Şekil 2. Çift Yarık Deneyi
Şimdi duvara iki paralel yarık konulduğunu düşünelim.
Elektronların bazıları yarıklardan geçerek arkadaki duvara
çarpacak, geçemeyenler ise öndeki duvarda kalacaktır. Bu
durumda görmeyi beklediğimiz şey yarıklardan geçen
elektronların arka duvarda birbirine paralel iki şerit üzerinde iz
31
bırakması olacaktır. Ancak, tuhaf bir şekilde bu beklenen
görülmez. Bunun yerine birbirine paralel, yatay, ancak kenarları
belirsiz zikzaklar çizen birkaç şeritten oluşan bir örüntü görürüz.
Bu görünümün açıklaması şöyle yapılmaktadır: Bu
duvarlar bir yüzme havuzunun içinde olsa idi ve iki yarıklı
duvarın önüne bir cisim atılsa idi dairesel bir dalga oluşacak ve
her yöne yayılacaktı. Dalga yarıklardan geçecek ancak bu
geçişten sonra oluşacak olan iki dalga yayılırken birbirleri ile
çelişerek bazen daha büyük, kimi yerde daha küçük dalgalar
meydana getirecek ve arka duvara vardıklarında yukarıda tarif
edilen örüntüyü meydana getireceklerdi. Bu olay ancak dalga
girişimleri sonucunda görülebilir.
Teori; bir elektronun ilk duvara vardığında ikiye
ayrıldığını, bu iki parçacığın dalga özelliğini kazandıklarını ileri
sürer. Bu dalgalar aynen su dalgalarının yaptığı gibi birbiri ile
çelişerek arka duvarda örüntüledikleri kolonların kenarlarını da
belirsiz sınırlar halinde ortaya koyarlar. Deneyin fotonlar
kullanılarak yapılması sonucunda aynı sonuca varılmıştır:
Thomas Young’ın 19 yüzyılda ortaya attığı, 1909 yılında fizikçi
Geoffrey Taylor tarafından genişletilen çift yarık deneyi ışık
fotonlarının dalga niteliğini de içerdiğini en belirgin şekilde
kanıtlar. İlim adamı Paul Dirac bu deney için şöyle demiştir: “her
foton yalnızca kendisi ile etkileşmektedir”.
32
İkinci aşamada elektronun hareketi sırasında ne
olduğunu daha iyi saptamak için çift yarıkların bulunduğu ilk
duvarın arkasına bir gözlem gereci konulmuştur.
Elde edilen sonuç normal bir açıklamanın ötesinde
acayiptir: Bu kez arka duvarda çok şerit yerine yalnızca birbirine
paralel
iki
şerit
görülmüştür.
Anlaşılan
elektronlar
gözlendiklerinde parçacık olarak, gözlemlenmediklerinde ise
dalga olarak hareket etmişlerdir. Gözleme olayı sanki bu
olasılıklardan bir tanesinin gerçekleşmesi yönünde evreni
uyarmış ve bu olasılık gerçekleşmiştir.”
Dalga bir titreşimi gösterir ya da bu titreşimi yaratan
enerjidir. Gözlemleme, enerjinin dalga niteliğini ortadan
kaldırarak onu maddeye dönüştürmüş, madde özelliğini
belirginleştirmiştir. Öyle ki sanki elektron ya da foton
gözlemlendiğini algılamakta ve anında nitelik değiştirmektedir.
Ben bu noktada derim ki: Kuantum dünyasının içsel
yapısında aynen bir Zen Koan’ında olduğu gibi günlük
açıklamalar ile anlaşılmasına izin vermeyen bir gizem
yatmaktadır.
İleride göreceğimiz gibi bu olguya değişik ve kimisi fizik
ötesi denilebilecek açıklamalar yapılmıştır. Bu aşamada bir
düşünceyi paylaşmak uygun olabilir kanısındayım:
33
Evrendeki her şey eninde sonunda enerjidir. Diğer
yandan bir nesne ancak gözlemlendiği zaman madde halinde
görülmekte ise bu olayı dürtüleyen insan zihninin enerjisidir.
Tüm varoluş temelde sınırsız bir kuantum enerji
alanından bir tanesinin gerçekleşmesini bekleyen sonsuz bir
olasılıklar denizinden ibaret ise dalga fonksiyonunu çözümleyen
bilinç onu parçacıklara dönüştürür. O anda bilinç enerjiyi madde
olarak tanıtır.
Bilinç, var olan enerjiye katkı yapan ve onu etkileyen ek
enerjidir.
Kuantum Karmaşması
Çift yarık deneyinde elektronun ya da fotonun
yarıklardan ikiye ayrılarak geçtiğini ve sonra geçenlerin birbiri ile
girişimde bulunduğunu söylemiştik. Şimdi bu konuyu biraz daha
acayip olaylara girmek pahasına genişletmek zamanı gelmiştir:
İki parçacık birbirleri ile etkileşimde bulunduktan sonra
bunların kuantum konumları karmaşır, tek bir karmaşmış
kuantum konumuna geçer.
Demek oluyor ki bir kuantum parçacığı hiçbir zaman
çevresinden ayrı olamaz. Bu parçacık ve çevresi tek bir
karmaşmış sistem içinde bulunurlar. Bu bağlamda yalnızca
ölçüm aygıtının ölçülmekte olanın üzerinde olan etkisini göz
34
önüne almamız yetmez. Ölçüm aracının ölçümleyen üzerindeki
etkisini (ve çevresini) de göz önüne almamız gerekir:
Gözlemlenmekte olan bir nesne ile onu gözleyen de tek bir
karmaşmış sistem halindedirler.
Karmaşmış konumun diğer konumlardan bağımsız
olmaması gerekir: Bu bağımlılık nedeni ile bir konumu diğer
konumdan izole edilmiş olarak göremeyiz. Karmaşmış durumları
birleştirerek tek bir konum gibi kabul etmek doğrudur.
Bu anlatım çok basit olarak şöyle ifade edilebilir:
Parçacıklar birbirlerini tanır ve birbirleri ile haberleşirler.
Örneğin bir ışık demeti çok sayıda fotonun akımından
oluşur. Işığın elektrik alanı kutuplanma (polarizasyon)
yönündedir. Bir fotonun kutuplanma yönü yatay ya da düşey
gibi herhangi bir açıda olabilir. Bir kristale ışık tutarsak foton
elde edebiliriz, onu ikiye ayırabiliriz ve bu işlemler sonucunda
bunlar karmaşacağından dolayı bir çift karmaşmış foton
yaratabiliriz. Deneylerin gösterdiğine göre karmaşmış iki
parçacık arasında, bu parçacıklar birbirlerinden ne kadar uzak
olurlarsa olsunlar, (örneğin biri dünyada diğeri Mars’ta) bir
bağlantı vardır. İki ayrı kişi karmaşmış iki parçacığın üzerinde tek
tek deney yapsalar fotonların kutup yönlerinin birbirine dikgen
(ortogonal) olduğunu görürler: örneğin birinin kutbu kuzey ise
diğerinin güneydir. (Bu; sistemin “açısal momentumunun
35
sakınımı ilkesi” nedeni ile böyle olur. Zira fotonların ayrılmadan
önceki momentumları ile ayrılmadan sonraki momentumları eşit
olmalıdır)
Aynı şekilde karmaşmış bir elektron çiftinin biri saat
yönünde dönmesi için uyarıldığında uzak mesafedeki diğerinin
saatin aksi yönünde döndüğü gözlenmiştir.
Burada bir
”yerel
olmayan olgu kuralı” ile karşı
karşıyayız.
İş bu noktaya gelince Einstein isyan ediyor, bu olaya
önce parçacıkların “uzak mesafedeki acayip davranışları” adını
takıyor ve diyor ki:
”Ben cidden Kuantum Teorisine inanamıyorum. Çünkü
o, “uzak mesafede acayip hareketleri” ileri sürmeye ek olarak,
Fiziğin zaman ve mekânda bir nedenselliği temsil etmesi ilkesi ile
bağdaşmamaktadır.”
EPR Paradoksu
Yukarıdaki sözü söyleyen Einstein Kuantum Fiziğine
temel teşkil eden pek çok buluşa imza atmasına rağmen bu
teorinin vardığı noktayı benimsemiyordu. Özellikle fiziksel
olayların olasılıklara bağlı olmasını kabul edemiyor, gerekirci
(determinist) bir fiziğe inanıyordu. Einstein ayrıca “gözlem
olmadan fiziksel gerçekleşmenin olmadığı” yönündeki söyleme
36
itiraz ediyordu. (tekrarlamalıyım ki kuantum teorisi genelde
ancak bir parçacığın bir özelliğinin ölçülmesinden sonra o
parçacığın fiziksel gerçeklik kazandığını ileri sürer. Olgu ondan
önce çeşitli olasılıkları içeren bir süperpozisyon konumudur.
)
Bu bağlamda Einstein'ın “Tanrı Zar Atmaz” deyimi iyi
bilinir ama şu sözü de çarpıcıdır: "Bakmadığım zaman bile ayın
gökte yerinde olduğunu bilmek isterim”
Einstein bu nedenle kuantum teorisini zorlayacağına
inandığı pek çok düşünce deneyi ileri sürmüştür. Ancak bunların
hepsi Niels Bohr tarafından çürütülmüştür.
Sonunda en önemli karşı çıkış 1935 yılında Einstein,
Boris Podolsky ve Nathan Rosen üçlüsü tarafından tanımlanan
ve “EPR paradoksu” olarak bilinen bir düşünce deneyi yolu ile
yapıldı. Kuantum dünyasının araştırmacıları a
mpirik deneysel
yöntemler yerine düşünce deneyleri yaparlar.
Bu deney
Kuantum teorisini gerçekten sarstı.
Bu grup belki de bilim dünyasında ilk kez olarak
Kuantum Teorisine karşı çıkmak adına, fiziksel gerçeğin işlevsel
bir tanımını yaptı:
“Eğer bir nesnenin fiziksel özelliği gözlemlenmeden
önce bilinebiliyorsa, o zaman bu özellik gözlemleme sonucu
yaratılmış olamaz. Eğer gözlemleme sonucu yaratılmış değil
ise
gözlemleme öncesinde fiziksel bir gerçek olarak var demektir.”
37
Einstein; kuantum karmaşması olgusunun Kuantum
teorisinin zayıf noktalarını ortaya koyacağı inancında idi.
Kuantum karmaşması iddiasının bizzat kendisinin fiziksel
gerçekliği gözlem yapılmadan önce belirleyebileceğine
inanıyordu. Paradoks şöyle sunuldu:
İki karmaşmış fotonu iki ayrı kişiye yollayalım. Ahmet ve
Mehmet’e… İki gözlemci birbirlerinden çok uzakta olabilirler.
Biliyoruz ki bu iki fotonun kutupları farklı olacaklardır. Teoriye
göre eğer Ahmet’inki kuzey ise Mehmet’inki otomatik olarak
güney olacaktır. Ancak Mehmet henüz bir gözlem ya da ölçüm
yapmamıştır. Diğer yandan Kuantum Fiziğinin iddiasına göre
deniliyor ki kutupların kuzey mi güney mi olduğu ölçüm
yapılmadan ortaya çıkmaz?
Einstein ayrıca kutuplaşmanın böyle anlık bir
algılanmasının kendi teorisi olan “Özel Görecelik” kuramına karşı
olduğunu da biliyordu. Çünkü hiçbir şey ışıktan hızlı gidemezdi.
Einstein bu paradoksu aşmanın doğru yolunun
Mehmet’in fotonunun (ve diğer tüm parçacıkların)
göremediğimiz sabit özellikleri olması gerektiğine inanmakla
mümkün olacağını ileri sürdü. Bunlara “gizli değişkenler” dedi.
Örneğin “bir zar attığımızda” diyordu, eğer zarın
bileşimi, üstüne düştüğü yüzeyin özellikleri vb tüm detayları
bilirsek sonucu öngörebiliriz. Bu detaylar nesnelerin yapısına ait
38
oldukları için “yerel değişkenler olarak” adlandırılırlar. Yerel
değişkenler atom ve atom altı büyüklükteki parçacıklar için
önem taşırlar. Bunlar birbirinden uzakta olan yerel olaylar için
olağan ayrılık yasalarına uyan parçacık ağlarının bağları aracılığı
ile temastadırlar.
Ancak kuantum teorisine göre bu yerel bağlantıların
ötesinde yerel olmayan, anında sinyal ileten bağlantılar var.
Halbuki hiçbir sinyal ışık hızını aşan bir hızla gönderilemez. Bu
nedenle yerel olmayan uzak mesafedeki bağlantılar kesin bir
matematiksel yolla açıklanamıyor.
Gizli değişkenler açıklaması ışıktan daha hızlı bir ulaşım
olamayacağı kuralını da zedelemiyordu: Gizli değişkenler
parçacıkların yaratılması sırasında beraber yaratılan has
özellikler idiler.
Paradoks ile ortaya atılan iddianın kabulü;
parçacıkların kuantum teorisinin öngördüğünden daha fazla
bilgiye sahip olmaları anlamına geliyordu. Kuantum teorisinin en
azından eksik ya da yanlış olduğunu kabul etmekle eşdeğerdi.
Bohr’un bir mesai arkadaşı demiştir ki: “bu şiddetli
saldırı bir yıldırım etkisi yaptı. Bohr’un üzerindeki etkisi
olağanüstü idi. Bu paradoks duyulur duyulmaz tüm çalışmalar
bu durumda ne yapılacağı konusuna yöneltildi.”
39
Bell'in Eşitsizlik Bulgusu
John Bell 1964 yılında bu sorunu çok yaratıcı bir yolla
çözmüştür. Bu çözümün detaylarına girmeyeceğim. Okuyucuyu
sıkıcı detaylara hapis olunabilir. John Bell bu çözümü nedeni ile
çok yüceltilmiş ve “tarihin en büyük buluşunu yaptı” denilmiştir.
Sonuçta bilim dünyasının çoğunluğunun birleşmesi ile EPR
paradoksunun ortadan kalktığına ve kuantum teorisinin doğru
olduğuna karar verilmiştir.
Şahsen ben Bell’in buluşunun kabulü ile şöyle bir sonuca
varıldığını anlıyorum: Ahmet ve Mehmet’in denedikleri iki
parçacık arasında öyle bir acayip bağlantı vardır ki bu bağlantı
henüz üzerinde işlem yapılmamış olan parçacığa diğer parçacık
üzerinde ne tür bir işlem yapılacağını önceden haber
vermektedir.
Schrodinger’in Kedisi
Kuantum Fiziği uzmanlarının sık sık konu ettikleri bir
diğer düşünce deneyi, yukarıda “olasılık” olarak sunulan fiziksel
gerçekleşmeleri sınayan bir deneydir.
Bu düşünce deneyinde bir kedinin radyoaktif bir madde
ile beraber bir sandığa kapatıldığı düşünülür. Acaba sandık bir
süre sonra açıldığında kedi ölü mü yoksa diri mi olacaktır?
40
Anlaşıldığı gibi ihtimal yarı yarıya yani %50 ye %50 dir. Kedinin
durumu ancak sandık açılınca belirlenir.
Buradan çıkarılan sonuç şudur: Gerçek, ancak gözlem
yapıldığında
ortaya
çıkar.
Gözlem
olmadan
gerçek
belirginleşemez.
Matematik sevenler için şöyle bir sonuç da söz konusu
olabilir:
Schrödinger Dalga Fonksiyonu, sistemi dışarıdan takip
edenlerin bilgilerini yansıtır. Buna göre dalga fonksiyonu
(Ɩölü>+(Ɩdiri>)/
olmaktadır. Bu demektir ki kedi %50
ihtimalle ölü, %50 ihtimalle yaşıyor olacaktır. Ancak kedinin
kendisi, %100 ihtimalle yaşadığını bilmektedir. Yani onun için
dalga fonksiyonu (Ɩdiri>) olur.
Kopenhag Açıklaması
1927 yılı sonbaharında Belçika’nın Brüksel kentinde bir
araya gelen bilim adamları yukarıda tanımlamaya çalıştığımız
davranışlara bir açıklama getirdiler. Bu açıklamaya “Kopenhag
Açıklaması” denildi. Açıklamanın en ilginç yönü şu idi: Dalga
halinde bulunan enerji, bir gözlemci tarafından gözlendiğinde
parçacığa dönüşüyordu.
Bu olayı acayip bulabilir, olayı kişinin istencinin
yönlendirdiği sonucuna varabiliriz. Ancak önemini göz ardı
edemeyiz.
41
Schrödinger Denkleminin Çözümlenmesi
Kopenhag
açıklamasını
savunanlar
bir
dalga
fonksiyonunun değişik olaylara yol açabilecek pek çok olasılığı
barındırdığını, ancak çözümlenme aşamasında tek bir olasılığın
gerçekleştiğini, diğerlerinin gerçek dünyada yok olduğunu ileri
sürerler.
Buna karşıt olarak Fonksiyon çözümlendiğinde çok evren
ya da paralel evrenler meydana geldiği görüşünü savunanlar da
vardır. Bunlar dalga fonksiyonunun içerdiği her karakteristik
sayının bir evreni yansıttığını, bu evrenlerin değişik uzaylarda
eşzamanlı olarak var olduklarını ileri sürerler:
Örneğin yukarıda anlatılan çift yarık deneyi ele
alındığında bir elektronun arka duvarda hangi noktaya vuracağı
hakkında çeşitli olasılıklar vardır. Ancak elektron vurduktan
sonra başka bir noktaya vurması olasılığı ortadan kalkar. Çok
evren teorisini destekleyenler bir elektronun vurma imkânı olan
her noktaya vurduğunu ve her bir vurgu noktasının ayrı bir
evrende gerçekleştiğine hükmederler.
Kopenhag açıklamasına göre “Bilinç ya da Akıl”, dalga
fonksiyonunun çözümlenmesine neden olur. Bu husus şöyle
açıklanmaktadır: Kuantum Fiziği kuralları yalnızca tüm maddi
dünya için geçerlidir. Diğer yandan her olgunun (örneğin bir
42
deney) bir dış gözlemcisi olur. Arada bir aygıt (örneğin bir
bilgisayar ya da bir ölçüm aracı) olsa da sonuçta bu bir insan
zihnidir. İnsan zihni maddi dünya için geçerli olan Kuantum Fiziği
kurallarına göre davranmaz ve fonksiyonun çözümlenmesine
neden olur.
Bu açıklama dalga fonksiyonu çözümlenmesinin
nedenini doğrudan, yarı doğrudan ya da dolaylı olarak zihin
faaliyetine bağlamaktadır. Bu açıklama Wigner’in “Wigner ‘in
arkadaşı” düşünce deneyini ilham eden önermedir. Bu deneye
göre Wigner’in bir arkadaşı “Schrödinger'in Kedisi” deneyini
Wigner laboratuardan çıktıktan sonra yapar. Wigner ancak geri
döndükten sonra deney sonucunu, diğer bir deyişle kedinin canlı
veya ölü olduğunu arkadaşından öğrenir.
Bu durum “ölü kedi/üzgün arkadaş” ile "canlı
kedi/mesut arkadaş” olasılıklarının süperpozisyonudur. Soru
şudur: Sonuç ancak Wigner deney sonucunu öğrendikten sonra
mı belirlenmiştir yoksa daha önceki bir zamanda biliniyor mu
idi?
Yanıt: Kedinin durumunu Wigner’in arkadaşı biliyor idi.
Çözümlenme, bu önermeye göre, ilk “bilinçli gözlemcinin”
gözlem yapması sonucu oluşmuştur.
Çift Yarık Deneyi hakkında sorulan şu soruya Kopenhag
Açıklamasının yanıtı ilginçtir:
43
Yarıklardan geçen fotonlar arka duvarda bir girişim
örüntüsü oluşturur. Işık madde midir? Dalga mıdır?
Yanıt: İkisi de değildir. Belli bir deney parçacık ya da
dalga özelliğini ortaya koyabilir ancak hiçbir zaman ikisini aynı
zamanda beraber gösteremez.
Tamamlayıcılık ilkesi denilen bu kuram Niels Bohr
tarafından ortaya atılmıştır. “Tamamlayıcılık” fikri bilgi kuramı
alanında Kuantum teorisinin yarattığı karmaşadan kaçınmak
amacı ile ortaya atılmıştır. Bazı kişiler bunu kuantum Fiziğine
felsefi bir tamamlayıcı olarak görürler, diğerleri ise teorinin
resmi çerçevesine eklenmiş önemli bir keşif olarak algılarlar.
Örneğin Leon Rosenfeld “tamamlayıcılık ilkesinin Bohr
tarafından icat edilen, kuantum ciddiyetinin üstüne bir süs gibi
konulacak felsefi bir üstyapı olmadığını, kuantum Fiziği
tanımlamasının “ana kayası” olduğunu söylemiştir.
Tamamlayıcılık ilkesi klasik fizikte çoğu kez tek bir
resimde yer alan zaman-‐mekân, enerji-‐momentum gibi
kavramların kuantum fiziğinde aynı resimde birleştirilemeyeceği
anlamını taşır. Belli bir durumda kimi klasik kavramın
kullanılması eş zamanlı ve anlamlı olarak diğer kimi klasik
kavramın uygulanmasını dışlar.
Kuantum Fiziği teorisi uyarınca her parçacığın konumu
Schrödinger tarafından ortaya atılan bir “dalga fonksiyonu” ile
44
belirlenmiştir. Bu, gerçekleşebileceklerin tümünü içeren bir
olasılıklar fonksiyonudur, çözümlenmedikçe gerçek değil, sanal
(imajiner) bir kimlik taşır.
Bu fonksiyon bir parçacığın yeri veya hızı hakkında bir
fikir verir. “Belirsizlik ilkesi” uyarınca ikisini birden kesinlikle
belirleyemez. Kopenhag açıklaması uyarınca parçacık üzerindeki
ölçme eylemi, fonksiyonun öngördüğü olasılıklar demetinin bir
tanesi üzerinde belirginleşir. Bu duruma fonksiyonun o olasılıkta
(o karakteristik değerde) “çözümlenmesi” adını verdiğimi
yukarıda açıklamıştım.
Kuantum Ayrışması
Kuantum Karmaşması olayını yukarıda görmüştük.
Karmaşanların dalga fonksiyonu elemanlarının dalga fonksiyonu
üzerinde süperpozisyon (bindirilmiş) halde bulunduğunu da
biliyoruz. Dalga fonksiyonunda bindirilmiş olarak bulunan dalga
elemanlarının her birinin bir “faz”ı vardır. Doğru bir
süperpozisyon durumunda bileşenlerin fazları birbirine eşittir.
Gerçek dünyada bir parçacık tek başına değildir ve
çevresi ile kaçınılmaz bir şekilde etkileşir. Fonksiyon
çözümlendiğinde bu etkileşim sonucunda kuantum parçacığını
tanımlayan fonksiyonun her bir bileşeni çevresi ile kendi
karmaşmış durumunu yaratır. Bileşenlerin fazları bu olay
45
sonucunda değişir. Bileşenler arasındaki bağlayıcı ilişki yok olur
ve bileşenler ayrılır.
Bileşenler anında yok olmazlar. Fazları uyumlu olmadığı
için onları büyük ölçekte göremeyiz. Bunlar gerçekte geniş
çevreye yayılırlar ve bu çevre içinde aynen denize bir taş
atıldığında beliren, uzaklaştıkça gitgide sönümlenen dalgalar gibi
sönümlenirler. Bu bakımdan ayrışma geri dönüşü olmayan bir
süreçtir. En baştaki girişim bileşenlerini tekrar elde edemeyiz.
Çözümlenme sonunda meydana gelen ayrışma ani bir olay
değildir. Bileşenler milyarlarca parçacığın ve bunların bağdaşmış
hallerinin gözlenmesi ile ayrışırlar.
Bohr ve Heisenberg bu şekliyle “yeni” bir enerji kuantası
dünyasını keşfetmiş oluyorlardı. Birçok deneyde parçacıklar
belirlenebilir
hareketler
yapıyorlar,
ancak
özellikle
yörüngelerinin gözlenmesi sırasında beklenmeyen hareketler
yapıyorlardı. Kopenhag Açıklamasının en önemli yönü “Kuantum
Fiziğinin; mikroskobik gerçekleri yapılan ölçümlerin etkisi ile
gerçekçi olarak yansıtamaması.” olmuştur.
Bu gelişmeler içinde yer alan diğer bir eleştiri de dikkat
çekicidir: Teoride süperpozison halinde olan olasılıklardan
birisinin gözlem sonucunda gerçekleşeceği söylenmiştir.
Olasılıklar kuantum teorisinin esasları içinde ele alınırken
“gözlemci” ve “gözlem aracı” belirlidir ve olasılık kurallarına tabi
46
değildir. Diğer bir deyişle bu öğeler teori kapsamında değildir.
Oysa teorinin onları da kapsaması gerekmez mi?
Dostları ilə paylaş: |