Kader beni, iki Alman devletinin tam sınırları üzerinde bir kasabada, Braunau am Inn'de



Yüklə 1,96 Mb.
Pdf görüntüsü
səhifə2/30
tarix31.12.2021
ölçüsü1,96 Mb.
#49735
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   30
Adolf Hitler - Menim mubarizem

cezalara ra men imparator mar ı yerine "DE-UTSCHLAND ÜBER ALLES"i söylüyorduk, 
i te milli demlen bir devletin tebaalarının ırklarına ait dillerinden ba ka bir  ey bilmedikleri 
bir sırada biz gençler böyle terbiye görüyorduk. Ben hiçbir vakit suya sabuna dokunmayan 
"gev ek insanlar "in arasında bu-lunmadım. Hatta kısa bir süre sonra müteassıp bir "Milli 
Alman" oldum Gerçi benim bu durumum, bugün bu adı ta ıyan partinin ifade etti i anlamdan 
çok daha ba ka bir  eydi. Bu geli me bende çubuk oldu. On be  ya ında iken, hanedan 
vatanperverli i ile milliyetçili ini birbirlerinden ayırmaya ve ırk milliyetçili i lehinde açık 
fikir besleme e ba lamı tım. Habsburg monar isinin iç durumunu incelemek zahmetine 
katlanmamı  olanlar, böyle bir tercihi de erlendirmekte zorluklarla kar ıla ırlar. Bu devletin 
kaderi bir e ilim beslemek, ancak okulda gösterilen tarih derslerinden do ardı. Gerçekte 
Avusturya'nın kendine özgü bir tarihi yoktu.
 
Bu devletin kaderi Alman olan her  eyin 
varlı ına ve geli mesine öyle ba lıdır ki, tarihte Alman veya Avusturya tarihi diye bir ayrım 
yapılması asla akla getirilemez, i te Almanya'nın tarihi… Almanya iki devlete bölündü ü 
zaman parçalanmı tı. Eski imparatorlu un görkeminden Viyana'da korunabilmi  olanları, ileri 
bir toplulu un garantisi olmaktan çok, prestij yönünden bir etki yapıyordu. 
Habsburglann yıkıldıkları gün, Alman olan Avusturyalıların kalplerinden ana topraklara 
katılmak lehinde içgüdüye dayanan bir ses yükseldi, i te herkesin kalbinde uyuklayan sonsuz 
hissi ifade e-den bu istek, ancak tarih dersinin verdi i terbiye ile beslenen ve hiçbir zaman 
kurumayan, hatta unutuldu u günlerde bile, o anın rahatım bir kenara itip, geçmi in sesinin 
yava ça yeni bir gelece i fısıldamasını sa layan kaynak ile anlatılabilir. Bugün dahi ilkokulla-
rın üst sınıflarında dünya tarihinin okutulu u çok hatalıdır. Ö retmenlerin pek ço u tarih 
dersinin amacının sadece tarihleri ve olayları ö retmekten ibaret oldu unu sanıyorlar. Bir 
sava ın ba langıç veya bir mare alin do um, bir hükümdarın tahta geçi  tarihlerini bilmek hiç 
önemli de ildir. Tarih okumak, tarihsel olayları do uran ve gerektiren sebepleri ö renmek ve 
ara tırmaktır. Okumadaki esas ustalık  uradadır: Esaslı olanı saklamak, ayrıntıları ise 
unutmak. 
Ben, ders göstermede ve imtihanlarda bu hususu son derece önemli bulan bir tarih 
ö retmenine rastlamı  olmanın etkisi altında kaldım. Bu ö retmen Linz Realschule'sindeki 
doktor Leopold Poetsch idi ve bu meziyetleri  ahsında toplamı tı. Sert görünü lü, fakat içi 
iyilikle dolu saygıde er bir ihtiyardı. Göz kama tırıcı görünü ü bizi etkiliyor ve pe inden 


sürüklüyordu. Ders verirken bize içinde bulundu umuz zamanı unutturan ve bütün sınıfı 
sihirli bir  ekilde geçmi in derinliklerine götürüp, orada yüzyıllarca sislerin altında kalmı  
birtakım tarihsel olaylara canlı bir gerçeklik kazandıran, bu saçları kırla maya ba lamı  
adamı, bugün bile büyük bir heyecan ile gözlerimin önüne getiririm. Biz ö renciler, 
zihinlerimiz açılmı , sinirlerimiz gerilmi , gözlerimizden ya lar gelecek kadar heyecanlı bir 
biçimde bu adamın dersini dinlerdik. 
Bu ö retmen sadece geçmi i, hal ile aydınlatmakla, gözler önü ne sermekle kalmazdı. O 
geçmi ten, bugün için dersler çıkarmada usta idi. Bizi heyecan içinde bırakan günün 
davalarım gayet iyi anla tirdi. Bizim milli ba nazlı ımızdan e itim yolları buluyordu. Ço u 
zaman, sınıfta düzeni sa lamak için milli hislerimize hitap eder ba ka çarelere ba vurmazdı. 
Böyle bir ö retmen, tarihi en çok sevdi im bir ders yaptı. Ayrıca beni, genç bir devrimci 
yaptı ı da bir gerçektir. Fakat hemen  unu belirteyim: 
Kim Alman tarihini böyle bir ö retmenden okur ve ö renir de, milletin kaderi üzerinde yıkıcı 
oldu u görülen bir hanedanın dü manı olmaz? Geçmi  devrin ve bugünün, adi ve  ahsi 
menfaatler u runda Almanya'nın menfaatlerine daima hıyanet eder diye ortaya koydu u bir 
hanedanın kim sadık toplumu olabilir? Biz genç oldu umuz halde Avusturya'nın, biz 
Almanlar için hiçbir sevgisi olmadı ını ve olmayaca ını biliyorduk. Günlük olaylar 
Habsburgların davranı ları hakkında tarihten çıkan dersleri do ruluyordu. Yabancı zehirler, 
kuzeyde ve güneyde milletimizin bozulmasına yol açıyor, Viyana bile her geçen gün bir 
Alman  ehri olmaktan uzakla ıyordu. Avusturya hanedanı her hareketi ile Çeklerin i lerine 
yarıyordu. 
Avusturyalı Almanların dü manı Grandük Franz Ferdinand'ı ölümsüz hak ve aman vermez 
ceza ilahının yumru u yere vurmu tur. Tanrı namludan çıkmasına izin verdi i kur unlarla onu 
delik de ik etmi tir. Ferdinand, Avusturya'nın Slavla tırılması faaliyetini himaye ediyordu. 
Alman milletinin yükü pek a ırdı. Ondan istenen para ve kan fedakarlı ının haddi hesabı 
yoktu. Gerçi kör olanlar bile bunun faydasızlı ım anlıyorlardı. Bizi en çok üzen nokta, 
Habsburgların bize kar ı manen korunmakta olması idi. Almanya köhnemi  monar i  
idaresinde Cermen ırkının yava  yava  da olsa kökünün kazınmasını adeta uygun buluyordu. 
Hanedan, dı a kar ı Avusturya’nın  bir Alman Devleti oldu u intibanı uyandırırken, öte 
yandan 
Ona kar ı  isyan ve kin hislerini besliyordu. Bütün bunların farkına 
Sadece  Reich'ı idare edenler varmıyorlardı. Renk körlü üne yakalanmı  gibi , bir cenazenin 
yanı ba ında yürüyorlar ve koku ma alametleri arasında bir defa öldükten sonra dirilmeyi 
bulduklarını sanıyorlardı. Genç Reich ile çürük Avusturya Devleti arasındaki bu 
Üzücü anla ma dünya sava ının ve yok olmanın tohumlarını etrafa saçıyordu. 
Bu kitapta, bu meseleye pek geni  bir  ekilde temas edece im.  imdi hemen  unu  belirteyim 
ki, gençli imden itibaren bazı esaslı  fikirlere sahip olmu tum. Daha sonra bu fikirlerim 
gittikçe geli ti. Alman ırkının  kurtulu u Avusturya'nın yok olmasına ba lı idi. Esasen milli 
hisle bir  hanedana ba lılık arasında bir ilgi göremiyordum. Evet özellikle Habsburg hanedanı 
Alman milletinin mahvına sebep olacaktı.    te  bundan dolayı  u duyguyu ta ıyordum: 
Vatanım olan Alman Avusturyası'na ate li bir sevgi, Avusturya Devleti'ne kar ı ise sonsuz bir 
kin... 
Zaman ilerledikçe okula borçlu oldu um bu dü ünceler ve genel tarih sayesinde, günümüzde 
tarihin tesirini, yanı siyaseti anlamam kolayla tı. Tarihi ö renmek için benim çaba sarf 
etmeme gerek yoktu, o bana kendisini ö retecekti. 
Politikada zamanından önce devrimci oldu um gibi, sanat alanında da yenilik pe inde 
ko maktan kendimi alamadım. Yukarı Avusturya'nın ba kentinde,  öyle böyle bir tiyatro 
vardı. Pek fena de il denebilecek bu tiyatroda sık sık temsiller veriliyordu. Henüz on iki 
ya ımda iken ilk defa bu tiyatroda Guillaume Tell'i seyrettim. Birkaç ay sonra da hayatımın 
ilk operasını gördüm: Lohengrin. Birdenbire büyülenmi  gibi oldum. Bayreuth üstadına kar ı 


kabaran gençlik heyecanıma ve galeyanıma diyecek yoktu. O günden beri, her zaman eserleri 
beni mest etti. Küçük bir yerde bu temsillerin bana ilerde çok daha güzellerini dinlemek 
alı kanlı ını vermeleri gerçekten benim için büyük  anstı. 
Fakat bütün bunlar, babamın benim için tasarladı ı memuriyet hayatına kar ı bende daha çok 
nefret uyanmasına yol açtı. Bir memur kılıfına girmekle hiçbir vakit mutlu olmayaca ıma 
kuvvetle inanmaya ba ladım. Realschule'de ortaya çıkan desinatörlük kabiliyetim, bana 
kararımda direnmeme yardımcı oldu. 
Babamın ricaları bir yana, tehditleri de kararımı de i tirmeye yetmedi. Evet, ressam olmak 
istiyordum. Ne olursa olsun, asla memur olmayacaktım. 
Bu arada günler geçtikce mimariye kar ı daha çok ilgi duymaya ba lıyordum, O zamanlar, 
mimariyi resim sanatının tabii bir tamamlayıcısı sayıyordum. Böylece sanat faaliyetimin 
sınırlarının geni lemesine seviniyordum. Fakat sonunda i in bamba ka bir  ekil alaca ı hiçbir 
zaman aklımın ucuna gelmiyordu. 
Benim için meslek problemi, tahmin etti imden çok daha kıs, ı bir süre içinde çözülecekti. 
Çünkü,babam daha ben on üç ya ını dayken ansızın vefat etti. Bir felç darbesi, babamı en 
güçlü döne-minde iken yere vurdu. O dünyadaki hayatını acı çekmeden son.ı erdirdi. Fakat 
bizi büyük bir üzüntünün içine attı. Babamın en bu yük iste i, o lunu, kendisinin ilk 
günlerinde çekti i yokluklardan kurtarmak için bana meslek sahibi olmamda yardım etmekti. 
Bu iste ini gerçekle tiremedi. Fakat bilinçsiz bir biçimde benim içime, ikimizin de 
aklımızdan geçirmedi imiz bir gelece in tohumlarını ekmi ti. 
îlk önceleri hiçbir  ey de i medi. Annem ö renimime, babamın istedi i  ekilde devam 
etmeye, yani beni memur yapmaya kendini borçlu saydı. Ben ise memur olmamaya her 
zamankinden daha çok azmetmi tim.  lkokulun yüksek sınıflarının ders programları, 
idealimden uzakla tıkları oranda, okumaya kar ı olan ilgim de azalıyordu. Birkaç hafta süren 
hastalı ım, benim gelecekteki meselelerimi çözümledi ve bütün aile anla mazlıklarına son 
verdi, Ci erlerim feci  ekilde hasta idi. Doktor anneme beni, gelecekte bir kalem odasına 
kapamamaya ve özellikle en az bir yıl Realsc-hule'deki ö renimime ara vermeyi ö ütledi. 
Gizli isteklerimin ve daha da kararlı mücadelelerimin hedefi böylece bir hamlede sa lanmı  
oluyordu. 
Hastalandı ım için annem Realschule'yi bırakarak akademiye giymeme rıza gösterdi. Bunlar 
mutlu günlerdi. Bana adeta rüya gibi geliyordu. Gerçekten de ileride rüya olacaktı. Fakat iki 
yıl sonra, flitin ölümü bu güzel tasarılarımı darmada ın ediyordu. Annem , süre ve çok acı 
veren bir hastalı ın esiri olmu tu. Daha ba tan lif kurtulu  ümidi kalmamı tı. Bu darbe beni 
çok etkiledi. Babama saygı ile  ba lanmı tım, annemi ise sevmi tim. Hayatın gerçekleri çubuk 
karar vermeye zorladı. Ailemin esasen zayıf olan geçinme kaynakları, annemin hastalı ı 
dolayısıyla hemen hemen kurumu tu , ilana ba lanan yetim aylı ı geçinmeme yetmiyordu. Ne 
ekilde olursa olsun, ekme imi kendim kazanmak zorunda idim. Bir çanta dolusu elbise ve 
çama ırla Viyana'nın yolunu tuttum, içimde sarsılmaz bir irade vardı. Babam elli yıl önce 
kaderini zorlamayı balkı ı dr babam gibi yapacaktım. Ama ben "adam" olacaktım memur 
de il. 
Canım annem öldü ü vakit gözümün önünde gelece im hakkında bazı gerçekler belirmi ti. 
Annemin ölümünden önceki hastalı ı sırasında ”Güzel Sanatlar Akademisi'n” kayıt olmak 
için Viyana’ya gitmi tim. Kollu umun altında bir sürü "desen'lerle yola çıkarken giri  
imkanını  ba arı ile verece ime yüzde yüz inanıyordum. Çünkü Realschule’nin  en iyi 
desinatörü idim. O günlerde kabiliyetlerim fevkalade geli ti. Öyle ki kendimden pek emin 
oldu um için çok ümitler besliyordum. Kendimi desene verdim ve mimari desenlere kar ı 
istidadım oldu unu zannediyordum. Bu yüzden mimariye kar ı ilgim de artıyordu. On altı 
ya larında iken Viyana'da Hofmuseum'da resim galerisine gittim. Fakat resimleri de il binayı 
seyrediyordum. Her gün sabahtan ak ama kadar merakımı çeken  eylerin etrafında 
dola ıyordum. Artık beni binalar ilgilendiriyordu. Saatlerce opera binasının önünde duruyor, 


saatlerce parlamento binasını dalgın dalgın seyrediyordum. Ringstrasse bana bin-bir gece 
masalları gibi geliyordu, i te bu kentte ikinci defa bulunuyordum ve sabırsızlıkla, fakat 
ma rur bir  ekilde imtihanın sonucunu bekliyordum. Fakat akademi sınavında ba arılı 
olamadım. Haber beni yıldırım çarpar gibi çarptı. Reddedilmeme bir türlü inanamıyordum. 
Rektörle görü meye karar verdim. Akademinin resim  ubesine kabul edilmeyi im  öyle 
açıklandı: Sınavda verdi im desenler, resim sahasında kabiliyetsizli imi ortaya koyuyordu. 
Fakat akademinin mimarlık bölümüne girmem mümkündü. Çünkü sevdi im desenler mimari 
alanda, bazı imkanlar arz ediyordu. Bitik bir halde idim. ilk defa kendimden  üphe 
ediyordum. Belki buna sebep kabiliyetim hakkında söylenen sözlerdi.  imdi, bu sözler bende 
bir nevi dengesizlik oldu u dü üncesini uyandırıyordu. Bir türlü bu halin sebebini çözemiyor 
ve bundan da rahatsız oluyordum. Bir iki gün içinde kendimi mimar olarak gördüm. Gerçekte 
bu da birtakım zorluklarla doluydu. Çünkü Realschule'ye meydan okumak yüzünden 
önemsemedi im  eyler,  imdi benden intikam alıyorlardı. Akademinin mimari bölümünden 
önce in aat teknik derslerini okumak gerekiyordu. Bu dersleri görebilmek için de yüksek bir 
ilkokul ö renimi yapmı  olmak gerekli idi. Oysa bütün bunların bir parçası bile bende yoktu. 
Demek ki hayallerimin gerçekle mesi imkansızdı. Annemin ölümünden sonra üçüncü defa 
Viyana'ya gelmi tim. Bu sıra sükûnete kavu tum. Azimli ve kararlıydım. Kırılan gururum geri 
gel misti. Artık uzun yıllar Viyana'da kalacaktım. Varaca ım hedefi kesin olarak tayin 
etmi tim: Artık "mimar" olacaktım. Kar ıla tı ını zorluklar, alt edilecek cinsten engellerdi. 
Bu engellerin önünde  ba  e ilmezdi. Gözlerimin önünde daima fakir köyümüzde, ayakkabı 
tamircili i yoksullu undan memurlu a yükselmi  sevgili babamın hayali duruyordu. Bu hayal 
bana güç veriyor ve önüme çıkan her türlü engeli paramparça etmek kuvvetini sa lıyordu. 
Mücadelemin  temelinde korkunç bir azim yattı ı için ba arı çok daha kolay olacaktı. i te o 
günlerde, bana alınyazımın bir zulmeti gibi görünen duruma bugün  ükrediyor ve Tanrının 
bana bir yardımı olarak kabul ediyorum. 
Yokluk ve ihtiyaçlar ilahı beni avucunun içine aldı ve bazı kere beni parçalamaya yeltendi, 
i te iradem böyle günlerin çetin mücadelesi ile geli ti ve sonunda ben galip çıktım. Bu günler 
irademi sertle tirdi ve bana sert olma kabiliyetini kazandırdı. Bu bakımdan bu devreye 
minnettar kaldım. Gençli imin bugünlerine, daha çok beni kolay ya amanın hiçli inden çekip 
aldı ı, güzel bir rüyaya çok fazla yüz verilmi  bir sırada uyandırdı ı, endi e üzüntüyü bana 
"yeni ana" diye verdi i, yokluk dünyasının içine attı ı ve böylece ilerde kendileri ile 
mücadele edece im kimseleri tanıttı ı için saygı duyuyorum. 
te bu günlerde Alman milletinin devamı için en büyük tehlike olan ve haklarında henüz 
herhangi bir fikir beslemedi im iki  eyi gördüm: MARKS ZM ve YAHUD L K. 
i te bu andan itibaren Viyana ba kaları için ne e kayna ı olurken benim içinse hayatımın en 
hüzünlü anlarına, kaygı ve üzüntü be  yılına sahne oldu. Bugün bile Viyana'nın adı bana 
sıkıntı 
geçen be  yılın acılarından ba ka bir  eyi hatırlatmaz. Viyana'daki bu be  yıl içinde boyacılık, 
amelelik yaptım. Az kazanç devamlı açlı ımı bir türlü doyurmuyordu. Açlık, benimle her 
payla an bir dost gibi idi. Bunda aldı ım her kitabın payı büyüktü. Operada gördü üm bir 
temsil, ertesi günü yoklu un bana etmesine sebep oluyordu. Bu insafsız dostumla devamlı 
mücadele ediyordum. Gerçi bugünlerde her zamankinden daha çok  eyler ö rendim. Mimari 
alandaki harcamalarım ve aç kalmama sebep olan operaya gidi lerimin dı ında sayıları gün 
geçtikçe artan kitaplardan ba ka bir e lencem yoktu. Çok, pek çok okuyordum, i im bittikten 
sonra arta kalan zamanımı sürekli olarak okumaya ve incelemeye ayırıyordum. Birkaç yıl 
sonra kendim için meydana getirdi im bilgiler bugün bile hâlâ i ime yaramaktadır. 
Hemen  unuda belirteyim ki, hareketlerimin sarsılmaz temelini meydana getiren dü üncelerim 
bende daha o günlerde bir  ekil almı tır. Daha sonra bu dü üncelerime pek az  eyler ekledim 
ve hiçbirini de i tirmedim . Bugün kesin biçimde  una inandım ki, bir insanda yaratıcı dü-
üncelerin en büyük bölümü genellikle gençlik ça larında kendim gösterebiliyor. 


Ben, ya lı kimselerin derin ve uzun bir hayatın tecrübelerinden do an bir basiretle geli en akıl 
ve hikmetlerini, çe itli fikirler yayan, fakat çok olu ları dolayısıyla bunları uygulamaya 
imkanları olmayan gençli in yaratıcı dehasından farklı bulurum. Gençlik bazı malzemeler 
toplar ve gelecek için planlar yapar. Olgunluk devresi, yani yılların getirdi i o sözde akıl ve 
hikmet, gençli in dehasını öldürmedi i oranda, genç nesiller bu malzeme ve planlardan 
faydalanırlar. 
Bu ana kadar evde geçen hayatım, bütün gençlerin hayatlarına benziyordu. Yarın ne olacak 
dü üncesi beride yoktu. Bu sıralar bir sosyal mesele ile de kar ı kar ıya de ildim. 
Gençli im küçük burjuvalar arasında geçmi ti. Bu sınıfın kol i çilerine kar ı üstünlü ü yok 
denecek kadar azdı. Fakat aralarındaki dü manlık son bulmuyordu. Dü manlı ın sebebi de, 
her  eyden yoksun ve münasebetlerindeki kabalık göze batacak kadar çok olan bu i çi sınıfını 
pek az da olsa a mı  bulunanların, tekrar o seviyeye inme korkusu veyahut da hâlâ bu sınıfa 
dahilmi  gibi sanılmaktan çekinmeleri idi. Bu sosyal seviyeyi bir defa geçmi  olan alçak 
gönüllü durumdaki kimseler için bile, kısa bir süre de olsa tekrar o yen-inmek çekilmez bir 
zorunluluk olur. 
Ço u zaman yüksek bir sosyal seviyedeki kimseler, kendi vatanda ları arasında basit 
seviyelerde kalmı  olanları, sonradan görmü  olanlara kıyasla daha az kötülerler. Burada 
sonradan görmü , olarak vasıflandırdı ım sınıf, kendi imkanlarını kullanarak durumu nü 
düzelten kimselerin toplulu udur.  te bu toplulu a dahil bu kimse hayatın her türlü acılarına 
muhatap oldu u için, geride bira]. tı ı basit sınıf mensuplarına kar ı her türlü acıma hissim 
unutmıi
1
.. tur. 
Kader bana bu hususta yardımcı oldu. Çünkü, babamın önceleri tatmı  oldu u sefalet ve her 
türlü maddi imkansızlıklara tek dönmek zorunda kalınca, küçük burjuva olarak aldı ım 
terbiyeni dar görü lerinden ve de erlendirmelerinden sıyrıldım. Böylece m sanları tanımayı 
ve gerçek tarafları ile görmeyi ö rendim. 
Viyana yirminci asrın ba larında sosyal haksızlıklarla dolu kent olmu tu. Servet ve yokluk 
burada yan yana ya ıyordu, Kentin merkezinde ve kenar mahallelerinde, elli iki milyon 
nüfuslu ve çe itli milletlerden kurulu bir imparatorlu un nabzının attı ı görülüyordu. Göz 
kama tıran bir saray hayatı, imparatorlu un öteki bölümlerinin servet ve zekasını bir mıknatıs 
gibi kendine çekiyordu. Bu cazibeye Habsburglar Monar isi'nin sistemli bir görünü  içindeki 
merkeziyetini de eklemek gerekir. Bu merkeziyet, birbirlerine hiç benzemeyen bir sürü milleti 
sa lam bir  ekilde bir arada tutmak için gerekli görülüyordu. Fakat yüksek otoritelerin, 
imparatorun Oturdu u  ehirde toplanmalarına sebep oluyordu. 
Viyana, sadece Tuna Monar isi'nin siyasi, fikri ve sanat merkezi degildi. Aynı zamanda 
ülkenin iktisadi kalbinin attı ı yer olarak da tebarüz ediyordu. Burada yüksek dereceli 
memurlar, yüksek rütbeli subaylar, ilim ve fikir adamları ile sanatkarlar vardı. Fakat bütün bu 
kalabalı a kar ılık bir de i çi ordusu vardı. Aristokrasinin kama tıran varlı ı yanında, 
yoklu un son noktası bir dev gibi Ring caddesinin büyük binalarının önünde yüzlerce, i siz 
bir a a ı bir yukarı gezinip duruyordu. Bu i sizler, Avusturya’nın zafer dolu günlerini 
hatırlatan bu büyük caddenin kanallarının içinde, çamuru kendilerine yatak yaparak 
ya ıyorlardı. Toplumsal dengesizlik Almanya'nın hiçbir kentinde, Viyana'dakinden  daha iyi 
incelenemez. Fakat bu inceleme i i hiçbir zaman sınıflara tepeden bakarak yapılamaz. Bu 
korkunç yoksullu un  ortasına dü memi  bir kimse, Viyana'daki iktisadi durumun  
kötülü ünü anlayamaz. E er bu i e layıkıyla sarılmayıp da i i  ucundan tutarsanız, ancak basit 
bir geveze ve istismarcı olmaktan ileri gidemezsiniz. "Halka do ru gitmek" merakına kapılan 
birtakım  ık kimselerin, fele in yüksek lütfuna kavu mu  olanların ve sonradan görmelerin bu 
yoksulluk için fikir beyan etmeleri, konu maları, ça rı göstermeleri derdin  halledilmesi 
yönünde u ursuzluktan ba ka Bu gibilerin dü ünceleri içgüdüden yoksundur, fakat yinede her  
i i birden kavramak dü üncesine giderler. Sonunda savundukları tezlerin hiçbir i e 
yaramadı ını görünce de  a ırıp kalırlar kendilerinin anla ılmamı  olmalarını, utanmadan 


halkın nankörlü ü olarak vasıflandırırlar. Bu  ekil dü ünen kafalar için bir gerçek olmamakla 
beraber  öyle denebilir: 
HI 
l,ı,iliydin bütün bu konularla hiçbir ilgisi yoktur. Özellikle 
bunlardan dolayı minnettar kalmak gerekmez. Çünkü lütuf ve iane da ıtılmayacaktır. Haklar 
geri verilecektir. 
Ben toplumsal meseleleri bu biçimde inceleme durumunda kalmadım. Koyulmu ların ve 
yenilmi lerin ordusuna kaydolunca, sefalet beni kendisini incelemeye ça ırmaktan çok, beni 
kendisinin uyru u yaptı. E er kobay, ameliyata kar ı durmu  ise suç kobayın de ildir. 
Bugün o günlerime ait hatıralarımı toplamaya çalı tı ımda, bunu tam ba aramıyorum. 
Aklımda sadece belli ba lı olanları, bana pek yakından temas edenleri kalmı . Bunları, burada 
kendilerinden istifade etti im derslerle beraber görece iz. 
i  bulmak benim için hiçbir zaman güç olmadı. Çünkü ekmek paramı kazanmak için usta bir 
i çi gibi de il, yardımcı i çi veya rençper gibi çalı ıyordum. Böyle yeni bir dünyada, 
kendilerine yeni bir hayat düzeni kurmak ve yeni bir vatan fethetmek gibi insafsız bir istekle 
Avrupa'nın tozunu ayakları ile silkeleyenlerin aralarına girmi tim, insanı tembelli e sevk 
edecek görev ve mevki dü üncelerinden, çevre ve geleneklerden yoksun bulundukları için 
önlerine çıkan her yere uzanıyorlar, her i e dört elle sarılıyorlardı. Namusluca çalı manın 
hiçbir kimseyi lekelemeyece ini  biliyorlardı.  te benim için yepyeni olan bu dünyaya, 
kendime bir yol açabilmek için bütün varlı ımla atılmak kararını aldım. Aradan çok 
geçmeden  u nü gördüm ki, herhangi bir yerde i  bulmak, bulunan i te devamlı 
çalı abilmekten daha kolaydı. Günlük ekmekten emin olamama bana yeni hayatın karanlık 
yönlerinden biri olarak gözüktü. 
Usta bir i çinin, herhangi bir rençper gibi i ten sık sık kovul madi ini da tespit ettim. Gerçi 
usta i çi de, çalı tı ı yere tam güvenemiyordu; i sizlik dolayısıyla aç kalmak ihtimaline daha 
az u ruyorsa da, grev veya lokavt tehlikeleri ile kar ıla ıyordu, i çinin günlük ücretinden 
emin olmaması sosyal ve iktisadi hayatın en. korkunç yaralarından biridir. 
Genç köylü çocukları daha kolay para kazanılıyor zannı ile sel re göç ederler. Belki de  ehirde 
para kazanmak daha kolaydır, l'.n gençler büyük  ehirlerin zenginliklerine kapılırlar, ilk 
i indeki k.ı zancı garanti oldu u için,  ehirde, yeni bir mevki elde edebilere, , ümidi do du u 
vakit köyünü terk eder. Ayrıca genç toprak i çi h ziraat i çisi azlı ı dolayısıyla köyde uzun bir 
i sizli in sürmesini' imkansız oldu unu da bilirler.  ehre göç edenler, toprak i çisi olarak 
kalanlara kıyasla daha akıllı ve daha kabiliyetli olan kimselerdir, i te ço u kez elinde birkaç 
para ile  ehre gelen genç köylü, e er hemen i  bulamazsa ümitsizli e kapılmaz. Onu yıkan 
ey, bir i e girdikten sonra i siz kalmasıdır. Çünkü yeni bir i  bulmak, özellikle kı  aylarında 
çok zordur, ilk günler, üyesi oldu u sendikadan bir miktar i sizlik ücreti alır ve biraz da elinde 
bulunan para ile geçinir. Takat i sizlik fonundan aldı ı yardım da kesilip, elde avuçta bir  ey 
kalmayınca büyük bir sefaletle burun buruna gelir. Kendisine ait ufak  tefek  eyleri satar veya 
rehine verip para alır. Bu bereketsiz parada bitince, sa da solda sürünmeye ba lar. Kılık 
kıyafet itibariyle de a a ılık bir mevkie dü er. Kı  kıyamet günü parasız kalı ı, onun belini bir 
kat daha büker. 
Fakat bir süre sonra bir i  bulursa da, akıbet yine aynı olur. Bu hali  birkaç sefer devam eder. 
Sonunda alın yazısına rıza göstermeye alı ır. Aynı  eyin devamlı tekrarı genç i çide bir 
alı kanlık meydana getirmi  olur. 
Böylece önceleri çalı kan olan genç, her i te ve her  eyde kendini salıverir. Bu duruma 
dü ünce de, sadece korkunç kârlar pe inde ko an  ahlaksız adamların oyunca ı haline gelir, 
i te böyle bir genç i çi ekonomik ihtiyaçları u runda mücadele etmenin, devleti  veya 
medeniyeti ortadan kaldırmakla aynı i  oldu u kanaatine varır. Ben bu karara  varmadan önce, 
binlerce i çiyi inceledim. Sonunda genç adamları korkunç bir i tahla kendine çeken ve daha 
sonra onları ö üten ve  kendine göre  ekil veren, nüfusları bir iki milyonu iline nefret 
duymaya ba ladım. Bu i çiler böyle bir manzara içinde kaldıkları  sürece milliyetlerini 
kaybediyorlardı.  


Bende di er  i sizler gibi kaldırımlarda süründüm. Kaderimin her türlü darbelerine  maruz 
kaldım, i  ile i sizli in birbirini sık kovalaması geçinmek için  art olan masrafları ve 
harcamaları intizamsız bir hale sokuyordu. Açlık, kazanmanın kolay oldu u günlerde daha 
lüks bir  hayat ya amaya zemin hazırlıyordu. Vücut iyi günlerde bollu a ve fena zamanlarda 
da açlı a alı ıyordu. Yokluk, para kazanmanın daha kolay olaca ı günlerde i çiyi daha 
düzenli, bir ya ayı  planlamaktan alıkoyuyor, i kence etti i zavallıların gözlerinin önüne 
kolay ve keyifli  ya amanın hayallerini getiriyordu. Bu hayale o kadar çekicilik veriyordu ki, 
sonunda hayali bir istek do uyordu. Ücret biraz imkan sa larsa, her  ey unutuluyor ve ne 
pahasına olursa olsun, bu hayal gerçekle tiriliyordu. Yeni i  bulmu  bir kimse her türlü iyi 
dü üncelerden uzakla ıyor, gününü gün etmeye ba lıyordu, ilerdeki günler için mütevazı bir 
ya ayı  planlayacak yerde, bu imkanı temelinden dinamitliyordu. Geliri ilk günlerde yedi 
günün be ine yetiyordu. Sonraları ise bu üç güne iniyordu. Aradan bir süre geçtikten sonra da 
bir günlük ihtiyacı kar ılıyordu. En sonunda ise bir gecelik e lencede bitiyordu. 
Evde ise ço u zaman kadın ve çocuklar oluyordu. E er koca iyi kalpli bir kimse ise, yani e ini 
ve çocuklarını kendi tarzına göre seviyorsa, bunlar da bu ya ayı a alı ıyorlardı. Bir haftalık 
gelir, evde hep birlikte israf ediliyordu. Paranın yetti i kadar yiyip içiyorlardı. Bu durum, iki 
üç gün sürüyordu. Sonra yine hep birlikte açlı ın acısını çekiyorlardı. Bu sırada kadın sa a 
sola ba vurup, bir parça  eyi veresiye alıyordu. Haftanın son günleri bu  ekilde idare edili-
yordu. Ö le vakitleri herkes hafif bir yeme in etrafında toplanıyordu. Artık hafta ba ı iple 
çekiliyor, hep ondan bahsedilerek, bo  mide ile yeni tasanlar yapılıyordu. 
Çocuklar küçük ya tan itibaren sefaletle yakın bir ahbaplık kurarlar. 
E er erkek hafta ba ları kendi kafasına göre hareket ederse i le ı de i ir. Karısı, çocukları için 
onunla kavgaya ba lar. Evde kavga ek sik olmaz. Erkek karısından uzakla tı ı nispette alkole 
yakla ır. Ar tık koca, her hafta sonu sarho tur. Kadın, kendi ve çocukları için bir yemek parası 
temin edebilmek için, fabrikadan meyhaneye giden yolda kocasının arkasına dü er. Pazar 
veya pazartesi geceleri erke i  sarho , fakat cepleri bo  bir durumda eve gönderdi inde, 
çocukların gözleri önünde acınacak sahneler cereyan eder.  nsanın kemiklerini sızlatan bu 
sahnelere yüzlerce defa tanık oldum, îlk önceleri içimde isyankar bir duygu vardı. Fakat 
sonunda bu acı olayların derin sebeplerinin feci yönlerini te his ettim. Fena bir çevrenin 
bahtsız kurbanlarına acıdım. 
Ev derdi ise daha feciydi. Viyana i çilerinin oturdukları evle ı deki sefalet sözle ve yazıyla 
anlatılacak gibi de ildi, O sefalet dolu inleri içlerinde pisli in aktı ı sı ınakları dü ündükçe 
bugün bile titremekten kendimi alıkoyamıyorum. Bu sefalet ile yoklu un ve çocukların  kötü 
kaderlerinin önü alınmazsa, er geç korkunç ve bu kadar gerekli olan "mukabele"nin davet 
edilece ini hiç akıllarına getirmeden olayların akı ına  uursuz bir  ekilde ilgisiz kalan bu 
be eriyetin hali ne olacaktı? 
i te beni böyle bir hayat üniversitesine yazdırmı  olan Allah'ın lütfuna bugün ne kadar 
minnettar kalsam azdır. Bu gördüklerime ve ho a gitmeyen  eylere ilgisiz kalamazdım. 
Süratle ve esaslı bir  ekilde ö renim yaptım. 
O günlerde etrafımdaki insanların akıbetlerinden ümidimi kesmemek için, onların bu hale 
dü melerinin sebeplerini tetkike lüzum vardı. Ancak bundan dolayı, acı ve ıstırap veren 
sahneleri tetkike ve seyre tahammül edebiliyordum. Göz ya artıcı sahnelere fena kanunların, 
fena tecrübeleri sebep oldu u görülüyordu. 
ste bu günlerde, ben de ya amak için bin bir zorlukla pençele iyordum. Bundan dolayı, bu 
a a ılık hal kar ısında sonu üzüntü bir hissiyata kapılmaktan kendimi koruyordum. Ancak 
meseleyi bu  ekilde görüp, kapamak olmazdı. Bana göre bu feci halin düzeltilmesi için iki  ık 
vardı. Biri, toplumsal sorumluluk duygusundan ilham alınarak geli memiz için çok daha iyi 
ve sa lam temeller atmak , di eri de, artık ıslahı ve e itilmesi imkansız hale gelmi  olan  
çocukları sert ve biraz da kaba bir kararla ortadan kaldırmaktır. 


Tabiatta ender rastlanan herhangi bir yaratık kendi hayatının devamlılı ından  çok, kendi 
neslinin geli mesine önem verir. Bu bakımdan  günümüzün kötü taraflarını düzeltmeye 
u ra mak gereksizdir.         Esasen tam bir düzeltme yapmak imkansızdır. Esasta yapılacak 
|tek i  insanın  do umundan itibaren ele alarak, ona ilerdeki geli melere göre sa lam dikensiz 
yollar hazırlamaktan ibaret olmalıdır. Viyana’daki ızdırap dolu yıllarda  u kanıya vardım: 
Toplumsal faaliyetin hedefi , hiçbir zaman insanları kandırıcı bir refah ve saadet sa lamak 
olmamalıdır.Toplumsal faaliyetin toplumun gerilemesine sebep olan ekonomik ve kültürel 
hayatımızdaki belli ba lı yoksullukları ortadan  kaldıracak yönde olmasına dikkat edilmelidir. 
Gerekli olan kurtulu   tedbirlerini almayanların tereddütleri bir sınıf halkın ahlaksızlı a 
dü mesinden tek sorumlu olduklarına dair, kendilerinde bir duygu  bulunmamasından do ar. 
Bu duygu, onlarda i  yapma azmini de felce u ratır. 
Bu sefalet dolu günlerde beni korkutan  ey, acaba insanların ekonomik yoksullukları ahlakça 
gerilemeleri ve kaba alı kanlıklar edinmeleri mi; yoksa dü ünme kabiliyetlerinin zayıflı ı ile 
kültürsüz olu ları mıydı? Yokluk içinde yüzde bir sefil, Alman olup olmamanın kendisi için 
hiç de önemli olmadı ım ve nerede karnını doyurabilirse, orada ya ayıp, rahat edece ini 
söyledi i vakit, burjuva sınıfına dahil birçok kimse bu duruma isyan etmi tir. 
Gelgeldim, bu duygularla dolu olan kaç ki i vardı? Acaba, kaç ki i yüksek bir ırka mensup 
olduklarını biliyordu? Alman olmanın gururunun kayna ının, Almanya'nın büyüklü ünü ve 
kudretini bilmek oldu unu tahmin edebilen birkaç ki i var mıydı?  u anda biliniyor muydu ki, 
bazı sosyete çevrelerinde bu gurur kayna ı ile alay ediliyordu? 
Belki denebilir ki, bu her ülkede böyledir ve i çi sınıfı, sosyete çevrelerindeki olaylara ra men 
vatan sevgisi ile dolup ta maktadır. Bu iddia do ru olsa bile, Almanların bu korkunç 
ihmalkarlıklarını affettirmez. Kaldı ki bu iddia pek do ru da de ildir. Örnek vereyim: i te 
Fransız milleti... Fransızların a ırıya kaçtı ı söylenen vatan sevgilerinin kayna ı, kültür 
sahalarında Fransa'nın büyüklü ünü ta göklere çıkartmaktan ba ka bir  ey de ildir. Fransız 
genci herhangi bir hususta objektif olarak fikir elde edecek  ekilde yeti tirilmez. O, ülkesinin 
büyüklü ünü ortaya koyacak  eylerin sübjektif de erlerini ö renerek büyür. 
i te böyle bir e itim, daima önemli olan ve herkes tarafından takdir edilen konulara dikkat 
etmelidir. Bu de erli konular, milletin zihnine tekrar tekrar sokulmalı ve çakılmalıdır. Halbuki 
bugün Avusturya ve Almanya'da halkımızın okul sıralarında ö rendi i, milletim yücelten ve 
kendisine gurur veren, bilgi kırıntıları da, siyasi hayatımıza zehir saçan ve onu kemiren 
sıçanlar tarafından tırtıklanır, i çinin kafasındaki bu bilgi kırıntısı, e er daha önce sefalet ta-
rafından yok edilmemi se, o zaman bunu milli ahlakı tahrip eden sıçanlar yiyip bitirirler. 
imdi, iki odalı bir evde yedi ki iden müte ekkil bir ailenin oturdu unu dü ünelim. Be  
çocuktan biri üç ya ındadır. Bu ya , çocukta bilincin olu tu u dönemdir. Hiç kimse, bu 
dönemin hatıralarını ihtiyarladı ı zaman bile unutamaz. Evin dar olu u her zaman rahatsızlık 
do urur. Bundan dolayı kavgalar olur. Normal bir evde kendili inden çözümlenen birtakım 
küçük anla mazlıklar burada büyük kavgalara yol açar. Çocuklar arasındaki kavgalar pek 
önemli de ildir. Kısa bir zaman sonra unutulur. Fakat anne ile baba arasındaki kavga bazen 
adi haller alır. Sarho lu un ve fena davranı ların ne derece ileri gidebilece ini tasavvur 
edebilmek için böyle çevrelere girmek gerekir. Altı ya ında bir çocuk büyük adamları dahi 
hayrete dü ürecek ve onları titretecek birtakım ayrıntıya sahip olur. Ahlaken ve fiziken 
zehirlenen çocuk, okula ba ladı ı zaman, orada yalnızca okuyup yazmayı tahsil eder. Evinde, 
okulundan ve hocasından adi bir dille bahsedilir. Zaten bu gibi evlerde daima devlet 
müesseselerine hürmet gösterilmez. Din, ahlak ve milletle alay edilir. Çocuk, okulu bitirdi i 
vakit, müspet bilgiler hakkında, ya bir ahmaklık ya da saçları dimdik edecek kadar küstahlık 
gösterir. Gözünde kutsal hiçbir  eyi olmayan ve öte yandan hayatın bütün alçaklıklarını 
tahmin eden veya bilen bu herif atılaca ı hayatta ne  ekle girecektir? On be  ya ındaki çocuk 
her otoriteyi kötülemeye ba lar. Çünkü o dü ünce gücünü geli tirecek  eylerden çok, çamur 
ve pisli i görüp ö renmi tir, i te delikanlının erkeklik terbiyesi  öyle olacaktır: O, 


çocuklu unda gördü ünü, yani babasının misalini devam ettirecektir, istedi i saatte eve 
dönecek, kendisini dünyaya getirmi  olan zavallı annesini, babasının yerine  imdi kendi 
dövecek, Tanrı'ya küfredecek ve en sonunda ıslahhanelerden birine dü ecektir. Orada da 
cilalanacaktır. 
Bu sonuç, yani gençlerimizdeki milli heyecanın azlı ı, bizim iyi kalpli burjuvaları hayrete 
dü ürecektir. 
Burjuva daima böyledir. Tiyatro, sinema, adi kitaplar ve gazetelerle, halka zehrin nasıl 
verildi ini görür ve sonunda da halkın ahla-kındaki zaaftan ve bananecilikten hayrete dü er. 
Sanki sinema ve  üpheli basın milli büyüklü ümüzün de erini halka yaymaya çalı ıyorlarmı  
gibi... i te o zamana kadar aklıma gelmeyen  u ilke}
1
! ö rendim: 
Bir kavmi millet haline getirebilmek, daha önce kusursuz ve sa lam bir toplumsal çevre 
yaratmaya ba lıdır. Ki inin e itimi için bu gerekli bir zemindir. Ancak, aile yuvasında ve 
okulda memleketinin fikri, iktisadi ve siyasi büyüklü ünü ö renen bir kimse, o millete 
mensup olmanın gururunu duyabilecek ve tadacaktır, insan ancak sevdi i ve hürmet etti i  ey 
u runa mücadele eder. Hürmet etmek için bilmek  arttır. Toplumsal konulara kar ı ilgim 
uyanınca, bu konuları ciddi bir  ekilde inceliyordum. On ana kadar bende meçhul olan yeni 
bir dünya gözlerimin önüne seriliyordu. 
1909 ile 1910 yılları arasında durumum de i ti. Hayatımı amele olarak de il de ressam sıfatı 
ile kazanıyordum. Bu meslek sayesinde ancak geçinebiliyordum. Fakat yeni mesle im 
sayesinde ak amları yorgun dü mekten kurtulmu tum. Artık  antiyeden döndükten sonra 
yata a kıvrılıp yatmıyordum. Çalı malarım gelecekteki mesle imle ilgili idi. Mecburiyet 
dolayısıyla resim yapıyordum. Zevk için çalı ıyordum. 
Gerçek hayatın ortaya koydu u derslerle, toplumsal konular hakkında kar ıla tı ım  eyleri bu 
gerekli nazari bilgilerle tamamlama imkanını buluyordum. Bu konuya dair elime geçen 
kitapların hepsini okuyordum. Hem okuyor, hem de dü ünüyordum. 
O günlerde çevremdeki insanların beni "kaçık" kabul ettiklerini tahmin ediyorum. 
Ayrıca, bunlardan ba ka mimari çalı malara da ihtiras ile kendimi vermi tim. Bunu, müzik 
gibi güzel sanatların bir kraliçesi kabul ediyordum. Mimari sahadaki çalı mam benim için bir 
gerçek çalı ma de il, sanki mutluluktu. Gece geç saatlere kadar hiç yorgunluk duymadan 
okuyup, desen yapıyordum. Hedefe varmam için uzun yıllar beklemem gerekti ini görmeme 
ra men, güzel hülyam bu konudaki inanı ıma kuvvet veriyordu. Mimar olarak ün kazana-
ca ıma dair tam bir kanaatim vardı. 
Bu zevkli çalı mamın yanı sıra, siyasete gösterdi im ilgi, pek büyük bir anlam ta ımıyordu, 
tam tersine bu i i, dü ünme kabiliyeti olan her yaratı ın mecbur oldu u ilkel bir görev 
sayıyordum. Halbuki siyaset alanında bilgisi olmayan bir kimse her çe it ele tiri veyahut 
herhangi bir görev yapma hakkını kaybederdi. Bu alanda da çok okuyor ve çok 
dü ünüyordum. Benim için okumak, sözüm ona dü ünürlerimizin bir bölümünün ifade etti i 
anlamla aynı de ildi. 
Bazı kimseler vardır ki, bunlar hiç ara vermeden kitap okurlar. Okuduklarından bir netice 
çıkarmaksızın devamlı okuyup dururlar. Bu kimselerde bir yı ın bilgi yardır. Fakat beyinleri 
bu bilgileri bir esasa göre tasnif edip de erlendiremez. Bir kitabın bütün içeri ini adeta 
ezberlerler. Kabiliyetleri, okudukları kitabın içinden ayrıntıyı atıp, esası zihinlerinde tutmaya 
ve bu bilgi özünü ilerde kullanmaya yetmez. Kitap herkesin kendi mesle inin veya idealinin 
tespit etti i muayyen bir sınırı doldurmak için de erli bir vasıtadır. Kitaplar hayat 
mücadelesine atılmı  olanlara veya büyük ideal sahiplerinin geni  ufuklarına, yani ufuklar 
katmakta yardımcı olurlar. Demek ki okumak bir gaye de ildir. Okumanın ve bilgi edindikten 
sonra mütalaada bulunmanın hedefi, dünya hakkında genel bir fikre ve görü e sahip olmaktır. 
Sistemli biçimde okuyarak elde edilecek bilgiler, bir mozaik parçası gibi yerine 
yerle tirilmelidir. Böylece kitap okuyanın zihninde dünya hakkında genel bir fikir meydana 
getirilmelidir. Yoksa okuyucunun kafasında büyük bir de erden yoksun bir bilgi salatası 


meydana gelmemelidir. Bu bilgi salatası sahibine bir gurur vesilesi olsa da, herhangi bir i e 
yaramaz. Kafalarının içinde bilgi salatası ta ıyan kimseler, kendilerinin çok  eyler bildiklerine 
hükmederler. Fakat bu gibi kimselerin hayatları ya bir hastanede ya da politika çukurunda son 
bulur. 
Böyle karmakarı ık bilgi ve fikirlerle dolu beyin, istedi i bilgiyi, kendisine gerekli oldu u an, 
bu kalabalı ın içinden tutup çıkaramaz. Çünkü beyindeki bilgi tortusu hiçbir elemeye tabi 
tutulmamı tır. Sadece okunan kitapların içerdi i bilgilerle beraber bir sürü ayrıntı üst üste 
yı ılıp kalmı tır. 
Bu gibi zavallı yaratıklar kar ıla tıkları zorunluluklar sırasında okuduklarından 
faydalanacakları akıllarına gelse bile, ancak kitabın adım, sayfa numarasını ezbere bilmeleri 
gerekir. Aksi halde bu gibi kimseler i lerine yarayacak bilgileri hayatları boyunca bulamazlar. 
Buldukları anda da i  i ten geçmi  olur. 
i te, hükümet üyelerinin büyük ilim sahibi olmalarına ra men, hata çukuruna 
yuvarlanmalarının sebebini ba ka yerde aramaya gerek var mıdır? 
Bir kitap veya dergide, gazetelerde veyahut bir bro ürde kendi özel  ihtiyaçlarına cevap veren 
bir malzemeyi görüp, ayrıntının arkasından çekip alabilen kimse, okumayı bilen, okudu unu 
anlayan kimsedir. Bu kimsenin kendisi için faydalı oldu unu anladı ı bilgi özü , herhangi bir 
husus için, derhal zihinde olu an hayalin içinde yerini bulur. Bu bilgi özü ya o dü ünceyi ya 
da hayali tamamlar veya düzeltir, veyahut da onu açıklı a kavu turur. 
Okumayı bilerek yapmı  olan kimse hayat mücadelesi sırasında imi bir  eyle kar ıla ırsa, 
hafızası yıllar önce de olsa çok eskiden elde etti i fikir ve bilgiyi onun zihnine getirir. 
Muhakeme sahibi olan kimse de derhal bu bilgi ve fikirleri mantı ına göndererek olay kar-
ısında tavır alır. i te okuma böyle yapılırsa bir yarar sa lar. 
Örne in bu  ekilde hareket etmeyen, daha do rusu edemeyen bir konu macı, kendisini 
dinleyenlerden birinin yapaca ı itiraz kar ısında  a ırıp kalacaktır. Hatta hatta bu konu macı 
haklı bile olsa, o sıra acı içinde kıvranacaktır. Bu kimse ne savundu u fikirler için delil ve 
tamamlayıcı bilgiler bulabilir ne de itiraz eden kimseyi susturabilecek haklı ve do ru bilgiler 
gösterebilir. Bu durumun ki isel sorumluluklar söz konusu oldu unda bir zararı yoktur. Ancak 
felek bu gibi kimseleri milletin ba ına bela ederse, i te o zaman tehlike belirir. 
Ben küçük ya ımdan itibaren okurdum, yani iyi okumaya alı tım. Bu i te hafızam ve aklım 
bana büyük çapta yardımcı oldular. Bu sayede Viyana'da geçen günlerim benim için çok 
verimli oldu. Her gün gördü üm yeni manzaralar beni devamlı olarak incelemeye ve okumaya 
itti. Gerçe i nazari olarak, nazariyatı ise gerçekle tetkik, tahkik ve tahlil etti im için, kuramsal 
bilgilerle kafamı doldurmadım. Günlük tecrübelerim toplumsal meselelerden ba ka, iki büyük 
husus hakkında da kesin bir fikir verdi. 
Böylece ben onları çok ince bir  ekilde tetkik ve tahlil ettim. 
Gençli imde Sosyal Demokrasi hakkındaki bilgim çok azdı ve tamamen yanlı tı. Sosyal 
Demokrasi'nin gizli oy usulü için yaptı ı mücadele beni memnun ediyordu. Çünkü bu usul ile 
tiksindi im Habsburglar rejiminin çökece ini tahmin ediyordum. Ben Tuna Devleti'nin 
Cermenli i gözden çıkarmazsa ayakta kalamayaca ına inanıyordum, fakat nüfusun içindeki 
Alman unsurunun Slavla tırılması da hiçbir güvence vermeyecekti. Keza Slavizmin bir 
topluma verdi i aynı cinsten olma kuvvetini gözümüzde büyütmemeliyiz. Sözün kısası nüfusu 
10 milyon olan ve vatanda ları arasındaki Cermen ırkını ölüme mahkum eden bu devletin bir 
an evvel yıkılmasını ve aynı zamanda bu yıkılma i ini çabukla tıracak her hareketi 
destekliyordum. Dillerin çe itli olu unun do urdu u karga alık parlamentoyu nasıl zayıflatır 
ve zaafa u ratırsa, bu hükümetin yıkılma anı da, o kadar çabuk olacaktı. Bu an Alman 
Avusturya'sının hürriyet anı olacaktı. Artık Avusturya'nın anavatan Almanya ile birle mesine 
bir engel kalmayacaktı. Bu bakımdan Sosyal Demokratların hareketleri ve tutumları benim 
dü üncelerim yönünden çok iyiydi. Sosyal Demokratların i çi lehinde çalı maları o günlerde 
benim ho uma gidiyor ve bu yüzden beni bu partinin sempatizanı olmaya zorluyordu. Beni bu 


partiden uzak tutan husus ise, Sosyal Demokratların Avusturya sınırı içindeki Germenlerin 
muhafaza edilmesi için yapılan mücadeleye kar ı çıkması idi. Halbuki Slav komünistleri, 
Sosyal Demokrasi'nin bu tutumunu sevinçle kar ıla malarına ra men, ba ka hususlarda bu 
partiye kar ı çok küstah ve gaddar davranıp tepeden bakıyorlardı. Böylece bu siyasi 
dilencilere hakları olan cevabı vermi  oluyorlardı. 
On yedi ya ımda iken "Marksizm" hakkında da henüz bende bir fikir olu mamı tı. Sosyal 
Demokrasi ile Sosyalizm'e hemen hemen aynı manayı veriyordum. Sosyal Demokrasiyi 
gösterilerinin bir seyircisi olarak tanıdım. Bu hususta bir fikrim olmadı ı gibi, üyelerinin 
zihniyetlerini de bilmiyordum. 
Sosyal Demokratlarla ilk münasebetim, bir  antiyede oldu. Açlıktan ölmemek için i  
arıyordum. Gelece imden endi e ediyordum. Bu yüzden de çevremle ilgilenmiyordum. Fakat 
bir olay beni bu tarafa sürükledi: Bana sendikaya kayıt olmamı emrettiler. O zamanlar 
sendikalar hakkında bir bilgi sahibi de ildim. Sendikaların i çilere faydası veya zararı 
hakkında bir fikrim yoktu. Fakat, kesin olarak sendikaya girmem emredilince, bu konuda bir 
bilgim olmadı ını ve özellikle ne olursa olsun, hiçbir  eye ba lanmak istemedi imi belirterek 
daveti reddettim. E er hemen kapı dı arı edilmemi sem bu ileri sürdü üm birinci sebepten 
dolayı idi. Herhalde bir iki gün içinde her  eyi ö renece imi ve kendilerine ba lanaca ımı 
sanıyorlardı, fakat tamamen yanılıyorlar di. Önceleri sendikaya girmem bir parça imkan 
dahilinde idiyse de, iki hafta sonra bu ihtimal de ortadan kalkmı tı. Gerçekten bu kısa süre 
içinde çevremdekileri pek iyi tanımı tım. Beni, dünyada hiçbir kuvvet, temsilcileri bana bu 
kadar ters gelen bir te kilata sokamazdı, îlk önceleri kendi kendime dükündüm.  antiyede 
çalı ırken ö lenleri, i çilerin bir kısmı a çı dükkanlarına giriyor, di er bir kısmı da  antiyede 
kalarak sefilane bir yemek yiyordu. Bunlar daha çok evli olan i çilerdi. Kadınlar da kaplar 
içinde çorba getirerek karınlarını doyurmaya çalı ıyorlardı. Bin bir parça ekmek, biraz sütle 
ö le yeme imi yerken etrafımı da inceliyordum, incelemelerim sırasında ö rendi im  eyler 
insanı isyana te vik edecek mahiyette idi. Her  ey inkar ediliyordu. Millet, kapitalist sınıfların 
bir uydurmasıydı. Vatan, i çi sınıfını sömürmek için burjuvazinin vasıtası idi. Kanunlar i çiyi 
ezmek için vazediliyordu. Din, milletleri istismar etmek için uydurulmu tu. Ahlak, ahmakça 
bir sabır prensibi idi. Her temiz  ey, çamura batırılıp çıkarılıyordu. 
Önceleri susuyordum. Sonraları susmaya çalı tım. Fakat buna devam edemedim. Adi 
iddialara cevap vermeye ba ladım. Fakat cevaplarımın tatminkar olması için, açık ve kesin 
bilgi sahibi olmam gerekti ini anladım. Bunun üzerine pe  pe e kitap ve bro ür okumaya 
ba ladım. Arkada larımın fikirleri hakkında geni  bir bilgiye sahip olmaya ba ladım. Fakat 
onlar akıl ve mantıkla mücadele edebilecek kimseler de ildiler. Beni  antiyede i  sırasında bir 
iskeleden a a ıya yuvarlamakla tehdit ettiler. Bunun üzerine  antiyeden nefretle uzakla tım. 
Kısa bir zaman sonra inadım nefretime galip geldi. 
antiyeye geri döndüm. Aynı zamanda parasız da kalmı tım. 
i te o zaman kendime sordum. Bu adamlar bir millete mensup olmaya layık mıdırlar? 
Sorunun cevabı "evet" ise en iyilerin böyle bir azaba katlanmalarını bir millet haklı 
gösterebilir mi? "Hayır" denecekse milletimiz insan bakımından zayıf ve fakir denecek 
durumdadır. 
Bu sıralarda bir gösteriye katıldım, iki saat oldu um yerde kalıp nefesimi tutarak i çilerin 
dörder dörder geçmelerini sabırla seyrettim. 
Evime dönerken, Avusturya Sosyal Demokrat Partisi'nin organı olan Arbeiterzeitung'u 
gördüm. Bu gazeteyi kahvelerde ancak iki dakika kadar sabır göstererek okuyabildim. Bu 
sefer içimden gazeteyi almak geldi. 
Yalan dolu yazıların bende uyandırdı ı nefrete ra men, o geceki zamanımı bu gazeteye 
ayırdım. Böylece Sosyal Demokratların kendi gazetelerindeki fikirlerini, nazariye üstatlarının 
yazdıkları kitaplardan daha iyi inceleme fırsatını buldum. Ne büyük fark vardı... Bir tarafta, 
içinde peygamberlerin sözlerim hatırlatan gayet derin bir akıl ve hikmet ürünü imi  gibi 


hürriyet, namus ve  eref mefhumları bulunan kitaplar... Di er tarafta da hiçbir alçaklıktan 
korkmayan her türlü çamur ve iftirayı saçmayı pek tabii sayan, yılan gibi bir dil ve üslûp... 
i te bu insanlı ın kurtulu unu isteyen basındı. Sonunda anladım ki, kitaplar, ahmaklar ve 
aydın ki iler için, gazeteler ise halk içindi. 
Ben, Sosyal Demokratların doktrinini derin derin inceledi imde kendi milletimi görmeye 
ba ladım. 
Eskiden bana a ılması imkansız bir uçurum gibi görünen  ey,  imdi daha büyük bir sevgiye 
yol açtı. 
Gerçekte ancak, ahmak olan bir kimse bu büyük zehirleme i ini bildi i halde, kurbanları 
kabahatli görebilirdi. Günler geçtikçe iradem ba ımsızlı ına kavu tu ve Sosyal-
Demokratlarım ba arı sırlarını çözmeye ba ladım. O günlerde kızıl yayınlardan ba ka bir  eyi 
okumamamın, kızılların düzenledikleri toplantılardan ba ka bir mitinge katılmamamın 
sebebini derhal çözdüm. Sefalet dolu çevremde, bu hiçbir  eye izin vermeyen doktrinin 
münaka a götürmeyen Sonuçlarını gördüm. Toplum ancak kuvvetli  eyler kar ısında e ile-
bilir. Nasıl kadınlar zayıflara baskı yaptı ı halde, kuvvetli olanın kar ısında diz çökerlerse; 
topluluk da otoriteyi, zayıfa tercih eder. Topluluklar, ho görü kar ısında, daima bir vazgeçme 
alı kanlı ına kapılırlar. Bunun için, topluluk üzerinde fikri bir baskıya ba vurulmalıdır. 
Topluluk insani alı kanlıklarım kullanmamalıdır. Bu baskı topluluk tarafından pek fark 
edilmez. Böylece topluluk doktrinin hatalarını da görmez ve sezmez olur. Topluluk, dı  
görünü  itibariyle kuvvet ve baskının sonuçlan ile kar ıla ır ve ona tam olarak ba lanır. 
Bunun için Sosyal-Demokratların kar ısına çıkacak olan bir ba ka parti, ancak rakibinden çok 
daha sert ve kuvvetli hareket ederse ba arıya ula abilir, iki yıl içinde gerek Sosyal 
Demokratların tutumlarını, gerekse bu partinin oyunca ı haline gelen halk kitlesinin ruhunu 
anladım. 
Sosyal Demokratların faaliyetlerinin burjuva sınıfı üzerinde yarattı ı deh eti gördüm. Burjuva 
sınıfının bu hareket ile mücadele etmeye ne ahlakı, ne de kuvveti yeterli idi. Oysa Sosyal 
Demokratların adeti, kendi faaliyeti için en büyük tehlike görünen kimseleri, sinirleri 
darmada ın edecek  ekilde bir yalan ve kuru iftira bombardımanına tutmaktı. Bu korkunç 
taarruz, o  ahısların aya a kalkamayacak  ekilde yere serildikleri hissedilinceye kadar devam 
ediyordu. 
Sosyal Demokrasi, de erli kimselere saldırır, muhalif partinin zayıf adamlarını az çok ve gizli 
bir  ekilde metheder. O, iradeden yoksun bir dahiden çok, basit dereceli bir zekaya sahip olan, 
sert tabiatlı bir adamdan korkar. Zeka ve iradeden tamamen yoksun olanları ise göklere 
çıkarır. 
Sosyal Demokrasi, huzuru sa lamak imkanına sadece kendisinin sahip oldu u görü ünü 
yayar. Olayları yakından takip eder. Ya olayların bizzat içindedir, ya da olayların yanındadır. 
E er halkın dikkati bir ba ka yöne çevrilmi  ise, Sosyal Demokrasi derhal bu duruma 
müdahale eder. 
i te bunun için partileri bo an ve yok eden gazlara kar ı daha zehirli ve etkili gazlarla kar ılık 
verilmelidir. Aksi takdirde galibiyet yolunun kapalı oldu u halka anlatılmalıdır. Zayıf 
yaradılı lı kimselere bu durumun bir ölüm kalım mücadelesi oldu u açıkça belirtilmelidir. 
Ben bütün bunları tespit ederken  ahısların toplulu a kar ı duydu u korkunun önemini 
gördüm. 
Her yerde deh et ve korku, aynı derecede bir deh et ve korku tarafından yolu kapanmazsa 
daima ba arıya ula ır, i te o zaman böyle bir parti, istikamet de i tirerek, önceleri hakaret 
etti i, küçük dü ürdü ü devlet otoritesine sı ınır. Ço u zaman da genel bir kararsızlık anında 
iste ine kavu ur. Çünkü daima gerzek beyinli birkaç yüksek dereceli memur, korkularından 
dü manın gelecekte kendilerine iyi muamelesini temin etmek amacı ile ona yardım eder. 
i te bu biçimde bir ba arının halk üzerinde nasıl bir etki yaptı ı hem taraftarlar hem de kar ı 
olanlarca bilinemez. Bunu ancak halkın ruhunu kitaplardan tanımaya çalı anlar de il, hayatın 


içine girenler takdir ederler. Yapay olarak elde edilen ba arı taraftarlar arasında sürdükleri 
davalarının bir zaferi imi  gibi kabul edilirken, yenik dü enler ise ilerde ortaya çıkacak 
direni in ba arı ihtimalinin kayboldu una inanırlar. 
Zamanla kaba kuvvet usullerini ö rendikçe, bu kaba kuvvete hedef olan halk kütlelerine kar ı 
duydu um ho görü de arttı. Bu çetin ve ıstıraplı günlerimde, beni milletime iade ederek 
milletimin özelli ini bana ö retti i ve terör hareketlerinin eleba ıları ile, kurbanlarını 
yakından tanımama fırsat verdi i için Tanrı'ya bin kere  ükrediyorum. Bu yollarını  a ırmı , 
iki gözü de kapalı olan adamların sadece bıçak altına yatmı  birer kurban oldukları kabul edil-
melidir, i te bu rezil sınıfların ruhlarını basit bir iki çizgi ile ortaya koyarken, bu toplulukların 
derinliklerine inildi inde, parıldayan bir ı ı a rastlanacaktır. Ben gözlemlerim sırasında, bu 
sınıfların bireyleri arasında ender de olsa, bazı fedakarlık olaylarına, sadık arkada lık 
hislerine, samimi bir tevazu ile dolu çekingenliklere, insanı  a ırtan  itidalli davranı lara 
rastladım. Bu pırıltılar özellikle ya lı i çiler arasında görülüyordu. Bu parıltılara yeni 
nesillerde ve büyük  ehirlerin çarkları arasında eriyenlere rastlanamıyordu. Ancak tek tuk bazı 
gençler vardı ki, onlar do u tan kazandıkları meziyetlerini muhafaza ederek, hayatın 
kötülüklerine kar ı, hâlâ direniyorlardı, Fakat bu iyi insanlar, e er siyasi faaliyetleri 
milletimizin can dü manlarına kaptırılıyorsa, bunun sebebi, o heriflerin idare etti i partilerin 
kötülüklerim takdir edememelerinden ileri geliyordu. Çünkü hiç kimse bu adi heriflerin ne 
dolaplar çevirdiklerini incelemek zahmetini göstermemi tim. Bu kimselerde kar ı koyma 
iradesi "sosyal sürüklenmelere ma lup olmu tur. En sonunda sefalet onları gırtlaklarından 
yakalayarak Sosyal Demokrasi çamuruna batırmı  ve o çamurun içinde bırakmı tır. 
Burjuvazi i çinin en me ru ve en tabii isteklerine dahi, binlerce defo büyük bir ahlaksızlıkla 
"hayır" cevabı vermi tir, i te bu haksız Direni  kar ısında i çiler sendikalara do ru 
itilmi lerdir. 
Böylece i çi, en basit isteklerine insani bir cevap alamadı ı için sendika  te kilatı ile siyasete 
do ru sürükleniyordu, i çi Sosyal Demokrasi’ye dü man idi. Fakat direni leri defalarca 
sonuçsuz kaldı. Burjuva partileri ise her türlü toplumsal sorunlara kar ı ilgisizdiler. iticinin 
hayat  artları düzeltilmedi, i  kazaları, çocukların ve kadınların çalı maları, kadınların 
hamilelik halleri hiçbir zaman göz önüne  alınmadı. Makineler arasında çalı an i çi her türlü 
emniyet tedbirlerinden uzak bırakıldı. Böylece halk toplulukları Sosyal Demokrasinin  a ları 
içine dü tü. Sosyal Demokrasi, bu üzüntü veren siyasi dü üncelerin sebep oldu u olayların 
hepsinden faydalandı. Buna kar ılık burjuva partiler hatalarını hiçbir zaman düzeltmediler, 
esasen düzeltemezlerdi de... Çünkü her türlü toplumsal yenile me hareketine kar ı  durmakla 
kin tohumlarını etrafa serpmi lerdi. Halkın can  dü manı olanlarının iddialarına, yani i çilerin 
menfaatlerini sadece 
 
Sosyal Demokrat Partisi'nin korudu u yolundaki sözlerine hak verme 
durumu do mu tu. 
Böylece burjuva partileri, sendikaların kurulmasına imkan veren  ahlaki temelleri hazırladı, 
i te bu te kilatlar, Sosyal Demokrat partiye  taraftar toplayan birer kuvvet haline geldiler. 
Viyana'da bulundu um yıllar sırasında ben de ister istemez sendika konusunda bir vaziyet 
almak zorunda kaldım. Sendikayı, Sosyal Demokrat Partisi'nin birbirinden ayrılmaz bir 
parçası kabul ettim. Ama sonunda bu kanaatimin yanlı  oldu unu anladım. Seri olarak 
verdi im bu karardan hemen vazgeçtim.  te bu ana davalarda kader benim gözümü açacaktı, 
ilk kararım tamamen ters çıkmı , altüst olmu tu. 
i çinin en tabii toplumsal haklarım savunacak ve ona daha iyi hayat  artlan sa layacak olan 
sendikalar ile, sınıflar arasındaki siyasi mücadeleyi kızı tıran ve bunu partiye hizmet için 
yapan sendikaları birbirinden ayırt etmeyi ö rendi im zaman henüz 20 ya ında idim. 
Sosyal Demokrasi sendikaların kudretini anladı ve bunu kendi davasına dahil ederek 
ba arısını sa ladı. Burjuvazi ise bu te kilata de er vermedi i için siyasi yerini kaybetti. Hatta 
bu te kilatın normal geli mesine küstahça kar ı koyu la engel olaca ını zannetti. 
Sendikaların, kurulu ları itibariyle vatan fikrim ortadan kaldırdı ını dü ünmek ve bunu iddia 


etmek yanlı tı. Sendika faaliyetleri, milleti meydana getiren sınıflardan birinin (i çi sınıfı) 
toplumsal seviyesini yükseltmek amacını takip ederse, hiçbir zaman vatan ve devlet aleyhine 
hareket etmi  olmaz. Sendika, halkın fizik ve ahlakı sefaletlerini hazırlayan  eyleri ortadan 
kaldırarak ve onlarla mücadele ederek toplumsal yaraları iyi eder. Sonuç olarak sendika 
faaliyeti her durumda ve ne olursa olsun gereklidir. 
Toplumsal anlayı tan yoksun veya hak ve adalet hislerinden uzak kalmı  i  adamları var 
oldukça, halkımızın bir parçası olan i çilerimiz, tek bir te ebbüsün hırsına veya akıl dı ı 
davranı larına kar ı, toplulu un menfaatlerim korumak hakkına sahip olacaklardır. Çünkü 
halkta ba lılık hislerini ve güveni korumak, fiziki ve iktisadi sıhhati kurtarmak, millet 
yararına uygun hareket etmek demektir. 
Ahlaktan yoksun bir bölüm i  adamları, kendilerini topluma yabancı sayarlarsa ve bir sınıfın 
fiziki ve ahlaki durumunu tehdit ederlerse, memleketin gelece i üzerinde olumsuz etki 
yaparlar. 
te bu durum kar ısında herkes kendi çıkarına uygun bir biçimde sonuç almaya kalkı masın. 
Bu hususta hiç kimse serbest de ildir. Kötü niyetli kimseler dikkatleri esas konunun 
üzerinden çekip, ba ka tarafa çevirmek için çalı masınlar. Toplumsal hayata engel olan her 
eyi yok etmek milli menfaatlere uygun mudur, yoksa uygun de il midir? Bu soruya verilecek 
cevap evet ise ba arıyı sa layacak silahlar ile kavgaya katılmak lazımdır. Yoksa ferdi ve bir 
iki ki inin bir araya gelerek yaptı ı cılız çıkı lar hiçbir zaman büyük i  adamının sonsuz 
kudretine set olamaz.  te dikkat edilecek husus buradadır. Gaye hak temin etmek de ildir. 
Esasen hak temin edilmi  ve ele geçirilmi  olsa idi, ortada ihtilaf da olmazdı. Esas gaye en 
kuvvetli olmaktır. 
Halka çok fena muamele yapılır, kanunlara, aykırı hareket edilir Ve haksızlıklara kar ı bir 
kanuni tedbir alınmazsa, anla mazlıkları ancak kuvvet halleder. Bunun için bir araya gelmeli 
ve haklarını arayacak bir temsilci göstermelidirler. 
i te bu bakımdan sendika kurulu ları, bugünkü hayata somut sonuçları ile birlikte daha güçlü 
bir "toplumsal ruh" getirebilirler. Böylece devamlı bir  ekilde toplumsal hayatı sarsan  ikayet 
noktaları etkisiz duruma getirilir. E er bu böyle olmuyorsa, ya toplumsal kanunların yollan 
ustaca manevralarla kesilmektedir, ya da siyasi tesir ve nüfuz sayesinde mevcut kanunlar 
hükümsüz bırakılmaktadır. Siyasi burjuvazi sendika kurulu larının önemini takdir etmedikçe 
veya anlamaz göründükçe ve bunlara kar ı  iddetle direndikçe, Sosyal Demokrasi de bu hor 
görülen hareketi benimsemekte gecikmedi. Sosyal Demokrasi gayet dikkatli bir davranı la, 
sendika hareketinden kendisine sa lam bir zemin hazırladı ve bundan, bühtan geçirdi i 
günlerde istifade etti. Gerçi hareketin derin gayesi zamanla ortadan kalktı ve yerini yeni 
hedeflere bıraktı. Çünkü, Sosyal Demokrat Parti, hiçbir zaman savundu u ve ele geçirdi i 
kooperatif hareket’in  programını dahi korumak için çaba göstermedi ve buna önem vermedi. 
Geçen yıllar içinde toplumsal hakların savunması için kurulan kuvvetlerin hepsi, Sosyal 
Demokrat Partililerin becerikli ellerine geçer  geçmez milli ekonomimizin tahribi ve yok 
edilmesi u runa kullanılmı tır. Artık i çinin en basit hakları dahi dü ünülmez olmu tur. 
Çünkü  ekonomik sahadaki zorlayıcı araçların kullanılması, siyasi huyuna her türlü zulme 
imkan hazırlar. Bu i  için sadece bir tarafta cehalet ve di er tarafta ahmak sürünün mevcut 
olması yeter.  te ortada görülen durumda tam bu  ekilde idi. Geçen yüzyılın son yıllarına  
do ru sendika faaliyetleri ilk amacından uzakla maya ba ladı. Yıllar geçtikçe Sosyal 
Demokrat Parti, i çiler arasına dalarak en sonunda sınıf mücadelesinde bir tazyik aracı haline 
geldi. Bin bir güçlüklere katlanarak kurulmu  olan bütün iktisadi binalar devamlı darbelerle 
yıkılırsa, sonunda iktisadi temellerinden tamamen yoksun kalmı  bulunan devlet binası da 
aynı akıbete u ramaktan kendisini kurtaramaz. Parti, i çinin gerçek ve müphem ihtiyaçlarına 
zamanla daha az ilgi göstermeye ba ladı, istekler ne kadar ço alıyorsa, onlara cevap vermek, 
onları tatmin etmek de o nispette azalıyordu. Halbuki i çinin arzularına kısmen cevap 
verilmek suretiyle, onların kavga kudretini zayıflatmak yoluna gidilebilirdi. 


Çünkü halk arzusu bir kere tatmin edildi mi, kendini idare edenlere körü körüne ba lanır ve 
kavga kuvveti olmaktan çıkardı. 
Fırtınalarla dolu sonuç, sınıf mücadelesini idare eden ve onu körükleyenlere öyle bir deh et 
telkin etti ki, her hayırlı toplumsal reforma el altından  iddetle kar ı çıktılar. Her reform 
hareketine bile bile cephe aldılar. Bu kadar akıl almaz bir davranı ı haklı göstermek 
zahmetine bile katlanmak gere ini duymadılar. 
i te bu hal kar ısında istekler dalgası ne kadar kabarıp yükseliyorsa, o istek dalgasının bir 
parça tatmin ihtimali de o kadar azalıp, kayboluyordu. Fakat bütün döndürülen bu dolaplara 
ra men, i çilere, en tabii ve en küçük haklarına dahi gülünç denebilecek cevapların 
verilmesinin sebebinin, i çinin mücadele ruhunu, kudretini zayıflatmak ve mümkünse bunları 
tam manasıyla felce u ratmak oldu unu, bu sinsi faaliyetin  eytani bir emelin parçasından 
ibaret bulundu unu anlatmak ve açıklamak gerekirdi. Bu durumda her türlü sözün sa layaca ı 
ba arıya hayret edilemezdi. 
Burjuva Partileri, Sosyal Demokrat Parti'nin bu korkunç faaliyetinin sinsi sonuçlarım nefretle 
kar ılıyorlarsa da, bu olumsuz çalı malara kar ılık verebilecek bir davranı a gerek 
görmüyorlardı. Halbuki Sosyal Demokratların iktisadın ezdi i, korkunç sefaletini hafif-
letmekten çekindi i ve aynı zamanda sınıf mücadelesi sırasında silah olarak kullandı ı 
i çileri, burjuvazinin kendi tarafına çekmesi gerekirdi. Fakat burjuvazi hiç ama hiçbir  ey 
yapamadı. Kar ı mevkilere taarruz edece i yerde, kendi bindi i dalı kesti ve kendi kendisini 
tazyik altında bıraktı, i  i ten geçtikten sonra da o kadar de ersiz birtakım araçları imdadına 
ça ırdı ki, sonunda hiçbiri sonuç vermedi ve Sosyal Demokratlar tarafından kolayca saf dı ı 
edildi. Hiçbir  ey de i medi, sadece de i en memnuniyetsizlik oldu. O da gitgide ço aldı. 
Artık serbest sendika, siyasi havaya girince herkesin hayatı üzerinde bir tehlike unsuru olarak 
belirmeye ba ladı. Serbest sendika, milli iktisadın emniyet ve gelece ine kar ı, devletin 
sa lamlı ına kar ı, ferdi hürriyetlere kar ı, korkulacak terör araçlarından biri oldu. 
"Demokrasi" sözünü alaylı ve adi cümleler içinde telaffuz eden özellikle "serbest sendika" 
oldu. 
Bu hürriyete bir hakaretti. Karde lik ve birlik hususu ise  u cümle ile rezil ediliyordu: "Sen bir 
yolda  de ilsen kafan paramparça edilecektir." 
i te görünü te insanlık dostu olan, fakat be eriyeti mahvetme yolunda yürüyen bir insaniyet 
dostu (!) ile böyle tanı tım. Yıllar geçtikçe dü üncelerim geli ti ve hiçbir yönünü de i tirmek 
gerekmedi. Sosyal Demokrasi'nin dı  görünü ünü ne kadar iyi surette incelersem, bu doktrinin 
derinliklerini görebilmek iste im de o kadar ço alıyordu. Bu hususta partinin resmi edebiyatı 
bir yardımda bulunamazdı. Partinin resmi a zı, e er iktisadi konularla me gul oluyorsa, bu 
husustaki konu malar, iddialar ve ortaya konan deliller hiçbir zaman do ru olmuyordu. Parti 
siyasi gayelerinden söz etti i zaman da samimi olmuyordu. 
Bütün bunlardan ba ka çok geli mi  olan mesele çıkarma ruhu ve delillerin ortaya konu  
ekli, bana daima derin tiksinme hissi telkin ediyordu. Derin dü ünceleri, kekeleyici, karanlık, 
hatta anla ılmaz ve manasız ıstıraplarla dolu bir sürü cümlelerle anlatmak isterlerken hiçbir 
fikir kırıntısına rastlanmıyordu. Akıl öyle bir dolambaçlı yollardan ilerliyordu ki, daima 
hedefi  a ırıyordu. Bir insanın kendini rahat hissedebilmesi ve bu sonsuz "dadaisme"* gübresi 
içinde samimi ve gerçek bir durumda bulunabilmesi için ancak büyük  ehirlerdeki o 
"bohem"** ki ilerden olması gerekiyordu. Sosyal Demokrat Parti'nin destekleyicisi olan 
yazarlar pek açık olarak halkın bir kısmının tevazuunu istismar ediyorlardı. Çünkü bu tip halk  
(Dadaisme- 1917 yılına do ru kurulan bir edebiyat ve sanat okulu.bu okulun programları fikir 
ile anlatı  arasındaki bütün ilgileri ortadan kaldırmaktı. Bohem-Günü gününe ya ayan, 
ba ıbo  kimse.) toplulu u herhangi bir  eyi ne kadar az anlarsa, onda o kadar ender gerçekler 
ve de erler buluyorum sanır. 
Böylece bu doktrinin, kuramsal bakımdan yanlı lı ı ve manasızlı ı ile ortaya çıkan gerçekleri 
mukayese edince, takip etti i gizli gaye hakkında geç de olsa açık bir fikir sahibi oldum. 


O zaman  unu anladım, bütün enerjisini kinden alan bir doktrin kar ısında bulunuyorduk. Bu 
doktrin kendi zaferini kazanmak için en ufak teferruatı hesaplamı tı. Zafer kazanıldı ı vakit 
insanlı a öldürücü bir darbe indirilecekti. Hemen bu arada, bu yıkıcı doktrin ile bir milletin o 
güne kadar benim dikkatimden uzak kalmı  olan özel vasfı arasındaki münasebetleri gördüm. 
Sosyal Demokrasinin gizli amacı, ancak Yahudilerin ne olduklarını bilmekle anla ılır. Bu 
Yahudi milletini tanımak, bu partinin hedefi ve niyeti hakkında gözlerimizi kapatan yanlı  
fikirler ba ını koparıp atmak demektir. Yahudileri tanımakla bizi kendine körü körüne 
ba layan bu partinin toplumsal fikri de ildi inde Marksizm'in çirkin ve korkunç bir  ekilde 
gerilmi  yüzü ortaya çıkacaktı. Yahudi kelimesinin bende ilk defa olarak özel birtakım fikirler 
uyandırması, hangi ça da meydana geldi ini kestirmem pek imkansız de ilse de, biraz zor 
olacaktır. Babamın sa lı ında bu kelimenin evimizde telaffuz edildi ini hiç hatırlamıyorum. 
Galiba benim için pek saygıde er olan babam, bu kelimeyi özel bir  ekilde telaffuz e-den 
kimseleri geri kafalı adamlar kabul edecekti. O hayatı boyunca az çok bir kozmopolitli e 
e ilim göstermi ti. Bu e ilim onun gayet sa lam olan milli kanaatlerine ra men dü üncelerine 
hakim olmaktan ba ka, benim üzerimde dahi iz bırakmı tı. Okul sırasında hiçbir  ey beni, 
ailemden aldı ım fikirleri de i tirmeye zorlamadı. Realschule'de genç bir Yahudi çocu u ile 
tanı mı tım. Bu Yahudi çocu una kar ı davranı larımızda hepimiz dikkatli hareket ediyorduk. 
Fakat bu tutumumuza sebep, o Yahudi çocu unun bazı konular üzerindeki ketumlu u 
dolayısıyla bizde pek az bir güven uyandırabilmi  olmasıydı. Esasen ne ben ne de 
arkada larım bu davranı ımızdan özel bir sonuç çıkarmadık. 
Nihayet on dört on be  ya ıma geldi imde siyasetten bahsedildi i sıralarda Yahudi kelimesini 
duymaya ba ladım. Bu sözler ben de az da olsa bir itiraz etme duygusu uyandırıyordu. 
Mezhepler dolayısıyla çıkan kavga ve çeki meleri gördü üm vakit içimde naho  hisler 
kabarıyordu. Bu hal de, beni bu hususta bazı itirazlara zorluyordu. Linz'deki Yahudi sayısı 
azdı ve Avrupalıla malardı. Onları Alman zannediyordum. Bu kanaatin manasızlı ını idrak 
edemiyordum. Almanla Yahudi arasındaki farkın sadece dinler arasında oldu unu 
zannediyordum. Hatta sürekli zulümlere hedef olmalarını, din (arkına veriyor ve bu yüzden de 
kendilerine antipati beslemiyordum. 
i te kafam bu dü üncelerle dolu olarak Viyana'ya geldim. Mimari alandaki kabiliyetimin 
bollu u içine daldı ım ve kendi mukadderatımın a ırlı ı altında ezildi im için, ilk günler 
büyük  ehrin nüfusunu te kil eden çe itli zümreler hakkında gözüme hiçbir  ey takılmadı. O 
günlerde Viyana'da iki milyon ki i ya ıyordu ve bu nüfusun iki yüz bini Yahudi idi. i te ben 
bunun farkında de ildim.  lk günlerde gözlemlerim ve dü üncelerim, yeni de er ve fikirlerin 
giri tikleri hücuma pek o kadar kar ı koyacak kuvvette de ildi. Nihayet içimde a ır a ır 
sükûnet ortaya çıkmaya ba ladı ı ve bu hummalı hayaller açıklı a kavu tu u sıralarda, 
Yahudi meselesi ile burun buruna geldi im an ki, etrafımı çepeçevre saran dünyaya çok daha 
dikkatli bakmaya ba ladım. 
Yahudi meselesi ile kar ıla mamdaki  ekil bana pek ho  gelmedi. Ben o sıralarda Yahudi'yi 
sadece ba ka bir dine mensup bir kimse olarak kabul ediyordum. Dini çeki melerden ve dini 
inanı lardan çıkan her türlü dü manlı ı, ho görü ve insaniyet adına daima kınamaktan da 
kendimi alamıyordum. Bu arada Viyana'nın Yahudi aleyhtarı basının tutumu da bana medeni 
bir milletin örf ve geleneklerine yakı maz gibi geliyordu. Orta ça lara kadar uzanan ve tekrarı 
kanaatimce hiç istenmeyen bazı olayların hatırası aklıma takılıyordu. Esasen bu bahsetti im 
gazeteler, birinci sınıf basın organı olarak kabul edilmiyorlardı. Peki ama niçin bu böyle idi? 
Bunu o günlerde ben de pek bilmiyordum, i te bundan dolayı bu gazetelerin tutumuna hiddet 
ve çekememezli in sebep oldu unu sanıyordum. Bu kanaatimi, büyük basın organlarının 
yayın yolu ile yapılan bu hücumlara kar ılık vermemesi de kuvvetlendiriyordu. Benim takdir 
edip, be endi im husus, bu basının kendi aleyhindeki yayınlara cevap vermeyip, susarak ve 
onlardan hiç bahsetmeyerek onları "sessizlik" ile ortadan kaldırması idi. 


Dünyaca me hur Neue Freie Presse, Wiener Tagblatt ve di erini devamlı olarak okudum. 
Okurlarına bol bol bilgi vermeleri ve konuları gayet tarafsız ortaya koymaları beni hayrette 
bıraktı, i te bu basının kibar halini takdir ediyordum. Sadece basının a ır üslûbu beni biraz 
rahatsız ediyordu, hatta bende olumsuz etki bırakıyordu. Belki de bu kusur, bütün bu büyük 
kozmopolit  ehre can veren çırpıntılı ve hareketli ya ayı ın sonucu olabilirdi. O günlerde, 
Viyana'yı böyle bir  ehir saydı ım için, kendi kendime buldu um açıklamanın bir mazeret 
te kil etmekten öteye geçemeyece ini kabul ediyorum. 
Fakat beni en çok rahatsız eden  ey bu basının hükümete pek yılı ık ve terbiyesiz bir  ekilde 
kur yapması idi. Hofbourg'da küçük bir olay çıkmaya görsün, i te bu olay okurlara, ya çok 
büyük bir  evk ve galeyan içinde ya da büyük bir üzüntü bulutu altında kaleme alınarak 
sunuluyordu. Hele hele gelmi  geçmi  bütün devirlerin en akıllı hükümdarı (!) konu edildi i 
vakit, gazetelerde çıkan yazılar, kızı ma sırasındaki bir yaban horozunun di isini büyülemek 
için yaptı ı dansı akla getiriyordu. Bütün bunlar bana bir gösteri ten ibaret gibi geliyordu. 
te benim bu gözlemim "liberal demokrasi" hakkında bugüne kadar besledi im fikirlerin 
üzerine bazı gölgeler dü ürdü. Sarayın sevgisini bu  ekilde kazanmak, milletin  erefini hiçe 
saymak demekti. Böylece Viyana'nın büyük basını ile arama kara kedi girmi ti. Her zaman 
yaptı ım gibi, daha ilk günlerde de Almanya'da gerek siyasi alanda ve gerek sosyal ya ayı ta 
geli en olayların hepsini Viyana'da büyük bir dikkat ve ihtirasla takip ediyordum. Reich'ın 
yükselmesini, Avusturya Devleti'nin rehavet hastalı ı ile gurur ve hayranlık duyarak 
mukayese ediyordum. Reich'ın dı  siyasetindeki ba arıları bana sonsuz bir keyif verirken 
içteki siyasi durum beni o kadar sevindirmiyordu. O sıralarda ikinci Guillaume aleyhindeki 
mücadeleyi hiç uygun bulmuyordum. Onu sadece Alman imparatoru kabul etmiyor, aynı 
zamanda Alman donanmasının tek yaratıcısı 
sayıyordum. 
Reichtag'ın, imparatoru siyasi nutuk vermekten alıkoyan kararı, beni bir hayli 
sinirlendiriyordu. Çünkü bu karar bu hususta hiçbir yetkiye sahip olmayan bir meclisten 
çıkıyordu. Bu erkek kazlar, parlamentolarında sadece bir devre zarfında bile, bütün bir 
imparator hanedanının yüzyıllar boyunca yapamayaca ı manasızlıklardan Çok daha fazlasını 
ortaya koyuyorlardı. Her yarı delinin dü üncelerini dinletmek için söz aldı ı, hatta kanun 
yapıcısı sıfatı ile devlet içinde ba ıbo  bırakılan ve bütün dönemlerin en geveze insanlarından 
olu an a a ılık bir meclisten, imparatorluk tacım ta ıyan ki inin azar i itebildi im görmek 
bende nefret uyandırıyordu. Ayrıca beni çileden çıkaran ba ka bir  ey daha vardı. Bu da 
imparatorluk •tabalarının en adi atlarını bile, gayet saygıyla selamlayan ve e er hayvan 
kuyru unu sallarsa büyük bir vecde dalan Viyana basınının, Alman imparatoru'na ait asılsız 
endi elerini üzüntülü bir dille ve aslında iyi bir biçimde saklanamayan kötü bir niyetle ortaya 
koymaya cesaret etmesi idi. E er bu basının yazdıklarına bakılırsa Almanya 
imparatorlu unun i lerine karı mak niyetinde de ildiler. Ke ke ALLAH onları böyle bir 
davranı tan korusa! Fakat onlara bakılırsa, iki imparatorluk arasındaki anla manın ortaya 
çıkardı ı ödevi yerine getiriyorlardı ve bu bakımdan yaranın üzerine o adi, pis parmaklarını 
güya dostça bir biçimde basıyorlardı. Böylece basının gerçe i yazma ödevini yerine getirmi  
oluyorlardı (!) Aslında onlar, böyle yazarak sırıta sırıta yaraya kirli parmakları ile 
basıyorlardı. Bundan dolayı bütün kanım tepeme çıkıyordu. Gitgide büyük ve itibarlı (!) ba-
sından  üphe etmeye ba ladım. Sonunda Yahudi aleyhtarı gazetelerden biri olan Deutsches 
Volksblatt'ın bu durumda daha asil ve terbiyeli bir  ekilde hareket etti ini gördüm. 
Ayrıca beni sinirlendiren di er bir husus da, büyük basının o günlerde Fransa Devleti'ne kar ı 
gösterdi i saygı idi. Nerede ise bu saygı ibadet  eklini alacaktı. Bu itibarlı (!) basının o 
"medeni millet"i övmek için söyledi i güzel  iirleri okudu um zaman, insan Alman oldu una 
adeta utanıyordu. Bu adi Fransa sevgisi salgını çok defa bu büyük gazeteleri elimden fırlatıp 
yere atmama sebep oldu. Ço u zaman Volksblatt'ı okuyordum. O daha küçük bir dünyaya 
sahip i-di. Fakat böyle konuları daha uygun bir üslûpla ele alıyor ve inceliyordu. Gerçi onun 


Yahudi aleyhtarlı ını pek tasvip etmiyordum. Fakat yazılanların arasında bazı kere öyle 
deliller tespit ediyordum ki, bunlar beni dü ünceye sevk ediyorlardı. 
Belki de o günlerde Viyana'nın kaderine hakim olan  ahsı ve partiyi i te bu hava içinde 
tanıdım. Bu adam Dr. Kari Lueger, parti de Hıristiyan Sosyal Parti idi. Viyana'ya geldi im 
günlerde bunlara kar ıydım. Bana göre Dr. Kari Lueger ve parti, gericiydiler. Fakat sonunda, 
hem o  ahsı hem de eserini tanımak fırsatını elime geçirince bu hükmümü de i tirdim. Bugün 
bile Dr. Kari Lueger'i bütün devirlerin en yüksek Alman belediye ba kanı kabul ediyorum. 
Hıristiyan Sosyal hareket kar ısındaki kanaatlerimin de i mesi ile, kafamda ne kadar batıl 
dü ünceler varsa hepsi bir anda yok oluverdi. Yahudi aleyhtarlı ı hususundaki kanaatim de 
zamanla de i ti. Fakat bu do ru yola giri  benim için çok ıstıraplı oldu. Ayrıca zihnimde gizli 
mücadeleler cereyan etti. Ancak, akıl ve hissiyat, tıpkı iki dü man gibi birbirleri ile 
sava tıktan sonra, akıl zaferi elde etti. iki yıl geçtikten sonra ise, akıl ve hissiyat birbiri ile 
birle ti ve sonunda hissiyat aklın sadık bir koruyucusu ve yol göstericisi oldu. Dü üncelerimin 
aldı ı terbiye ile akıl arasında geçen ve pek ho  olmayan bu büyük çeki me sırasında Viyana 
kaldırımlarının verdi i hayat dersi, benim için çok de erli görevleri yerine getirmemi sa ladı. 
Artık sokak ve caddelerde körler gibi dola mıyordum. Gözlerim açılmı tı. Bir gün Viyana'nın 
eski mahallelerinden geçerken, ani olarak uzun pelerinli, uzun siyah saçlı bir adamla 
kar ıla tım. Bu da bir Yahudi miydi? i te ilk aklıma gelen dü ünce bu oldu. Linz 
Yahudilerinde bu kıyafet yoktu. Bana yabancı gelen simayı ihtiyatlı bir  ekilde ve dikkatle 
inceledim. Bu yabancı simayı inceledikçe adamın yüz hatlarına dikkatle baktıkça biraz evvel 
kendi kendime sordu um soruyu de i tirdim: Acaba bu bir Alman mıydı? 
Hemen kitaplarda  üphelerimi yok edecek çareler aradım. Hayatımın ilk Yahudi aleyhtarı 
bro ürlerini satın aldım. Fakat ne var ki, bu bro ürlerin hepsi de okuyucularının Yahudi 
davasını biraz biliyor farz ederek hazırlanmı tı. Bu bro ürlerdeki yazılarda bende yeni 
birtakım  üpheler do urdu. Keza iddialarını ispat için ileri sürdükleri deliller çok yüzeysel ve 
ilmi temelden tamamen uzaktı, i te bundan dolayı batıl fikirlere tekrar saplandım. Bu durum 
haftalarca ve hatta aylarca devam edip gitti. 
Mesele bana o kadar anormal, ithamlar o nispette ölçüsüz geliyordu ki, haksız bir karar alma 
korkusu, bana i kence edip duruyor, beni endi e ve tereddütlere dü ürüyordu. Esasen, dini 
çeki meler sırasında özel bir mezhebe mensup olan Almanların konu edilmedi ini, tamamen 
ayrı bir ırkın, yanı Yahudili in üzerinde duruldu unu anlamaya ba ladım. Artık bu hususta 
hiçbir  üphem kalmadı. Çünkü bu konu ile me gul olmaya ba ladı ım ve bütün dikkatimi 
Yahudiler üzerine yo unla tırdı ım günden bu yana Viyana'yı ba ka bir  ekilde görmeye 
ba ladım. Artık nereye gitsem, ne tarafa baksam gözüme hep Yahudiler takılıyordu. 
Yahudileri çok ve sık gördükçe onları di er insanlardan kolayca ayırabiliyordum. Viyana'nın 
merkezinde ve Tuna'nın kuzeyindeki mahallelerin dı  görünü leri, Almanların oturdukları 
yerlerin görünü leri ile tamamen farklı idi. Oralarda ba ka bir nüfus cıvıl cıvıl kayna ıp 
duruyordu. 
imdi, belki bu hususta, yani Yahudileri tanımada biraz  üphem varsa da, Yahudilerden 
bazılarının davranı ları beni her türlü süphe ve tereddütten uzakla tırıyordu. Yahudiler 
arasında geli me ve Viyana'da oldukça dal budak sarmı  büyük bir hareket Yahudi ırkının 
vasfını özellikle göze çarpar bir  ekilde ortaya koyuyordu. Bu büyük hareket Siyonizm'di. 
Yahudilerin küçük bir kısmı Siyonizm'i tasvip ediyordu. Geri kalan ço unluk ise bu prensibi 
kabul etmiyor gibiydi. Fakat bu davranı lara yakından bakılacak olursa, perde kalkıyor ve 
ortaya bamba ka bir durum çıkıyordu. Göze, kendi davalarının gere i olarak Uydurdukları 
birtakım aslı astarı olmayan sebepler çarpıyordu. Gerçekte ise Liberal Yahudiler, siyasi 
faaliyet gösteren Yahudileri, aynı irkin mensupları de ildir diye reddetmiyorlardı. Onlar 
sadece Yahudiliklerini dü ünerek onlara fena gözle bakıyorlardı. Fakat bu durum onların bir 
araya gelmelerine ve birlik olmalarına engel te kil etmiyordu, i te bu Liberal Yahudilerle, 
Siyonist Yahudiler arasındaki yapmacık kavga bende büyük bir tiksintinin do masına sebep 


oldu. Bu göstermelik çeki me hiçbir gerçe e dayanmıyordu, tam manasıyla koca bir yalandan 
ibaretti. Bu hile ise, Yahudi ırkının kendine yakı tırdı ı asalete ve temiz ruhlulu a hiç uygun 
dü mezdi.  in aslına bakılırsa bu ırkın ahlaklı ve temiz ruhlu olu u çok özel bir haldi. Bu 
heriflerin suya kar ı ne kadar az yakınlıkları oldu u yüzlerine bakılınca, hatta  ço u defa 
yanlarına gözünüz kapalı olarak bile yakla ınca derhal anla ılıyordu. Sonra bu pelerin giyen 
heriflerin o adi kokularını duydukça, midemin kabardı ını hissetme e ba ladım. Hepsinin 
üstü ba ı pisti ve hiç de kibar kimseler de ildiler. Anlattı ım bu ayrıntıda belki ilgi çekici bir 
husus yoktur. Ama bu heriflerin pislikleri altında o seçkin ırkın ahlak yönünden eksikli ini 
tespit edince büyük bir tiksinti duyuyordum. 
Artık beni en çok ilgilendiren  ey Yahudilerin bazı sahalarda gösterdikleri faaliyetlerdeki 
hareket  ekilleri idi. Yava  yava  hareketlerinin sırlarını ke fetmeye ba ladım. Sosyal hayatta 
ne  ekilde olursa olsun herhangi bir kötülük varsa Yahudi ona muhakkak katılıyordu. Bu tip 
bir yaraya ne ter vurulur vurulmaz, koku mu  bir vücuttaki solucan gibi parlak ı ıktan gözleri 
kama mı  bir çıfıt ortaya çıkıyordu. 
Yahudilerin basında, güzel sanatlarda, edebiyatta, tiyatro ve sinemadaki faaliyetlerini inceden 
inceye tetkik edince, bende Yahudilik aleyhinde bir çok ithamlar birikti. Böylece tatlı sözler, 
tatlı yazılar bana bir fayda vermez oldular. Herhangi bir tiyatro ya da sinema afi lerine 
bakmak ve o temsili ya da filmin senaryosunu yazan adları incelemek yetiyordu. Böyle 
yapılınca insan ister istemez Yahudilerin amansız dü manı oluyordu. Bu sinsi faaliyet 
Viyana'da halkı zehirleyen bir ahlak vebasıydı ki, eski devirlerin vebasından çok daha büyük 
felaketlerle yüklüydü. Bu zehir hiç durmadan bol miktarda i-mal edilip etrafa yayılıyordu. Bu 
eserleri meydana getirenlerin terbiye ve fikir seviyeleri ne kadar sıfır, hatta sıfırın altında ise, 
eser (!) meydana getirme kabiliyetleri de o kadar büyük idi. Bu adi adamlar sanki bir 
püskürtme makinesi gibi, bütün pisliklerini insanlı ın yüzüne fı kırtıp duruyorlardı. Bu gibi 
adi adamların sayısı da bir hayli kabarıktı. 
Tanrı'mın lütfetti i bir Goethe'ye kar ılık, onun ça da larına bu çalakalem giden heriflerin 
musallat olduklarını bir dü ünün. Bu adı adamlar birer basil gibi en temiz ruhları 
zehirlemekten bir an bile geri kalmıyorlardı. Yahudi'nin Tanrı tarafından bu korkunç rolü oy-
namak için özellikle yaratıldı ını dü ünmek pek müthi  bir  ey... Fakat bu hususta 
aldanmamak ve hayallere asla kapılmamalıyız. Çünkü seçkin ırk dedikleri, bu mundarlar 
mıdır? 
Artık sanat eseri olarak ortaya çıkan pis ve adi yazılan kaleme alan isimleri, büyük bir 
dikkatle incelemeye ba ladım. Bu incelemenin sonunda daha önceki dü üncelerimin hatalı 
oldu unu gördüm Hissiyat ne kadar insanı aldatırsa aldatsın, aklın ara tırma yolu ile ortaya 
çıkaraca ı sonuçlar daha do ru oluyordu. Gerçek  uydu! Güzel sanatlardaki adi eserler, edebi 
sahadaki pislikler, tiyatro ve sinemalarda oynanan budalalıkların yüzde doksanı, memleket 
nüfusu nün ancak yüzde biri kadar olan bir ırkın meydana getirdi i  eyler di. Bu inkar 
edilmez bir gerçekti. Bir vakitler benim dünyaya hakim gibi gördü üm büyük basım da aynı 
dikkat ve hassasiyetle inceledim. Çengeli ne kadar derine atar, ne teri yaraya ne kadar çok vu-
rursam eskiden beni hayranlıklar içinde bırakan  eylerin itibarları gözümde sıfıra iniyordu. Bu 
basının üslubu dayanılmaz bir  eydi. Milletine yabancı oldu u kadar, basit buldu um fikirleri 
de kabul etmek zorunda kaldım. Bu yalan makinelerinin yazılarındaki tarafsızlık bana do ru 
gibi gelmekten çok, büyük birer uydurma  eklinde görünüyordu. Bu basındaki yazarların 
hepsi Yahudi idiler. Eskiden hiç dikkatimi çekmeyen binlerce ayrıntı  imdi bütün dikkatimi 
Üzerlerine topladılar ve incelemeye layık görüldüler. Bir vakitler beni dü ündüren hususları 
da açıkça görmeye ve etki alanlarını anlamaya ba ladım. Artık bu basının liberal fikir ve 
dü üncelerini bamba ka bir  ekilde görüyor ve tartıyordum. Kendisine kar ı olanların 
yazılarına cevap verirken takındı ı kibarlı ın veya dü üncesine ters dü en yayına kar ı bir ölü 
sessizli i içinde susmasının sahtekarlı ını artık iyice anlıyordum. Bu  üphesiz çok kurnazca 
davranı tı. 


Övgü dolu tiyatro sinema ele tirileri, sadece Yahudi olan yazarlar içindi. Daima Alman olan 
yazarlar kötüleniyordu. ikinci Guillaume'a sinsice batırdıkları i neler öyle güzel tekrarlanıp 
duruyordu ki, bu yayının bir merkezden hazırlanıp halka sunuldu unu derhal miadım. Fransız 
kültürü ve medeniyeti için çıkan yazılar da bu  ekilde hazırlanıyordu. Müstehcen yazılar, adi 
tefrikalar gırla gidiyordu, Bu basının dili kula ıma yabancı geliyordu. Makalelerin hepsi 
Alman milletinin menfaatlerine o kadar ters dü üyordu ki, bu muhakkak kasten yapılıyordu, 
i te böyle hareket etmek kimin faydasına idi? Bu bir rastlantı eseri miydi? 
Tekrar tereddüt içinde kaldım, incelemelerime devam ettim. Bir sürü olayları tek tek 
inceledikçe dü üncelerim tekrar rayına olurdu. Yahudilerin ahlak ve gelenek hakkında 
besledikleri dü ünce çok korkunç bir  eydi. Bu hususta kaldırımlar bana hayat dersi verdi ve 
bu ders benim için çok acı oldu. 
Yahudilerin fuhu ta ve özellikle beyaz kadın ticaretinde büyük fol oynadıklarını tespit ettim. 
Bu kepazelik, Fransa'nın güneyindeki liman  ehirleri bir kenara bırakılırsa, Batı Avrupa 
ehirlerinin hepsinden çok daha kolay Viyana'da incelenebilirdi. Ak am vakitleri 
Leopoldstad’ın dar ve tenha sokaklarında her adım ba ına birtakım insanlık için yüzkarası 
sahnelere  ahit olunuyordu. Bu durum, sava  sırasında Do u Cephesi'nde sava an Alman 
askerlerince görülene kadar Alman milletinin büyük bir ço unlu u tarafından bilinmiyordu. 
Viyana'nın bataklıklarında faziletin, büyük bir nefretle kar ılayıp, isyan edece i bu dramın 
ba arılı bir  ekilde ve tam bir tecrübe ile o terbiyesiz ve her türlü histen yoksun Yahudilerce 
idare edildi ini görünce vücudum bir sarsıntı geçirdi, sonra büyük bir hiddete gark oldum. 
Artık Yahudi meselesini aydınlı a çıkarmaktan korkmuyordum. Bunu kendime vazife 
edinecektim. Medeni hayatın çe itli bölümlerinde ve güzel sanatların her türlü faaliyetlerinde 
Yahudi'yi te his edip, ortaya çıkarmayı ö rendikçe, bu adi mahlûka rastlayaca ım hiç ama hiç 
aklımdan geçirmedi im bir yerde onunla burun buruna geldim. Yahudilerin Sosyal 
Demokrasi'nin idarecisi oldu unu anladı ım zaman eski dü üncelerimden derhal sıyrıldım. 
Böylece hissiyatımla aklım arasında uzun süre devam eden mücadele sona erdi. 
i çi arkada larımla olan günlük görü melerim sırasında onların herhangi bir meselede ne 
kadar kolaylıkla fikir ve kanaat de i tirdiklerine dikkat etmi tim. Bu de i iklikler i çi 
arkada larımda bir i-ki gün, hatta ço u zaman birkaç saat içinde oluyordu. Kendileri ile 
kar ılıklı konu uldu unda akla uygun fikirler besleyen kimselerin, gazetelerin baskısı altına 
girince, bu güzel fikirleri hep birden unutuvermelerine bir türlü akıl er diremiyordum. Bu 
durum her zaman beni ümitsizli e sevk ediyordu. Bu gibi kimselerle saatlerce konu up 
kendilerine ö ütler verdikten sonra, artık tam bir fikri anla maya vardı ımıza kanaat 
getirdi ime veya onları çürük fikirler hakkında aydınlattı ıma inandı ım için sevinç 
duyarken, aradan 24 saat geçmeden i e tekrar ba lamak gerekti ini büyük bir acı ile görüyor-
dum. Bütün çabalarım bo a gitmi  oluyordu. Bu kimselerin manasız dü ünceleri, kıyamete 
kadar sallanacak olan bir sarkaç gibi tekrar hareket noktasına gelmi  oluyordu. 
Kaderlerinden memnun de ildiler. Bu i çiler, kendilerine acı darbeler indiren kaderlerine 
kızıyorlardı. Patronları, korkunç kaderlerinin birer zalim icracısı gibi görüyorlardı, onlardan 
nefret ediyorlardı. Hallerine hiç merhamet göstermeyen hükümet adamlarına küfürler 
savuruyorlardı. Bütün bunlar yiyecek fiyatları aleyhine gösteri 
 
yaparak, toplu halde 
caddelerden geçtikleri sıralarda yüzlerin den okunuyordu. Fakat bir türlü akıl erdiremedi im 
husus, bu i çilerin kendi milletlerine besledikleri kindi. Bunlar, milletimin büyüklü ünü 
meydana getiren her  eyi kötülüyorlar, tarihimizi kirletiyorlar ve ırkımızın büyük adamlarına 
çamur atıyorlardı. Kendi soyda larına, kendi yuvalarına, do dukları vatana kar ı gösterdikleri 
bit dü manlık, aklın kabul edemeyece i bir  eydi. Bu  ekil hareket tabiata aykırı idi. Gerçi 
yollarını  a ırmı  olan bu kimseleri do ru yola sevk etmek mümkündü. Fakat bu olumlu 
sonuç sadece birkaç gün veya bir iki hafta devam ederdi. Do ru yola sevk edilenlerden 
herhangi birine bir süre sonra rastlandı ında, onun tekrar eski duruma döndü ü deh etle 
görülüyordu. 


Sosyal Demokrasi basınının özellikle Yahudiler tarafından kontrol ve idare edildi ini zamanla 
fark ettim. Bu duruma özel bir mana veremiyordum. Keza di er gazetelerde de durum aynı 
idi.  u husus özellikle dikkatimi çekiyordu. Terbiyemin ve kanaatlerimin milli kelimesine 
verdi i manaya uygun dü ecek  ekilde hakikaten milli olabilen ve yazarları arasında 
Yahudilerin bulundu u tek bir gazete yoktu. Artık kendi kendimi zorlayarak, Marksist basının 
yazılarını okumaya ba ladım. Bana öyle bir nefret duygusu verdiler ki sonunda bu hıyanet ve 
alçaklık koleksiyonlarımı meydana getirenleri daha yakından tanımak üzere harekete geçtim. 
Bu heriflerin hepsi istisnasız Yahudi idiler. Temin edebildi im bütün Sosyal Demokrat 
bro ürleri okudum, imza sahiplerinin hepsi de Yahudi'den ba kası de ildi. Hemen hemen her 
i te  ef olanların isimlerini tespit ettim. Bunların ço u da Yahudi idi. Bazı milletvekilleri, 
sendikaların sekreterleri, parti ba kanları veyahut sokak hareketlerinin liderleri hep o seçkin 
(!) ırkın mensupları idi. Austerlitz, David, Adler, Ellenbogen ve di erleri... i te bu adları 
hiçbir zaman aklımdan çıkarmayaca ım. 
Artık bana kar ıt olanların mensup bulundukları partinin kilit noktalarının yabancı bir milletin 
elinde oldu unu anladım. Çünkü her Yahudi, bir Alman olamazdı. Bunu kati olarak 
ö renince, çok rahat ettim. Böylece, ırkımızın  eytanını artık biliyordum. Viyana'daki geçen 
bir yıl içinde her i çinin do ru bilgi ve do ru açıklanın kar ısında gerçe i teslim etti ini 
gördüm. Yava  yava  bu i çilerin doktrinlerine vakıf olmaya ba ladım. Bu doktrin  ahsı 
kanaatlerini u runda ba lattı ım kavgada benim silahım oldu. Böylece ba arı daima tarafımda 
kalıyordu. Büyük halk topluluklarını zaman ve sabır hususunda büyük fedakarlıklar 
göstererek kurtarmak gerekti. Fakat bütün çabalarıma ra men bir Yahudi'yi kendi 
görü lerinden ve kanaatlerinden ayırmayı ba aramadım. O günlerde Yahudileri inançlarının 
manasızlı ı hakkında aydınlatmaya çalı acak kadar aptallık ediyordum. Dar çevremde 
bo azım kuruyana ve dilimde tüy bitene kadar konu up duruyordum. Onlara Marksizm'in 
tehlikesini gösterebilece imi sanıyordum. Fakat ters sonuçlar alıyordum. Çünkü Sosyal 
Demokratların gerek nazari ve gerek tatbikatta açık olarak elde ettikleri bu ba arılar onların 
çalı ma azimlerini kuvvetlendirmekten ba ka bir  eye yaramıyordu. Ancak bu heriflerle ne 
kadar çok münaka a edersem, üslûplarını o kadar iyi arılayabiliyordum. Bunlar her  eyden 
önce, kendilerine kar ı olanların akılsızlıklarına güveniyorlardı. E er münaka a sırasında bir 
ba ka kaçamak yol bulamazlarsa o vakit kendilerine budala süsü veriyorlardı. E er bu da 
ba arılı olmazsa, o zaman hiçbir  ey anlamıyormu  gibi davranıyorlardı. Bu durum kar ısında 
biraz sıkı tırılırlarsa, o zaman da ba ka bir konuya geçiyorlardı. Bir sürü manasız laflar 
ediyorlar, e er itiraz edilmezse, bunlardan ba ka konular için deliller çıkarıyorlardı. 
Üstlerine daha fazla gidilecek olursa, avucunuzdan kayıp kaçıyorlar ve artık hiçbir  eye cevap 
vermez oluyorlardı. Kurtarıcı gibi etrafta dola an bu heriflerin birini yakaladı ınızda sanki 
elinizde yapı kan ve cıvık bir madde tutmu  gibi oluyor ve insana tiksinti veren bu madde 
parmaklarınızın arasından kayıp gittikten sonra, ba ka bir yerde tekrar toplanıp 
ekilleniyordu, içlerinden bir ikisine fikirlerinizi kabul etmekten ba ka bir çare bırakmayacak 
ekilde kesin bir darbe indirdi inizde, ilerisi için bir ümit beliriyordu. Fakat aradan bir gün 
geçtikten sonra hayretler içinde kalıyordunuz. Yahudi yirmi dört saat önce olanları hiç 
hatırlamıyor ve ba langıçta oldu u gibi yine bo  laflar edip duruyordu. Sanki aramızda hiçbir 
ey geçmemi  gibi davranıyordu. E er buna kızacak olur da kendisine izahat vermeye 
kalkarsanız,  a ırmı  gibi yapıyor ve kesinlikle bir  ey hatırlamadı ını söylüyordu. Yalnız bir 
ey hatırlamadı ını söylemekle kalsa yine iyi... Bir gün evvel iddialarının do rulu unu ispat 
etmi  oldu unu da ilave ediyordu. 
Ben bu durum kar ısında ço u zaman donup kalıyordum, insan bu heriflerin nesine hayret 
edece ine  a ırıyordu. Acaba anlam112 sözlerin çoklu una mı, yoksa yalan söylemekteki 
ustalıklarına hayret edilmeliydi? Sonunda Yahudilere kin ba ladım. Bütün bu Çeki melerin 
iyi tarafı da vardı. Hiç de ilse Sosyal Demokrasinin propagandacı liderlerim daha iyi ve 
yakından tanımı  oluyordum. bu milletimin istifadesine idi. i te bu yabancıların  eytanı bile 


a ır-Un ustalıklarına kurban giden i çilerimizin davranı larına kim kızabilir?  eytana 
pabucunu ters giydiren ırkın, hile dolu iddialarına kar ı koymakta ben bile bin bir zahmet 
çekiyordum. Biraz evvel söylediklerini az sonra inkar edenlere kar ı galip çıkmak ne kadar lor 
bir  eydi, i te Yahudileri ne kadar yakından tanırsam, i çileri de ö kadar mazur görüyordum. 
Bence suçlu olanlar yalnız i çiler de il. Asıl suçlu olanlar halkımızın mukadderatına 
acımanın, kesin bir  ekilde adil kanunlarla i çilerin haklarını teslim etmenin, milleti kandıran 
ahlak bozucuyu duvara çakmanın zahmete de mez bir i  oldu unu kabul edenlerdi. Her gün 
üst üste yaptı ım tecrübeler beni Marksizm'in kaynaklarını :" Kastırıp bulmaya yöneltti. Artık 
Marksizm'in bütün ayrıntısı bence Rialûmdu. Dikkatli gözlerim bu doktrinin geli mesini rahat 
rahat |6rebiliyordu. Bu doktrinin do uraca ı sonuçları önceden tahmin edebilmek için bir 
parça muhakeme yapmak yetiyordu. Acaba bu 
 körükleyenler, eserleri son  eklini aldı ı 
zaman meydana geleceklerden haberdar mıydılar? Yoksa bilmeden hatalı bir yolda mıydılar? 
Evet,  imdi mesele bunu bilmekte ve tespit etmekte idi. 
Kanaatimce bu iki ihtimalin ikisi de mümkündü, ikinci ihtilalde feci sonuca engel olmak için 
muhakeme kabiliyetine sahip herkesin harekete geçmesi bir görev idi. Ama birinci ihtimale 
göre milletleri çamurun içine sokacak olan bu hastalı a sebep olanların hakiki birer,  eytan 
olduklarını teslim etmek gerekirdi. Çünkü medeniyetin yerle bir olmasına ve dünyanın bir 
çöle dönmesine yol açacak bir te kilatı dü ünmek ve onun planlarını yapmak için bir insim 
dima ına de il de, yedi ba lı bir canavar aklına ihtiyaç vardır. Bu durumda tek çare mücadele 
etmekten ibaretti. Bu mücadele, inlim aklının sa layaca ı her türlü silahlarla yapılmalıydı. 
Evet, onların silahları ne olursa olsun bu mücadele yapılmalıydı. Hareketin prensiplerini daha 
iyi anlayabilmek için bu faaliyeti sürdürenleri dikkatli bir  ekilde incelemeye ba ladım. 
Yahudi meselesi hakkındaki bilgilerim sayesinde hedefe tahminlerimden daha çabuk ula tım, 
Yahudi'nin anlatmak istedi ini nasıl yazıp söyledi ini ö rendim. Bunların usulü, her zaman 
kendi dü üncelerini saklamak için kullanılan bir  eydi. Yahudi'nin gerçek gayesi hiçbir zaman 
yazının tamamında aranmamalıdır. Yahudi gayesini satırların arasında gizler, i te bu günlerde 
içimde büyük bir yenile me meydana geldi. Eskiden enerjiden yoksun bir kozmopolit iken, 
imdi taassup derecesine varan bir Yahudi dü manı oldum. Böylece son defa olarak acı bir 
hüzün vicdanımda dola tı. Yahudi milletinin tarih boyunca ortaya koydu u nüfuzunu dikkatle 
inceledim. Gayelerine akıl erdiremedi imiz bu küçük milletin son zaferim istememizi 
birdenbire büyük bir endi e ve acı ile dü ünmeye ba ladım. Her an bir parça toprak için 
ya amı  olan bu millete, dünya acaba bir mükafat olarak mı vaat edilmi ti? Bizim bekamız 
için sahip oldu umuz mücadele hakkının gerçekten dayandı ı bir temeli var mıydı? Yoksa bu 
mücadele hakkı bizim zihinlerimizde mi geli iyordu? 
Marksizm'i inceden inceye tetkik etti imde ve Yahudi milletinin faaliyeti ile me gul 
oldu umda bu soruların cevaplarını mukadderatın kendisi verdi. Marksizm ve Yahudi 
faaliyeti tabiatın uydu u aristokratik prensiplerin hepsini reddediyordu. Bunlar kuvvet ve 
enerjinin sonsuz imtiyazı yerine sayının üstünlü ünü kabul ediyorlardı. Marksizm, insanın 
ki isel de erini inkar ediyor, ırkın önemini tanımıyor ve böylece insanlı ı hayatı ve 
medeniyeti için evvelce tayin edilmi   artlardan yoksun bırakıyordu. E er bu doktrin dünya 
hayatının temeli kabul edilseydi, akla gelen bütün düzenlerin sonu gelmi  olurdu. Böyle bir 
kanun dü üncelerimizin ötesinde kalan kainatta büyük bir karı ıklı a sebep te kil ederse, bu 
geçici dünyada kendi toplulu u içinde ortadan çekilmesini gerektirmekten ba ka bir manası 
kalmazdı. 
E er Yahudi Marksizm'le bir zafer kazanırsa ba ına giyece i taç, insanlı ın cenaze tacı 
olacaktır, i te o zaman dünya, milyonlarca yıl önce oldu u gibi bo lukta üzerinde bir tek insan 
kalmadan dönecektir. 
Kendi emirlerine aykırı hareket edilirse, tabiatın intikamı korkunç olur. Bunun için ben 
Tanrı'nın iste ine uygun hareket etti ime inanıyorum. Çünkü milletimi Yahudi'ye kar ı 
müdafaa etmekle Allah'ın eserini müdafaa etmi  oluyorum.   


 
 
BÖLÜM 2 
Genel fikirlere sahip olduktan, günlük meseleler hakkında sa -Um ve kesin fikir edindikten 
sonra karakter bakımından olgunla an insan siyasi hayata atılabilir. E er, sa lam ve kati fikir 
edinememi  ile, bir gün herhangi bir mesele hakkında aldı ı kararı de i tirecek, yahut takip 
etti i ve eksik bir  ekilde bilgi edindi i bir doktrine ba lanacaktır. Birinci hal kar ısında 
kendine ba lı olan taraftarlarını kaybedecektir. Liderin bu hatası, idaresi altında bulunan 
kimselerin hemen gözüne batacaktır, ikinci halde ise, lider yaydı ı fikirlere ne kadar az 
inanırsa ve bunları haklı çıkarmak için ortaya koyaca ı mütalaa ne kadar bo  olursa, seçti i 
vasıtalar da o kadar basitle ir. ı Sonunda siyasi görünümlerini, ciddi bir  ekilde kendi  ahsı ile 
somutlulu unu üzerine almaz. Halbuki insan, hayatını ancak inandı ı  eylerin u runa feda 
eder. Bu arada kendine ba lı olanlardan istedikleri  eyler de, adi  eyler olmaya ba lar. Artık 
liderlikten çıkar ve politikacı olur. Bu tip siyasilerin gerçek ve yegane kanaatleri, kana-
atsizlikten ibaret olur. Bu arada, bu gibilerin  ahsında küstahlık ve yalan söylemek sanatı da 
toplanır. 
E er namuslu insanların oyları ile böyle bir kimse meclise girerse, bu kimsenin yapaca ı i  
"altın yumurtlayan tavu u" kendisi Ve ailesi için korumak üzere giri ebilece i mücadeleden 
ibarettir. Geçim derdi yüzünden siyasete atılan herkes onun en amansız dü manı olacaktır. O 
her yeni harekette ve seçkinle en her yeni adamın kar ısında kendi korkunç akıbetini 
görecektir. 
Bu "parlamento tahtakurularından ilerde tekrar bahsedece im. Bu arada hemen  unu da 
söyleyeyim ki otuz ya ındaki bir adam için bütün ömür boyunca ö renilecek daha birçok 
eyler vardır. Fakat bütün bunlar, o ya a kadar kazanılan umumi mefhumlar arasında bir 
doldurma, bir tamamlama i inden ibaret kalacaktır. Yeni yeni kazandı ı bilgiler, ana 
prensiplerini bozmayacak ve hatta da ıtmayacaktır. Ondan bir  ey ö renmi  olan taraftarları, 
ilerde birtakım lüzumsuz bilgilerle kafalarım doldurmu  kimseler durumuna 
dü meyeceklerdir. Liderin fikri geli mesi taraftarlar için bir garanti ola çak, onun yeni 
alıntıları yalnızca doktrinlerinin olu umuna hizmet ve yardım edecektir. Ayrıca, bunlar 
taraftarlarının nazarında, müdafasını yaptı ı fikrin do rulu unun bir delili olacaktır. Yanlı lı ı 
tahakkuk eden ve bu yüzden umumi nazariyelerini terke mecbur kalan bir lider, bu durum 
kar ısında siyasi ve genel bir harekette bulunmaktan kendini alıkoymalıdır. Çünkü kilit 
noktalar üzerinde bir kere hataya dü en bir lider, ilerde de ikinci bir hata i leyebilir. Va-
tanda tan onu kabul etmesini, kendisine itimat  beslemesini isteme ye hakkı yoktur. 
Halbuki bu hususa pek az uyulmaktadır. Bu da kendilerinin siyaset yapmaya haklı olduklarını 
iddia edenlerin ne kadar adi kimseler olduklarım ortaya koyar. 
Fakat bütün bu alçak adamların arasından seçkin bir adam çıkar mı hiç? 
Siyasetle me gul oldu umun farkındaydım. Fakat gene de kendimi ileri sürmeye 
çekmiyordum. Beni cezbeden  eyleri küçük bir çevrede anlatıyordum. Böylece küçük bir 
çevrede söz söylemenin faydalarını görüyordum, insanların son derece basit olan fikir ve ka-
naatlerine nüfuz etmeyi ö reniyordum. Bunun için de en kısa zamanda kültürümü arttırmaya 
çalı tım. 
Bu çalı mama Avusturya'da en uygun yer Viyana'dan ba ka bir yer olamazdı. O zamanki 
Almanya'ya kıyasla, ihtiyar Tuna Monar i’sindeki siyasi i ler daha çok ve daha ilgi çekici 
durumdaydı. Sadece Prusya'nın bazı kısımları, Hamburg ve Kuzey Denizi kıyıları bu görü ün 
dı ında kalıyorlardı. Avusturya'daki Alman nüfuzu, bu devle tin kurulmasında sadece tarihi 
bir rol oynamakla kalmamı , aynı zamanda suni bir kurulu  olan Habsbourglar 
Imparatorlu u'nu yüz yıllar boyunca ayakta tutan manevi kuvveti de temin etmi tir. Zamanla 
bu devletin hayatı ve gelece i imparatorlu un çekirde inin sa lıklı biçimde ya amasına daha 
yararlı oluyordu. E er eskiden yonetimi babadan o la geçen devletler, imparatorluk ve siyasi 


hayat için devamlı olarak taze kan gönderen bir kalbi andırıyorlarsa, Viyanı da bu gövdenin 
beyniydi. Viyana'nın dı  görünü ü tahtına kurulmu  bir kraliçe manzarası arz ediyordu. Bu 
ha met Viyana'ya çe itli ırkları bir araya toplayan siyasi otoriteyi sa lıyordu. Viyana güzellik 
ile oradaki ihtiyarlık belirtilerini saklıyordu. Avusturya imparatorlu u'nun bünyesindeki 
milletler birbirleri ile kanlı mücadelelerle sarsılırlarken, yabancı devletler ve Almanya, 
Viyana'nın güzel hayalinden ba ka bir  ey dü ünemiyorlardi. Bu yıllarda Viyana son defa VI 
büyük bir geli me gösterdi i için böyle bir hayalin beslenmesi normaldi. Ba arılı ve dahi bir 
belediye ba kanının idaresi ile, ihtiyar Tuna Monar isi'nin imparatorlarının hükümet merkezi, 
gözleri kama tıran genç bir hayata ba lıyordu. Halkın arasından çıkarak do u sınırını kolonize 
eden büyük Alman, nedense resmen devlet adam-Un arasına dahil edilmiyordu. Halbuki Dr. 
Lueger imparatorluk merkezinin belediye ba kanı olarak her sahada ba arılı oldu. Dr. Lueger 
ekonomik alanda, güzel sanatlarda tam bir ba arı gösterdi. O günlerde ortalıkta dola an 
siyaset adamlarının hepsinden daha büyük bir devlet adamı oldu unu zorlu yollardan geçerek 
ispat etti. E er Avusturya denilen millet iddiası yıkıldı ise de bu Dr. Lueger'in siyasi 
kabiliyetine bir zarar getirmez. Çünkü on milyonluk çekirdek bir milletle, elli milyonluk bir 
devleti devamlı  ekilde ayakta tutmak imkansız bir  eydir. Yeter ki kesin ve belirli bazı 
dü ünceler tam gerekti i anda meydana gelmi  olsunlar. 
Avusturyalı olan Almanın dü ünceleri çok geni ti. Büyük bir imparatorluk kadrosu içinde 
ya ama a alı mı tı. Bu durumdan meydana çıkan vazife alı kanlı ını ise hiçbir zaman 
kaybetmemi ti. Avusturya tacının küçük sınırlarının nihayetindeki devlette imparatorluk 
sınırlarını görüyordu. Talih onu Alman vatanından ayırmı tı. Bundan dolayı, ecdadının sonsuz 
çeki meler içinde do udan koparmı  oldukları parçayı Alman olarak devam ettirmeyi,  ahsı 
için ezici de olsa görev kabul etmeye gayret gösterdi. Avusturyalı olan Almanların bütün 
kuvvetlerinin bir göreve yöneltilmedi i de bir gerçekti. Keza bazıları kalpleri ve hatıraları ile 
anavatana yönelmi  de illerdi. Do dukları memleketi dü ünenler azınlıktaydı. 
Avusturyalı olan Almanların görü leri daha geni  bir ufku kaplıyordu, imparatorlu un çe itli 
iktisadi i lerim omuzlarlardı. Önemli te ebbüslerin hemen hemen tamamını ellerinde 
tutarlardı. Müdürlerin, teknik elemanların ve hizmetlilerin büyük bir kısmı bunlardan çıkardı. 
Dı  ticaret hemen hemen Yahudilere ait idi. Yahudilerin el atmamı  oldukları sahalarda 
Avusturyalı Almanların i  tuttukları görülürdü. Siyası yönden ise Devlet tamamen 
Avusturyalı Almanlar tarafından ayakta tutulurdu. Askerlik hizmeti onu, do du u ilin küçük 
sınırlarından çok uzak yerlere gönderiyordu. Yeni kura erleri muhakkak ki bir Alman alayına 
hizmet ediyorlardı. Ama ne var ki bu Alman alayı Viyana'da veya Galiçya'da bulundu u 
kadar, Hersek'te de üslenebilir di. Subayların büyük bir kısmı, kurmay heyeti gibi henüz 
Almandı. 
Güzel sanatlar ve ilim de Alman ürünüydü. Sadece modern sanat çalı maları türünden 
uydurma  eyler hariçti. Bu sahte sanat eserlerini bir zenci milleti de yapabilirdi. Gerçek sanat 
eserinin ilhamına Almanlar sahiptiler. Viyana güzel sanatların bütün kollarında hiçbir zaman 
kuruma tehlikesi olmaksızın Tuna Monar isi'nin sanat ihtiyacını sa layan ve bitmek bilmeyen 
bir kaynaktı. Sözün kısası, Alman unsurları sayıları pek az olan Macarlar hariç tutulursa, 
bütün dı  siyasetin ana dire i idiler. Ama bu imparatorlu u kurtarmak için yapılacak her  ey 
manasızdı, çünkü gerekli olan esaslı  art ortada yoktu. Avusturya  mparatorlu u'nda çe itli 
milletlerin parçalanmayı sa lamaya çalı an kuvvetlerine galip gelebilmek için tek çare vardı. 
O da devleti merkeziyet usulüne göre idare etmekti. E er dahili te kilatlanma çalı maları 
sonuçsuz kalsaydı, bu ba arısızlı ın sonucu olarak da imparatorluk yok olup gidecekti. 
Görü lerin henüz berrak oldu u devirlerde bu fikir devletin yüksek kademesinde tartı ıldı. 
Fakat kısa bir süre içinde devletin federasyon usulüne daha yakın bir  ekilde te kilatlanma 
çalı maları sonuçsuz kaldı. Bu ba arısızlı a sebep de imparatorluk içinde bir çekirdek sınıfın 
duruma hakim olmaması idi. Bu ba arısızlı a Avusturya Devleti'ne özgü ve Bismarck 
tarafından Alman Reich'ı kuruldu u zaman görülmü  olanlardan tamamen farklı bazı iç 


durumlar da eklendi. Almanya'da kültür bakımından mü terek bir temel oldu u için sadece 
siyasi geleneklerin üstün gelmesi söz konusuydu. Çünkü Reich, bazı küçük yabancı parçalar 
hariç tutulacak olursa sadece tek bir milletin temsilcilerini içeriyordu. Avusturya'da ise du-
rum, bunun tam aksi idi. Avusturya'da, Macaristan göz önünde tutulmazsa her memleketli 
kendilerine has bir büyüklü ün siyasi hatırası tamamen ortadan kalkmı tı, ya da bu belirli 
hatıralar, zamanın örtüsü altında silinmi  VI fark edilmez hale gelmi ti. Fakat bu duruma 
kar ılık, milliyet prensibi ileri sürülünce, çe itli memleketlerde ırki e ilimler güç kalındılar. 
Bu e ilimler milli devletler monar isinin sınır boylarında filizlenmeye  ba ladı ı için hedefe 
varması kolay olacaktı. Bu yerlerdeki ırklar toz halindeki Avusturya toplulukları ile aynı 
kandan veya yakın ırktan oldukları için, Avusturya toplulukları üzerinde Alman 
Avusturyalıların çekiciliklerinden çok daha büyük bir çekici kuvvete sahip oldular. Hatta 
Viyana bile bu mücadeleye dayanamadı. 
Budape te, geli mesi sonucunda bir  ehir haline gelince, Viyana ilk defa olarak bir rakiple 
kar ı kar ıya kaldı. Bu rakibin görevi çifte monar inin birli ini korumak yerine, daha çok 
devletin sınırları içindeki milletlerden birini takviye etmek oldu.Kısa bir süre sonra Prag'da 
aynı görevi yüklendi. Bunu Laibach takip etti. i te bu eski eyalet  ehirleri, özel memleketlerin 
hükümet merkezleri mertebesine çıkarken ayrıca bir fikir hayatının merkezleri de oluyorlardı. 
böylece ırka dayanan siyasi içgüdüler bir derinlik kazandılar ve ruhi temellerin üzerine 
oturdular. Elbet bir gün, çe itli ırkların ileri atılma arzuları, devletin mü terek menfaatlerinin 
meydana getirdi i birlik olma kuvvetinden çok daha  iddetli olacaktı, i te o zaman Avusturya 
bitecekti. 
ikinci Joseph'in ölümünden sonra, bu geli me açıkça kuvvetlenip, sa lamla tı. Bu geli meye, 
kısmen monar ik idarenin kendisi, kısmen imparatorlu un dı  durumunun ortaya koydu u 
durumlar sebep oldu. 
Devletin korunması için kavgaya giri ilecek ise, mücadele ciddi »lirette kabul edilmeli ve 
sebatlı bir çalı ma ile sa lam bir merkeziyetle hedefe ula ılmalıydı. Bunun için her  eyden 
önce tek bir resmi dil kabul edilmeliydi. O ana kadar tamamen lafta kalmı  olan milli birli i 
tahkik etmeli idi. Devletin ya ayabilmesi için gerekli teknik çareler hükümetin eline 
verilmeliydi. 
Mü terek bir milli duygu ancak okul ve propaganda aracı ile ve çok uzun bir zamanda 
yaratılabilir. Bu hedefe ula mak için on yıl, yirmi yıl yetmez. Yüzyılları göze almak gerekir. 
Bu durum tıpkı sömürge kurma i inde oldu u gibidir. Sömürgelerin kurulmasında da sebat ve 
iktidar, sınırlı bir zaman içinde harcanan enerjiden çok daha önemlidir. 
idarede mutlaka bir birli in gerekli oldu u üzerine ısrar edilmemelidir. Bütün bunlardan bir 
tanesinin bile yapılamadı ım, daha do rusu neden yapılmak istenmedi ini ara tırıp bulmak, 
benim için çok faydalı oldu. Bu ihmalkarlı a sebep olan, imparatorlu un çökmesinin de tek 
sorumlusudur. 
Ya lı Avusturya  mparatorlu u'nun hayatı, di er devlerden herhangi birinin hayatından çok, 
hükümetin kudret ve kuvvetine ba lı idi. Avusturya'da milli bir devlet temeli eksikti. Böyle 
bir devlet e er gere i gibi sevk ve idareyi elinde tutamazsa, daima ırki men ei dolayısıyla 
devamlılı ını, sa layabilecek bir kuvvete sahip bulunur. Irki devlet, bazı kereler nüfusunun 
tembelli i ve bunun olu turdu u direnme kuvveti sayesinde uzun, kötü idare devirlerine pek 
rahatsız olmadan  a ılacak bir tahammül gösterebilir. Bir vücutta her türlü hayatiyet 
kayboldu u ve bir ceset kar ısında kalındı ı sanıldı ı zaman, bir ölü kabul edilen vücut aya a 
kalkarak insanlara, hayatın kudreti ve kuvveti hakkında  a ırtıcı belirtiler gösterebilir. Fakat 
çe itli topluluklardan meydana gelen, kan birli i ile kurulmayıp sadece mü terek bir pençenin 
idaresi altında olu an imparatorlukta ise i  tamamen ba ka  ekilde cereyan eder. idarede 
gösterilen her zaaf hareketi devletin topluluklarda, kı  aylarında uykuya yatan hayvan-
lardakine benzeyen bir uyu ukluk meydana getirmez, i  tam aksine cereyan eder. Her ırkta 
bulunan ve idarenin hakim oldu u devirlerde meydana çıkmaya fırsat bulamayan özel 


içgüdüler harekete geçmeye ba lar. Bu tehlike ancak yüzyıllarca devam eden mü terek bir 
terbiye, mü terek geleneklerle ve mü terek menfaatlerle hafifletilebilir. Bu bakımdan bu türlü 
devletler ne kadar yeni olurlarsa, hükümete ve rejime de o kadar ba lanırlar. 
Çok defa de erli devlet adamlarının eserlerinin devam etmedi i ve bu gibi kimseler ölünce de 
yok oldu u görülüyor. Yüzyıllar boyunca bu tehlike küçük görülmü  diye,  imdi de 
küçümsenemez. Çünkü rejim zayıflayınca bu kuvvet tekrar uyanır. 
Habsbourg Hanedanı'nı en büyük hatası i te bunu anlamamı  olmasıdır. Kader, bu hanedanın 
fertlerinden yalnız birine memleketin gelece ini aydınlatma imkanını verdi. Fakat sonunda 
yine de me ale bir daha yanmamak üzere söndü. Alman milletinin imparatoru ikinci Joseph, 
atalarının ba arısızlıklarını son anda tamir edemezse, hanedanının bir ırklar toplulu unun 
kasırgası içinde yok olaca ım, büyük bir endi e ve azap içinde anladı, insanların dostu olan 
ikinci Joseph atalarının yetersizliklerine kar ı, insanlı ın üstünde bir kuvvet ile dayattı ve 
yüzyıllar boyunca devam ede gelen korkunç ihmali on yıl içinde tamire çalı tı. E er kırk yıl 
daha çalı ma imkanına sahip olsaydı, kendinden sonra gelen iki nesil de aynı ruh ve aynı 
evkle çalı arak mucizenin meydana gelmesini sa layabilirdi. Ne yazık ki, on yıllık bir 
çalı madan sonra her  eyi ile bitkin bir halde öldü ü zaman, eseri de kendisi ile beraber 
topra a gömüldü. 
ikinci Joseph'ten sonra gelenler ne irade ne de dü ünceleri itibariyle bu i i ba arabilecek 
yapıda de illerdi. Yeni zamanın ilk devrim hareketleri Avrupa'da ba ladı ı zaman, Avusturya 
içinden yava  yava  tutu ma a ba ladı. Sonunda yangın patlak verince; alevler toplumsal, 
politik veya sınıf farkı sebeplerinden çok, ırk kayna ından çıkan ve geli en hamlelerle 
büyüdü. 
1848 devrimi, Avrupa'nın her tarafında bir sınıf mücadelelerinin ba langıcı olurken, 
Avusturya'da yeni bir ırklar mücadelesinin ba langıç noktasını te kil etti. Alman milleti ise bu 
ihtilalin kayna ını unutarak veya görmeyerek kendi hedefine ko arken, kendi mahkumiyetini 
imzalıyordu. 
Daha ba langıçta ortak bir dil ortaya konmadan kabul edilen parlamento, temsili monar i 
rejimi içinde Alman üstünlü üne ilk darbeyi indirdi. Fakat bu darbenin indirilmesi ile devletin 
kendi de mahvoluyordu. i te böylece ortaya çıkan sonuç bir imparatorlu un çökü  tarihinden 
ba ka bir  ey de ildi. Bu çökü ü takip etmek çok faydalı bir ders oldu u kadar, heyecan verici 
bir  eydi de... Sonunda tarihin kararı bin bir çe it ayrıntının arasından meydana çıktı. 
Avusturyalıların ço u yıkılmanın bariz i aretleri arasında yollarına körler gibi devam 
ediyorlardı. Bu sanki ilahların Avusturya'yı yok etmek istediklerini ispatlayan bir  eydi. 
Bu kitabın konusuyla ilgili olmayan ayrıntıya girmek istemem. badece, ırkların ve devletlerin 
yok olmalarının sebeplerini te kil eden  ve henüz tazeli i muhafaza eden olayları, siyasi 
görü lerimde bir temel nokta olu larından dolayı daha derin ve ayrıntıya inerek incelemek 
niyetindeyim. Avusturya Monar isi'nin kafası üzerine devrilmesini burjuvaların pek az 
basiretli olan gözlerinde bile haklı çıkarabilecek müesseselerin ba ında, parlamento geliyordu. 
Bu müessesenin görünü e göre örne i klasik demokrasi memleketi olan  ngiltere'de idi. Orada 
ba arılı olan bu müesseseyi pek az de i tirerek Viyana'ya getirdiler ve adına Reichstag 
dediler. 
ngilizler iki meclis sisteminin  enli ini yaparlarken, "bina"lar birbirlerinden bir parça farklı 
idiler. Bir zamanlar Barry, Taymis Nehri'nin dalgaları içinden parlamento binasını 
yükseltirken, Britanya  mparatorlu u'nun tarihinden faydalandı ve binanın 1200 bölümü ile 
konsil ve sütunlarının süslerini oradan aldı. Heykeller ve tablolar Lordlar ve Avam 
Kamaralarını ingiliz milletinin  an ve  erefinin mabedi haline getirdi. 
i te Viyana için ilk zorluk bu noktada çıktı. Danimarkalı Han-sen, milleti yeni temsil eden 
müessesenin mermer sarayının son "pignon"unu bitirdi inde bu binanın süslemesini eski 
ça lardan ödünç aldı. Sonunda "Batı Demokrasisi"nin tiyatroyu andıran binasını, Yunan ve 
Roma devlet adamları ile filozofları süsledi. Alaylı bir benzeti  gibi binanın üstünde yükselen 


"guadrige'ler dört-bir yana do ru atılarak, içteki faaliyetin dı ardan görünü ünü en iyi  ekilde 
çizmi  oldular. 
Milletler, bu süslemeyi bir hakaret ve tahrik unsuru sayarak bu binada Avusturya tarihine 
saygı gösterilmesine razı olmayabilirlerdi. Ancak bu bina, Reich'ta da oldu u gibi, Viyana'da 
da Dünya Sava ı'nın gürültüleri arasında Alman milletine takdim edilebildi. 
Daha yirmi ya ımda yokken ilk olarak Meclisin bir celsesini takip için Franzensring Sarayı'na 
girdi im zaman büyük bir tiksinme hissinin pençesine dü tüm. Meclisten zaten nefret 
ediyordum. Bu nefret bir müessese sıfatıyla nefret de ildi. Liberal davranı larım bana ba ka 
bir hükümet  ekli dü ünmeme imkan vermiyordu. Herhangi bir diktatörlük fikri Habsbourg 
Hanedanı’na kar ı olan durumumla kıyaslanınca bana hürriyet, akıl, mantık aleyhinde bir 
hıyanet gibi görünüyordu,  ngiliz parlamentosuna kar ı duydu um hayranlı ın bunda büyük 
payı vardı. Bu hayranlık, gençli imde okudu um gazetelerin üstümde bıraktıkları tesirden 
do uyordu. Avam Kamarası'nın  ngiltere'de üstüne dü en görevleri ciddiyetle yerine getirmesi 
ve bu durumu Alman basınının övücü yazılarla anlatması bende büyük bir etki yapmı tı. Bir 
milletin kendi kendini idare etmesinden daha yüksek bir hükümet  ekli dü ünülebilir mi? 
Avusturya Meclisi'ne kar ı olu uma sebep, hatalarına  erefli örne inde tesadüf edilmemesi 
idi. Bu arada yeni bir delil daha tespit ettim. Gizli ve genel oy usulünün kabul edilmesine 
kadar mecliste küçük de olsa bir Alman ço unlu u vardı. Bu durum insanı dü ündürüyordu. 
Çünkü milli bakımdan Sosyal Demokrasi'nin  üpheli tutumu, Alman milletinin bir menfaati 
söz konusu oldu u zaman onu daima milletimin aleyhine olan kararları tercih etmeye 
zorluyordu. Bu e ilim, ekalliyeti (yabancı milletleri) kaybetmek korkusundan ileri geliyordu. 
Demek ki, Sosyal Demokrat Parti'si daha o zamanlarda, Alman partisi olarak kabul 
edilemezdi. Fakat genel oy usulünün kabulü ile sayıca Alman üstünlü üne son verdi. Sonunda 
Almanlı ı yok etmeye fırsat hazırladı. 
Artık bundan sonra benim içgüdüme dayanan muhafazakarlı ını, içinde Alman olan her  eyin 
savunulması gerekirken aslında savunmak  öyle dursun, hıyanete u rayan halkın meclisi ile 
hiç ba da mıyordu. 
Bu kusur, oy usulünden çok Avusturya Devletinin kendinde idi. htiyarlamı  devlet, 
mevcudiyetini muhafaza etti i müddetçe, Alman milletinin mecliste birinci derecede bir 
mevki elde edebilmesine hiçbir zaman imkan vermeyecekti. 
tibara layık oldu u kadar tarafımdan kabul olunan böyle bir 
yere, ilk defa olarak bu ruhi durum içinde girdim.  unu da belirteyim ki, ben buraya gelirken 
binanın muhte em asaleti kar ısında bir 
saygı besliyordum. Bu bina Alman toprakları üstünde bir Yunan harikasıydı. 
Birden  ahit oldu um olay kar ısında isyana kapıldım. Önemli bir iktisadi meseleyi görü mek 
üzere birkaç yüz halk temsilcisi toplunu halindeydi. Çekilen nutukların fikir bakımından 
de erleri yok denecek kadar basitti. Bazı halk temsilcileri Almanca yerine ana lisanları olan 
Slavca, bazıları da mahalli lehçe ile konu uyorlardı. Bu karmakarı ık topluluk çe itli ses ve 
edalarla birbirlerinin sözlerini kesiyordu. Bu arada bir ihtiyar da durmadan çıngıra ı çalarak 
ö ütlerle, halk temsilcilerini sükûta davet ediyor, meclisin haysiyetini korumaya çalı ıyordu. 
Do rusu gülmekten kendimi alamadım. Birkaç hafta sonra tekrar geldi imde daha ba ka bir 
manzara ile kar ıla tım. Salon bombo tu, içerdekilerin bir kısmı uyuyordu. Biri de kürsüye 
çıkmı  nutuk veriyordu. Bir ba kan vekili güya oturumu idare ediyordu. Salona bakıldı ında 
bir can sıkıntısı görülüyordu. 
Zaman buldukça meclise gitmeye devam ettim. Bu acınacak devletin vatanda ının seçti i halk 
temsilcilerinin çalı malarını takip ediyor, az çok zeki buldu um bir simayı incelemeye 
çalı ıyordum. Sonunda mesele hakkında  ahsi bir fikrim oldu. incelemelerim bende, daha 
önce bu müessese hakkında besledi im olumlu kanaatlerimin de i mesine ve reddedilmesine 
yol açtı. 


Artık meclisin Avusturya'da aldı ı adi biçime de il, meclislerin kendileri aleyhinde 
bulunuyordum. Bu zamana kadar bütün hatanın ve eksikli in mecliste bir Alman 
ço unlu unun mevcut olmamasından ileri geldi ini zannetmi tim. Böylece zihnimde bir sürü 
sorular belirdi. 
Demokrasinin temeli olan ço unlu un kararı prensibi ile tanı ma a ba ladım. Milletlerin 
temsilcileri sıfatıyla görev yapan kimselerin fikri ve ahlaki de erlerim ciddi bir dikkatle tetkik 
ediyordum. Böylece hem müessese hem de o müesseseyi meydana getiren kimseleri 
ö reniyordum. Birkaç yıl içinde son zamanların en me hur tipi, bütün teferruatı ve açıklı ı ile 
gözlerimin önüne serildi. Bu tip parlamento üyesi idi. Hayalimde canlanan  ekil o günden beri 
esasları hiçbir de i ikli e u ramadı. Böylece gerçek hayattan alınan dersler, beni bazı 
kimselere az da olsa cazip gelen, fakat insanlı ın çökü ünde rol oynayan sosyal bir nazariye 
içinde yolumu kaybetmekten kurtardılar. Bugünkü Batı Avrupa'da, demokrasi Marksizm'in 
bir müjdecisidir. Kanaatimce Marksizm'i demokrasisiz tasavvur etmek imkansızdır. Bence 
demokrasi bu dünya vebası için bir ço alma alanıdır. Bula ıcı hastalı ın mikropları bu alan 
üzerinde çevreye yayılmaktadır. 
Marksizm bütün ifadesini o dü ük cenin halindeki parlamentoculukta bulur. Bu 
parlamentoculukta; her türlü ilahi kıvılcım, yo rulmu  olan çamura can vermekten maalesef 
uzak kalır. Kaderime, bu konuyu bana Viyana'da bulundu um günlerde inceleme fırsatı 
verdi inden dolayı minnettardım. Çünkü aynı günlerde Almanya'da bu konuyu kolayca 
çözümleyivermem mümkündü. E er parlamento denilen bu müessesenin gülünç yüzünü 
Berlin'de tespit etseydim, hiç  üphe yok ki bu ana kadar kazandı ım fikirlerin yarısını bile ö -
renemeyecektim. Neticede, dı ardan gözüken sebeplere dayanarak, halkın ve Reich'm 
kurtulu unu imparatorluk fikrinin takviye edilmesinde görenlerin safına geçecektim. Halbuki 
bu adamlar vaktin gelip gelmedi ini bilmedikleri için bu kurtulu u da tehlikeye dü ürüyorlar 
di. 
Avusturya'da ise her hatadan di erine bu kadar kolaylıkla dü mekten çekinme e gerek yoktu. 
Çünkü parlamento bir de er ta ımıyorsa Habsbourglar da ondan geri kalmıyorlardı, hatta 
belki de çok daha a a ı idiler. Parlamentoculu u reddetmekle her  ey halledilmi  olmuyordu. 
Mesele bütün güçlü ü ile ortada duruyordu. Reichstag'ı (Parlamentoyu) ortadan kaldırmak, 
hükümeti yöneten bir kudret olarak yalnız Habsbourg Hanedanı'nı tek ba ına bırakmak 
demekti. Bu ise özellikle benim için kabulü imkansız bir fikirdi. Bu özel meseleyi çözmekteki 
zorluk, beni bu meselenin içine dalmaya zorladı. E er bu böyle olmasaydı, o günkü 
gençli imle muhakkak ki bu i i yapamazdım. 
Beni en çok dü ündüren bir husus vardı: Bu hiç kimseye bir sorumluluk yüklenmeyece inin 
açıkça ilan edilmesi idi. Parlamento 'herhangi bir hususta karar alıyordu. E er bu karar feci 
sonuçlar do uracak olursa, bu karardan dolayı kimse sorumlu tutulamıyordu. E i  görülmemi  
feci bir sonuçtan sonra ya hükümet istifa ediyor ya da parlamento feshediliyordu. Bu bir 
sorumluluk kabul etmekmiydi?  ahıslarda meydana gelen ve devamlı sallanan ço unlu un 
sorumlu tutulması hiç mümkün olur mu? Sorumluluk, e er belirli bir kimse tarafından 
omuzlanmamı  ise, bu i te bir mana var mıdır? Do u u ve yapılı ı bir sürü  ahısların irade ve 
e ilimine ba lı olan faaliyetlerden dolayı bir hükümet ba kanını sorumlu tutmak mümkün 
olur mu? 
Bugüne kadar yapılan tatbikat, devlet i lerini sevk ve idare eden bir  ahsın, bir plan hazırlayıp 
bunun kıymetini bo  kafalı koyun sürüsüne izah edip, bu heriflerin lütufkârane onaylarını 
almaktan ba ka bir  ey midir? 
Devlet adamı olmak demek, ikna etme sanatına ve büyük prensipleri anlama ile, büyük 
kararları çıkartma hususunda diplomasi inceli e sahip olmak mıdır? 
E er bir devlet adamı belirli fikre, yapısı bir tümörü andıran bir meclisin ço unlu unu 
çekemezse ve bunda ba arılı olamazsa, bu o devlet adamının kabiliyetsizli ini mi ortaya 


koyar? Acaba bir sürü herifin, bir devlet adamım büyük bir ba arı göstermeden bulmu  ol-
dukları vaki midir? 
Bu ölümlü dünyada, büyük bir deha tarafından yapılan bir icraat halkın ataletine kar ı hücumu 
andıran bir hareket de il midir? 
i te bu durumda, planları böyle bir kalabalı ın onayını alamayan bir devlet adamı ne yapmalı? 
Para mı da ıtmalı? Yoksa vatanda larının hayati önemini kabul etti i görevleri yapmaktan 
vazmı geçmeli? Böyle bir durum kar ısında kalan karakter sahibi devlet adamı, iyi veya 
namusluca kabul etti i  ey arasındaki zıddiyeti ne  ekilde halletmeli? Bu noktaya gelindi inde 
toplulu a kar ı olan görevi ve namus gereklerim birbirinden ayıran sınır nerededir? Gerçek 
bir devlet adamının, kendisini sadece o anın gereklerini dü ünen bir politikacı seviyesine 
indiren hükümet usullerinden kaçınması gerekmez mi? 
Bunun aksi olarak, e er lider bir politikacı ise sorumlulukları hiçbir zaman kendisinin 
ta ımayaca ını ve bu yükün bir grup insana ait oldu unu dü ünüp birtakım ayak oyunları 
yapmaya nefsini zorunlu hissetmeyecek midir? i te bizim "parlamento ço unlu u" 
prensibimiz özellikle  ef fikrini zedelemeyecek midir? 
Acaba hâlâ, insanlı ın geli mesinin bir adamın kafasından de il de, ço unluktan oldu una 
inanan var mı? insanlı ın bu ba   artından gelecekte kurtulmanın mümkün olaca ı iddiasına 
kalkı an mı var? Halbuki bu husus her zamankinden daha zorunlu de il mi? 
E er ço unlukların iktidarı yolundaki parlamento prensibi, tek bir adamın otoritesi prensibine 
üstün çıkar ve  efin yerine sayı ve kütle hakim olursa, bu tabiatın aristokratik prensibine ters 
dü er. Bu modern parlamento prensibinin ne feci neticeler getirdi ini, Yahudi basının 
okuyucuları, e er daha hür bir  ekilde dü ünmeyi ve hüküm vermeyi ö renmemi lerse pek 
zor anlarlar. 
Bu müessese, siyasi hayatı akla gelmeyecek birtakım küçük olaylar ile bo mak için bir 
vesiledir. Mesela, gerçek bir devlet adamı kendisini siyasi faaliyetten ne kadar uzak tutarsa, 
bu durum adi heriflere o kadar güzel gelir ve onları mest eder. Fakat ço u zaman bu siyasi 
faaliyet, ço unlu un sevgisini kazanmak için çe itli pazarlıklara dönü ür. 
Mesela günümüzde, bir deri tüccarı fikren ve bilgi yönünden ne kadar sınırlı olursa, kamuyu 
ilgilendiren ticari faaliyetinin bütün adiliklerini ne kadar çok bilirse, kendisinden büyük bir 
canlılık ve büyük bir deha istemeyen bir hükümet sistemini adi bir köylü kurnazlı ı ile o 
kadar çok takdir eder. Böyle bir aptal sorumluluklarının yükünden korku duymaz. 
Yaptıklarını hiç umursamaz. Çünkü bilir ki, siyasi saçmalıklarının sonucu ne olursa olsun, 
kaderin kendisine tayin etti i ölüm günü de i meyecektir. Böylece günü geldi i vakit yerini 
bir ba ka herife terk edecektir. Seçkin devlet adamlarının sayıları, her birinin ferdi de erleri 
dü tü ü nispette ço almaktadır. Bu da çökü ün açık i aretlerinden biridir.  u husus özellikle 
bilinmelidir ki, bir yandan de erli kafalar, aciz, basit yapılı gevezelerin haysiyetsiz 
sekreterleri olmaktan kendilerini alıkoyarlar ve öte yandan da Ço unlu un, yani ahmaklı ın 
temsilcileri de erli bir  ahsa kin beslerler. 
'' Adi bir meclis daima de eri kendi de erine e it olan bir  ef tarafımdan sevk ve idare 
edildi ini bilmekle bir çe it teselli duyar, 'fundan dolayı herkes, arada sırada kendi zekasının 
parlaklı ını göstermek için madem ki Pierre  ef olabiliyor, neden Paul da olmasın 'demeye 
ba lar. Bu arada demokrasinin ruhundan bir rezalet  eklin ortaya çıkan bir olay görülür. Bu 
olay, sözde amir durumunda itonların bir kısmında te his edilen korkaklık ve yüreksizliktir. 
Bu kimseler için önemli bir karar almak mevkisinde bulundukları zaman  bir ço unlu un 
himayesi altına girmeleri ne büyük bir talihtir. Siyaset fukaraları, bütün kararlarından evvel 
ço unlu un onayını ilenirler ve böylece kendileri için gerekli olan "suç ortaklarım" 
sa layarak her türlü sorumluluktan ellerini ovu turarak sıyrılırlar. Do -tU adam, karakter 
sahibi namuslu adam bu çe it siyasi faaliyet usullerine kar ı husumet ve nefret beslemekten 
ba ka bir  ey yapmaz.  Ü usuller bütün adi karakterleri kendilerine çeker. Her türlü hareketin 
do uraca ı sorumlulu u kabulden çekinen ve daima kendisini her  eyden masum kılmaya 


çalı an bir kimse, bir sefil ve bir alçaktan farksız de ildir. Bir milleti sevk ve idare edecek 
müessese, bu kabil kimselerden olu ursa, kısa zaman içinde vahim neticeler ortaya çıkar. 
Artık cesaretle hareket etmek yoktur. Bilakis bir karara Varmak için bir güç sarf etmektense 
küfürlere maruz kalmak tercih edilir. E er seri ve ani bir karar almak gerekiyorsa bir kimse 
ahsını ortaya koyup bu i e önder olmaz. 
Bir husus vardır ki, bunu hatırdan çıkarmamak ve göz önünde herifin, bir devlet adamını 
büyük bir ba arı göstermeden bulmu  oldukları vaki midir? 
Bu ölümlü dünyada, büyük bir deha tarafından yapılan bir icraat halkın ataletine kar ı hücumu 
andıran bir hareket de il midir? 
i te bu durumda, planları böyle bir kalabalı ın onayım alamayan bir devlet adamı ne yapmalı? 
Para mı da ıtmalı? Yoksa vatanda larının hayati önemini kabul etti i görevleri yapmaktan 
vazmı geçmeli? Böyle bir durum kar ısında kalan karakter sahibi devlet adamı, iyi veya 
namusluca kabul etti i  ey arasındaki zıddiyeti ne  ekilde halletmeli? Bu noktaya gelindi inde 
toplulu a kar ı olan görevi ve namus gereklerini birbirinden ayıran sınır nerededir? Gerçek 
bir devlet adamının, kendisini sadece o anın gereklerini dü ünen bir politikacı seviyesine 
indiren hükümet usullerinden kaçınması gerekmez mi? 
Bunun aksi olarak, e er lider bir politikacı ise sorumlulukları hiçbir zaman kendisinin 
ta ımayaca ını ve bu yükün bir grup insana ait oldu unu dü ünüp birtakım ayak oyunları 
yapmaya nefsini zorunlu hissetmeyecek midir? i te bizim "parlamento ço unlu u" 
prensibimiz özellikle  ef fikrini zedelemeyecek midir? 
Acaba hâlâ, insanlı ın geli mesinin bir adamın kafasından de il de, ço unluktan oldu una 
inanan var mı? insanlı ın bu ba   artın dan gelecekte kurtulmanın mümkün olaca ı iddiasına 
kalkı an mı var? Halbuki bu husus her zamankinden daha zorunlu de il mi? 
E er ço unlukların iktidarı yolundaki parlamento prensibi, tek' bir adamın otoritesi prensibine 
üstün çıkar ve  efin yerine sayı ver kütle hakim olursa, bu tabiatın aristokratik prensibine ters 
dü er Bu modern parlamento prensibinin ne feci neticeler getirdi ini, Yahudi basının 
okuyucuları, e er daha hür bir  ekilde dü ünmeyi ve hüküm vermeyi ö renmemi lerse pek 
zor anlarlar. 
Bu müessese, siyasi hayatı akla gelmeyecek birtakım küçük olaylar ile bo mak için bir 
vesiledir. Mesela, gerçek bir devlet adanı ı kendisini siyasi faaliyetten ne kadar uzak tutarsa, 
bu durum adi heriflere o kadar güzel gelir ve onları mest eder. Fakat ço u zaman bu siyasi 
faaliyet, ço unlu un sevgisini kazanmak için çe itli pazarlıklara dönü ür. 
Mesela günümüzde, bir deri tüccarı fikren ve bilgi yönünden ne kadar sınırlı olursa, kamuyu 
ilgilendiren ticari faaliyetinin bütün adiliklerini ne kadar çok bilirse, kendisinden büyük bir 
canlılık ve büyük bir deha istemeyen bir hükümet sistemini adi bir köylü kurnazlı ı ile o 
kadar çok takdir eder. Böyle bir aptal sorumluluklarının yükünden korku duymaz. 
Yaptıklarını hiç umursamaz. Çünkü bilir ki, siyasi saçmalıklarının sonucu ne olursa olsun, 
kaderin kendisine tayin etti i ölüm günü de i meyecektir. Böylece günü geldi i vakit yerini 
bir ba ka herife terk edecektir. Seçkin devlet adamlarının sayıları, her birinin ferdi de erleri 
dü tü ü nispette ço almaktadır. Bu da çökü ün açık i aretlerinden biridir.  u husus özellikle 
bilinmeli-ki, bir yandan de erli kafalar, aciz, basit yapılı gevezelerin haysiyetsiz sekreterleri 
olmaktan kendilerini alıkoyarlar ve öte yandan da ço unlu un, yani ahmaklı ın temsilcileri 
de erli bir  ahsa kin beslerler. 
Adi bir meclis daima de eri kendi de erine e it olan bir  ef tarafindan sevk ve idare edildi ini 
bilmekle bir çe it teselli duyar. Undan dolayı herkes, arada sırada kendi zekasının parlaklı ını 
göstermek için madem ki Pierre  ef olabiliyor, neden Paul da olmasın demeye ba lar. Bu 
arada demokrasinin ruhundan bir rezalet  eklini ortaya çıkan bir olay görülür. Bu olay, sözde 
amir durumunda Utların bir kısmında te his edilen korkaklık ve yüreksizliktir. Bu iseler için 
önemli bir karar almak mevkisinde bulundukları zaman bir ço unlu un himayesi altına 
girmeleri ne büyük bir talihtir. i et fukaraları, bütün kararlarından evvel ço unlu un onayını 


dilenirler ve böylece kendileri için gerekli olan "suç ortaklarını" sa layarak her türlü 
sorumluluktan ellerini ovu turarak sıyrılırlar. Do ru adam, karakter sahibi namuslu adam bu 
çe it siyasi faaliyet usullerine  kar ı husumet ve nefret beslemekten ba ka bir  ey yapmaz. Bu 
usuller bütün adi karakterleri kendilerine çeker. Her türlü hare-tin do uraca ı sorumlulu u 
kabulden çekinen ve daima kendisini her   eyden masum kılmaya çalı an bir kimse, bir sefil 
ve bir alçaktan  farksız de ildir. Bir milleti sevk ve idare edecek müessese, bu kabil 
kimselerden olu ursa, kısa zaman içinde vahim neticeler ortaya çıkar. Artık cesaretle hareket 
etmek yoktur. Bilakis bir karara varmak için bir güç sarf etmektense küfürlere maruz kalmak 
tercih edilir. E er seri ve ani bir karar almak gerekiyorsa bir kimse  ahsım Kıya koyup bu i e 
önder olmaz. 
Bir husus vardır ki, bunu hatırdan çıkarmamak ve göz önünde tutmak gerekir. Ço unluk 
hiçbir zaman bir ki inin yerine geçerli olamaz. Ço unluk, ahmakları oldu u kadar alçakları da 
temsil eder. Saman dolu yüz kafa nasıl ki, hiçbir zaman bir akıllı ki iye e it olamazsa, yüz 
korkak adamdan da hiçbir vakit kahramanca bir karar beklenemez. Hükümet ba kanları büyük 
mesuliyetlerden kaçtı ı müddetçe, kendilerini milletin hizmetine arz etmeye layık gören 
kimselerin sayısı da artar. Onların safa geçip sıralarını beklemelerine, hiçbir  ey engel olamaz. 
Kendilerinden evvel olanları endi e- ile takip ederler ve gayelerine eri meleri için muhtaç 
oldukları saatlerin miktarını bile hesaba katarlar. Göz konan bir mevkiinin bo alması ate li bir 
surette temenni edilir. Kendi saflarında seyreklik meydana getiren her türlü rezaletten 
memnun kalırlar. E er aralarından biri daha önceden kazanılmı  duruma dört elle sarılacak 
olursa, bunu birli in kutsal anla masında bir duraklama kabul ederler, i te o zaman bir hayli 
kızıp, darılırlar. O yüzsüz herif sonunda mevkisinden dü üp de, sıcak sıcak duran 
sandalyesinden yararlanmak için kendilerine yol açılmadıkça rahat edemezler. 
Artık bir kere dü mü  olan, bir daha aynı yere çıkacak durumda de ildir. Çünkü 
sandalyelerini kaybeden bu suratsız heriflerin yapacakları  ey, yerlerine göz dikenlerin 
safında kendilerini kar ılayan küfür ve ba rı maların elverdi i oranda bir yere ili mektir. Bü-
tün bunlar devletin en önemli mevki ve hizmetlerini gerçekle tirenlerin korkunç bir süratle 
gelip geçmelerine sebep olur. Bunun sonucu ise fecidir. Çünkü meclis ahlak ve usulüne 
kurban gidenler yalnız aptallar ve ehliyetsiz olanlar de ildir. Bir gün  ans hakiki lider adını 
ta ımaya layık birini o mevkie getirirse, onu bekleyen akıbet de aynı olacaktır. Hatta böyleleri 
daha fazla kurban olurlar. Bir lider kendini gösterir göstermez ona kar ı  iddetli bir mücadele 
ba lar. E er, yüksek bir mevkie giren kuvvetli bir lider mevkiinin çevresi içinden çıkmamı sa 
onu bekleyen sonuç pek parlak olmaz. Ahmaklar o mevkide yalnız kendilerinin bulunmasını 
isterler. Samanla dolu kafalar, aralarında bir de er ifade eden bir kafaya tahammül edemezler 
ve ona kar ı mü terek bir kinle hücuma geçerler. 
Birçok hususlara cevap vermekten yoksun olan içgüdüleri bu durumda net bir görü e kavu ur. 
Bunun sonucu olarak idareci sınıf gitgide zeka fukaralı ına u rar. E er insan bu  efler 
güruhundan de ilse, milletin ve devletin bu yüzden ne büyük zararlara u rayacanı 
hesaplayabilir, i te böyle bir parlamento rejimi, eski Avusturya için gerçek bir mikrop 
ço altma laboratuarı idi. 
Ba bakanları, imparator veya kral tayin ediyordu. Fakat o her  ifasında meclisin iradesinin 
ifadesini yerine getiriyordu. Bakanlık-||r için pazarlık yapılıyordu. Her  ahsın yerine kısa 
zaman içinde bir ba kası bulunuyordu. Bu, artık bir çe it ko u halini alıyordu. 
defasında seçilen  ahsın de eri bir evvelkinden daha az oluyor- 
En sonunda i  döndü yuvarlandı, küçük parlamento bitleri ti-dayandı. Bu bitlerin siyasi 
de erleri ve iktidarları, her seferinde ço unlu u tekrar sa lamayı, yani o küçük siyasi i leri 
düzenlemeyi  bilmek hüneri ile ölçülür. Bunların bu basit çalı malarında bir vardır. Bütün bu 
dalavereli i leri için Viyana devam en iyi bir okuldur. 
Bu halkın temsilcilerinin kendi bilgi ve kabiliyetleri ile çözüm-ek zorunda kaldıkları 
meselelerin güçlüklerini de ölçüp biçiyordum. Bunun için milletvekillerinin fikri ufuklarının 


geni liklerini de yakından  takip etmek gerekiyordu, i te bu da yapılınca artık bullak 
yıldızların kamu hayatına ait gökyüzünde ne  ekilde ke fedileceklerine kayıtsız kalınamazdı. 
Bu  irin heriflerin gerçek de er ve  lliyetlerini vatan ve millet hizmetinde ne  ekilde 
kullandıkları, siyasi faaliyetlerinin asıl tekni inin ne oldu u esaslı  ekilde tetkike de er bir 
husustu. 
Parlamento çalı maları,  ahıslar ve olaylar, derinlikleri görebilen bir objektifle, bir hatır 
gözetilmeden incelendi inde tam anlamıyla esef verici bir durum arz ediyordu. Taraftarlarının 
herhangi 
1
 meseleyi incelemek veya bir husus hakkında vaziyet almak için, bir temel yokmu  
gibi bir iki cümle ba ında devamlı olarak ima ettikleri objektiflik, parlamento müessesesine 
kar ı gayet yerinde bir usuldü. Bundan dolayı bu heriflerin, kendilerini ve adi hayatlarını 
inceleyelim. Tetkik sonunda hayret verecek sonuçlara varaca ız. 
Tarafsız bir biçimde incelenmi se, meclis prensibi kadar yanlı  bir prensip olamaz.  imdi de 
"halk temsilcileri"nin seçilmelerinin ne Siklide yapıldı ım inceleyelim. Milletvekillerinden 
her birinin her-Hangi bir ba arısı, bir milletin istek ve dertlerinden ancak pek küçük bir 
bölümünü tatmin etti i a ikardır. Halk toplulu unun siyasi zekası, isteklerini yerine getirecek, 
milletin dertlerine derman bula çak kabiliyetli siyasileri bulup meclise yollamaya kafi 
de ildir. "Kamuoyu" dedi imiz  eyin içinde bir milletin fertlerinin  ahsi tecrübelerine ve 
bilgilerine pek az miktarda tesadüf ederiz. Kamuoyunun büyük bölümü dı ardan tahrik 
edilerek hazırlanır. Bu hazırlama'! gazeteler, verdikleri haberlerle ve ikna kuvvetleri ile gayet 
güzel ya parlar. 
Herkesin dini kanaatleri, terbiyesinin ürünüdür. Bunlar insanın vicdanında uyuklar bir 
haldedir, i te halk toplulu unun kamuoyu da, ruhun ve dü ünce gücünün ço u zaman devamlı 
ve derin bir surette hazırlanmasının sonucudur. 
Propaganda kelimesi ile anlatılan bu "siyasi terbiye"de en büyük hisse basına dü er. Basın 
verdi i haberlerle halkın orta ya lıları için bir tür okul hüviyetine bürünür. Fakat bu basın 
birtakım kötü kuvvetler tarafından idare edilir. Viyana'da halkı terbiye etmeye mahsus bir 
vasıtanın sahiplerini ve yapanları incelemeye fırsat buldum. 
ilk duydu um hayret, devletin içindeki bu zararlı kuvvete halkın en gerçek ve en tabii 
e ilimlerine ters dü se bile, belirli bir fikir yaratmak için pek az bir zamanın yeter olması idi. 
Basın, basit ve ciddiyetten uzak bir hadiseyi, birkaç gün içinde önemli bir devlet meselesi 
haline getirmeyi kolaylıkla beceriyordu. Aynı zamanda basın önemli bir meseleyi milletin 
hafızasından sile çek  ekilde yaptı ı yayında da ba arılı oluyordu. 
Kısa bir zaman için bazı  ahısları ileri itip, milletin kar ısına bir kahraman olarak çıkarıyorlar 
ve o  ahsın hayatı boyunca hayal bile edemeyece i  öhretli hayatı, ona sa lıyorlardı. Bir iki 
ay öncesine kadar kimsenin duymadı ı, i itmedi i  ahıslar "günün adamı" durumuna 
getiriliyor ve yine devletin ve milletin menfaatlerine ait meseleler canlı canlı gömülüyordu. 
Namuslu ve vatanperver  ahısların üzerlerine atılan çamurların alçaklı ı, ancak Yahudi ve 
Marksistler! incelemekle ortaya çıkarılabilir. Bu fikir haydutlarının, lanetlenmi  hedeflerine 
ula abilmek için yapmayacakları bir alçaklık yoktur. Bunlar aile meselelerine kadar nüfuz 
ederler. Çamura batırmaya karar verdikleri bir kimseyi yerden yere vurmak için gereken 
üzücü olayı buluncaya kadar her yanı didik didik ederler. E er, neticede ellerine basit bir 
fırsat geçmezse, iftiraya ba vururlar. Bu yalan ve iftira kampanyasından tekziplere ra men bir 
iz kalır. Bunlar, herkes israfından anla abilecek bir dille adi saldırılarını yapmazlar. Tersi-f 
ne, masum bir  ahsı lekelemek için a ır ba lı bir dille saldırırlar. i? i te kamuoyu, çeteler 
tarafından bu biçimde olu turulur. Sonra da bu kamuoyundan meclis üyeleri çıkar. Tıpkı 
dalgaların köpü ü içinden Venüs'ün do ması gibi... 
Parlamento müessesesinin çalı masını bütün ayrıntıları ile anlatmak  ve bu müessesenin 
hayali oldu unu göstermek için ciltler dolusu kitap yazmak gerekir. Fakat bu müessesenin 
bütün varlı ı »[gözden geçirilmeyip de, sadece faaliyetinin sonuçları incelenecek f|olursa en 


paradoks* bir ruh ile dü ünülse bile, gayesinin manasızlı-[mı ortaya koyacak kadar yeter bilgi 
elde edilebilir. 
insan, gerçek demokratik düzenle, Alman demokrasisinin mukayesesinde ortaya çıkan farkı 
gördü ünde çılgına döner. 
Parlamenter rejimin gözle görülen en büyük niteli i  udur: Son 
yıllarda kadınların seçildi i hesaba alınmazsa, bir miktar adam tespit edilmektedir. Mesela be  
yüz ki i. Bu be  yüz ki i her hususta , karar almak salahiyetine sahiptir. Yani fiiliyatta tek 
hükümet bu be  yüz ki idir.  imdi bu be  yüz ki i bir kabine kuruyor. Dı ardan tespit edilen 
manzara devlet i lerini bu kurulan kabinenin gördü üdür. Fakat bu zevahirden ibarettir. 
Gerçekte bu kabine herhangi bir 
meselede be  yüz ki inin, yani meclisin iznini almadan tek bir adım  ilerleyemez, i te bunun 
için hiçbir meselede hükümeti sorumlu tutmaya imkan yoktur. Çünkü son karar meclisindir. 
Hükümet, ço unlu un  isteklerini uygulamaya memur bir organdır. Siyasi kabiliyeti  ve 
ba arısı hakkında not vermek için ço unlu un fikir ve kanaatlerine uymak, veya ço unlu un 
kendi fikrine sava mak için gösterdi i hüner ve. siyasi oyununa bakmak icap eder. Bu suretle 
gerçek bir hükümet durumundan dilenen bir hükümet durumuna dü er. Hükümetin mevcut 
ço unlu u kendi tarafında tutabilmesi veya kendine yeni bir ço unluk sa lanabilmesi için 
"icrayı hükümet etmekten" ba ka bir i i olmayacaktır. Bu i te muvaffak olursa bir süre daha 
hükümet edebilir. Aksi takdirde çekilip gitmekten ba ka yapacak bir i i kalmaz, i te bütün 
sorumluluk mefhumu fiiliyatta ortadan kaldırılmı tır.( Paradoks- Yerle mi  inanı lara aykırı 
olarak ileri sürülen dü ünce) Çe itli meslek sahibi ve çe itli kabiliyetlerdeki bu be  yüz ki ilik 
topluluk hiçbir zaman ba da ık bir topluluk olamaz. Ayrıca bunlar, aynı zamanda akıl ve 
kabiliyet bakımından da seçkin kimseler de illerdir. Hiçbir zaman zekaca sivrilmemi  
kimselerin oy varakaları ile yüzlerce devlet adamı do maz. Genel seçim usulünün dehaları 
ortaya çıkaraca ı iddiası yersizdir. Bir kere, bir millet u urlu günlerde gerçek devlet adamı 
çıkarır. O da yüzlerce de il, bir tane. Halk toplulu u seçkin dehalara içgüdüsü ile dü mandır. 
Seçim yolu ile bir büyük adam bulup çıkarmak, bir i nenin gözünden deveyi geçirmek kadar 
zordur. Dünya kuruldu undan bu yana gerçekle tirilen her  eyin tamamı ferdi te ebbüslerin 
sonucudur. Halbuki de ersiz be  yüz ki i milletin en önemli meseleleri hakkında kararlara 
varıyor. Bunlar öyle hükümetler kuruyorlar ki bu heyetler her özel konuyu çözmeden önce, bu 
saygıde er meclis ile anla mak zorunda bulunuyorlar. Demek ki siyaset, bu be  yüz ki i 
tarafından yürütülüyor. 
Hükümet üyelerinin dehalarına temas etmeyece im. Sadece çözümlenecek konuların çe itli 
olu unu, çözüm çarelerini ve kararları birbirine arap saçı gibi dola tıran kar ılıklı ba lantıları 
inceleyece im, i te o zaman, karar çıkartmak için, ancak büyük meselenin basit parçaları 
hakkında bilgi ve tecrübe sahibi bulunan kimselerden olu an meclise gelen hükümetin 
silahının küçük ve basit olu u gözler önüne serilir. 
En önemli ekonomik meseleler öyle bir heyet tarafından incelenip bir karar alınacaktır ki o 
heyete dahil olan kimselerin arasında vaktiyle iktisadi siyaset yapmı  olanların sayısı onda 
biri bile bulmaz. Böylece o iktisadi mesele bu hususta herhangi bir fikri ve bilgisi olmayan 
kimselerden meydana gelen heyetin elinde kalır. 
Bu durum di er bütün konular hakkında da böyledir, incelendikten sonra bir karara varılacak 
olan konular kamuya ait oldu u halde, meclisin kurulu   ekli hiç de i medi inden, daima aciz 
ve cahil kimselerin meydana getirdi i ço unluk, terazinin kefesini kendi tarafına do ru e ilim 
göstertir. Halbuki çe itli konuları görü erek çözümleyecek olan milletvekillerinin devamlı 
ekilde yenilenmeleri gerekirdi. Çünkü milletin ticari menfaatlerine ait bir konu ile genel 
siyasi meseleleri, aynı heriflerin halletmelerine izin vermeye imkan yoktur. Bunun aksi 
olabilmesi için bu adamların hepsinin yüzyıllar boyunca ancak bir kere ortaya çıkan dünyaya 
bedel deha olmaları gerekir. Ne yazık ki, bunlar birer as bile olmayıp, sadece merakları sınırlı, 
ma rur ve en kötü bir fikir dünyasında yolunu  a ırmı  kimselerdir. Esasen bu kimselerin en 


büyük fikir adamlarının bile uzun bir zaman dü ünüp, tarttıktan sonra çözebilece i konular 
hakkında kanılmayacak bir hafiflikle konu maları ve çarçabuk karar vermeleri  bu 
durumlarından ileri gelmektedir. Bu kimselerin sanki ortada bir  ırkın kaderi de il de, masanın 
üstünde tarot veya idiot partisi Varmı  gibi, bütün bir milletin gelece i hakkında çok önemli 
kararlar aldıkları görülür. 
Belki parlamentonun her üyesinin, sorumlulukları daima bu kadar kolay kabul edilece i 
dü ünülemez. Fakat ne var ki, bu uykulu  hal bazı üyeleri anlamadıkları konular hakkında 
karar almaya zorlamak suretiyle, onların karakterlerini yava  yava  zayıflatır. Keza  bir 
tanesinde dahi "arkada lar bu konu hakkında hiçbir  ey bilmiyoruz zannederim" veya "ben 
hiçbir  ey anlamıyorum" demek cesaret  yoktur. Esasen olsa bile sonuç yine de i mez. Çünkü 
bu do ru hareket, bu do ru söz hiçbiri tarafından anla ılmayacaktır. Anla ılsa bile  bu 
namuslu e e in(!)  mesle i rezil etmesine engel olunacaktır. insanı bir parça tanıyan kimse,  u 
hususu gayet iyi bilir. Böylesine itibar gören ve me hur olan bir toplumda herkes mevcudun 
aptalı ve en hayvanı olmaya meraklı ve hazır de ildir. Ama bu toplumda mertlik hayvanlıkla 
e it sayılmaktadır, i te bundan dolayı namuslu olarak ba lamı  olan milletvekili çevresinin 
do urdu u zaruret sonucu yalan ve aldatma yoluna sapacaktır. Herhangi bir hususa veya 
karara bir ki inin katılmaması, o i in rengini de i tirmeyece i fikri, herhangi bir 
milletvekilinde var olan her çe it namuslu davranı  hareketlerini yok edecektir. Sonunda hepsi 
de, mevcudun en basit, en önemsiz ki isi olmadı ına, tam aksine kendisinden çok daha 
kabiliyetsizleri bulundu una ve e er kendisi bu toplulukta yer almazsa çok daha büyük 
felaketlerin meydana çıkaca ına inanır. 
Bu iddialar kar ısında belki  öyle denebilir: Her milletvekili bütün meseleler hakkında bir 
bilgiye ve yetkiye sahip olamaz, i te o laman kendi hareketine ı ık tutan partisi ile beraber o 
meselede oy kullanır. Veya  öyle denebilir: Partilerin komisyonları vardır. O komisyonları 
uzmanlar herhangi bir meselede aydınlatabilir. Bu delil ilk nazarda akla uygun gelebilir. Fakat 
o zaman ba ka bir sonuç ortaya çıkar: E er herhangi bir devlet meselesinde bir karar almaya 
birkaç uzmanın aklı ve bilgisi yetiyorsa, seçimle gelen be  yüz adama ne lüzum vardır? i te 
meselenin esası buradadır. 
imdiki demokratik idare  ekli, zeka sahibi hakim kimselerden olu an bir meclis meydana 
getirmeyi hiçbir zaman dü ünmez. Daha çok basit kimselerden kurulu bir "siyasi grup" 
te kiline çalı ır. Bu meclisi muayyen bir istikamete yürütmek, o meclisi meydana getiren 
elemanların sınırlı kafalı olmaları ile mümkündür. Bir parti politikası ancak bu  ekilde 
uygulanabilir. Böylece ipleri elinde tutan adam mesuliyetleri omuzlarında ta ımaya ihtiyaç 
duymadan, temkinlice bir  ekilde perde arkasında kalmanın yolunu bulur. Böylece, millet için 
her korkunç karar herkesçe tanınan bir ahlaksız herifin hesabına kaydedilemez. Tersine, bütün 
günah bir partinin omuzla rina yüklenir. Sonuç olarak uygulamada her türlü sorumluluk orta-
dan kalkar. Çünkü sorumluluk belirli bir  ahsa yüklenince, gevezelerden olu an meclis grubu 
da sorumluluktan kurtulur. Bunun için meclis usulü her  eyden evvel, açıkça hareket etmekten 
korkan sinsi ruhlu kimselerin ho una gider. Sorumluluk zevkine sahip ve namuslu olan herkes 
bundan daima nefret eder. 
i te bundan dolayı demokrasinin bu  ekilde, daima gizli planlar hazırlayan ve eskiden oldu u 
gibi  imdi de aydınlıktan korkan Yahudi'nin en çok sevdi i bir aleti durumuna dü mü tür. Bu 
derece pis ve kendisi kadar hile dolu bir müesseseye ancak Yahudi de e ı verebilir. 
Hür bir  ekilde seçilmi  bir lider bütün hareketlerinin ve kararlarının tam sorumlulu unu 
kendi omuzları üstüne almaya mecbur dur. Alman demokrasisinin gerçekle mesi çe itli 
meselelerin bir çok günlük kararı ile halledilmesini kabul etmez. Kararı tek bir ki i alır Bu tek 
ki i de icraatından, malları ve hayatı ile sorumludur. Böyle  artlar altında böyle bir adam 
bulmak zor de ildir. 
Tanrıya  ükürler olsun Alman demokrasisinin do ru manas: buradadır. Bu demokrasi rastgele 
bir ki inin, ahlaktan yoksun, zevk noksanı bir adamın idare mevkiine çıkmasını reddeder. 


Böylece ilerde gerçekle mesi gereken sorumluluk korkusu, ehliyetsiz, adi ve zayii  ahısları 
saf dı ı bırakır. 
e er böyle bir kimse iktidar sandalyesine oturmaya te ebbüs ederse , onun maskesini 
indirmeli, suratına ba ırarak; "geri çekil çek  aya ını, basamakları kirletiyorsun" demeli. 
Çünkü tarihin Pantheon'una yalnız kahramanlar girer, entrikacılar de il. Bu sonuca Viyana'da 
Meclis çalı malarını iki yıl takip ettikten sonra ula tım. Bundan sonra da bir daha oraya 
adımımı atmadım. parlamento rejimi ihtiyar Habsbourg Devleti'nin zayıflamasının ba  
sebeplerinden birini te kil etti ve bu çökü  son yıllarda gitgide çarpar bir duruma geldi. 
Parlamento rejiminin gereklili i ile Alman unsurunun üstünlü ü zaafa u ratılma hatasına 
dü ülüyordu. Avusturya Parlamentosundaki Alman unsurunun aleyhine olan faaliyet 
imparatorlu a da zarar veriyordu. Çünkü 1900 yılına do ru monar inin birli i sa lama 
kuvveti, vilayetlerin birlikten ayrılma e limlerini  sonuçsuz bırakmaya yetmiyordu. Devletin 
hükümdarlı ını sürdürmek için ba vurdu u vasıtalar basitle iyor  ve bu durum milletçe 
kötüleniyordu. Sadece Macaristan'da de il, di er çe itli Slav vilayetlerinde de mü terek 
monar i az benimseniyordu ve bu idarenin zayıflı ından hiçbir utanma  duyulmuyordu. Hatta 
çökü ün i aretlerinden özel bir keyif oldu u görülüyordu. Monar inin eski sa lıklı durumuna 
kavu masından çok, ölmesinden bir  eyler ümit ediliyordu. Parlamentoda binbir türlü 
dalavere çevirerek kesin çökü ün ü ancak alınabiliyordu. Bu yüz kızartıcı oyunların zararını 
da Almanlar yükleniyordu, imkanın elverdi i nispette çe itli milletler arasında gayet ustalıkla 
manevralar yapılarak devletin çökmesi önleniyordu. Fakat ne olursa olsun bütün bu 
geli meler Alman milletinin aleyhine idi. 
Veliahtlık, Ar idük François Ferdinand'a nüfus etme imkanını verdikten sonra her tarafta 
desteklenen Çek politikası geli meye ba ladı. Çifte monar inin gelecekteki hükümdarı, 
Almanlıktan çıkarma hareketim her  eyle te vik etti. Belki do rudan do ruya bu te vik  i ine 
katılmadı ise de, bu hareketi himaye etti ve korudu. Devlet memurlarının seçimi gibi 
dalavereli yollarla sırf Alman olan yerler yava  yava , fakat emin adımlarla o tehlikeli karma 
bölgeye do ru sürüklendiler. Bu hareket her yerde, hatta Avusturya'nın a a ı bölgesinde de 
ilerliyordu. Artık Viyana bile, bazı Çekler tarafından  kendilerinin en büyük  ehri gibi 
sayılıyordu. Ailesi özellikle Çek dili ile konu an Ar idük'ün karısı, bir gelenek haline gelen ve 
ilk nazarda akla uygun gelebilir. Fakat o zaman ba ka bir sonuç ortaya çıkar: E er herhangi 
bir devlet meselesinde bir karar almaya birkaç uzmanın aklı ve bilgisi yetiyorsa, seçimle gelen 
be  yüz adama ne lüzum vardır? i te meselenin esası buradadır. 
imdiki demokratik idare  ekli, zeka sahibi hakim kimselerden olu an bir meclis meydana 
getirmeyi hiçbir zaman dü ünmez. Daha çok basit kimselerden kurulu bir "siyasi grup" 
te kiline çalı ır. Bu meclisi muayyen bir istikamete yürütmek, o meclisi meydana getiren 
elemanların sınırlı kafalı olmaları ile mümkündür. Bir parti politikası ancak bu  ekilde 
uygulanabilir. Böylece ipleri elinde tutan adam mesuliyetleri omuzlarında ta ımaya ihtiyaç 
duymadan, temkinlice bir  ekilde perde arkasında kalmanın yolunu bulur. Böylece, millet için 
her korkunç karar herkesçe tanınan bir ahlaksız herifin hesabına kaydedilemez. Tersine, bütün 
günah bir partinin omuzlarına yüklenir. Sonuç olarak uygulamada her türlü sorumluluk orta-
dan kalkar. Çünkü sorumluluk belirli bir  ahsa yüklenince, gevezelerden olu an meclis grubu 
da sorumluluktan kurtulur. Bunun için meclis usulü her  eyden evvel, açıkça hareket etmekten 
korkan sinsi ruhlu kimselerin ho una gider. Sorumluluk zevkine sahip ve namuslu olan herkes 
bundan daima nefret eder. 
i te bundan dolayı demokrasinin bu  ekilde, daima gizli planlar hazırlayan ve eskiden oldu u 
gibi  imdi de aydınlıktan korkan Yahudi'nin en çok sevdi i bir aleti durumuna dü mü tür. Bu 
derece pis ve kendisi kadar hile dolu bir müesseseye ancak Yahudi de er verebilir. 
Hür bir  ekilde seçilmi  bir lider bütün hareketlerinin ve kararlarının tam sorumlulu unu 
kendi omuzları üstüne almaya mecburdur. Alman demokrasisinin gerçekle mesi çe itli 
meselelerin bir ço günlük kararı ile halledilmesini kabul etmez. Kararı tek bir ki i alır Bu tek 


ki i de icraatından, malları ve hayatı ile sorumludur. Böyle  artlar altında böyle bir adam 
bulmak zor de ildir. 
Tanrıya  ükürler olsun Alman demokrasisinin do ru manası buradadır. Bu demokrasi rastgele 
bir ki inin, ahlaktan yoksun, zeka noksanı bir adamın idare mevkiine çıkmasını reddeder. 
Böylece, ilerde gerçekle mesi gereken sorumluluk korkusu, ehliyetsiz, adi ve zayii  ahısları 
saf dı ı bırakır. 
E er böyle bir kimse iktidar sandalyesine oturmaya te ebbüs ederse, onun maskesini 
indirmeli, suratına ba ırarak; "geri çekil, fek aya ını, basamakları kirletiyorsun" demeli. 
Çünkü tarihin Pantheon'una yalnız kahramanlar girer, entrikacılar de il. 
Bu sonuca Viyana'da Meclis çalı malarını iki yıl takip ettikten sonra ula tım. Bundan sonra da 
bir daha oraya adımımı atmadım, parlamento rejimi ihtiyar Habsbourg Devleti'nin 
zayıflamasının ba lıca sebeplerinden birini te kil etti ve bu çökü  son yıllarda gitgide göze 
çarpar bir duruma geldi. Parlamento rejiminin gereklili i ile Alman unsurunun üstünlü ü 
zaafa u ratılma hatasına dü ülüyordu. Avusturya Parlamentosu'ndaki Alman unsurunun 
aleyhine olan faaliyet imparatorlu a da zarar veriyordu. Çünkü 1900 yılma do ru ı Honar inin 
birli i sa lama kuvveti, vilayetlerin birlikten ayrılma  iklimlerini sonuçsuz bırakmaya 
yetmiyordu. Devletin hükümdarlı ını sürdürmek için ba vurdu u vasıtalar basitle iyor ve bu 
durum milletçe kötüleniyordu. Sadece Macaristan'da de il, di er çe itli Slav vilayetlerinde de 
mü terek monar i ek az benimseniyordu ve bu idarenin zayıflı ından hiçbir utanma hissi 
duyulmuyordu. Hatta çökü ün i aretlerinden özel bir keyif buldu u görülüyordu. Monar inin 
eski sa lıklı durumuna kavu masından çok, ölmesinden bir  eyler ümit ediliyordu. 
Parlamentoda binbir türlü dalavere çevirerek kesin çökü ün önü ancak alınabiliyordu. Bu yüz 
kızartıcı oyunların zararını da Alınlar yükleniyordu, imkanın elverdi i nispette çe itli milletler 
arasında gayet ustalıkla manevralar yapılarak devletin çökmesi önleniyordu. Fakat ne olursa 
olsun bütün bu geli meler Alman milleti-ı aleyhine idi. 
Veliahtlık, Ar idük François Ferdinand'a nüfus etme imkanını verdikten sonra her tarafta 
desteklenen Çek politikası geli meye lafladı. Çifte monar inin gelecekteki hükümdarı, 
Almanlıktan çıkarma hareketini her  eyle te vik etti. Belki do rudan do ruya bu te vik i ine 
katılmadı ise de, bu hareketi himaye etti ve korudu. Devlet  memurlarının seçimi gibi 
dalavereli yollarla sırf Alman olan yerler yava  yava , fakat emin adımlarla o tehlikeli karma 
bölgeye do ru sürüklendiler. Bu hareket her yerde, hatta Avusturya'nın a a ı bölgesinde de 
ilerliyordu. Artık Viyana bile, bazı Çekler tarafından kendilerinin en büyük  ehri gibi 
sayılıyordu. Ailesi özellikle Çek dili ile konu an Ar idük'ün karısı, bir gelenek haline gelen ve 
Alman dü manlı ı ihtiva eden bir çevrede yeti mi ti. Habsbourg Hanedanı'nın bu yeni 
temsilcisinde, Orta Avrupa'da Katolik prensipleri üzerine kurulu ve Ortodoks Rusya'ya kar ı 
bir dayanak hizmeti görecek bir Slav devletini yava  yava  meydana getirme fikri hakimdi. 
Din, Habsbourg Hanedanı temsilcilerinde ço u zaman görüldü ü gibi sadece siyaset ve daha 
ziyade Alman milleti için korkunç olan bir fikir lehinde istismar ediliyordu. 
Bunun sonucu bir çok yönden gayet fena oldu. Ne Habsbourg Hanedanı ne de Katolik Kilisesi 
umdu unu buldu. Sonunda Habs bourg tahtını kaybetti. Böylece Roma da büyük bir devleti 
elinden kaçırmı  oldu. imparatorluk, dini, siyasi gayelere hizmetkar kılmak la yeni bir ruhun 
uyanmasına yol açtı. ihtiyar monar inin sınırları içinde her türlü çareye ba vurarak 
Almanlı ın kökünü kazımak te ebbüsü, Avusturya'da Panjermanizm hareketinin do up, 
artması gibi bir sonuçla kar ıla tı. 
 
 
BÖLÜM 3 
1880-1890 yılları içinde, Yahudilerden ilham alan Manchester 
liberalli i de Avusturya'da en yüksek noktasına çıktı ve hatta bu 
noktayı da a tı. Fakat bu e ilime kar ı reaksiyon her zaman oldu u 


gibi bu defa da Avusturya'da gösterildi. Bu reaksiyon sosyal açıdan 
de il milli bir noktadan do du. Beka içgüdüsü Almanları en ciddi 
'Ve en sıkı  ekilde kendilerini savunmaya zorladı, iktisadi dü ünceler 

Yüklə 1,96 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   30




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©azkurs.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin