Somatomedinler
Somatomedinler, büyüme hormonu etkilerinin indirekt aracılarıdırlar. Somatomedinler,
büyüme hormonuna yapısal benzerlik göstermezler. Somatomedin A
1
, somatomedin A
2
,
somatomedin C, insülin benzeri büyüme faktörü I, insülin benzeri büyüme faktörü II ve
çoğalmayı stimüle edici aktivite gibi somatomedinler tanımlanmıştır.
Somatomedinler, büyüme hormonunun uyarıcı etkisiyle karaciğerden ve böbreklerden
salıverilirler; konsantrasyonları büyüme hormonu ile ayarlanan transport proteinlerle
taşınırlar. İnsülin etkisi ve iyi beslenme, kan somatomedin düzeyini artırır. Serumdaki
somatomedinlerin yarı ömürleri, peptit hormonlarınkinden daha uzundur.
13
Somatomedinler, spesifik membran reseptörlerine bağlanarak hormonal etki gösterirler.
Somatomedinler, kıkırdak metabolizmasında rol oynarlar, sülfatın kıkırdak içine katılmasını
sağlarlar; büyümeyi uyarıcı etki gösterirler; kas ve yağ dokusunda insülin benzeri aktivite
gösterirler; hücre çoğalması ile ilgili aktivite gösterirler.
ACTH (Adrenokortikotrop hormon, kortikotropin)
ACTH, hipofiz ön lobunun bazofil hücrelerinden salgılanan, 39 amino asit içeren düz zincirli
bir polipeptit hormondur. ACTH, esas olarak hipofiz ön lobunun bazofil hücrelerinde olmakla
birlikte hipofizin diğer kısımlarında ve beyinde, yaklaşık 280 amino asitlik pro-opio-
melanokortin denen bir prekürsör polipeptidin proteolizi sonucu oluşur. Pro-opio-
melanokortin, -lipotropin, -MSH, -endorfin, met-enkefalinin de prekürsörüdür. ACTH
molekülünde, N-terminal uçtan itibaren ilk 23 amino asit biyolojik aktiviteden sorumludur ki
bu amino asitlerin dizilişi, insan dahil denenmiş çeşitli hayvanlarda birbirinin aynıdır. Bu
dizilişte, MSH’dakine benzer bölümler de vardır; bu nedenle ACTH, çok az da olsa MSH
etkisi gösterebilir.
β
β
β
ACTH salıverilişinin kontrolü
ACTH salıverilişi, kortikotropin salıverici hormon (CRH, CRF) tarafından kontrol edilir:
Serumda ACTH düzeyinin düşmesi, hipotalamustan CRH salıverilmesine neden olur, CRH da
hipofiz ön lobundaki bazofil hücreleri uyararak ACTH salıverilmesine neden olur. Serumda
ACTH düzeyinin yükselmesi, hipotalamustan CRH salıverilişini ve dolayısıyla hipofizden
ACTH salıverilişini inhibe eder.
Kortikosteroid oluşması ve ACTH salıverilişi arasında da ters orantılı bir ilişki vardır:
Eksojen kortizol, ACTH salıverilişini, hipofiz düzeyinde feedback olarak inhibe eder.
Androjenler ve progesteron, ACTH salıverilişini, hipofiz düzeyinde feedback olarak daha
zayıf inhibe ederler.
Merkezi sinir sisteminde bulunan asetilkolin, norepinefrin, serotonin gibi nörotransmitterler
de ACTH salgılanmasını ayarlarlar.
ADH (Vazopressin) ve prostaglandinler de ACTH salgılanmasını ayarlarlar.
ACTH salıverilişi ritmiktir; sadece birkaç dakika süren kısa patlamalar şeklinde, belirli zaman
aralıklarında olur.
Soğuk, pirojenler, insülin hipoglisemisi, epinefrin, östrojenler, cerrahi travma gibi stresler
veya psişik uyarılar hipotalamusu etkileyerek kortikotropin salıverici faktörün (CRH, CRF)
salgılanışına neden olur; kortikotropin salıverici faktör de hipofizden ACTH salıverilişine
neden olur; ACTH, sürrenal korteksten kortikosteroid hormonların salgılanışını uyarır ve
böylece organizmanın stres yanıtı oluşur.
ACTH’ın etkileri
ACTH, hücre yüzeyindeki reseptörlere bağlanarak, ikinci haberci olarak cAMP üzerinden
etkili olur. Böbrek üstü bezinde kalsiyumun tutulması ve hücre içinde yeniden dağılımı da
Ca
2+
üzerinden etkiyi ifade eder.
ACTH, sürrenal korteksten kortikosteroidlerin sentez ve salıverilişlerini artırır; ancak
aldosteron salıverilişine etkisi yoktur.
ACTH, sürrenal korteks hormonlarının etkilerine benzer etkiler gösterir: ACTH, böbreklerden
tuz ve su geri emilimini artırır; azot, potasyum, fosfor, ürik asit atılımını artırır; kanda glukoz
miktarını, kasta ve karaciğerde glikojen miktarını artırır; kadınlarda erkekleşme belirtilerine
14
neden olur; eritropoezi artırır; lenfosit ve eozinofilleri azaltır. ACTH, yağ doku hücrelerine
direkt etki ile bu hücrelerden nötral yağların mobilizasyonuna neden olur. ACTH, yangı
olaylarının şiddetini azaltır; damar geçirgenliği ve lökositlerin kan dolaşımından dışarı
çıkmalarını sınırlar; granülasyon dokusu oluşumunu engeller. ACTH, %1 oranında MSH
etkisi gösterir.
ACTH’ın serum düzeyi ve fizyopatolojik değişimi
Serum ACTH düzeyi, normalde saat 08:00’de 25-100 pg/mL ve saat 18:00’de 20-50
pg/mL’dir.
ACTH aşırılığı, hipofiz ön lobunun bazofil hücrelerinden köken alan adenomunda ortaya
çıkar ve bu durum da Cushing hastalığı denen klinik tabloya neden olur. Cushing
hastalığında yüz, boyun ve gövde yağlanır; aydede yüzü diye tanımlanan tipik yüz görünümü
gözlenir; hiperglisemi, glukozüri ve kemiklerde demineralizasyon saptanır.
Sürrenal korteks hasarı (primer adrenal yetersizlik) nedeniyle ACTH’a sürrenal korteks
yanıtının yetersiz olduğu durumlarda da ACTH aşırılığı saptanabilir.
TSH (Tiroit stimüle edici hormon, tirotropin, tirotropik hormon)
TSH, hipofiz ön lobunun distal parçasındaki bazofil hücrelerde sentezlenen glikoprotein
yapısında bir hormondur. TSH’ın protein kısmı kükürtten zengindir; karbonhidrat kısmında
fukoz, mannoz, galaktoz, glukozamin ve galaktozamin içerir. TSH’ın molekül ağırlığı,
insanda 30000, koyunda 35000, sığırda 10000 kadardır.
TSH’ın salıverilişinin kontrolü
TSH’ın sentez ve salıverilişi, sinirsel yolla beyin korteksini uyaran çevresel uyarılar,
hipotalamusun arka tarafından salıverilen tirotropin salıverici faktör (TRH, TRF) ve kandaki
tiroit hormonu tiroksin (T
4
) tarafından düzenlenir.
TRH (TRF), piroglutamik asit, histidin ve prolinamid içerir; Ca
2+
a bağımlıdır; cAMP
üzerinden etki göstererek TSH ve prolaktin salıverilişini uyarır.
Kandaki tiroksin (T
4
) düzeyi artışı, TRH’a hipofizin duyarlılığını azaltır ve hipofizden TSH
salıverilişini feedback olarak inhibe eder.
TSH’ın etkileri
TSH, tiroit üzerine cAMP üzerinden hormonal etki gösterir.
TSH, tiroit üzerine etki göstererek tiroglobülinin tiroit follikülü lümeni içine salgılanması ve
burada depolanmasını; iyot alınıp tutulmasını, iyodun organikleştirilmesini, tiroglobülinin
parçalanması ile tiroit hormonu salıverilişini artırır.
TSH, tiroit hormonlarının etkilerini oluşturur: Bazal metabolizma artışı, kalp atışlarının
hızlanması, sinir sistemi fonksiyonunun uyarılması, karaciğer glikojeninin azalması, başlıca
etkileridir.
TSH’ın serum düzeyi ve fizyopatolojik değişimi
Serum TSH düzeyi, erişkinde normalde <10
µÜ/mL’dir.
Yüksek serum TSH düzeyine primer hipotiroidizmde rastlanır; normalin 3-100 katı olabilir.
Hashimoto tiroiditisinde de serum TSH düzeyi yüksektir. Potasyum iyodür ve lityum alınması
hallerinde de serum TSH düzeyi yükselir.
15
Düşük serum TSH düzeyine, primer hipertiroidizmde, sekonder (hipofizial) hipotirodizm ve
tersiyer (hipotalamik) hipotirodizmde, toksik multinodüler guatr gibi subklinik
hipertiroidizmde rastlanır. T
3
, kortikosteroid, aspirin alınması hallerinde de serum TSH
düzeyi düşer.
FSH (Follikül stimüle edici hormon)
FSH, hipofiz ön lobunun bazofil hücreleri tarafından sentezlenen glikoprotein yapısında bir
gonadotropindir. FSH, %16 oranında karbonhidrat içerir ki bunlar, sialik asit, heksoz ve
heksozaminlerdir. FSH’un protein kısmı,
α ve β zincirlerinden oluşmuştur; β zinciri, spesifik
biyolojik aktiviteyi sağlar.
FSH’un etkileri
FSH, hedef hücrelerin plazma membranları üzerindeki spesifik reseptörlere bağlanarak,
cAMP üzerinden hormonal etki gösterir.
FSH, dişilerde ovaryumun ağırlığının artması ile birlikte çok sayıda Graaf follikülünün
büyümesini sağlar; erkekte seminifer tüplerin epitelini uyararak testislerde spermatogenezi
artırır, olgun spermatoazalar da dahil çeşitli olgunlaşma safhasında çok sayıda spermatosit
görünmesine neden olur.
FSH’un serum düzeyi ve fizyopatolojik değişimi
Serum FSH düzeyi, puberteden sonra erişkin bir kadında, menapoz öncesi normalde 4-30
mÜ/mL kadardır. Serum FSH’ının normal düzeyi, menstrual siklusun başlangıcından siklus
ortasına kadar giderek artar ve bazal düzeyin 10 katına ulaşabilir, ovulasyondan sonra da
giderek azalarak bazal değere iner.
Düşük serum FSH düzeyi gebelikte saptanır. Ayrıca hipofiz ön lop hipofonksiyonu,
polikistik over hastalığı, sekonder hipogonadizm, anoreksia nervosa, orak hücre anemisi,
hiperprolaktinemi gibi hallerde de serum FSH düzeyi düşüktür. Oral kontraseptif kullanan
kadınlarda da serum FSH düzeyi düşüktür.
Yüksek serum FSH düzeyi menapoz döneminde saptanır; 40-250 mÜ/mL kadar olabilir.
Ayrıca primer gonadal yetmezlik, ovaryal veya testiküler agenezi, kastrasyon, orşitis,
alkolizm gibi hallerde de FSH düzeyi yüksektir.
LH (Lüteinleştirici hormon)
LH, hipofiz ön lobunun bazofil hücreleri tarafından sentezlenen, glikoprotein yapısında bir
gonadotropindir. LH, %15,5 oranında karbonhidrat içerir. LH’un protein kısmı,
α ve β
zincirlerinden oluşmuştur;
β zinciri, spesifik biyolojik aktiviteden sorumludur.
LH’un etkileri
LH, luteal ve interstisyel hücrelerde spesifik membran reseptörlerine bağlanarak, cAMP
üzerinden etkili olur.
LH, dişilerde Graaf follikülünün olgunlaşmasını teşvik edici ve follikül epitelini östrojen
salgılaması için uyarıcı etki gösterir. Bu etkiyle östrojen oluşumunun artması sonucunda
uterusta proliferasyon safhası başlar. LH, ovulasyona ve korpus luteum oluşmasına yardım
eder. Folliküllerin olgunlaşmasından ovulasyona kadar FSH ve LH sinerjik etki gösterirler.
LH, erkekte testisin Leydig hücrelerinin fonksiyonlarını artırır, vesikula seminalis ve
prostatın büyümesini ve androjen salgılanmasını uyarır. LH, sekonder cinsiyet belirtilerinin
16
ortaya çıkmasını sağlar. Horozlarda ibik ve mahmuz oluşumu, tekelerde sakal, boğalarda
kuvvetli boyun oluşumu, sekonder cinsiyet belirtileridir.
LH’un serum düzeyi ve fizyopatolojik değişimi
Serum LH’unun normal düzeyi, puberteden sonra erişkin bir kadında follikül fazında 5-30
mÜ/mL, siklus ortasında 75-150 mÜ/mL, luteal fazda 3-40 mÜ/mL kadardır. Puberteden
sonra erişkin bir kadında serum LH düzeyi, menstrual siklusun başlangıcından siklus ortasına
kadar giderek artar ve ovulasyondan hemen önce pik değerine ulaşır; ovulasyondan sonra da
giderek azalarak bazal değere iner. Menstrual siklusun başlangıcında LH, FSH’dan daha
düşük değere sahip olduğu halde ovulasyondan önce ve ovulasyondan sonra FSH’dan daha
yüksek değere sahiptir.
Düşük serum LH düzeyi, hipofiz ön lop hipofonksiyonu, anoreksia nervosa,
hiperprolaktinemi, galaktore-amenore sendromu, şiddetli stres ve malnütrisyon gibi hallerde
saptanır. Oral kontraseptif kullanan kadınlarda da serum LH düzeyi düşüktür.
Yüksek serum LH düzeyi, menapoz döneminde saptanır; 30-200 mÜ/mL kadar olabilir.
Ayrıca primer gonadal disfonksiyon, polikistik over sendromu, over patolojisine bağlı
amenore gibi hallerde de serum LH düzeyi yüksektir.
hCG (insan koryonik gonadotropin)
hCG (insan koryonik gonadotropin), LH’unkilere benzer biyolojik ve immünolojik
özellikleri olan ve normalde plasenta tarafından salgılanan bir hormondur. hCG, glikoprotein
yapısındadır. hCG molekülü
α ve β olmak üzere iki alt üniteden oluşmuştur. hCG
molekülünün
α alt ünitesi aynı zamanda LH, FSH ve TSH’ın bir bölümünü oluşturur; β alt
ünitesi spesifiktir. Serumdaki hCG molekülü kısmen parçalanır veya
β alt ünitesine ve idrarla
atılan diğer fragmanlara metabolize olur. İdrar hCG düzeyinin artmış olduğunun saptanması,
gebelik tanısı için kullanılır.
Serum hCG düzeyi gebelik başlangıcından 8-10 gün sonra 25 IU/L’ye ulaşır; gebeliğin ilk 6
haftasında her iki günde bir yaklaşık ikiye katlanır. Gebelik başlangıcından 14-18 gün sonra
(son adet başlangıcından 28-32 gün sonra) yaklaşık 500 IU/L serum hCG düzeylerine
rastlanır. Gebelik başlangıcından sonraki ilk 2 hafta serum hCG düzeyleri genellikle idrar
hCG düzeyinden daha yüksektir; üçüncü hafta sırasında serum ve idrar hCG düzeyleri eşittir;
daha sonra idrar hCG düzeyleri serum hCG düzeylerinden daha yüksek olur.
Gebelik başlangıcından yaklaşık 55-70 gün (8-10 hafta) sonra serum ve idrar hCG düzeyleri
pik yapar. Serum hCG düzeyi piki yaklaşık 30.000 (20.000-57.000) IU/L’dir. Serum ve idrar
hCG düzeyleri daha sonra düşer. hCG düzeylerinde düşme birinci trimesterin son döneminde
daha hızlıdır. Serum hCG düzeyleri yaklaşık 10.000 IU/L’de stabilleşir ve gebelik sürdükçe
bu düzey değişmez. İdrar hCG düzeyleri genellikle serum hCG düzeylerine paralel seyreder.
Çoğul gebelikte, mol hidatidiformda ve koryokarsinomada serum hCG düzeyi normal gebelik
değerlerinin üzerindedir. Düşük tehdidinde ve dış gebelikte ise serum hCG düzeyi normal
gebelik değerlerinin altındadır.
hCG’in
β-alt birimi (β-hCG), özellikle koryokarsinoma, mol hidatidiform ve germ hücreli
tümörlerde artar; gebelik tanı ve izlenmesi için de daha değerlidir.
Prolaktin (PRL, laktojenik hormon, luteotrop hormon)
Prolaktin, olasılıkla hipofiz ön lobundaki asidofil hücreler tarafından sentezlenen, basit
protein yapısında bir gonadotrop hormondur. Prolaktin, büyüme hormonu ile ortak bir yapıyı
paylaşır ve immünolojik olarak çapraz reaksiyon verir.
17
Prolaktin salıverilişinin kontrolü
Prolaktin salıverilişi, dopaminerjik sistemin direkt negatif kontrolü altındadır. Prolaktin
salıverilişi, genel olarak dopamin olduğu kabul edilen, hipotalamik, prolaktin salıverilişini
inhibe edici faktör (PIF) tarafından inhibe edilir; prolaktin salıverici faktör (PRF) ve tirotropin
salıverici hormon (TRH) tarafından stimüle edilir. Gebelik sırasında östrojenler, hipofizde
prolaktin artışına yol açabilen dopaminerjik reseptörleri azaltırlar. Meme emme de
prolaktin salıverilişini uyarır.
Prolaktinin etkileri
Prolaktin, yalnızca dişi cinsiyette önemlidir; korpus luteumu aktive eder ve gelişmiş bulunan
korpus luteum tarafından devamlı olarak progesteron üretilmesini uyarır.
Prolaktin aktif süt bezi dokusunun kurulmasına ve laktasyon sırasında süt oluşumuna da
yardım eder.
Prolaktin etkisiyle memeli hayvanlarda analık içgüdüsü, kanatlılarda kuluçka içgüdüsü
oluşur.
Prolaktinin serum düzeyi ve fizyopatolojik değişimi
Serum prolaktin düzeyi, erişkin bir kadında normalde %1-25 ng kadardır.
Yüksek serum prolaktin düzeyi, hipofizde prolaktin salgılayan tümör olması, primer
hipotiroidizm, anoreksia nervosa, polikistik over sendromu, renal yetmezlik durumlarında
saptanır. Ayrıca gebelik, meme ucunun aşırı uyarılması, stres ve egzersiz de serum prolaktin
düzeyinde fizyolojik yükselmeye neden olur. Oral kontraseptif kullanan kadınlarda da serum
prolaktin düzeyi yüksek olabilir.
İnsan plasental laktojen (hPL)
İnsan plasental laktojen (hPL), Plasentadan salgılanan, prolaktine benzeyen fakat büyüme
hormonuna daha çok benzeyen bir hormondur. hPL de laktojenik ve luteotrop etkiye sahiptir;
prolaktin ve büyüme hormonunun etkilerine benzer metabolik etkiler gösterir.
Serum hPL düzeyleri, plasenta ağırlığı ile korelasyon gösterir. Serum hPL düzeyleri, birinci
ve ikinci trimesterde artar; üçüncü trimesterde nispeten plato çizer.
MSH (Melanosit stimüle edici hormon, melanotropin)
MSH, hipofizin orta lobunda sentezlenen ve salıverilen, protein yapısında bir hormondur.
Çeşitli türlerin hipofizlerinden
α-MSH, β-MSH ve γ-MSH izole edilmiştir. α-MSH’un amino
asit dizisi, ACTH’un N-terminal ucundaki 13 amino asidin dizilişine benzer; aradaki fark,
α-
MSH’un N-terminalinin asetillenmiş olması ve zincir ucunun valinamid ile son bulmasıdır.
β-
MSH, 18 amino asit içerir ve iki uçta da aspartik asit artıkları bulunur. Maymun, sığır at ve
domuzun
β-MSH’larının amino asit dizisinin 7’den 13’e kadarki amino asit artıkları, insan
ACTH’unun 4’den 10’a kadarki amino asit artıklarıyla aynıdır.
MSH’un salıverilişinin kontrolü
MSH’ın salıverilişi hipotalamik düzenleyici hormon veya faktörler olan MSHSH ve MSHIH
tarafından kontrol edilir. Bazı hayvanlarda ışık şiddetinin artması, MSH sentezini ve
salgılanmasını azaltır.
18
MSH’un etkileri
MSH, melanositlerde pigment granüllerinin hücrenin her tarafına yayılmasını ve derinin koyu
renkli olmasını sağlar.
Bazı hayvanlarda ışık şiddetinin artması durumunda MSH sentezi ve salgılanması azalır;
melanositlerde pigment granülleri hücre çekirdeği toplanır ve deri açık renkli görünür. Bu
hayvanlar karanlık ortama geldiklerinde ise, MSH salıverilişinin artması sonucu pigment
granülleri hücrenin her tarafına yayılır ve deri koyu renkli olur.
ADH (Antidiüretik hormon, arjinin vazopressin, pitresin)
ADH, hipotalamusun paraventriküler çekirdeklerinin supraoptik nöronlarında oluşturulan ve
nörofizin II diye bilinen bir protein ile birlikte aksonlar boyunca hipofizin arka lobuna
taşınarak burada depolanan bir nonapeptit hormondur. ADH’un yapısı, oksitosinin yapısına
benzer. Ancak oksitosinde bulunan izolösinin yerini ADH’da fenilalanin alır; oksitosindeki
lösinin yerini sığır ve insan ADH’unda arjinin alır, domuz ADH’unda lizin alır:
Kuşlarda ADH yerine antidiürtik etkili vazotosin [(8-arjinin)-oksitosin] denen bir madde
bulunmuştur ki bunun fazla salgılanması yumurta verimini başlatır.
ADH’un salıverilişinin kontrolü
ADH’un salıverilişi, hipotalamustaki ozmoreseptörler tarafından, arteryel kanın ozmotik
basıncındaki değişikliklere göre düzenlenir. Emosyonel ve fizik stres, nikotin ve morfin, kan
ozmotik basıncının arttığı dehidratasyon, ADH salıverilişini artırır. Adrenalin, etil alkol, kan
ozmotik basıncını düşüren volüm artırıcı faktörler, ADH salıverilişini inhibe eder.
ADH’un etkileri
ADH, cAMP üzerinden hormonal etki gösterir.
ADH, böbrekte distal tubuluslarda suyun geri emilimini sağlar; eksikliğinde idrar çıkarılması
(diürez) artar. ADH eksikliğinde veya hedef dokuların hormona cevap vermemesi durumunda
ortaya çıkan patolojik klinik tablo, diyabetes insipitustur. Diyabetes insipitus, çok su içme ile
birlikte günde 30 litreye kadar idrar çıkarılmasıyla karakterizedir. ADH eksikliğine bağlı
nörojenik diyabetes insipitus, sentetik ADH veya türevlerinin buruna damlatılması yoluyla
kontrol altına alınabilir.
Yüksek konsantrasyonda ADH, kan damarları üzerine vazopressör etki ile kan basıncını
yükseltir; cerrahi şokta kan basıncını yükseltmek ve uzayan postpartum kanamayı durdurmak
için ADH kullanılmıştır.
ADH, özellikle LH’u olmak üzere gonadotropinleri inhibe eder.
19
ADH’un serum düzeyinin fizyopatolojik değişimi
Yüksek serum ADH düzeyi, beyin tümörü, beynin vasküler ve enfeksiyöz hastalıklarında,
pnömoni ve akciğer tüberkülozunda saptanır; bu durumlarda idrar çıkışı (diürez) az olur.
Nefrojenik diyabetes insipitusta da serum ADH düzeyi yüksektir, fakat böbreklerin ADH’a
cevabı olmadığından idrar çıkışı fazladır.
Düşük serum ADH düzeyi, santral diyabetes insipitus (nörojenik diyabetes insipitus),
psikojenik polidipsi, nefrotik sendrom durumlarında saptanır; bu durumlarda idrar çıkışı
fazladır.
Oksitosin (pitosin)
Oksitosin, hipotalamusun paraventriküler çekirdeklerinin supraoptik nöronlarında oluşturulan
ve nörofizin I diye bilinen bir protein ile birlikte aksonlar boyunca hipofizin arka lobuna
taşınarak burada depolanan bir nonapeptit hormondur.
Oksitosinin etkileri
Oksitosinin sellüler etki mekanizması henüz bilinmemektedir. Ancak, uterusta ve meme
dokusunda oksitosin için membran reseptörleri bulunur.
Oksitosinin başlıca etkileri, uterusta şiddetli kontraksiyon yapmak, memelerden sütün dışarı
çıkmasını uyarmak ve kan basıncını düşürmektir.
Uterusun oksitosine karşı duyarlılığı, östrojenler tarafından artırılır ve progesteron tarafından
azaltılır. Gebelikte kanda artan progesteron, uterusu oksitosine karşı duyarsız hale getirir ve
gebelik sürer. Doğum travayı başlamadan önce progesteronun azalması ve östrojenin
artması, uterusu oksitosine karşı duyarlı hale getirir ve doğum başlar.
Epifiz (pineal bez) hormonu
Melatonin
Melatonin, epifizde triptofan amino asidinden oluşan serotoninden sentez edilen hormondur.
Melatonin, MSH’un zıddı etki gösterir; derideki pigment hücreleri olan melanositlerdeki
pigment granüllerinin hücre çekirdeği etrafına toplanmasını ve derinin açık renkli olmasını
sağlar.
Melatonin, bazı memelilerde antigonadal etki gösterir; hipofizin ön lobu adenohipofizden LH
ve FSH salıverilişini inhibe eder.
Timus hormonları (Timozinler)
Timus, doğumdan kısa bir süre sonra lenfoid hücreleri yapar. Lenfoid hücreler de lenf
bezlerine ve dalağa giderek immün sistemi oluştururlar.
Timus, selektif lenf hücreleri populasyonunun olgunlaşmasını, gelişme hızını ve bunların özel
bağışıklıktaki görevlerini kontrol eden hormonları yapar.
Glikoprotein yapısında olan timus hormonları, topluca timozinler olarak adlandırılmışlardır.
Timozin, timozin
α
2
, homeostatik timus hormonu, timussal humoral faktör, timopoetin I ve II,
serum timussal faktör, insan plazması timussal faktör, lenfoid stimüle eden hormon II,
timosterin, tanımlanan timozinlerdir.
Timus hormonları (timozinler), T-lenfositlerinin olgunlaşma süreçlerinde birkaç noktaya
etkili olarak T-lenfositlerinin olgunlaşmalarını ve fonksiyonlarını sağlarlar.
20
Timus hormonlarının, büyüme gelişme, kalsiyum ve fosfor metabolizması üzerine etkileri de
gösterilmiştir. Timusu çıkarılmış hayvanlarda kas ve kan fosfor düzeyi yükselmiş, ATP düzeyi
düşmüştür ki bu durum, timus ekstreleri ile düzeltilebilmektedir.
Yaşlanmada ortaya çıkan kolesterol artışı, ATP ve Mg
2+
azalması gibi olaylar da timus
ekstreleri ile düzeltilebilmektedir.
Tiroit hormonları
(T
4
ve T
3
)
T
4
(Tiroksin, tetraiyodotironin) ve T
3
(Triiyodotironin), tiroit hormonları diye bilinen amino
asit türevi hormonlardır, tiroit folliküllerini dolduran kolloidde bulunan tiroglobülindeki
tirozin kalıntılarının iyotlanması suretiyle oluşturulurlar. Tiroit bezinin parafolliküler C
hücrelerinde de kalsitonin hormonu sentez edilir ve depolanır.
Tiroit hormonlarının (T
4
ve T
3
) metabolizmaları
Tiroit bezi, ağız yoluyla verilen veya enjekte edilen iyodürü belirgin olarak toplama kapasitesi
gösterir. Tiroit tarafından tutulan iyodür, aktif transport mekanizmasıyla follikül lümenindeki
kolloid içerisine alınır. Tiroidin iyodürü tutması, TSH tarafından uyarılır; siyanür ve
dinitrofenol tarafından inhibe edilir. Tiyosiyanat ve perklorat da tiroit tarafından alınıp
tutulma için iyodürle yarışırlar ve tiroit bezinden hızlı bir değişebilir yani serbest iyodür
atılışına neden olurlar.
Tiroit follikülü lümeninde bulunan iyodür, follikülü çevreleyen hücrelerin yüzeyine yapışık,
H
2
O
2
gerektiren tiroperoksidaz tarafından okside edilir ve yine follikül lümeninde bulunan
tiroglobülindeki tirozin kalıntılarına aktarılır. Böylece iyot organikleştirilmiş olur ve
iyodotiroglobülin üzerinde monoiyodotirozin (MIT) ile diiyodotirozin (DIT) oluşur:
İyot eksikliğinde daha çok monoiyodotirozin oluşur. Tiroglobülinin amino asit dizisi, tiroidin
follikül hücresinin pürtüklü endoplazmik retikulumunda sentezlenir ve Golgi kompleksinde
glikozillendirilir. Sentezi tamamlanan tiroglobülin, ekzositoz yoluyla follikül lümeni içine
salgılanır ve burada depolanır ki bu olay, TSH tarafından düzenlenir.
İyodun organikleştirilmesinden sonra iyodotiroglobülin molekülündeki 2 diiyodotirozinden
tiroksin (T
4
) oluşur; 1 monoiyodotirozin ile 1 diiyodotirozinden ise triiyodotironin (T
3
)
oluşur:
21
Tiyourasil, propil tiyourasil, metil tiyourasil, karbimazol, metimazol, tiyoüre, sulfaguanidin
gibi antitiroidal ilaçlar tiroksin oluşumunu inhibe ederler.
T
4
ve T
3
içeren iyodotiroglobülin molekülleri, uyarım sonucunda kolloid içinden endositoz
yoluyla follikül hücreleri içine alınır. Follikül hücreleri içinde oluşan salgısal damlacıklar,
geçici olarak lizozomlarla birleşirler. Follikül hücrelerinin sekonder lizozomlarında
proteolitik enzimlerle iyodotiroglobülin yıkılır; T
4
ve T
3
serbestleşirler. Serbestleşen T
4
ve T
3
mikrotubulleri ve mikroflamanları kapsayan bir salgılama işlemi sonucunda kana verilirler:
T
4
ve T
3
, kanda, hemen tümü ile bu hormonlar için spesifik iki proteinle taşınırlar. Tiroksin
bağlayan globülin (TBG), elektroforetik olarak
α
1
ve
α
2
- globülinler arasında bir bölgede göç
eden glikoproteindir; insanda temel taşıyıcıdır; kuşlarda yoktur. Tiroksin bağlayan
prealbumin de önemli bir tiroit hormonu taşıyıcısıdır. İnsanda spesifik taşıyıcı proteinlerin
bağlama kapasiteleri aşıldığında albümine bağlanma da olur; köpek ve sıçanda ise serum
albümin başlıca taşıma aracıdır. Kanatlılar için de serum albümin taşıma için büyük önem
taşır.
22
Proteine bağlı T
4
ve T
3
, tiroit bezinin işlevinde geçici azalma hallerinde hedef dokulara
hormon sağlayacak hazır bir depo görevi görür.
Tiroit hormonlarının fizyolojik etkisi, proteine bağlı olmayan serbest T
4
ve T
3
tarafından
gösterilir. Salisilatlar, fenitoin ve dinitrofenol, T
4
ve T
3
’ün serbestleşmesini artırırlar.
T
3
, taşıyıcı proteine daha gevşek bağlandığından daha hızlı serbestleşir; hedef hücreye daha
hızlı girer; biyolojik olarak T
4
’ten 3-5 misli daha aktiftir. Ancak serum düzeyi (%115-190
ng) T
4
’ün düzeyinden daha düşüktür.
T
4
, taşıyıcı proteine sıkı bağlıdır; serbestleşmesi yavaştır; dolaşımda daha uzun süre kalır; yarı
ömrü 6-7 gündür. T
4
’ün yaklaşık % 80 kadarı periferik dokularda T
3
’e veya tersine dönmüş
T
3
(revers T
3
) haline dönüştürülür:
T
4
ve T
3
, periferik dokularda dekarboksilasyon ve deaminasyon olayları sonucunda
tetraiyodotiroasetik asit (tetrak) ve triiyodotiroasetik asit (triak) metabolitleri haline
dönüştürülürler. Tetrak ve triak, ¼ oranında hormon aktivitesi gösterirler, fakat etkileri hızlı
başlar ve hipokolesterolemik etkilidirler. Periferik dokularda deiyodinasyon da olabilir ve
açığa çıkan iyodür, idrarla atılır.
T
4
ve T
3
, karaciğerde glukuronik asitle ve daha az olarak da sülfat ile konjuge olur ve safra ile
inaktif konjugatlar halinde atılırlar.
Tiroit hormonlarının (T
4
ve T
3
) salıverilişinin kontrolü
TSH, tiroglobülin sentezi ve kolloid içine salgılanması, iyodür tutulması, H
2
O
2
oluşumu ve
iyodun organikleştirilmesi, iyodotiroglobülinin kolloidden reabsorpsiyonu, tiroit
hormonlarının kana verilmeleri safhalarının tümünü uyarır. TSH salıverilişi de hipotalamik
tirotropin salıverici hormon (TRH) tarafından düzenlenir. Soğukla karşılaşmada olasılıkla
hipofizden TSH salıverilişinin artışına bağlı olarak tiroit hormonlarının salıverilişi de artar.
Tiroksin, hipofizden TSH salıverilişini inhibe etme suretiyle kendi salıverilişinin feedback
inhibitörüdür. Tiroksin, hipofizin TRH’a duyarlılığını azaltır ve ayrıca hipotalamustan TRH
salıverilişini baskılar. Hipofiz, T
4
düzeylerine karşı, T
3
düzeylerinden daha hassastır.
İyot da tiroit bezi fonksiyonlarında önemli bir otoregülatördür. Tiroitte iyodür azalması,
iyodür tutulması ve iyodotiroglobülinden T
4
’ün serbestleşmesini hızla artırır.
Katekolaminler, tiroit hormonlarının salıverilişini doğrudan uyarırlar
Tiroit hormonlarının (T
4
ve T
3
) etkileri
Tiroit hormonları, hücre çekirdeğinde kromatinle birlikte bulunan proteinlere, bir sitozolik
reseptör ile ara bağlanma olmaksızın doğrudan doğruya bağlanarak, nükleer düzeyde gen
aktivasyonu suretiyle hormonal etki gösterirler.
mRNA ve protein sentezi artışı, tiroit hormonlarının genel anabolik etkisiyle sonuçlanır.
Tiroit hormonları, özellikle gelişme sırasında farklılaşmanın düzenleyicisi olarak
önemlidirler. İnsanlarda gelişme döneminde tiroit hormonlarının az oluşu, kretinismus denen
23
cücelik tipinin ortaya çıkmasına neden olur. Kretinismusta bedensel ve zihinsel faaliyetler çok
sınırlanır, büyüme ve cinsiyet gelişmesi geri kalır.
Tiroit hormonları, oksidatif reaksiyonların bir stimülatörü ve metabolizma hızlarının genel
düzenleyicisidirler. Tiroit bezinin hipofonksiyonunda bazal metabolizma %30-40 oranında
düşer; vücut ısısı azalır; soğuk etkisine karşı duyarlılık artar; erişkin insanlarda dokularda su
ve tuz toplanması ile miksödem gelişebilir. Miksödemde, bağ dokusunda müköz bir sıvı
toplanması, deri kuruması, çevreye karşı ilgi ve seksüel aktivite azalması gözlenir.
Yüksek dozlarda tiroit hormonlarının etkisi, fizyolojik dozlardakinden farklıdır. Tiroit
hormonları artışında, oksijen tüketimi, vücut ısısı, nabız, sistolik kan basıncı artar; kanda
kolesterol düzeyi azalır, kilo kaybı olur. Tiroit hormonlarının aşırılığında vücut ısısının
artışının nedeni, oksidatif fosforilasyonun çözülmesiyle mitokondrilerin şişmesi ve enerjinin
ATP şeklinde depolanmak yerine ısı şekline dönüşmesidir. Tiroit bezinin hiperfonksiyonunda
insanlarda Toksik guatr (Basedow Graves) tablosu gelişebilir. Toksik guatrda kilo kaybı olur
ve protein sentezinin deprese olmasıyla negatif azot dengesi gözlenir. Toksik guatrın
(Basedow Graves) sık rastlanan şekli, hipofizde TSH reseptörlerine karşı gelişen otoimmün
bir antikor olan uzun etkili tiroit uyarıcısının (LATS) varlığı ile karakterizedir.
Tiroit hormonları, glukagon ve katekolaminlerin etkilerini güçlendirirler. Tiroit bezinin
hiperfonksiyonunda serum glukoz düzeyi yüksekliği saptanır.
Tiroit hormonlarının (T
4
ve T
3
) serum düzeyi anormallikleri
10> Dostları ilə paylaş: |