|
|
səhifə | 11/100 | tarix | 24.05.2020 | ölçüsü | 1,08 Mb. | | #31493 |
| Arab Azer1
cufâen
: çözülüp dağılarak
|
cuile
|
: kılındı
|
culûden
|
: deriler
|
culûdu
|
: ciltler, deriler
|
culûdu-hum
|
: onların ciltleri, derileri
|
culûdu-kum
|
: ciltleriniz, derileriniz
|
cumia
|
: toplandılar, biraraya getirildiler
|
cumleten
|
: toplu olarak, bütün olarak
|
cunâha
|
: günah
|
cunâhun
|
: günah: bir günah
|
cunden
|
: ordu, yardımcılar
|
cunde-nâ
|
: ordumuz, ordularımız
|
cundun
|
: askerler: ordu, ordular
|
cunneten
|
: siper olarak, siper: kalkan,
|
cunuben
|
: cünup olarak
|
cunûbu-hâ
|
: yanları üzerine
|
cunûbu-hum
|
: (onların) yanları
|
cunûdin
|
: ordular
|
cunûdu
|
: ordular
|
cunûdu-hu
|
: onun orduları
|
cunûdun
|
: ordular, askerler
|
curuzen
|
: üzerinde nebat bulunmayan çorak, kuru toprak
|
cuyûbi-hinne
|
: (onların) yakaları
|
cuzâzen
|
: cüz cüz, parça parça
|
cuz'en
|
: bir parça: cüz, bir kısım
|
cuzûı en nahli
|
: hurma ağacının gövdesi
|
cuz'un
|
: bir kısım, bir bölüm, bir grup
|
dâbbeten
|
: dabbe
|
dâbbetin
|
: (yürüyen) hayvanlar
|
dâbbetu el ardı
|
: dabbetul ard, erda adı verilen bir nevi ağaç kurdu
|
dabhan
|
: nefes nefese
|
dâbire
|
: arkası
|
da'fen
|
: zayıflık, kuvvetsizlik
|
dâfikın
|
: kuvvetle atılan
|
da'fin
|
: güçsüz, zayıf
|
dahale-hu
|
: oraya girdi
|
dâhıdatun
|
: bâtıl, geçersiz
|
dâhıken
|
: gülerek
|
dâhıketun
|
: gülen (yüzler)
|
dâhırîne
|
: alçalmışlar olarak, hakir ve zelil olarak
|
dâibeyni
|
: ikisi de adet üzere (sünnetullah ile) devamlı hareket halinde
|
daîfen
|
: küçük, güçsüz
|
dâimun
|
: süreklidir, daimîdir
|
dâiretu
|
: hezimet, dönüş
|
dâiye allâhi
|
: Allah'a davet edene
|
dalâlen
|
: dalâlet, sapıklık
|
dalâlike
|
: senin dalâletin (doğru olan şeyden uzaklığın, sapman)
|
dalâlin
|
: dalâlet, yanılgı
|
dalaltu
|
: dalâlette olursam
|
dalle
|
: saptı (kaybettikleri dereceler, kazandıkları derecelerden daha fazla oldu)
|
dâllen
|
: dalâlette olanların arasında olma, dalâlette olma, hidayette olmama
|
dâllîne
|
: dalâlette olanlar
|
dallû
|
: saptılar, dalâlete düştüler
|
dallû
|
: kayboldular, gizlendiler
|
dâmirin
|
: develer
|
dânin
|
: yakın
|
danken
|
: dar, sıkıntılı
|
darabe
|
: örnek verdi
|
darabe (meselen)
|
: örnek verdi, isnad etti
|
darabe allâhu
|
: Allah (misal) verdi
|
darabe allâhu meselen
|
: Allah örnek (misal) verdi
|
darabnâ
|
: vurduk, yatırdık, uyuttuk
|
darabnâ
|
: biz (misal) verdik
|
darabtum
|
: yürüyüşe, sefere çıktınız
|
darabtum
|
: sefere çıktınız
|
darabû
|
: (misal) getirdiler, vurguladılar: (örnekler) verdi
|
darben
|
: dolaşarak
|
darben
|
: vurarak
|
dâre
|
: yurt
|
dâre
|
: onların ikisinin arası
|
darebnâ
|
: biz örnekler, misaller verdik: örnek verdik
|
dâri-him
|
: onların yurtları
|
darrâe
|
: sıkıntı
|
darrâe
|
: şiddetli darlık, zarar
|
darran
|
: zarar vermek: bir zarar, ziyan
|
darren
|
: bir darlık, zarar
|
darru-hû
|
: onun zararı
|
dâru el huldi
|
: ebedîlik yurdu
|
dâru el karâri
|
: devamlı kalınacak yer, yurt
|
dâru el muttekîne
|
: takva sahiplerinin yurdu
|
daufa
|
: zayıf, aciz
|
da'vâ-hum
|
: onların davaları, duaları
|
da'vete
|
: davet, dua
|
da'vete-ke
|
: senin davetine
|
da'veten
|
: davet, bir tek davet, bir defa çağırma
|
da'vetu el hakkı
|
: hakkın daveti
|
da'vetun
|
: davet, çağrı
|
dâvûde
|
: Hz. Davud
|
dâvûdu
|
: Davut
|
dayfi
|
: misafirler
|
dayfî
|
: benim misafirlerim
|
dayfi-hî
|
: onun misafirleri
|
daykın
|
: darlık, sıkıntı
|
dayyıkan
|
: dar, sıkışık
|
deâ
|
: dua etti: çağırdı, davet etti
|
deâ zekeriyyâ
|
: Zekeriyya (A.S) dua etti
|
deâ-hu
|
: ona dua etti
|
deâ-kum
|
: sizi çağırdı
|
de'an
|
: sürüklenerek
|
deâ-nâ
|
: bize dua etti
|
deâ-ni
|
: beni davet etti, çağırdı
|
deav
|
: davet ettiler, çağırdılar (istediler)
|
deav-hum
|
: onları davet ettiler
|
deavtu-kum
|
: sizi davet ettim
|
deavûllâhe (deavû allâhe)
|
: Allah'a dua ederler, Allah'a yalvarırlar
|
de'bi
|
: durum
|
de'eben
|
: âdetiniz üzere, devam ederek, eskisi gibi
|
def'u allâhi
|
: Allah'ın defetmesi, yok etmesi
|
def'ullâhi en nâse
|
: Allah'ın insanları defetmesi
|
dehâ-hâ
|
: onu yayıp döşedi
|
dehalen
|
: hile, tuzak, aldatma
|
dehalû
|
: girdiler
|
dehalû-hu
|
: ona girdiler
|
dekkâe
|
: kırıp ufaladı, yerle bir etti
|
dekken dekken
|
: parça parça, paramparça
|
delîlen
|
: delil
|
delve-hu
|
: kovasını
|
demdeme
|
: üzerini kapladı
|
demmerallâhu
|
: Allah'ın dumura uğrattığı, helâk ettiği
|
demmernâ
|
: dumura uğrattık, kökünü kazıdık, yok ettik
|
demmernâ-hâ
|
: onu dumura uğrattık, helâk ettik
|
demmernâ-hum
|
: onları helâk ettik, yok ettik
|
denâ
|
: yaklaştı
|
deracâtin
|
: dereceler
|
derâhime
|
: dirhemler
|
derecâtin
|
: dereceler
|
dereceten
|
: derece vardır: bir derece
|
dereken
|
: arkadan yetişerek
|
dessâ-hâ
|
: onun kusurlarını örtmeye çalıştı
|
deynin
|
: borç
|
dıâfen
|
: zayıf, kuvvetsiz
|
dıdden
|
: mukabil (onların karşısında) olan, hasım
|
di'fa el hayâti
|
: hayatın zayıflığı (sıkıntısı)
|
dı'fen
|
: iki kat, kat kat
|
dı'feyni
|
: iki, misli, iki kat
|
dif'un
|
: ısıtıcı özelliği olan (soğuktan korunmak için kullanılan şey)
|
dıgsen
|
: yaş ve kuru karışık ot demeti
|
dihâkan
|
: dolu
|
dimâe-kum
|
: kanlarınız
|
dîne-hum
|
: onların dînlerini, bedelini, karşılığını
|
dînen
|
: dîn bakımından, dînen
|
dîni
|
: dîn: dînimi
|
dîni allâhi
|
: Allah'ın dîni
|
dîni-kum
|
: sizin dîniniz, dîniniz
|
dırâran
|
: zararla, zarar vererek
|
dıyâin
|
: ışık, aydınlık
|
diyâri-kum
|
: sizin (kendi) yurtlarınız, yurtlarınız
|
diyetun
|
: diyet, bedel
|
dîzâ
|
: insafsızca (haksızca)
|
duâe er resûli
|
: resûlün çağırması
|
duâe-hu
|
: onun duası
|
duâe-kum
|
: sizin dualarınız
|
duâen ve nidâen
|
: çağırarak ve bağırarak
|
duâen ve nidâen
|
: çağırarak ve bağırarak
|
duâfâu
|
: zayıf, güçsüz
|
duâi
|
: duamı
|
duâi
|
: çağırma
|
duâin
|
: dua
|
duâu el kâfirîne
|
: kâfirlerin duası
|
duâu el kâfirîne
|
: kâfirlerin duası
|
duhâ-hâ
|
: onun duhasını, kuşluk vaktini, aydınlığını (gündüzü)
|
duhan
|
: duhan, kuşluk vakti
|
duhânun
|
: duman, buhar halinde
|
duhılet
|
: girildi
|
duhûran
|
: kovularak, kovulmuş olarak
|
dukket (i)
|
: parçalandı, dağıldı
|
dûleten
|
: elden ele dolaşan mal, servet
|
dûnallâhi (dûne allâhi)
|
: Allah'tan başka
|
dûne
|
: başka, dışında
|
dûne zâlike
|
: bundan başka vardır
|
dûni
|
: dışında, başka
|
dûni allâhi
|
: Allah'tan başka
|
dûni-hi
|
: ondan başka, onun dışında
|
duribe
|
: vurdu, yaptı
|
duribe ... (meselen)
|
: örnek verildi
|
duribe meselun
|
: bir misal, bir örnek verildi
|
duribet
|
: vuruldu
|
durri-hi
|
: onun zararı
|
durrîyyun
|
: inci gibi parlayan
|
durrun
|
: darlık, sıkıntı, zarar
|
E
|
: mı, mi: mi?
|
e akrartum
|
: ikrar ettiniz mi, kabul ettiniz mi
|
e beşeren
|
: bir beşere mi
|
e beşerun
|
: bir beşer mi
|
e beşşertumû-nî
|
: beni mi müjdeliyorsunuz
|
e cealnâ
|
: biz kıldık mı
|
e cezi'nâ
|
: feryat mı ettik
|
e ci'te-nâ
|
: bize mi geldin
|
e elidu
|
: ben mi doğuracağım
|
e ente
|
: sen mi(sin)
|
e entum
|
: siz misiniz
|
e erbâbun
|
: Rab'ler mi
|
e escudu
|
|
Dostları ilə paylaş: |
|
|