş olduğundan
okuyucu bu temelden elde edilen sonuçları peşinen kabul etmiş
olacaktır. Bu sonuçları aşağıdaki kısımda sıralıyorum:
Matematiksel Anlatımdan Çıkan Sonuç
1. Schrödinger Fonksiyonu: Matematikte Karakteristik
Değer Fonksiyonu (Öjen Fonksiyonu), bu fonksiyonun
“Karakteristik Değerleri” (Öjen Değerleri) ve bunlara karşı gelen
“Vektörler” vardır. Bu bir dalga fonksiyonudur. Böyle b
ir dalga
fonksiyonu, her biri kendi “karakteristik değer”ine karşı gelen
değişik dalga fonksiyonlarının üst üste bindirilmesi ile oluşur. Bu
bindirme olayına “Kuantum Süperpozisyonu” ya da “Kuantum
Bindirmesi” denilir.
Bu, Şekil 1.de gösterildiği gibi iki ucu tutturulmuş bir
telin titreştirilmesi halinde meydana gelecek olan titreşim
elemanlarının durumu gibidir. Bu şekildeki her bir titreşim
elemanı (bir durgun dalga) kendi karakteristik değerine karşı
gelmektedir.
28
Şekil 1. Titreşim Fonksiyonları
Şekildeki titreşim (dalga) fonksiyonları üst üste
bindirildiğinde (süperpoze edildiğinde) toplam titreşim
fonksiyonunu gösteren eğri elde edilir. Çarpıcı olan nokta;
bileşenleri üst üste bindirilmiş (süperpoze edilmiş) olan
fonksiyonun, ölçümleme yapılmadan önceki anda evrende o
fonksiyonun tanımladığı olay için tüm gerçekleşebilecek
olasılıkları içermesidir. Bu, milyonlarca ihtimal olabilir.
Diğer bir deyişle:
Doğadaki dalga fonksiyonunun her bir “Karakteristik
Değer”ine karşı gelen bir çözüm vardır, dolayısı ile pek çok
çözüm vardır. Belirli bir anda ve konumda hangi “Karakteristik
Değer” değerinin geçerli olacağı, diğer bir deyişle hangi
29
çözümün gerçekleşeceği bilinemez. Bu, rastlantısaldır. Kesin
sonuç, ancak bir olasılık içinde göz önüne alınabilir.
Bir yerde evrende pek çok olayın belirleyici değil,
rastlantısal şekilde oluştuğunu söyleyen bu sonuçtan ötürü ben
denklemin “çözümü” deyimi yerine “çözümlenmesi” deyimini
kullanmayı yeğliyorum. Yabancı literatürde de “fonksiyon
çökmesi” deyimini anımsatan terimler kullanılıyor.
2. Parçacıklar hem madde hem dalga olabilmektedirler.
Bu, aşağıdaki çift yarık deneyi ile ayrıca kanıtlanmıştır.
Bilinen
evrendeki her şey bu parçacık/dalga varlıklarından meydana
gelmişlerdir.
3. “Heisenberg’in Belirsizlik İlkesi” uyarınca hiçbir
maddenin hem konumunu hem hızını (momentumunu) aynı
anda doğru olarak bilmek olası değildir.Bu ilke; evreni oluşturan
parçacıkların, dolayısı ile evrenin ölçümlerle belirlenemeyeceğini
söylemektedir.
4. Enerji hem dalga hem parçacık olabilir.
Şimdi yukarıda parçacıkların hem madde hem dalga
olduğunu kanıtlayan ve Kuantum olgusuna biraz daha derinlik
kazandıran önemli bir deneye göz etmek gerekir:
Çift Yarık Deneyi
Kuantum Fiziğinin kimi yerde garipsenebilecek olan
özelliklerini iyi yansıtan deneylerden birisi “Çift Yarık” deneyidir.
30
Bu deney evrende saklı olan gerçeğin ancak gözlemlendiği
takdirde ortaya çıktığını gösterir.
Deney Şekil 2.de şematik olarak gösterilmektedir. İlk
aşamada bir elektron tabancası elektronları üstünde bir yarık
bulunan bir duvara doğru ateşler. Yarığı geçerek bunun
arkasında bulunan ikinci bir duvara çarpan elektronların çarptığı
yer yatay bir şerit halinde belirginleşir. Demek oluyor ki elektron
yarıktan bir madde parçacığı olarak geçmiş ve arkada iz
bırakmıştır.
Dostları ilə paylaş: |