Yeni Fizik ile Mistik İnançlar Arasında Köprü Başları
Mistik düşünün temelinde başlıca iki kadim felsefenin
olduğunu düşünüyorum:
Hermetizm ve Hermetik Prensipler
Hermes Kimdir?
Efsanevi bir kişi olarak kabul edilen “Hermes
Trismegistus” (üç kere büyük anlamında) tarafından ortaya
63
atıldığına inanılan Hermetik Prensipler özellikle esoterik bilim
camiasını yaklaşık olarak beş bin yıl boyunca düşündürmüştür.
“Hermes” kelimesinin etimolojik kökeninin Süryanice olduğu ve
“Âlim” anlamına geldiği söylenir. İbranîlere göre “Aydınlatmak”
anlamına gelen “Uhnûh”tur. “Enoh” ve Arapça “İdris” adlarının
buradan türediği söylenir. Eski Mısırlılar onu “Mürşit” anlamına
gelen “Thoth”, “Tahuti”, “Thech”, “Tat” gibi isimlerle anarlar ve
ismi “Aa Aa Tahuti” şeklinde söylerlerdi. “Aa Aa”; “Üç kere
büyük” anlamına gelir. Grekler “Aa Aa Tahuti” çağrısını kendi
dillerine “Trismegistos” şeklinde çevirince bu yeni deyim farklı
yorumlara neden olmuştur. Bazı İslam düşünürleri bu üçlü isme
“Üç Kere Hikmetlenmiş” anlamını verirler ve bunu nimetler
üçgeni dedikleri Nübüvvet, Hikmet ve Hilâfet’in Allah tarafından
ona bahşedilmesi olarak anlarlar.
Hermetik anlayışın temelini Hermes’e atfedilen
Asclepius isimli eserde görürüz: “Tanrı Evren’in ve onun içerdiği
her şeyin yaratıcısıdır. Ancak her şeyi insan ile beraber yönetir.
Bu görevi üstlenen herkes Evren’in bir mücevheri olarak kabul
edilir.” Hermetizm; Musevilik, Hıristiyanlık ve İslam dinlerinde
olduğu gibi, Tanrıyı yaratıcı kabul eder. Ancak, Katolik
Hıristiyanlığın inandığı dünya merkezli (jeosantrik: dünyanın
evrenin merkezinde olması) Evren görüşünün aksine bu gün
bildiğimiz güneş merkezli (Heliosantrik) bir Evren ortaya atar.
64
Burada Tanrı tarafından yaratılmış olan Güneş, Evren’in
merkezindedir, Mikrokozm denilen insan da evrenin bir
parçasıdır. Hermes'in yolunu izlemek Tanrı, İnsan ve Evren
arasındaki sırrı keşfetmek demektir. Hermetizm düşününde
Evren (Makro Evren) ve İnsan (Mikro Evren) ilişkili idi. Evrende
ve dünyada var olan her şey tek bir kaynaktan vücut bulmakla
beraber birbiri ile bağlı idi. Hermes’in “Yukarıda ne ise aşağıda
da odur” (Quod est inferius, est sicut (id) quod est superius)
deyimi bu noktayı çok iyi ifade eder. Bu bağlılık sonucunda
Tüm’ün bir parçası olan bir yerde bir değişiklik yaratıldığı zaman
bu, Tüm’ün bir başka yerinde bir sonuç doğururdu. Bu evrenin
tekliği inancını perçinleyen bir bulgu idi. Pek çok kişi “E = mc2
formülünü ortaya atan Einstein atom bombasının bulunmasını
da sağlayarak dünyanın sonunu hazırlamıştır” derken diğerleri
onun “enerji-‐madde ikilemini ortadan kaldırarak kozmik tekliği
ve onun yarattığı ahengi temellendirdiğini” söylemektedirler.
Hermes İslam dünyasında Terzi anlamındaki İdris diye
bilinir Anadolu Türkçesine Ermiş olarak girmiştir. Hermes’i takip
eden ermişler topluluğu; Hermetik Külliyat, (Corpus
Hermeticum) denilen Hermes'e ait kırk iki kitaptaki bilgilerle
donatılıyordu. Bunlar 17 ana diyalog’dan oluşur. Buna M.S. 500
yılında derlenen 40 civarında pasaj ile 1945 yılında Mısır’da Nag
Hammadi’de ortaya çıkarılan 3 adet Koptik elyazmasını eklemek
65
gerekir. Bu kitapların kimisi Teoloji, kimisi Fen Bilimleri alanında
idi. Bu kırk iki eser ilk Ansiklopedi niteliğindedir.
Hermetik Prensipler
Yedi Hermetik Prensip; Mentalizm (Anlak), İletişim,
Titreşim, Polarite, Ritim, Etki ve Tepki ve Cinsiyet’dir. Bunlar
okuyucuya olağan ve basit görünebilirler. Dikkatle
irdelendiklerinde ise Newton Mekaniğinin ya da yukarıda
anlatılan Kuantum Fiziğinin ana varsayımları ile ilişkili
görünebilecekleri açıktır. Şimdi biraz bunların üzerinde duralım.
Mistisizmim kimi önderleri bu ilkelere sığınarak iddialarını
kanıtlamaya çalışmışlardır.
Bu ilkeler şöyle sıralanır:
1.Mentalizm
Bu prensip her şeyin zihinsel olduğunu, diğer bir deyişle
insan beyninin ürünü olduğunu söyler. "Hayat olayı", "Madde",
"Enerji", ve kısaca, maddi algılarımıza açık olan her şey
bilinemez ve tanımlanamaz olan Ruh’tur. Ancak bu Ruh,
Evrensel, Sonsuz, Yaşayan bir Akıl olarak düşünülebilir. Bu, aynı
zamanda tüm görüngü dünyasının (Tüm’ün) yaratılmış olanların
yasalarına uyan zihinsel bir yaratı olduğunu betimler. Bütün
olarak Evren ve onun birimleri (Tüm)ün zihninde yaşar. Bu
zihinde biz "yaşar ve hareket ederiz.” İleride göreceğimiz Hindu
metafiziğindeki Brahman fikri bu ilke ile uyumludur.
66
Diğer yandan; Kuantum fiziğinin yaşamdaki olguların bir
gözlemleme sonucunda, insan beyninin iradesi ile hayata
geçtiği, olasılıklar denkleminin bu yolla çözümlendiği ve
potansiyel olasılıklardan birinin gerçekleştiği yönündeki
bulguları da “Mentalizm” ilkesine koşut görülmektedir.
2. İletişim
Bu ilke varlık ile yaşam arasında mevcut olan yasa ve
olgularda çeşitli düzlemlerde her daim bir ilişki olduğunu söyler.
Bu bağlamdaki Hermetik aksiyom şöyle ifade bulur: “Yukarıda
ne ise aşağıda da o”dur”
Kadim Hermetik bilginler bu ilkenin insanın bilinmeyenleri
gözden saklamak için var olan çoğu engeli zihin gücü ile bertaraf
etmenin aracı olduğuna inanırlardı. Öyle ki bu ilkenin
özümlenmesi İsis’in peçesini de yırtarak Tanrıçayı görmek
imkânı sağlarmış…
Kuantum Fiziği uyarınca bağdaşık parçacıkların çok uzun
mesafelerde de olsalar birbirlerini tanımaları ve ona göre
davranmaları, bu ilke ile uyumlu görülmektedir. Ayrıca, bu
ilkenin “bilinmeyenleri gözden saklamak” yönü, Einstein’ın
sözünü ettiği gizli ilişkileri anımsatır.
3. Titreşimler
Bu ilke ‘her şey hareket ve şey titreşim halindedir” der.
67
Bu ilke Madde, Zihin, Enerji ve hatta Ruh’un
titreşimlerin değişik hızlarından meydana geldiğini ileri sürer. Saf
Ruh sayılan bir “Tüm”den, en kaba maddeye kadar her şey
titreşir. Titreşim frekansı yükseldikçe ölçekteki eşik de artar,
eşiğin üzerindeki “Tüm”e doğru yükselir.
Bu enerji ve kuvvet için böyle olduğu kadar zihinsel ve hatta
ruhsal düzeyde de böyledir. Bu ilkenin uygun formüllerle ifade
edilerek özümlenmesi Hermetizm ustalarına hem kendilerinin,
hem de başkalarının titreşimlerini kontrol etmek imkânını sunar.
Hindu metafiziğinde ezelden beri var olduğuna inanılan “Aum”
sesi Hermetik titreşim ilkesi ile eşdeğerdir.
Bu noktada Kuantum fiziğinin temel niteliklerinden biri olan her
nesnenin titreşimler halinde olduğu, her bir potansiyel oluşumu
içeren titreşim fonksiyonlarının bindirilmesi ve belli şartlar
altında çözümlenerek olayların gerçekleşmesi akla gelmektedir.
4. Kutuplaşma ve 5.Cinsiyet
Bu ilke her şeyin iki kutuplu olduğunu serdeder. Her
şeyin bir tersi vardır. Örneğin sıcak ve soğuk… Bunlar aynı şeyin
iki ayrı kutbudur. Termometreye baktığımız zaman sıcak nerede
biter, soğuk nerede başlar saptayabilir miyiz? "Aydınlık ve
karanlık, yüksek ve alçak, gürültü ve sessizli yine kutuplardır.
Zihinsel düzeyde de Aşk-‐Nefret, Sevmek-‐ Sevmemek kutupları
birinden diğerine ne zaman geçildiğinin sınırı olmayan kutupsal
68
örneklerdendir. Cinsiyet ise her düzeyde, yalnızca maddi
düzlemde değil, zihinsel ve hatta ruhsal düzlemlerde de vardır.
Maddi düzlemde seks olarak belirir daha üst düzeylerde başka
şekle girmekle beraber ilke aynıdır. Maddi, zihinsel ya da ruhsal
hiçbir varlık onsuz olamaz. Bu ilke üretim, tekrar üretim ve
yaratılış doğrultusunda işlev görür. Her nesne ve herkes bu
ilkenin iki elemanına da sahiptir. Diğer bir deyişle her erkekte ve
her kadında karşıt kutuptan birer eleman bulunur. Cinsiyete
özgü genler her iki sekste de mevcuttur.
Kuantum Fiziğinde görülen parçacıkların kutupluluğu ve bu
kutupluluğa enerjinin sakınımı ilkesi gereğince uyarak
davranması, bu tanımı anımsatır.
6.Ritim ve 7. Etkiye Tepki
Bu ilke her harekette bir sarkacın hareketi gibi ritim
olduğunu söyler. Ritmik hareket, yukarıda anlatılan kutuplar
arasında görülür.
Her daim bir etki ve etkiye karşı tepki vardır. Bu hareketler, her
nesnenin kaynağı olduğu yukarıda söylenen titreşimler şeklinde
belirir. Titreşimler, kutuplar arasında ritmik olarak hareket
ederler.
Bu yasa dünyaların doğuşunda veya yok oluşunda hâkimdir,
milletlerin yükseliş ve batışlarında hâkimdir, insanın zihinsel
69
işlevlerinde de hâkimdir. Bu son olay, Hermetistleri en çok
ilgilendiren olmuştur.
Hermetistlerin bu ilkeyi kavramış, evrensel uygulamasını
keşfetmiş ve bunun kendi üzerlerindeki olumsuz etkilerini
sınırlandıracak etkisizleştirme yöntemlerini bulmuş oldukları
söylenir.
Kuantum Fiziğindeki titreşim fonksiyonları ve bindirilmiş
dalganın frekansı göz önüne alındığında yine ilginç bir benzeşim
görülmektedir.
Bu kadim spritüel fikirlerin çoğunun Kuantum Fiziği âlimlerince
gözlenen bulguları 90 yıldır aramızda…
Bununla beraber Bilgeler, Mistikler ve geçmiş üstatlar bu yeni
sayılabilecek bulguları ebediyet kadar eski zamanlarda
söylemişler.
Derler ki: söylenceler, gerçeklerin zaman içinde kulaktan kulağa
yayılarak anlamını yitirmiş halleridir…
Hint Felsefesi
Hint’in esoterik yazınları Veda’lardır. M.Ö. 700 yıllarında
Kafkaslardan ve İran yaylasından Hint-‐Çin yarımadasına doğru
yayılan Aryan İstilasının, bu bölgeye Rig-‐Veda külliyatını getirdiği
görülür. Veda inancı; yaratılış hakkında bir söylem getirmemekle
beraber aynen Orta-‐Asya'daki benzerleri gibi birçok Tanrı içerir.
70
Veda inancı kurban ritüellerini kutsal sayardı. Bu ritüeller
eşliğinde yapılan ayinler yolu ile elde edilen büyük güce
Brahman derlerdi. Rahip sınıfı olan Brahman’lar bu güce sahip
idiler ve sonuçta bütün evreni temsil eden bir güç olarak
tanınmaya başlandılar.
Ayrı bir Aryan ailesinden olan savaşçı Mihraceler ile
Rahip Brahmanlar arasındaki güç savaşlarından Brahmanlar
kazançlı çıkmıştır. Bu mücadelenin sonunda anlaşma sağlanmış,
savaşçılara bir miktar ruhani bilgi verilmiştir, ancak tüm gizemler
öğretilmemiştir. Bu şekilde en eski Vedalardan daha önceki bir
zamanda kalıtımsal bir kast kurulmuştur. Bu sistemde Brahmin,
Savaşçı ve Sanatkâr var idi. Bu gün bunlar gizemlerin üç değişik
ritini oluştururlar. Aryan felsefesi uyarınca hem ruh ve hem de
madde ebedidirler. Tüm yaradılış bu iki yok edilmez ilkeden
meydana gelir. Bu Para-‐Brahma ya da şekilsiz Tanrıdır. Yeni
fiziğin ortaya koyduğu “her nesnenin enerji olduğu” görüşünü
Hindu öğretisinin “Brahma”sı karşılar. İnsanoğlu (atman)
evrensel kimlikten (Brahma) ayrı değildir. Bu, her varlığın
esasının evreni oluşturan tek ve aynı enerji olması nedeni ile
böyledir. İkilik yanılgıdır. Gerçek ikili değil “tek”dir ve tüm
maddelerin aslı da bu “tek”dir.
İnsanın algıladığı maddi dünya aslında bir “görünümler”
dünyası, “Maya” dır.
71
Aşağıda sözünü edeceğimiz Hermetizm’in memleketi
olan Mısır’da bu iki aktif birimin beraberliği Ankh Haçı sembolü
ile gösterilirdi.
M.Ö.8.
yüzyıldan
itibaren
Tanrılar
insanın
hissedebileceği, düşünceye dalarak ulaşabileceği kavramlar
olmuşlardır. Hint Upanishad'ları bu hususları işleyen eski
metinlerdir. Bu metinlerin mantık üzerine yazdıkları en azından
ilginçtir:
“İki bin yılı aşkın bir süre önce Hindu felsefesinin bel
kemiği sayılan “Katha Upanishad”ı der ki “Işık mantık yürütmek
sureti ile kavranacak bir şey değildir çünkü o, en incelikliden
daha inceliklidir.” “Naisa tarkena matirapaneya” ise : “Bu ruhani
gerçek mantık ile elde edilemez”.
Hint felsefesi içinde geniş yer almış olan bir diğer inanç
“akaşa”dır. Bu, “Dünya Hafızası” anlamına gelir. Sonsuz enerjinin
sürekli olduğunu ve bu enerji içinde hiçbir şeyin yok
olmayacağını anımsatır. Bu inanca göre dünyada olmuş geçmiş
her olay “akaşi kayıtlarında” vardır. Yüksek inisiyeler bu kayıtlara
girerek geçmiş olayları görebilirler.
Mistik Görüşler Niçin Destekleniyor?
Kısım 1.de Kuantum Fiziği olgularının nasıl adım adım
acayipleştiğini görmüştük. İlim adamlarının bu yargılara
yönelmelerinin nedeni kimi olayları ancak bu yolla
72
açıklayabildiklerine inanmalarıdır. Bu konuda onları haklı
kılabilecek kimi örnekleri aşağıda sıralıyorum:
a. Çelişmezlik Kuralı
Kimliği tanımlanan bir nesne aynı zamanda başka bir
nesne olamaz. Klasik bilim mantığı yaklaşımı ile bir elma bir
elmadır ve aynı zamanda muz olamaz. Bu Aristo’dan beri
süregelen bir mantık doktrinidir. Descartes de bu doktrini
benimsemiştir. Sel de denilen bu doktrin, kanıtlanmadan kabul
edilen bir kuraldır. Önsel olanın ispatlanması gerekmez, kabul
edilmesi gerekir, aksi halde bilgiye erişmek mümkün olmaz.
Ancak ışık fotonlarının hem madde hem dalga olabildiği
anlaşılınca bu doktrin sarsıldı: Elma muz olamıyorsa nasıl olur da
maddi bir parçacık aynı zamanda dalga olarak görünebilir? İşte
bu durum “önce keşfedilen gerçek, sonra mantı ve eğer
keşfedilen gerçek mantığa uymuyorsa mantı bir yana bırakılır”
sonucunu doğurmakta önemli bir dönüm noktası oldu.
b. Neden-‐Sonuç Kuralı
Her sonucun bir nedeni vardır. Demek oluyor ki her neden
bir sonuç doğurur. Eşit şartlar altında belli bir neden her zaman
aynı sonucu yaratır. Bu kural da modern bilimin öncül
kurallarındandır. Heisenberg’in belirsizlik ilkesi onu da
sarstı.”Sonucu doğru hali ile gözlemleyemiyorsak o zaman sonuç
neye yarar?” denildi.
73
İlaveten Kuantum dünyasındaki “kuantum olasılıkları” birçok
düşünürün “acaba her şey rastlantısal mı? Sebep-‐ sonuç ilişkisi
denilen şey yok mu?” demesine yol açtı ve mantık sınırının bir
kere daha zorlanmasını gündeme getirdi.
c.Madde-‐Enerji
Her nesnenin aslında enerji olduğu fikrinin kabul
görmesi ile Tanrının adeta dünyayı yaratıp bir kenara çekildiği
kanısı yerleşmiş idi. Bu, inanç açısından Deist bir tutum olmakla
beraber bir determinizmi de yansıtıyordu.
Einstein’ın enerji’nin kitle ile ışık hızının karesinin
çarpımı olduğu buluşu felsefi açıdan iki önemli sonuç yarattı:
1.Madde nihai gerçek olmaktan çıktığı için klasik anlamda bir
materyalist olmak artık olası değildi.
2. Bu denklemin sayesinde kimyanın 100 elemanı enerji
oluvermişler, birbirinden bağımsız olarak var olan çok sayıda
maddi elemanın varlığına inanmak imkânsızlaşmıştı. Fritjof
Capra’nın dediği gibi bu modern fiziğin evrenin tekliğini nasıl
açıkladığını gösteriyordu ve dünyanın birbirinden bağımsız
biçimde var olamayacağının kanıtı idi.
Görülüyor ki modern fiziğin kimi sonuçlarını anlamaya çalıştıkça
mantıksal yöntemlerin sınırları zorlanıyor.
d.Zamanın ve Mekanın Göreceliği
74
19.Yüzyıl bilim adamları sadece çeşitli elemanların
belirgin maddeler olduğuna inanmakla kalmıyor, zaman ve
mekânı da birbirinden ayırıyor ve bunu evrenin mutlak ve
belirgin gerçeği olarak kabul ediyorlardı. Zaman-‐Mekân ikiliği
Newton fiziğinin payandası idi. Einstein’ın görecelik teorisi bu
payanaydı devirdi. Zamanın ve mekânın ayrılamayacağını
gösterdi.
d.Elektronların Bağdaşıklığı
Yukarıda anlatıldığı gibi oldukça erken bir tarih olan
1935 yılında Erwin Schrödinger Kuantum teorisinin “bağdaşma”
denilen bir özelliğini keşfetti. Bu özellik iki kuantum sisteminin ir
araya gelip tekrar ayrılması halinde en azından teorik zeminde
bir yeni bütünlük kazanarak bağlantılı kalmaya devam ettikleri
idi. Schrödinger’e göre “Kuantum Bağdaşması” yeni kuantum
teorisi ile doğanın eski fizik yasaları uyarınca klasik şekli ile
tanımlanması arasındaki yalnızca tek değil ana fark idi.
“Bağlaşma” yerel olarak meydana gelebiliyordu. Örneğin
iki kuantum alanının temasa gelmesi ile… Ancak teorik olarak bu
olay arada hiçbir şey olmaksızın uzun mesafeler içinde de devam
ediyordu. Yerel olmayan bu olay bir “fizik büyüsü” gibi
görünmekte idi. Evrenin tekliği yalnızca elemanların madde
öncesi var olan enerji konumundaki teklik değildir. Evren madde
halinde dahi son derece birbirine bağlıdır. Bu bağlılık yukarıda
75
sözü edilen kuantum karmaşması, EPR deneyi ve Bell’in
eşitsizliği bağlamında açıklanabilir:
Kısaca hatırlandığında Kuantum karmaşması sonucunda
iki parçacık ne kadar uzakta olurlarsa olsunlar birbirlerini tanıyor
ve bu tanımaya uygun davranışlarda bulunuyorlar.
1964 yılına kadar bu olgu acayip bir teorik bulgu olarak
görüldü. Ancak aynı yıl John Bell bu olguyu laboratuarda
deneyebilecek bir düzen geliştirdi. Olay kısa mesafeler için
ispatlandı. Bu ilginç başarı filozof Abner Shimony tarafından
“deneysel metafizik” olarak isimlendirilmiştir. Bell’in buluşundan
sonra şu soruyu bir kenara atmak mümkün olmamıştır: İki
parçacığı birleştiren nedir?
Bohm henüz keşfedilmemiş bir alan üzerinde dururken,
kimi mistikler olayı kendi görüşlerinin ilmi açıklaması olarak
görürler: Fritjof Capra parçacıkların anlık, yerel olmayan
bağlantılarla bağlı oldukları için böyle davrandıklarını söyler.
Fizikçi Henry Pierce Stapp daha radikal sonuçlar çıkarır: “Evrenin
temelde ya hiçbir yasaya uymayan ya da derin bir gerçeğe tabi
olduğunun ispatıdır” der. Diğer bir fizikçi, Nick Herbert ise
parçacıkların bu davranışının mistisizmin bilimsel kanıtı
olduğunu ileri sürer.”A parçacığının uyarılması ile B parçacığı en
azından geleneksel şekildeki bilgi aktarımı yolu ile
76
uyarılmamıştır, olay daha ziyade aynı görünüm veren nesnelerin
aslında “tek” olmalarının sonucudur.” der.
Hintlilerin matematik dehası Shakuntala Devi
parçacıkların bu bağlantılarının evrendeki bağlılığı da içerdiğine
inanmaktadır. O ayrıca bu olayı astrolojiye inanmanın bilimsel
bir gerekçesi olarak görür: “Eğer evren bu şekilde bağlı ise o
zaman yıldızların hareketlerinin bu gezegen üzerinde yaşayan
kişilerin hayatlarına etki yaptığını kabul etmek gerekir” der.
Psişik olaylara inanan pek çok kişi duyular üstü algılama,
telekinezi, psikokinezi, (arada fiziki kuvvet olmadan zihnin
maddeyi etkilemesi) gibi olağandışı sayılan olayları açıklamak
için fiziğin bu kapısından girerler.
Bu bulgu kuantum dünyasının bir açık kapısıdır ki o
kapıdan geçen fizik; pek çoklarına göre mistik’in ikilemi dışlayan
tekil vizyonunun yalnızca olasılığını değil, gerekliliğini de kabul
etmiştir.
Kuantum fiziği ve İnsan Beyni
İnsan beyninin çalışması, ilim çevrelerini uzun zamandır
uğraştırmaktadır. Bilinç nedir, nasıl düşünürüz, nasıl hatırlarız
sorularına
yanıt
bulunmaya
çalışılmaktadır.
Yukarıda
gördüğümüz gibi Kuantum Fiziği, potansiyel durumdaki
olasılıklar içinden bir tanesinin, bilinçli bir gözlem sonucunda
gerçekleştiğini söylüyor. O zaman önce “Bilinç nedir?” diye
77
sormak gerekir. Bu noktada değişik bilgi kaynaklarından elde
edilen tanımları aşağıda iletiyorum:
Özgür Vikipedi diyor ki:
“1.Bilinç, Kişinin kendisine, yaşantılarına, çevresine, öteki
kişilere, bir bütün olarak içinde yaşadığı dünyaya ilişkin
farkındalığı, yaşanan deneyimlerden kendiliğinden doğan
kendinin farkında olma görüngüsü;
2.öznenin duygularına, algılarına, bilgilerine ve kavrayış larına
bağlı olarak kendini anlama, tanıma ya da bilme yetisi;
3.bilme edimi ile bilinen içerik arasındaki ilişkiyi her ikisini de
içerecek biçimde bir üst düzeyde kurabilme becerisi;
4.acı çekme, isteme, bekleme, düş kırıklığına uğrama, korkma
gibi belli bir nesnesi bulunan bütün “geçişli” yaşama edimlerini
olanaklı kılan ana ilke;
5.düşünen öznenin kendisine dönerek, kendisini kendi
düşünceleri ile kavraması, kendisine bir başkası olarak dışarıdan
bakabilmesi durumu;
6.“içebakış” yoluyla zihnin kendi deneyimlerinin gerçekliğini
kavrama edimi;
7.zihinsel yaşamın geçmiş duyumları, algıları, bilgileri bellekte
tutma yeteneği;
8.kişinin kendi içinde yaşadıklarına ya da dışarıda olup bitenlere
yönelik incelmiş sezgisi, bütün yaşadıklarına ilişkin genel görüşü;
78
9.üzüntü, sevinç, hüzün gibi tek tek yaşantı durumlarına ilişkin
kendilik izlenimleri, şeylerin kişiye nasıl göründüğüne yönelik
görüngübilimsel yaşantılar bütünü.”
Yeni Osmanlıca-‐ Türkçe Lügat diyor ki:
Bilinç
t. Psk: İnsanın kendi varlığından ve kendine tesir eden çevre-‐
sinde meydana gelen hadise ve değişikliklerin, bilgisine sahip
olması hali. Şuurun dereceleri vardır. Meselâ: Düşünüyorum ve
düşündüğümü biliyorum, yine düşündüğümü bildiğimi de
biliyorum ve hakeza. Şuurlu olma ruhun bir vasfıdır. Maddede
şuur yoktur. Ve şuurun maddi izahı şuursuzca bir izah olup
batıldır. (Bak: Şuur)
Birinci tanım grubundaki 2., 6., 8., 9. maddelerin ikinci tanıma
yakınlığını bir tarafa bırakarak diyorum ki tanımlar bana aslında
bu işin düğüm noktasının insan beyni olduğunu anlatıyor. O
zaman biraz bu insan beyni meselesine girmek kaçınılmaz
oluyor:
Dostları ilə paylaş: |