Çizgili Pijamalı Çocuk


Bölüm 4 Pencereden Görün



Yüklə 0,52 Mb.
Pdf görüntüsü
səhifə4/23
tarix31.07.2022
ölçüsü0,52 Mb.
#62950
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   23
John Boyne - Çizgili Pijamalı Çocuk

Bölüm 4
Pencereden Görün
e
nl
e
r
 
Onlar çocuk değildi. En azından hepsi değildi. Küçük çocuklar, büyük çocuklar, babalar ve
dedeler. Belki birkaç tane de amca. Herkesten uzak duran, hiç akrabası yokmuş gibi olanlar. Herhangi
birileri...
“Kim bunlar?” diye sordu Gretel, bugünlerde kardeşinin hep yaptığı gibi ağzını şaşkınlıkla
açarak. “Burası ne biçim bir yer?”
“Bilmiyorum,” dedi Bruno, gerçeğe olabildiğince sadık kalarak. “Bilmiyorum ama evimiz kadar
güzel değil. O kadarını biliyorum.”
“Peki kızlar nerede?” diye sordu Gretel. “Anneler, büyükanneler...”
“Belki farklı bir bölümde yaşıyorlardır,” diye fikir yürüttü Bruno.
Gretel de aynı fikirdeydi. Gözlerini kaçırmak istiyordu. Ama bakmamak çok zordu. Şimdiye kadar
kendi penceresinden sadece karşıdaki ormanı görmüştü. Biraz karanlık gibiydi; ama ilerisinde açıklık
varsa piknik için iyi bir yer olabilirdi. Evin bu tarafında manzara çok farklıydı.
Önce güzel başlıyordu: Bruno’nun penceresinin tam altında bir bahçe vardı. Oldukça genişti ve
çiçek doluydu. Düzgün bir şekilde, sıra sıra dizilmişlerdi; sanki çiçek yetiştirmeyi bilen biri
taralından düzenlenmişti. İyi bir şey yapmaya çalışmışlardı; karanlık bir kış gecesinde, puslu, büyük
bir arazideki, dev bir şatonun köşesine küçük bir mum ışığı koymuşlar gibi.
Çiçekleri geçince çok hoş, taş döşeli bir alan vardı. Üstüne ahşap bir bank yerleştirilmişti. Gretel
kendini güneşli bir günde orada oturup kitap okurken hayal edebiliyordu. Bankın üstünde madeni bir
plaket vardı; ama ne yazdığını bu mesafeden okuyamıyordu. Bankın önü eve dönüktü. Normalde böyle
durması garip olabilirdi, ama bu durumda nedenini anlayabiliyordu.
Bahçenin, çiçeklerin, üstünde plaket olan bankın yaklaşık yirmi adım ilerisinde her şey
değişiyordu. Devasa bir tel örgü uzanıyordu. Evin çevresinden dolanıp tepede dönüyor, iki yöne
doğru, görebildiğinden çok uzağa devam ediyordu. Tel örgü çok yüksekti; içinde bulundukları evden
bile yüksek. Aynı hizada dikilmiş, telgraf direklerine benzer dev ahşap direkler tel örgüyü ayakta
tutuyordu. En tepesinde karmakarışık, kalın dikenli tel sarmallar vardı ve her taraftan çıkan keskin
uçlara bakınca Gretel, içinde nedenini açıklayamadığı bir acı hissetti.
Tel örgünün ötesinde çim yoktu; aslında gözle görülebilen uzaklara kadar hiçbir yeşillik yoktu.
Bunun yerine zemin, kuma benzer bir maddeden oluşuyordu. Tek görebildiği, uzaktaki alçak barakalar
ve kare binalarla araya serpiştirilmiş gibi duran birkaç duman kümesiydi. Bir şey söylemek için
ağzını açtı, ama yaşadığı şaşkınlığı ifade edecek bir sözcük olmadığını fark etti; sonra aklına gelen


tek mantıklı şeyi yaptı ve ağzını tekrar kapadı.
“Gördün mü?” dedi Bruno, olduğu yerden. Kendini mutlu hissediyordu. Çünkü oradaki her neyse
v e onlar her kimse ilk o görmüştü ve dilediği zaman yine görebilirdi. Çünkü onun penceresinden
görünüyorlardı. Bu yüzden ona aittiler ve o, gözlemledikleri her şeyin kralıydı, ablası ise onun alt
tabaka halkından biri.
“Anlamıyorum,” dedi Gretel, “kim böyle kötü görünümlü bir yer inşa eder?”
“Kötü görünümlü bir yer,” diye onayladı Bruno. “Bence o kulübeler tek katlı. Bak hepsi de ne
kadar alçak.” “Modern tarzda evler olmalı,” dedi Gretel. “Babam modern şeylerden nefret eder.”
“O zaman onlardan pek hoşlanmaz,” dedi Bruno. “Evet,” dedi Gretel. Onlara bakarak uzun zaman
kımıldamadan durdu.
On iki yaşındaydı ve sınıfındaki en akıllı kızlardan biri olarak kabul ediliyordu. Dudaklarını
büzdü ve gözlerini kısarak, neye baktığını anlamak için beynini zorladı. Sonunda bir açıklama
düşünebildi;
“Burası kırsal bir bölge olmalı,” dedi Gretel, kardeşine dönüp zafer kazanmış gibi bakarak.
“Kırsal mı?”
“Evet, tek açıklama bu, anlamıyor musun? Berlin’de olduğumuzda şehirdeyiz. Bu yüzden çok
insan ve çok ev var, bu yüzden okullar dolu ve bir cumartesi akşamüstü şehir merkezinde itilip
kakılmadan yürüyemiyorsun.”
“Evet...” dedi Bruno, başını sallayıp takip etmeye çalışarak.
“Ama coğrafya dersinde, kırsalda çiftçilerin ve hayvanların olduğunu ve yiyecek yetiştirildiğini
öğrendik, insanların yaşayıp çalıştıkları, bizi beslemek için ürünlerini yetiştirdikleri böyle kocaman
bölgeler var.” Tekrar dışarı, gözlerinin önüne serilen uçsuz bucaksız alana ve her barakanın arasında
bulunan mesafeye baktı. “Burası kırsal olmalı. Belki bu, yazlık evimizdir.” diye umutla ekledi.
Bruno bunu düşündü ve başını salladı. “Sanmıyorum,” dedi kendinden emin bir şekilde.
“ S e n dokuz yaşındasın,” diye karşılık verdi Gretel. “Nereden bileceksin? Benim yaşıma
geldiğinde bu tür şeyleri çok daha iyi anlarsın.”
“Öyle olabilir,” dedi Bruno, daha küçük olduğunu biliyordu ama bu, haklı olamayacağı anlamına
gelmezdi.
“Eğer dediğin gibi burası kırsalsa bahsettiğin bütün o hayvanlar nerede?”
Gretel ona cevap vermek için ağzını açtı, ama uygun bir cevap bulamadı. Bu yüzden de tekrar
pencereden dışarı baktı, hayvanları aradı, ama hiçbir yerde görünmüyorlardı.
“İnekler, domuzlar, koyunlar ve atlar olmalı,” dedi Bruno, “yani bir çiftlikse. Tavukları, ördekleri
söylemeye bile gerek yok.”
“Hiçbiri ortalıkta değil,” diye itiraf etti Gretel, usulca.


“Ve eğer senin söylediğin gibi burada yiyecek yetiştiriyorlarsa,” diye devam etti Bruno, müthiş
eğlenerek, “o zaman bence toprak şimdi olduğundan çok daha iyi görünmeliydi, öyle değil mi? Bu
pisliğin içinde herhangi bir şey yetiştirilebileceğini sanmıyorum.”
Gretel tekrar baktı ve başını salladı, tartışma açıkça onun aleyhine geliştiğinden ille de haklı
olduğunu iddia edecek kadar aptal değildi.
“Öyleyse belki de bir çiftlik değildir,” dedi.
“Değil,” dedi Bruno.
“Bu da belki burasının kırsal olmadığı anlamına geliyordur,” diye devam etti kız.
“Evet, kırsal olduğunu sanmıyorum,” diye cevap verdi.
“Bizim yazlık evimiz olmadığı anlamına da gelebilir,” dedi Gretel.
“Sanırım,” dedi Bruno.
Yatağın üzerine oturdu ve bir an Gretel’in yanma oturup kendisine sarılmasını; her şeyin yoluna
gireceğini, zamanla buradan hoşlanacaklarını ve asla Berlin’e geri dönmek istemeyeceklerini
söylemesini umdu. Ama kız hâlâ pencereden dışarı bakıyordu ve bu defa çiçeklere veya taş döşeli
yola; üstündeki plakette yazı olan banka veya yüksek çite; telgraf direklerine veya dikenli tellere;
arkadaki sert zemine veya barakalara; küçük binalara veya duman birikintilerine bakmıyor; bunların
yerine insanlara bakıyordu.
“Bütün bu insanlar kim?” diye sordu yumuşak bir sesle. Sanki Bruno’ya sormuyor, başka birinden
cevap bekliyordu. “Ve hepsi burada ne yapıyorlar?”
Bruno kalktı ve orada ilk kez omuz omuza, birlikte durdular, yeni evlerinin elli adım yakınındaki
insanlara gözlerini diktiler.
Baktıkları her yerde insanlar görüyorlardı; uzun, kısa, yaşlı, genç... hepsi hareket halindeydi.
Bazıları gruplar oluşturmuş, -önlerinde gidip gelen bir asker, onlara bir şey söylüyormuş gibi ağzını
açıp kapatırken-elleri yanlarda, başlarını dik tutmaya çalışarak, kımıldamadan duruyorlardı.
Bazıları insan zinciri gibiydiler ve kampın bir tarafından diğerine el arabalarını itiyorlardı.
Gözlerden uzak bir noktada belirip el arabalarını daha ileriye, bir barakanın arkasına götürüyorlar,
orada tekrar gözden kayboluyorlardı.
Birkaç tanesi sessiz bir grup halinde barakaların yanında duruyor, sanki görülmek istemedikleri
bir oyundaymış gibi yere bakıyorlardı. Bazılarında koltuk değnekleri vardı; çoğunun başı bandajlarla
sarılmıştı. Bazılarının elinde bahçıvan araçları vardı. Askerler tarafından, görülmeyen bir yere
götürülüyorlardı.
Bruno ve Gretel yüzlerce insan görüyorlardı. Önlerinde çok fazla sayıda baraka vardı ve kamp,
görebildiklerinden çok daha genişti. Orada daha binlerce kişi olabilirmiş gibi görünüyordu.
“Ve hepsi bize çok yakın yaşıyorlar,” dedi Gretel, kaşlarını çatarak.


“Berlin’de güzel, sessiz sokağımızda sadece altı ev vardı. Şimdi burada o kadar çok ki. Babam,
bu kadar çok komşunun olduğu, bu kadar kötü bir yerde yeni bir işi neden kabul etsin? Bu çok
mantıksız.”
“Şuraya bak,” dedi Bruno. Gretel onun parmağını, işaret ettiği yöne doğru izledi ve gördü: Bir
grup asker, barakadan çocukları çıkarmış, bağırarak onları bir araya topluyordu. Askerler ne kadar
çok bağırırsa çocuklar birbirlerine o kadar çok sokuluyorlardı. Sonra bir asker onlara doğru bir
hamle yaptı ve ayrıldılar. Onun baştan beri istediğini yapmış gibiydiler, bu da tek sıra halinde
durmaktı. Bunu yaptıklarında askerler gülmeye başladılar ve alkışladılar.
“Bir tür prova olmalı,” dedi Gretel. Bazı küçüklerin, biraz daha büyük olanların, hatta bazı yaşıtı
çocukların bile ağlıyor görünmelerini fark etmemiş gibi davrandı.
“Sana burada çocuklar olduğunu söylemiştim,” dedi Bruno.
“Benim oynamak isteyeceğim tarzda çocuklar değil,” dedi Gretel kararlı bir sesle. “Pis
görünüyorlar. Hilda, Isobel ve Louise her sabah banyo yapıyorlardı, ben de öyle. Bu çocuklar sanki
hayatları boyunca hiç banyo yapmamış gibiler.”
“Orası çok pis görünüyor,” dedi Bruno. “Ama belki banyoları yoktur.”
“Aptal olma!” dedi Gretel, kardeşine aptal dememesi için defalarca uyarıldığı halde. “Ne tür
insanların banyoları olmaz?”
“Bilmiyorum,” dedi Bruno. “Sıcak suyu olmayan insanların...”
Gretel, bir süre daha baktı, sonra ürpererek arkasını döndü. “Odama bebeklerimi yerleştirmeye
gidiyorum,” dedi. “Oradan görülen manzara kesinlikle daha iyi.” Bunu söyleyerek uzaklaştı.
Koridorun karşısına, kendi odasına gitti ve kapıyı kapattı. Ama hemen bebeklerini yerleştirmeye
koyulmadı. Bunun yerine yatağına oturdu ve aklından bir sürü şey geçti.
Kendi işleriyle ilgilenen yüzlerce kişiye bakarken kardeşinin aklına son bir düşünce geldi. Bir
gerçek vardı. Küçük çocuklar, büyük çocuklar, babalar, büyükbabalar, amcalar, herkesten uzak duran
ve akrabaları yokmuş gibi olan insanlar... hepsi aynı kıyafeti giyiyorlardı: Gri çizgili pijama ve
başlarında gri çizgili bir takke...
“Ne kadar inanılmaz!” diye mırıldandı dönmeden önce.



Yüklə 0,52 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   23




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©azkurs.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin