Katekolaminlerin metilasyon reaksiyonları, sitozolik bir enzim olan katekolamin-O-metil
transferaz (COMT) tarafından katalize edilir. COMT, Mg
2+
a bağımlıdır ve metil kaynağı
olarak S-adenozilmetiyonin (SAM) kullanır.
Katekolaminlerin oksidasyon reaksiyonu, mitokondrial bir enzim olan mono amino
oksidaz (MAO) tarafından katalize edilir. MAO, çok çeşitli katekollerin yan zincirlerinin
oksidasyonunu katalize etme yeteneğinde bir seri izoenzimi kapsar.
COMT ve MAO aktivitesi, özellikle karaciğer içinde yüksektir.
Epinefrin ve norepinefrinin metabolize olması ile oluşan metabolitler idrarla atılırlar.
Epinefrin ve norepinefrinin idrarda en bol bulunan metabolitleri, vanilil mandelik asit (VMA)
ve metanefrindir. Katekolaminlerin idrardaki metabolitleri, en büyük kısmı ile, sülfat veya
glukuronik asit konjugeleri şeklindedirler.
33
Katekolaminlerin etkileri
Epinefrinin etkileri
Epinefrin, diğer endokrin organlar dahil bir çok dokuda
β- ve α-adrenerjik reseptörlere
bağlanır ve onları stimüle eder.
β
α
α
-adrenerjik reseptörler, çizgili kaslarda ve karaciğerin parankim hücrelerinde bulunurlar.
β-
adrenerjik stimülasyon, cAMP üzerinden hormonal etki oluşturur. Epinefrin,
β-adrenerjik
stimülasyon yoluyla çeşitli organlarda çeşitli etkilerin ortaya çıkmasına neden olur: 1)
Epinefrin, özellikle çizgili kaslarda glikojenin yıkılımını artırır ve glikojen sentezini azaltır. 2)
Epinefrin, kalp kası üzerine inotropik etki gösterir ve kardiyak debiyi hızla artırır. 3)
Epinefrin, düz kasların tonusunu belirli ölçüde düşürür. 4) Epinefrin, yağ dokuda yağların
parçalanmasına ve yağ asitlerinin dolaşıma salıverilmesine neden olur. 5) Epinefrin,
glukagon, tiroksin, kalsitonin, parathormon, renin, eritropoietin ve gastrin salıverilişini artırır.
-adrenerjik reseptörler, başlıca damarların düz kaslarında bulunurlar.
α-adrenerjik
stimülasyon, kan basıncının yükselmesine neden olur. Epinefrin, pankreasta
α-reseptörlere
bağlanarak insülin salıverilişini direkt olarak inhibe eder; ancak fentolamin ile
α-adrenerjik
etki bloke edildiğinde epinefrin, insülin salıverilişini artırır.
Epinefrin, korku, aşırı ısı düşüşü, yoğun kas faaliyeti ve oksijen azlığı, kan şekeri düzeyinde
ani düşme gibi büyük stres durumlarına vücudun uymasında önemli rol oynar. Epinefrin, kas
hareketleri için başlıca yakıtı oluşturan yağ asitlerini hızla sağlayarak, kaslarda glukoz alınıp
tutulmasını azaltarak, karaciğerde glikojenden glukoz ayrılması (glikojenoliz) ve amino
asitlerden glukoz oluşmasını (glukoneojenez) uyarma suretiyle glukoz debisini artırarak
glukozun santral sinir sistemi için saklanmasını sağlar ve böylece stresle mücadelede etkili
olur.
Norepinefrinin etkileri
Norepinefrin, küçük dozlarda primer olarak
α-adrenerjik reseptörlere etki eder.
Norepinefrinin iyi bilinen bir etkisi, vasküler venöz konstraksiyondur; kan basıncının
yükselmesine neden olur. Dihidroergotamin, -reseptörleri bloke ederek kan basıncını
düşürücü etki yapmaktadır.
Norepinefrin, esas olarak sempatik sinirlerde nörotrasmitter olarak görev yapar.
Epinefrin ve norepinefrin, belli etki farklılıkları göstermektedirler: 1) Glikojenden glukoz
ayrılması ve metabolizma üzerine etki, epinefrinde daha kuvvetlidir. 2) Kan basıncı artması,
epinefrinin kan volümünü artırmasından, norepinefrinin periferik damarlarda konstraksiyon
yapmasından ileri gelir. 3) Kalbin koroner damarları, hem epinefrin hem norepinefrin
etkisiyle genişler.
Dopaminin etkileri
Dopamin, dokularda dopamin reseptörlerine bağlanarak etkili olur; esas olarak
nörotrasmitterdir.
Katekolaminlerin aşırı salgılanması ile ilgili klinik durumlar
Katekolaminlerin sürekli olarak aşırı salgılanması, feokromasitoma diye tanımlanan,
hipertansiyon ile karakterize bir klinik tabloya yol açar.
Feokromasitomada neden, kromaffin hücrelerin bazı tümörleridir. Feokromasitomada
hipertansiyonu oluşturanın, norepinefrin yüksekliği olduğu düşünülmektedir.
34
Feokromasitomada, hipertansiyon ile birlikte hiperglisemi ve glukozüri de vardır; plazmada
epinefrin ve norepinefrin düzeyi, normalin 500 katına kadar yükselir; plazmada serbest yağ
asitleri artmıştır; bazal metabolizma hızlanmıştır.
Feokromatositomada idrarda katekolamin metabolitleri arttığından, feokromasitomanın
tanısı için 24 saatlik idrarda VMA ölçümü yapılması yararlı olur.
Adrenal korteks hormonları (sürrenal korteks hormonları, kortikosteroidler)
Sürrenal korteks hormonları, steroid türevi hormonlardır. Bütün steroid hormonlar, kimyasal
çekirdek olarak steran halka sistemine sahiptirler:
Böbrek üstü bezi kabuğunun zona fasciculata bölümünden glukokortikoidler, zona
glomerulosa bölümünden mineralokortikoidler, zona retikülaris ve zona fasciculata
bölümlerinden sürrenal korteks androjenleri sentez edilir ve salıverilirler.
Böbrek üstü bezi kabuğundan yaklaşık 50 kadar steroid izole edilmiştir; ancak bunların pek
azı önemli fizyolojik etkiye sahiptirler.
Glukokortikoidler: 21 karbonlu steroid hormonlardır. Kortizon, hidrokortizon (kortizol),
kortikosteron
ve 11-dehidrokortikosteron,
önemli fizyolojik etkileri olan
glukokortikoidlerdir. Kortizol insanda ve balıkta, kortikosteron ise kemiricilerde önemli
glukokortikoidlerdir.
Mineralokortikoidler: 21 karbonlu steroid hormonlardır. Aldosteron, önemli fizyolojik
etkileri olan mineralokortikoiddir.
Sürrenal korteks androjenleri: 19 karbonlu steroid hormonlardır. Dehidroepiandrosteron
(DHEA) ve androstenedion, önemli fizyolojik etkileri olan sürrenal korteks
androjenleridirler.
Steroid hormonların biyosentezi
Bütün steroidlerin biyosentezinde ilk prekürsör, asetil-KoA’dır. Asetil-KoA’dan önce
kolesterol sentezlenir. Kolesterol, böbrek üstü bezi kabuğunda esterleşmiş olarak bol
miktarda bulunur. Steroid hormonların sentezi için, kolesterol esterlerinden serbest kolesterol
oluşur ki bu olay, ACTH tarafından düzenlenir.
Serbest kolesterol, desmolaz enzim sistemi tarafından katalizlenen bir seri yan zincir kopması
ve oksidasyondan sonra pregnenolona çevrilir ki bu dönüşüm, ACTH tarafından uyarılır:
35
Pregnenolon, kendisinden diğer bütün steroid hormonların meydana geldiği ana steroiddir.
Pregnenolon, ya bir dehidrojenaz etkisiyle progesterona ya da spesifik bir 17-hidroksilaz
etkisiyle 17-hidroksiprenenolona çevrilir. Progesteron ve 17-hidroksipregnenolon,
endoplazmik retikulum mitokondrilerinde, moleküler oksijene ve NADPH’a gereksinim
gösteren spesifik oksijenazlar ve dehidrojenazlar tarafından, C-11, C-17 ve C-21
pozisyonlarına hidroksil veya keto gruplarının eklenmesi suretiyle çeşitli aktif hormonlara
çevrilirler:
ACTH, kolesterol esterlerinden serbest kolesterol oluşumu ve serbest kolesterolden
pregnenolon oluşumunu düzenler.
Progesterondan oluşan 11-deoksikortikosteron (DOC), sürrenal kortekste hem
kortikosteronun hem de aldosteronun ön maddesidir.
36
Sürrenal korteks androjenleri olan dehidroepiandrosteron (DHEA), 17-
hidroksipregnenolondan
ve
androstenedion,
dehidroepiandrosterondan (DHEA)
sentezlenirler.
Küçük miktarlarda oluşan böbrek üstü bezi östrojenleri, dehidroepiandrosterondan (DHEA)
veya testosterondan sentezlenebilirler.
Doğal steroidlerin analogları
Kortizon, kortizol ve kortikosteronun 9
α- pozisyonuna flüor gibi bir halojenin sokulmasıyla,
tuz tutucu etkileri yuksek olan sentetik steroidler elde edilmiştir. Bunların bir örneği, 9
α-
flüorokortizondur.
1.ve 2.karbonlar arasına bir çift bağın sokulmasıyla, tuz tutucu etkileri tedavi dozunda zayıf,
antiinflamatuvar etkileri güçlü olan steroidler de elde edilmiştir. Bunlardan kortizonun
analoğu prednizon ve kortizolün analoğu prednizolondur. Deksametazon da prednizolonun
sentetik bir analoğudur ve kortizolden yaklaşık olarak 30 kat güçlü antiinflamatuvar etkiye
sahiptir.
Kortikosteroidlerin salıverilişinin düzenlenişi
Glukokortikoidler ve sürrenal korteks androjenlerinin sentez ve salıverilişleri, hipofiz
hormonu olan ACTH tarafından kontrol edilir. ACTH’un salıverilişi de stres sırasında
hipotalamustan bolca salıverilen kortikotropin salıverici faktör (CRF) tarafından
düzenlenmektedir. ACTH’un salıverilişi, ayrıca dolaşımdaki kortikosteroidler tarafından
feedback olarak kontrol edilir ki kortizol, insanda en önemli düzenleyicidir:
Kortizol üretiminde eksiklik, ACTH aşırılığına bağlı olarak sürrenal korteks androjenlerinin
de aşırı derecede oluşmasını teşvik eder ve böylece androgenital sendromun çeşitli
şekillerinin ortaya çıkmasına neden olabilir. Dehidroepiandrosteronun sülfatlanmış türevi
olan dehidroepiandrosteron sülfat (DHEA-SO
4
), genellikle genç erkeklerin plazmasında
yüksek düzeyde bulunur; kadınlarda androgenital sendromun çeşitli şekillerinde yükselir.
37
Sürrenal kortekste bulunan büyük miktarlarda askorbik asit, steroid sentezi için gereken
NADPH’a bağımlı hidroksilazlar için indirgeyici ekivalanlar sağlar.
Aldosteron sentezi, başlıca hiponatremi, hiperpotasemi ve ekstrasellüler sıvı volümünde bir
azalma ile uyarılır. Hipernatremi, hipopotasemi ve ekstrasellüler sıvı volümünde artma,
aldosteron salıverilişini bir tip feedback düzenleniş ile inhibe eder. ACTH, aldosteron
sentezini etkilemez.
Böbrek, renin-anjiotensin sistemi aracılığıyla, aldosteron salıverilişini kontrolde önemli bir
organdır. Ekstrasellüler sıvı volümünde azalıştan ileri gelen kan basıncı ve böbreğe kan akımı
azalması durumunda böbreğin jukstaglomerüler hücreleri tarafından renin salıverilişi artar.
Renin, anjiotensinojeni (renin substrat) anjiotensin I’e çevirir. Anjiotensin I, akciğerlerde
anjiotensin II’ye çevrilir. Anjiotensin II de aldosteron oluşturan hücreleri doğrudan uyarır.
Aldosteron salıverilişi, siroz, nefroz ve bazı kalp yetmezliklerinde artar. Bunun sonucunda
sodyum ve su retansiyonu olur ve bu hastalıkların bazılarının karakteristiği olan ödem, daha
ağır hale gelir.
Spironolakton (aldakton), aldosteron reseptörü ile inaktif bir kompleks oluşturmak suretiyle
aldosterona antagonist olarak etki gösterir. Bu nedenle spironolakton (aldakton), aşırı
derecede aldosteron meydana gelişiyle karakterize olan hiperaldosteronizm hallerinde
görülen ödemin tedavisinde diüretik olarak kullanılır.
Kortikosteroidlerin trasportu, metabolizması ve atılımı
Plazma kortizolünün yaklaşık %90’ı kanda kortikosteroid bağlayıcı globülin (CBG) veya
transkortin adı verilen spesifik bir
α-globüline gevşek bağlı olarak taşınır ve inaktiftir;
serbestleştikten sonra aktif olur. Östrojenler, transkortini artırarak bağlı kortizolü artırırlar;
progesteron ise transkortine bağlanarak serbest kortizolü artırır.
Aldosteron, daha çok albumine bağlanarak taşınır.
Kortikosteroidlerin inaktivasyonu, karaciğerde steroid çekirdeği değişmeden, NADPH’a
gereksinim gösteren dehidrojenazlar etkisiyle halka indirgenmesi ve NADH veya NADPH’a
gereksinim gösteren dehidrojenazlar etkisiyle C-3 konumundaki keto grubunun indirgenmesi
suretiyle olur.
Plazma kortizolü, yaklaşık 4 saatlik yarı ömre sahiptir; %70’i idrarla, %20’si feçesle, geri
kalanı olasılıkla deri yoluyla vücuttan atılır. İdrardaki steroidlerin yaklaşık %25-50’si 17 ve
21 karbonlu steroid karboksilik asitler şeklindedirler. Safra ile bağırsak içine atılan serbest
veya konjuge kortikosteroidler, kısmen enterohepatik dolanım yoluyla bağırsaktan yeniden
emilirler ve en sonunda idrarla dışarı atılırlar.
Sürrenal korteks androjenlerinin başlıcası olan androstenedion, karaciğerde, büyük miktarda
aldosterona dönüşür. Bu aldosteronun periferik biyolojik aktivitesi yoktur; hemen indirgenme
ve konjuge olma suretiyle inaktive olur ve idrarla atılır. Sürrenal korteks androjenlerinin çoğu
idrarla 17-ketosteroidler (17-KS) halinde atılırlar. İdrardaki 17-ketosteroidlerin kadında
hemen hepsi ve erkekte 2/3’ü sürrenal korteks androjenlerine ait olduğundan sürrenal korteks
hastalıklarının tanısında 24 saatlik idrarda 17-KS tayini yapılması yararlı olur.
İdrarda kortizol, 17-hidroksisteroid ve 17-ketosteroid atılımının kanda kortizol düzeyinin
ölçülmesi suretiyle sürrenal korteks aktivitesi hakkında bilgi edinilebilir.
38
Kortikosteroidlerin etkileri
Kortikosteroid hormonlar, solubl proteinler olan intrasellüler reseptörlere bağlanma ve
nükleer düzeyde gen aktivasyonu suretiyle hormonal etki gösterirler. Sitozolde,
glukokortikoidler ve mineralokortikoidler için iki ayrı spesifik reseptör vardır.
Glukokortikoidlerin etkileri
Glukokortikoidler, metabolik, antiinflamatuvar, immunosupressif, sekretuvar, osteoporoz
yapıcı, sürfaktan oluşumunu artırıcı, eritropoietik sistemi uyarıcı etkilere sahiptirler.
Glukokortikoidlerin metabolik etkileri, insüline antagonisttir. Glukokortikoidler, dolaşımdaki
glukozu, yağ asitlerini ve amino asitleri artırırlar. Glukokortikoidler, karaciğerde anabolik
etkilidirler; kas, lenfoid doku, deri, bağ dokusu ve yağ doku gibi periferik dokularda katabolik
etkilidirler. Glukokortikoidler, kalp, beyin ve eritrositlerde oldukça inaktifdirler.
Glukokortikoidlerin karbonhidrat metabolizmasına etkileri, karaciğerde amino asitlerden
glukoz oluşumunu (glukoneojenez) uyarma ve glikojenden glukozun açığa çıkışını artırma
şeklinde; periferik dokularda ise, glukozun alınımı ve glukozun yıkılımını azaltarak glukozu
yedekte tutma eğilimi şeklindedir.
Glukokortikoidlerin lipid metabolizmasına etkileri, yağ dokusunda yağların parçalanmasını
artırma şeklindedir. Ancak, glukoz metabolizması da bozulduğunda, gliserol-3-fosfat
azalmasına bağlı olarak yağ sentezi de bozulur.
Glukokortikoidlerin protein metabolizmasına etkileri, karaciğerde total protein sentezini
artırma; periferik dokularda ise protein sentezini azaltma ve protein yıkılımını artırma
şeklindedir.
Glukokortikoidlerin elektrolit ve su metabolizmasına etkileri, sodyum ve su tutucu, potasyum
ve kalsiyum atılımını artırıcı etkidir.
Glukortikoidler, yüksek konsantrasyonlarda hücresel koruyucu reaksiyonları azaltarak,
özellikle lökositlerin travmaya uğramış alanlara göç etmelerini geciktirerek antiinflamatuvar
etki gösterirler. Bu etkinin bir kısmı, kortizolün spesifik prostaglandinlerin sentez ve
salgılanmasını azaltmasına bağlı olabilir.
Kortizol, enfeksiyonlar, allerjik haller ve anaflaksi ile ilişkili immun yanıtları azaltır. Steroid
etkilerin çoğu, timusa bağımlı lenfositler (T-lenfositler) düzeyindedir. Glukokortikoidler,
kanda eozinofil sayısında azalmaya neden olurlar.
Glukokortikoidlerle kronik tedavi, mide tarafından hidroklorik asit ve pepsinojen
salgılanmasını, pankreastan tripsinojen salgılanmasını artırır.
Glukokortikoidler, kemiğin osteoid matriksini azaltarak osteoporoza ve vücuttan aşırı
derecede kalsiyum kaybına neden olurlar. Osteoporoz, uzun süren glukokortikoid ile tedavinin
önemli bir komplikasyonudur.
Glukokortikoidler, akciğerde sürfaktan oluşumunu artırırlar. Bu nedenle, erken doğum
olasılığı olan gebelerde bebekte sürfaktan oluşumunu hızlandırmak ve böylece prematüre
bebekte respiratuvar distres sendromunu önlemek için kullanılırlar.
Glukokortikoidler, eritropoietik sistemi uyarırlar.
Mineralokortikoidlerin etkileri
Aldosteron, kortizolün 1000 katı kadar etkili olmak üzere böbrek tubulusları tarafından
sodyum ve klorür geri emilimini artırır; bunların ter bezleri, tükrük bezleri ve gastrointestinal
39
kanal yolu ile atılmalarını azaltır. Aldosteron, ekstrasellüler sıvı volümü artışına ve
hipertansiyona neden olur.
Sürrenal korteks androjenlerinin etkileri
Sürrenal korteks androjenleri, azot, fosfor, potasyum, sodyum ve klorür retansiyonu
oluştururlar. Kadınlarda aşırı miktarda bulunmaları erkekleşme belirtilerine neden olur.
Plazmada patolojik sürrenal korteks hormonu düzeyi ile ilgili klinik tablolar
Glukokortikoid azlığı ile ilgili olarak insanlarda addison hastalığı, çoğu kez tüberküloz gibi
bir enfeksiyon, tümör veya otoimmüniteye bağlı sürrenal korteks hasarı veya ACTH’un
yetersiz üretimi sonucu ortaya çıkar. Addison hastalığı, genellikle pernisiyöz anemi, diyabet,
hipotiroidizm gibi başka endokrin anormallikle birlikte bulunur. Addison hastalığında, idrarla
aşırı derecede NaCl kaybı, hiponatremi, hiperpotasemi (hiperkalemi), kan basıncı düşüklüğü
(hipotansiyon), hipoglisemi, kas güçsüzlüğü, düşük vücut sıcaklığı, gastrointestinal
bozukluklar ve gittikçe artan kahverengimsi pigmentasyon gibi belirtiler saptanır.
Glukokortikoid fazlalığı ile ilgili olarak insanlarda Cushing sendromu, sürrenal korteks
adenomu varlığında oluşur. Hipofiz adenomu varlığında, aşırı ACTH salıverilişine bağlı
Cushing hastalığı oluşur. Cushing sendromu ve Cushing hastalığında, yağın santripedal
dağılımı nedeniyle trunkal obezite, kadınlarda aşırı kıllanma (hirsutismus) ve akne, aydede
yüzü görünümü, sodyum ve su tutuluşuna bağlı ödem, kan volümü artışı ve hipertansiyon,
karbonhidrat intoleransı, negatif azot dengesi, hipopotasemi gibi belirtiler saptanır; plazmada
ve idrarda kortizol düzeyi yüksektir.
Mineralokortikoid fazlalığı ile ilgili olarak, sürrenal kortekste aldosteronamalar nedeniyle
ortaya çıkan primer aldosteronizm (Conn sendromu) ve renal kan akımında azalma
nedeniyle ortaya çıkan sekonder aldosteronizm tanımlanmıştır. Primer aldosteronizmde
biyokimyasal bozukluk, böbrek üstü bazlerinin 17-hidroksilasyonları oluşturmada ve
dolayısıyla progesteronu 17-hidroksiprogesterona saptırmada bir yeteneksizliği olabilir.
Primer aldosteronizmde plazma aldosteron düzeyi yüksek, renin düzeyi düşüktür. Primer
aldosteronizmde plazmada aşırı miktarda aldosteron varlığı, vücutta sodyum tutulmasına
neden olur. Artan sodyum konsantrasyonu, ADH salıverilişini ve su tutulmasını uyarır,
potasyum eksikliği oluşur. Serumda devamlı olarak düşük potasyum düzeyi olması primer
aldosteronizmde karakteristik bir bulgudur. Tümörün cerrahi olarak çıkarılması veya
aldosteron antagonisti spironolakton (aldakton) verilmesi, serum potasyumunu normal
düzeylerine döndürür. Primer aldosteronizmde, su fazlalığına ait klinik belirti olarak
hipertansiyon görülürse de ödem ender görülür; hipopotasemiye (hipokalemi) bağlı kas
zayıflığı, kardiyak aritmiler, paralitik ileus da önemli belirtilerdir.
Sürrenal korteks androjenlerinin fazlalığı ile ilgili olarak, böbrek üstü bezlerinin
doğumdan önceki hiperplazisi nedeniyle ortaya çıkan kongenital erkekleştirici hiperplazi ve
doğumdan sonraki hiperplazisi nedeniyle ortaya çıkan adrenogenital sendrom tanımlanmıştır.
Kongenital erkekleştirici hiperplazide ve adrenogenital sendromda kadında erkeğe ait
sekonder seks karakteristikleri belirir; aşırı sürrenal korteks androjeni üretiminin göstergesi
olarak plazmada dehidroepiandrosteron (DHEA) ve idrarda 17-KS’ler artmıştır. Sürrenal
korteks androjenlerinin aşırılığının tanısı için plazmada dehidroepiandrosteron (DHEA) ve
24 saatlik idrarda 17-KS tayini yararlıdır.
40
Erkek cinsiyet hormonları (androjenler)
Androjenler, 19 karbonlu steroid hormonlardır. Başlıca erkek cinsiyet hormonu olarak
testosteron bilinir; dehidroepiandrosteron (DHEA) ve androstenedion, nispeten zayıf
androjenlerdir.
Dehidroepiandrosteron (DHEA) ve androstenedion, hem sürrenal kortekste hem gonadlarda
sentez edilir ve salıverilirler. Erkeklerde ve kadınlarda DHEA’un en önemli kaynağı sürrenal
kortekstir. Sürrenal korteks kökenli dehidroepiandrosteron sülfat (DHEA-SO
4
), genellikle
genç erkeklerin plazmasında, testosterondan 400 kat yüksek düzeyde bulunur.
Testosteron, testislerin Leydig hücrelerinde kolesterol, pregnenolon, progesteron, 17-
hidroksiprogesteron ve androstenedion üzerinden sentezlenir; değişik bir yol, 17-
hidroksipregnenolon ve dehidroepiandrosteron üzerindendir. Genellikle genç erkeklerin
plazmasında yüksek düzeyde bulunan sürrenal korteks kökenli DHEA-SO
4
testislerde
DHEA’a dönüştürülerek ek bir testosteron kaynağı sağlar.
Steroid hormonlar olarak androjenler hem sürrenal kortekste hem testiste sentez edildikleri
halde glukokortikoidler ve mineralokortikoidler testiste sentez edilemezler. Bunun nedeni,
glukokortikoidler ve mineralokortikoidlerin sentez yolunda önemli olan 11-hidroksilaz
aktivitesinin testiste olmamasıdır.
Testiküler fonksiyon, hipofizer FSH ve LH tarafından kontrol edilir; plazma testosteron
düzeyinde artma, LH salıverilişinde feedback inhibisyona neden olur:
FSH, aynı zamanda LH reseptörlerini ortaya çıkarır ve böylece hedef doku cevabını artırır.
Cerrahi veya emosyonel stres sırasında kan testosteron düzeyi azalır.
Androjenlerin transportu ve metabolizması
Androjenler, spesifik bir plazma proteinine bağlanarak taşınırlar. Plazmadaki testosteronun
yaklaşık %99’u testosteron bağlayan globüline bağlıdır ve aktif değildir. Östrojen tedavisi,
plazmada androjen taşıyan proteinleri artırarak serbest androjenik etkide azalmaya neden
olur.
41
Testosteron yıkılımının başlıca yolu, karaciğerde, androstenediona oksidasyonu ve bundan A
halkasındaki doymamış bağın satürasyonu ve keto gruplarının indirgenmesidir:
İdrarla atılan başlıca testosteron metabolitleri, idrarın temel 17-KS’leri olan androsteron ve
etiokolanolondur. İdrarda 17-KS’ler, glukuronatlar ve sülfatlar halinde bulunurlar.
Androjenlerin etkileri
Androjenler, diğer steroid hormonlar gibi, nükleer düzeyde gen aktivasyonu suretiyle
hormonal etki gösterirler. Bazı hedef dokularda testosteron, 5
α-redüktaz tarafından aktif
intrasellüler androjen olan dihidrotestosterona (DHT) dönüştürülür ki sitozol reseptörlerinin
azalması veya testosteronun dihidrotestosterona dönüşümünde bir bozukluk, testiküler
feminizasyona neden olmaktadır.
Testosteron, epididimisin, vaza deferenslerin, prostatın, vesikula seminalislerin ve penisin
büyümesini ve fonksiyonunu artırır; spermatogenezi uyarır ve sürdürülmesini sağlar;
ergenliğe eşlik eden kas ve iskelet büyümesine katkıda bulunur; diğer doğal steroidlerden
daha yüksek protein anabolik etkilidir:
Testosteron, yüksek protein anabolik yani azot tutucu etkisi nedeniyle, protein
anabolizmasında artış yapmak için kullanılmak istenir; ancak, istenmeyen androjenik etkileri
nedeniyle kullanılmaz. Protein anabolizmasında artış yapmak için testosteron yerine
42
kullanılmak üzere, androjenik etkileri nispeten olmayan sentetik androjenler üretilmiştir.
Fluoksimesteron ve 2
α-metil dehidrotestosteron, önemli protein anabolik sentetik
androjenlerdir.
Dişi cinsiyet hormonları
Dişi cinsiyet hormonları, östrojenik hormonlar (östrojenler) ve progestasyonal hormonlar
(gestajenler) olmak üzere iki sınıftır.
Östrojenler
Dostları ilə paylaş: |