aldanmaz. Tanrı bizi lütuflarmdan mahrum bıraktı. Sıkıntı ve endi e o tarihten beri
milletimizin de i mez kaderi oldu. Sefalet vatanda larımıza yegâne ve sadık yol arkada ı i-di.
Bu vakada bile kader bizim lehimize hususi bir muamele göstermedi. Bize ancak lâyık
oldu umuz eyi uzattı. Artık eref ve namusa verilen mükâfatı bilmiyoruz. Bize ekme ini
kazanabilmek hürriyetini takdir ettiriyordu, insanlar ekmeklerini istemeyi artık ö rendiler ve
bugün Tanrı'ya hürriyetlerim iade etmesi için dua edeceklerdir.
1918 senesini kovalayan seneler esnasında milletimizin yıkılması gayet üzücü ve bariz oldu.
O günlerde kim ileride meydana gelecek neticeyi önceden kestirmek cüretini gösterse iddetle
cezalandırılır ve hırpalanır di.
1922-1923 kı ı geldi i zaman Fransa'nın hakkımızda besledi i duyguların çoktan farkına
varılmı olunması gerekirdi, i te bundan dolayı iki ık vardı: Ya Fransa'nın iradesi Alman
milletinin dayanma kuvvetine kar ı yava yava eriyecekti yahut Almanya nihayet bir gün
muhakkak meydana gelecek eyi yapacaktı. Özellikle sert bir tecavüz hareketi Almanya'yı
hırslı bir de i iklik ve direni gösterme e yöneltecekti. Böyle bir karann kavga çıkaraca ı ve
bu kavgada Almanya'nın hayatının söz konusu olaca ı muhakkaktı. Almanya ancak daha önce
Fransa'yı tecrit etmekte ba arı sa layarak bu ikinci sava ın bütün dünyaya kar ı Almanya'nın
bir mücadelesi olmayıp, dünya barı ına halel getiren Fransa'ya kar ı bir dövü oldu unu
açıklasay-dı, bu sava tan canım kurtarmı bir halde çıkabilirdi.
Bu nokta üzerinde inatla duruyorum. Adamakıllı inanıyorum ki, bu ikinci ihtimali kuvveden
fiile çıkarmak lâzımdır. Ve bu bir gün olacaktır. Ben Fransa'nın bize kar ı besledi i
niyetlerinde bir de i iklik husule gelece ine ise kesinlikle inanmıyorum. Çünkü bu niyet, esas
itibariyle Fransa'nın içgüdüsünden ba ka bir ey de ildir. Ben Fransız olsaydım ve dolayısıyla
Fransa'nın büyüklü ü bugün Almanya'nın büyüklü ünün kutsal olması kadar benim için aziz
bir ey olsa idi "Clemenceau"nun yapmak istedi inden ve yaptı ından ba ka türlü hareket
etmeyecektim. Nüfusunun azalmasından de il, ırkının en iyi unsurlarının, derece derece
ortadan kalkması yüzünden yava yava ölmekte olan Fransa dünyada ancak Almanya'yı
yıkmak suretiyle mühim bir rol oynayabilir. Fransız dı siyaseti bütün karmakarı ıklı ına
ra men en sonunda ve sürekli olarak en derin ve en ate li unsurlarını tatmin edecek olan bu
hedefe, Almanya'yı yıkma hedefine yönelecektir. Fakat varlı ını korumak yolunda pasif bir
iradenin aynı derecede azimli ve faal surette hücuma geçirdi i bir iradeye uzun süre sonra
ba arılı bir dayanma göstermesi mümkün de ildir. Almanya ile Fransa'yı sava maya götüren
sonsuz mücadele, bir Fransız hücum ve tecavüzüne kar ı Alman savunmasından ibaret
bulundu u müddetçe, bu kavga hiçbir zaman kesin bir karara ba lı olmayacaktır. Ama
Almanya asırdan a ıra yeni yeni topraklar kaybedecektir. Son iki yüzyıldan bugüne, Alman-
ca'nın konu uldu u sınırlar göz önünde tutulursa imdiye kadar bizim için bu kadar kötü bir
netice do urmu olan bu i in bundan daha iyi bir neticeye varaca ına inanmak herhalde saflık
olur.
Ancak bu gerçek vatanımızda iyice anla ıldı ı, artık milletin ya ama gücünün sırf pasif bir
savunma içinde kaybolmasına razı olmadı ı, tersine, bütün enerjimiz Fransa ile kesin bir
hesap görme i i u runda ve kesin mücadele yolunda hep bir araya toplandı ı, Alman
milletinin ba lıca amacının terazinin bir kefesine atıldı ı zamandır ki, —evet sadece o
zaman— bizi Fransa ile sava ma a iten bitip tükenmez ve faydasız mücadeleye son vermek
mümkün olacaktır. Fakat u artla ki, Almanya Fransa'nın ortadan kaldırılması için mecbur
oldu u geli meyi nihayet milletimize ba ka bir bölgede sa lamak için bir çare bulmalıdır.
Bugün Avrupa'da 80 milyon Alman bulunuyor. Dı politikamızın iyi yöneltildi ini kabul
etmek, ancak yüz yıl geçmeden, kıtamızda iki yüz elli milyon Alman'ın, yeni dünya
fabrikalarında çalı an tutsaklar gibi üst üste istif edilmi yı ılı bir durumda de il, mesaileriyle
birbirlerinin hayatlarım kar ılıklı olarak sa lanan köylü ve i çi sıfatları ile ya ayabilmeleri ile
mümkün olabilir.
1922 senesinin Ocak ayında Almanya ile Fransa arasındaki münasebetlerin gerginli i, tehdit
edici bir hal aldı. Fransa yeni ve bilinen istilâ tedbirlerini dü ünüyor ve kendisine ba arı
sa layacak dayanaklara gerek duyuyordu. Ekonomik istifadeden evvel siyasi bir baskı
yapmak lâzımdı. Fransa'nın dü ünü üne göre ancak bütün Alman varlı ının sinir
merkezlerinden birine indirilecek iddetli bir darbeden sonra, inatçı milletimize daha a ır bir
boyunduruk kabul ettire bilinirdi. Fransa Ruhr Havzası'nı i gal etmekle ve böylece manen
bizim belkemi imizi kırmakla ba arı sa ladı ını sanmıyordu. Bizi ister istemez en a ırlarına
varıncaya kadar bütün zorunluluklara "evet" dedirtecek köle vaziyetine dü ürece ini de ümit
ediyordu.
Ya boyunduruk geçirilmesi için boynumuzu uzatmak, ya münasebetleri kesmek söz
konusuydu. Almanya derhal boyun e meye ba ladı ve sonunda tamamıyla direnci kırıldı.
Kader, Ruhr'un i gali ile Alman milletinin kalkınmasına yardım için bir kere daha el
uzatıyordu. Çünkü önce feci bir istila imi gibi görünen ey, daha yakından bakılırsa
Almanya'nın ıstıraplarına bir "son" vermek için bir aracı idi. Fransa Ruhr'u i gal etmekle
siyaset yönünden ilk defa olarak gerçek ve kızgın bir ekilde, ingiltere'yi kendisinden
uzakla tırıyordu. Hem yalnız ngiliz diplomasi çevreleri durumdan haberli de ildiler. Bu
çevreler Fransa ile anla mayı ancak so ukkanlılık ve ince hesaplara dayanması bakımından
imzalamı lar, uygun görmü ler ve bugüne kadar korumu lardı, ingiliz milletinin bütün
tabakaları bile aynı duyguyu besliyorlardı.
Avrupa Kıtası'nda Fransız büyük hücumunun yanında bu yeni ve deh etli destek özellikle
ingiltere'nin iktisadi çevrelerinde belirli bir memnuniyetsizlik do uruyordu. Çünkü Fransa
imdi Avrupa'da, askeri ve siyasi bir devlet olarak öyle bir yerdeydi ki, evvelce Almanya
hiçbir zaman buna eri memi ti. Bütün bunlardan ba ka Fransa siyaset bakımından ingiltere ile
rekabet edebilmek için, e i bulunmaz ayrıcalıklı bir durum elde etmi ti. Avrupa'nın en mühim
demir, kömür yatakları öyle bir milletin avucunda birikmi ti ki, bu devlet, Almanya'dan farklı
olarak o zamana kadar can alıcı çıkarlarını hem azim, hem de cesaretle müdafaa etmi ti.
Büyük sava sırasında da silâhlarına kar ı duydu u itimadı bütün dünya unutmamı tı. Fransa,
Ruhr'u i gal etmekle ingiltere'nin elinden bütün sava kârını almı sayılırdı. Basan bundan,
sonra ingiltere'nin hareketli ve kaypak siyasetine de il, Mare al Foch'a ve onun arkasındaki
Fransa'ya ait bulunuyordu.
italya'da da Fransa'nın etkisiyle genel hava —zaten sava ın sonundan beri hiç dostane
de ilken— kesin bir kin ekline büründü. Bu, büyük bir tarihi an idi. Dünün dostları, yarının
dü manları olabilirlerdi. Böyle olmamı ve ikinci Balkan Sava ı'nda oldu u gibi, dost blok
devletleri hemen birbirleri ile sava a tutu mamı larsa, sebebi sadece Almanya'da bir Enver
Pa a bulunmamasından ve Re-ich ansölyesinin Cuno ismini çok iyi tanımasından ileri
geliyordu. Halbuki, Ruhr'un Fransızlar tarafından istilâsı Almanya'ya yalnız dı siyasette
gelecek için geni manzaralar açmakla kalmıyor, iç politikada da büyük imkanlar sa lıyordu.
Basının durmadan devam eden yalancı tesiri sayesinde ve Fransa'nın terakki ve kapitalist am-
piyonu oldu una dair uyandırılan kanaat, Alman halkının büyük bir kısmını birdenbire bu
hülya ile doldurmu tu. 1914 senesi bizim Alman i çilerinin aklına musallat olan milletlerin
birbirleri ile anla ması hülyalarını da ıtmı ve onları kanlı bir kavganın hüküm sürdü ü ve en
kuvvetlinin hayatı en zayıfının ölümünü gerektiren bir dünyaya götürmü tü. 1923 yılının
bahar ayları da aynı sahne ile geçti.
Fransa tehditlerini icra etti i ve nihayet ba langıçta büyük bir titizlikle, a a ı Almanya'nın
maden bölgesinde ilerleme e ba ladı ı zaman "kader"in saatinde gelmi olan dakika Almanya
için pek kesin idi. E er o zaman bizim milletimiz o dakikaya kadar takip etmi oldu u yolu
bırakıp, ba ka bir davranı içine girse idi, Moskova, Napolyon'a kar ı ne olmu sa, Alman
Ruhr bölgesi de Fransa için yine aynı ey olurdu. Ancak iki ekilde hareket etmek
mümkündü. Ya bu alçalı a hiç ses çıkarmadan boyun e ilirdi ve kollar kavu turularak
durulurdu; yahut Alman milletinin bakı ları, demir potalarının kızıllıkları görünen ve yüksek
bacalarında dumanları savrulan bu kıtanın üzerine çekilerek, milletimizin gözünde bu devamlı
hareketlere bir son vermek ve bitmeyen bir korku içinde ya amaktansa o dakikanın her türlü
deh etlerine gö üs germek için ate li bir atmosfer yaratılırdı.
O zaman Reich'ın ansölyesi olan Cuno, hiç ölmez ve e siz ünü sayesinde üçüncü bir yol
buldu. Bizim Alman burjuva partileri de ansölyenin arkasından hayranlıkla yürüyerek ayrı
bir ün kazandılar.
imdi bizim önümüze açılmı bulunan kapılardan ikincisini imkân oldu u kadar kısa bir
ekilde tetkik etmek isterim:
Fransa Ruhr'u istilâ etmekle, Versay Anla ması'm açık olarak ihlâl etmi ti. Bu suretle
anla manın kefili bulunan devletler silsilesini özellikle ingiltere ile italya'yı kendinden
uzakla tırmı tı. Fransa artık bu devletlerin yalnız kendisinin menfaatlerine ve egoizmine
yarayan Ruhr'u gasbetmek i ine herhangi bir destek göstereceklerini umamazdı. Demek ki,
Fransa bu sorunu sonuçlandırmak için yalnız kendi kuvvetine güvenebilirdi. Çünkü bu mesele
ba langıçta bu maceradan ba ka bir ey de ildi. Milli bir Alman hükümeti yalnız eref ve
namusun emretti i hareket biçimini seçebilirdi. Fransa'ya derhal silâhlı bir "direnme"
gösterilemeyece i muhakkak idi. Fakat kuvvet ile desteklenmemi bütün müzakerelerin
gülünç ve sonuçsuz kalaca ını kabul etmek gerekirdi. Gerçek ve etkili bir direnme mümkün
olmadı ı zaman "müzakereye giri mekten imdilik imtina ediyoruz" demek mânâsız, gülünç
bir harekettir. Ancak, bu kuvveti vücuda getirmeden müzakereye giri mek de daha budalaca
bir hareket olur.
Askeri çarelerle Ruhr'un istilâsına kar ı konabilirdi demek istemiyorum. Böyle bir kararı ileri
sürmek için çılgın olmak lâzım gelirdi. Fakat, Fransa'nın davranı ının meydana getirdi i
görünü ten ve bu giri imi uygulamak için gösterdi i gecikmeden istifade edilebilirdi ve
edilmeli idi. Fransa'nın parçalayarak ayaklar altına aldı ı Versay Anla ması'na bir de er
vermeyen ve Almanya'yı temsil eden liderler ilerde dayanacakları askeri kaynakları temin
etmeliydi. urası da belli olmalıydı ki, en iyi delegeler bile üzerinde bulundukları toprak,
oturdukları koltuk kendi milletlerinin himayesinde olmadıkça görü melerde hemen hemen
hiçbir ba arı kazanamaz. Zavallı bir terzi parçası araçlara kar ı mücadeleye giri emez. Savun-
madan yoksun bir tüccar, Brennus terazisinin bir kefesine kılıcını attı ı zaman, o da dengeyi
sa lamak için kendi kılıcını di er kefeye atamazsa neticeye rıza göstermekten ba ka bir ey
yapamaz. 1918'den beri dü manın tek taraflı ve keyfi kararlar alan düzenli ve gülünç
müzakerelerinde hazır bulunmak ümit kırıcı bir hareket de il miydi? Halbuki bizi ba langıçta
alay yoluyla bir konferans masası ba ına ça ırarak evvelden tespit edilmi kararlar ve
programlar bize verilmekle biz bütün dünyaya bir "alet" manzarası olarak arz edilmiyor
muyduk? Biz bu programlar hakkında nutuklar verebilirdik, fakat onları de i mez gibi kabul
etmeye mecburduk. Do rusu aranırsa, görü melerde bizi temsil edecek diplomatlarımız en
mütevazı bir orta seviyeyi pek az geçmi lerdi, içlerinden ço u Lloyd Geor-ge'un alay dolu
sözlerini pek haklı gösteriyorlardı. Lloyd George eski Reich ansölyesi Sitnon'un kar ısında
alaylı bir tavırla: "Almanların kendilerine lider olarak zeki adamlar bulmasını bilmediklerini
söylemi ti. Zaten dahi kimseler bile, taarruz etme e azmetmi kuvvetli bir dü manın iradesi
kar ısında ve temsil edecekleri müdafaasız milletin üzüntü veren aciz hali dolayısıyla pek
önemsiz neticeler elde edebilirler.
Gerçi 1923 yılının baharında ordumuzu yeniden kurmak için Fransa'nın Ruhr'u istilâ
etmesinden yararlanmak isteyecek bir kimse, önce millete manevi silâhlarını iade etmesi,
ondaki irade kuvvetini geli tirmesi ve milletin içinde yatan kahramanlık duygularını silmek
isteyenleri yok etmesi gerekirdi.
1914 ve 1915 senelerinde Marksçılık "bela"sının ba ı kesin surette ezilmek i i ihmal
olundu u zaman, bu hatayı 1918 tarihinde kanımızla ödedik. 1923 yılının baharında,
memleketlerine kötü gözle bakan ve milletlerinin katili olan Marksistleri artık kesin olarak
zararsız hale getirmek için fırsattan istifade edilmedi i zaman kötülük edilmi olan kabahatin
cezasını acı surette çekecektik. Fransız hücumlarına ve tecavüzlerine kar ı tesirli bir direnme
fikri, e er be sene evvel sava meydanlarında Alman direncini içten parçalamı olan
nüfuzlara sava açılmayacak olursa halis bir çılgınlıktan ibaret kalırdı. Yalnız "burjuva"
dü ünceli ki iler, Marksizm'in bir geli me geçirece ini ve 1918 yılının Kasımında o murdar,
i renç yaratıkların ve o zamanki hükümet makamlarını elde edebilmek için iki milyon ölüyü
so ukkanlılıkla ayaklar altına serdiklerini unutarak birden milli uura saygı göstereceklerim
tahmin edebilirlerdi. O zamanlar vatanlarına ihanet etmi olanların bir an içinde Alman
hürriyetinin birincileri kesileceklerini ümit etmek akla sı maz oldu u kadar da gerçekten
anlamsız bir fikir idi. Nasıl bir sırtlan bir le i pençesinden bırakmazsa bir Marksist de
vatanına ihanetten vazgeçmez. Burada bana sakın aptalca itiraz ileri sürülme e kalkı ılmasın.
Belki vaktiyle birçok i çilerin de Almanya için kanlannı dökmü oldukları söylenecektir. Evet
Alman i çileri konusunda hemfikiriz. Fakat o zaman bu Alman i çileri uluslararası Marksist
de ildi. 1914 yılında Alman i çi sınıfı yalnız Mark-sistlerden kurulu olsaydı, sava üç haftada
biterdi. Almanya daha ilk askeri sınırı geçmeden çökerdi. Hayır, o vakit Alman milleti
mücadeleye son vermemi ise "Marksizm delili i"nin onun kalbini henüz zehirlemi
olmamasındandı. Fakat bir Alman i çisinin ve bir Alman askerinin sava sırasında Marksist
liderler tarafından ele geçirilmesi o i çi ve askerin vatan için kaybolmu hale gelmeleri
demekti. E er sava ın ba ında ve devam etti i müddetçe vatanda ların karakterinde yaralar
açan ve ahlâkını bozan bu "iBRANl-LER"den on iki bin, yahut on be bin tanesi türlü türlü
kaynaklardan gelme çe itli mesleklere mensup en iyi Alman i çilerinden yüz binlercesinin
sava hattında maruz kaldıkları o zehirli gazlan teneffüs etselerdi, milyonlarca insanın feda
edilmesinin bir mânası olacaktı. Böylece bu alçak ruhlu adi ki ilerden zamanında yakamızı sı-
yırabilseydik kahraman bir milyon Alman'ın hayatı da kurtarılırdı. Fakat burjuvazinin siyaset
ilmi, milyonlarca adamı, hiç göz kırpmadan sava meydanında öldürme e göndermekten ve
öte tarafta vatan haini olan on, on iki bin alçak Yahudi'nin, faizci, dolandırıcı, hırsız heriflerin
vatanın en kıymetli ve en kutsi varlı ı oldu unu ve bunlara dokunmamak icap etti ini yüksek
sesle söylemekten, çevreye duyurmaktan ibaretti. Bu burjuva aleminde zayıflı ın ve kor-
kaklı ın mı, yoksa tamamen bozuk ve peri an bir ahlâkın mı hüküm sürdü ü hakikaten
kestirilemez. Burjuvazi ortadan kalkma a mahkum bir sınıfı temsil eder ve fakat ne yazık ki
kendisi ile birlikte bütün bir milleti uçuruma sürükler.
i te 1923 senesinde 1918'dekine benzer bir durumla kar ı kar ıya bulunuyoruz. Ne türlü bir
dayanma ekli seçilirse seçilsin, ilk alınacak tedbir milletimizi Marksizm zehrinden kurtarmak
idi. Ben o dü üncedeyim ki, gerçekten milli bir hükümetin ba ta gelen görevi Marksizm'e
kar ı bir yok etme sava ını açma a karar vermi insanları aramak ve bulmak ve daha sonra
onlara meydanı serbest bırakmaktı. Bu hükümet sosyal, barı , güvenlik ve asayi gibi anlam-
sız bir prensibin alçakça taraftarı olmamalıydı. Çünkü öte yanda ülke dı ındaki dü man vatana
en tehlikeli darbeyi indiriyordu ve içte de hıyanet kö e ba larında, sokaklarda, caddelerde, her
yerde kol geziyordu. Gerçekten milli bir hükümetin, o zamanlar karmakarı- ıklı ın olu unu
keskin bir gözle görmesi icap ederdi. Ne var ki bu durum milletimizin can dü manı olan
Marksistlerle tam bir hesap görmeye cidden imkân vermeli idi. Bu yedek çare unutulursa her
ne ekilde olursa olsun bir direnci ve dayanmayı dü ünmek tam bir çılgınlık olurdu.
Böyle bir tarihi geni li i olacak hesap görme i i bazı hususi akıl vericiler, içleri geçmi bazı
ihtiyar bakanlar tarafından çizilmi bir plânı takiple sa lanamazdı. Dünyada hayatın ölümsüz
kanunlarina ba e mek gerekirdi. Bu kanunlar hayatı bir kavga, yani sonu kesilmeyen bir
kavga kabul ederler. Çok zaman en kanlı iç sava ların esas itibariyle yumu ak huylu olan bir
milleti çelikle tirdi i ve pis kokusu göklere kadar çıkan bir le in ise, büyük bir özenle devam
ettirilmi bir barı halinin neticesi oldu u gerçe ini gözden uzak tutmamak gerekirdi. Bunun
için 1923'te milletimizin kemiklerini ve etlerim kemiren yılanları çelik bir elle yakalamak
ihtiyacını do mu tu. Bu i ba arı ile sonuçlanınca, o zaman hareketli bir direnç hazırlıklarının
anlamı olurdu. Hiç olmazsa sözde milli çevreleri, bu defa vatanın ne kazanaca ı ihtimali
bulundu unu ve özellikle 1914'teki ve takip eden senelerdeki aynı hatalar tekrar edilirse so-
nucun 1918'dekinin aynı olaca ım açıkça anlatma a te ebbüs ederek gırtla ımı yırtıncaya
kadar u ra tım. Hiç bıkmadan ve usanmadan kaderin akı ını yakından takip ederek,
hareketimize Marksizm ile hesap görmek olana ını vermelerini istiyordum. Fakat bunları
kula ı i itmeyenlere anlatıyordum. Ordu kumandanı da içlerinde oldu u halde herkes, ne
yapılması gerekti im benden iyi bildi ini iddia ediyordu. Nihayet bir gün geldi ki, tarihin en
üzücü hak verme durumlarından birine dü tüler.
O zaman Alman burjuvazisinin görevinin son hududuna vardı ı ve artık hiçbir i e yaramaz
hale geldi i hakkında derin bir kanaate sahip oldum. Bütün bu burjuva partilerinin Marksizm
ile yalnız rekabetin telkin etti i duygudan dolayı mücadele ettiklerini ve onu ciddi surette
ortadan kaldırmayı istemediklerim gördüm. Uzun zamandan beri bütün bu partiler
Almanya'nın yok olmasını görme e alı ık bulunuyorlardı. Artık yalnız bir dü ünceleri
kalmı tı: "Cenaze alayı ziyafetine kendilerini de davet ettirmek, i te yalnız bunun için
mücadele ediyorlardı.
unu açıkça itiraf edece im: O devirde ben Alplerin güneyinde milletine kar ı besledi i ate li
Dostları ilə paylaş: |